KORONA 7 GÜNLÜK 29 MART- 4 NİSAN 2021

Bir yıldan uzun süredir devam eden COVID-19 pandemisi boyunca yaşamlarımız alt üst olmaya başladı. Neredeyse bütün dünyaya hakim olan kapitalist sistemin eseri olan pandemi nedeniyle 130 milyondan fazla insan enfekte oldu. 3 milyona yakın insan hayatını kaybetti.  Milyonlarca insan işinden oldu. Çalışma rejimi değişti. Pandemi fırsata çevrilerek otoriterleşme arttı. Küresel bir sorun olan pandemi ile mücadele ancak küresel şekilde kolektif çaba ile atlatılabilirdi. Bunun yerine her ülke kendine göre önlemler almaya başladı.

Dünyanın hiçbir yerinde sermaye için üretimden vazgeçilmedi. Sadece ekonomik durumu olan bazı ülkeler diğerlerine göre biraz daha fazla önlem aldılar. Sosyal yardımlar ile vatandaşlarına destek olmaya çalıştılar. Pandemi ile mücadelede kapanmayı gündemine alan ülkelerde bile göçmenler, mülteciler çalışmak zorunda bırakıldı. Tüm dünyada emekçiler, işsizler, işçiler, göçmenler, vatansızlar, kimliksizler korunma önlemlerinden istenilen düzeyde yararlanamadı.

Türkiye açısından daha da vahim bir durum yaşandı. Halkına 5 maske bile dağıtmaya beceremeyen aksine iban numaraları ile destek isteyen bir rejim ile karşı karşıyayız. “Çarklar dönmeli” söylemine uygun olarak işgücü dışında kalan 60 yaş üstü ve 20 yaş altı belli aralıklarla eve hapsedilirken üretime dahil olabilecek herkes toplu taşıma araçlarına, kalabalık fabrika ve işliklerde ölesiye çalıştı. Aynı zamanda toplu ulaşım ve kalabalık çalışma koşulları içinde olanlar eve döndüklerinde çocuklarına ya da büyüklerine de hastalık bulaştırmaya devam ettiler. 

Hal böyleyken örgütlü kurumların, toplumsal muhalefetin, siyasi partilerin emek ve demokrasi güçlerinin özellikle de sendikaların pandemide yaşamak için “Ölesiye çalışmak mı? Ölmemek için çalışmamak mı?” sorularına daha fazla cevap araması gerekiyor. Şimdi kısaca ne yaptığımıza bakmakta fayda var.

Sağlık alanı açısından emek ve meslek örgütleri yaşanan eksiklikleri yanlışlıkları sürekli dile getirdiler. Sürekli açıklamalar ile tepkilerini koymaya çalıştılar. Fakat 400 civarı sağlıkçının yaşamını yitirdiği yüz binlercesinin enfekte olduğu, intiharların yaşandığı, şiddet, angarya çalışma, sürgün, işten atma, mobing uygulamalarına rağmen bırakın işkollarında GREV örgütlemeyi birkaç saatlik iş bırakmayı dahi organize edemediler.

Kafe, bar, lokanta, fabrika, sanayi siteleri vb birçok alanda yüzbinlerce insan işsiz kaldı. Hem de kod-29 denilen ahlaksızca fişleme yöntemi ile insanlar fişlenerek işten atıldı. Kısa çalışma ödeneği adı altında sefalet ücreti ile izne ayrıldı bir kısmı da. İşçi sendikaları, emek ve meslek örgütleri bu dönemde sadece taleplerini (çoğu zamanda masa başındaki basın toplantıları ile) dile getirdiler. Tam kapanma çağrıları yaptılar. Bunu da sadece devletten ve sermayeden yana olduğunu her fırsatta istifade eden hükümetten istemekle yetindiler. Ata Soyer SPO öğrencileri olarak 13 Aralık 2020 günü yayımlanan haftalık günlüğümüzde tam kapanmaya dair görüşlerimizi giriş (http://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/korona-7-gunluk-7-13-aralik-2020/ ) yazımızda paylaşmıştık.  Bu iktidarın çarklar dönsün yaklaşımından vazgeçmesi mümkün değildir. O zaman kapanma çağrıları yerine; işçilerin, emekçilerin örgütlü gücüyle yaşamlarımıza sahip çıkmak için üretimi nasıl durdurabiliriz konusunda tartışma ve örgütlenme yapılmalıdır.

Pandemi fırsata çevrilerek tek adam rejimi kendini daha fazla ikame etmeye başladı. İktidar dışında hiçbir partinin etkinlik yapılmasına dahi izin verilmedi. Aksine bu dönemde milletvekillikleri düşürüldü. Partiler kapatılmaya çalışıldı. Bir kararname ile meclis iradesi yok sayılarak tek imza ile İstanbul sözleşmesinden çıkıldı. Siyasi partilerde çoğunlukla meclis kürsüsünden ya da genel merkez binalarından açıklamalar ile sadece eleştiren bir tutum içine girdiler.

Oysaki birçok alanda yaşanan kriz; sağlık alanında yaşanan krizle daha fazla görünür kıldı. Halk hiç olmadığı kadar bu dönemde iktidarın gerçek yüzünü görmeye başladı. Nasıl yalnız bırakıldıklarını, güvencesiz bir çalışma ve yaşam içinde olduklarını anladılar. Pandemiyi toplumsal muhalefetin tüm dinamikleri iktidarın fırsat gördüğü gibi görebilseydi birçok şeyi değiştirme ve dönüştürme şansını yakalayacaktı.

Tam da böylesi iktidarın bağımlılık yaratan ekonomik ve sosyal politikaları yerine halkı bu iktidardan koparacak dayanışma ağları, artı değer üretmeyecek geçimlik tarım ve üretim-tüketim kooperatifleri, birlikler, komünler, meclisler kurmak için çok elverişli bir dönemdi. Aynı zamanda emek ve meslek örgütlerinin daha fazla örgütlenebilme olanaklarının açığa çıktığı bir dönemdi. Sendikalar yaşadığı örgütlenme krizini tam da bu dönemde aşabilirdi.

Bu dönem aslında toplumda var olan itirazın örgütlü hale getirildiği, örgütlü mücadeleye dönüştürüleceği bir zemini hiç olmadığı kadar sunuyor. Emek ve meslek örgütleri kapanma çağrıları yapmak, talepkar olmak yerine “ölmemek için çalışmıyoruz” diyerek grev örgütlemesini gerçekleştirmelidir. Bu çalışmaya siyasi partiler, esnaf odaları vb toplumun tüm örgütlü kesimleri destek vererek halk grevine dönüştürmeyi hedeflemelidir. Elbette bunun altyapısını oluşturmak için de tüm illerde, ilçelerde, semtlerde mahallerde bir araya gelinerek dayanışma komiteleri oluşturulmalıdır. Oluşturulan bu komiteler yoksulları, işsizleri, zor durumda olanları tespit ederek dayanışma ilişkilerini geliştirmelidir. Toplumu birbirine kenetleyecek, iktidara bağımlı politikalara mecbur olmadıklarını gösterecek pratikler açığa çıktıkça toplum daha fazla bir birine güven duyacak ve birlikte örgütlenmenin hazzını tadacaktır.

 

[su_box title=”SİYASAL SAĞLIK-TOPLUMSAL MUHALEFET” box_color=”#24e336″]Ata Soyer Sağlık Politika Okulu olarak sağlığı hiçbir zaman siyasal olandan ayrı düşünmedik. Siyasal iyilik halini de özgür olma hali olarak tanımladık. Bu açıdan ülkedeki demokratik, ekonomik, siyasi ve politik bütün gelişmeler bir bütün olarak toplumun sağlıklı olma halini etkiliyor.

Yapılan lebaleb kongreler sonrası bu hafta içinde Covid-19 vaka sayısında her gün rekorlar kırılması ve yeni önlemlerin alınması salgın gündemine damga vururken, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi ardından maruz bırakıldığı muamele ise ülkenin siyasi tarihine yeni bir kara leke olarak damgasını vurmuştur. Boğaziçi öğrencilerinin eylemine yapılan müdahale sonrası objektiflere yansıyan fotoğraflar iç ve dış politikada, ekonomide derinleşen ve yönetilemeyen krizlerin içteki yansımasıydı adeta. Kriz derinleştikçe baskının düzeyi de artıyor. Elbette buna karşı mücadele de.[/su_box]

Gergerlioğlu, mesajında şu ifadelere yer verdi: “Bu video ben cezaevine girmeden önce çekildi. Bunu izlediğinizde büyük ihtimalle ben cezaevinde olacağım. Şunu söylemek isterim; Zorbalıkla, hilekarlıkla elimden halkın vekaleti alınmak istendi. Kağıt üstünden alındı ama ben kağıtlardaki vekillerden değilim. Halkın gönlündeki, kalbindeki vekillerdenim. Bu hukuksuzluğa karşı sonuna kadar mücadele edeceğim. Bunu herkes bilsin çünkü halk bize bir emanet verdi. Bize yapılan bu muamele halka yapılmıştır. Şuan ben değil oyunu aldığım 90 bin kişi cezaevine atılmıştır. Hatta vekaletini aldığım 83 milyona büyük bir haksızlık yapılmış ve onlar ve onların iradeleri hapsedilmiştir. Kocaeli’den 90 bin kişiden oy aldım ama 83 milyonunun, halkın vekili oldum ve olmaya da devam edeceğim. (https://yeniyasamgazetesi2.com/gergerlioglu-hicbir-zorbalik-bizi-durduramayacak/)

“Direnenler bir şekilde bedellerle karşılaşacaklar. Biz bunu hayatımız boyunca yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Siz yalana, zulme, haksızlığa karşıysanız, huzuru, insanlığı barışı, adaleti, özgürlüğü istiyor ve bunun için mücadele ediyorsanız elbette ki yaptırımları, bedelleri oluyor, karşınıza geliyor. Karşımızdaki egemen olan zulüm zihniyetinin politikalarının ceremeleriyle karşılaşıyoruz hepimiz,” diyen HDP’li vekil, asıl içini acıtanın muhalefetin sessizliği olduğunu söyledi. (https://www.gazeteduvar.com.tr/huda-kayadan-muhalefete-hak-hukuk-diyenler-nerede-haber-1518141)

“Geldiğimiz aşama tek adam rejimi, kendisine muhalefet olan herkese karşı tahammülsüzlük yaşıyor ve bu durum insanlar adına utanç vericidir. Anjiyo geçiren bir hastanın, hiçbir suçu olmayan bir milletvekilinin ne hale getirildi. Bu şartlar altında cezaevine götürülmesini anlamak mümkün değil. Akıl dışı bir durum. Bu durumu anlayamıyoruz. İnsan olanın yapmaması gereken bir şey. Gergerlioğlu yıllardır bu ülkede insan hakları savunuculuğu yapmış biridir. Her konuda insan hakları konusunda bütün sıkıntıları dile getiren bir vatandaşımız. Bu anlamda bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.” (https://artigercek.com/haberler/gergeliglu-cezaevine-goturuldu )

Sancar, “Seçimden kısa süre önce kapatma yolunu seçseler bile seçimlere siyasi ağırlığımızı koyacak seçeneklerimiz ve imkanlarımız vardır. Halkımız bu konuda en ufak bir karamsarlığa kapılmasın. Biz erken seçim istiyoruz. Muhalefet partileriyle görüştüğümüzde bunu önerdik. Eğer muhalefet partileri de erken seçim istiyorsa bunun nasıl olacağını istişare etmelidir. Ortak bir tavır geliştirme konusunda biz hazırız” dedi. ( https://yeniyasamgazetesi2.com/sancar-erken-secim-istiyoruz/)

AKP’den cezaevlerine yatırım: Bir yılda 17’si yenilendi, 26 tane ise yeni yapılıyor.

“Mart 2021 mali krizi önümüzdeki aylarda reel ekonomiyi de etkileyerek daraltıcı rol oynayacaktır. Enflasyon ve işsizlikte artışa sebebiyet verecektir. ‘Normalleşme’ adına kısa çalışma ödeneğinin de kaldırılması ile işsizlik Türkiye tarihinde görülmedik seviyelere çıkacaktır.’ Ekonomide reform’ paketinin henüz mürekkebi kurumadan AKP iktidarının ekonomiyi yönetemediği bir kez daha tescillenmiştir.” ( https://artigercek.com/yazarlar/alp-altinors/mali-kriz )

Kısa çalışma ödeneğinin sonlanmasının ardından ilk ‘ücretsiz izin’ kararları havacılık sektöründen geldi. Onur Air ve Türk Hava Yolları’nın ikram şirketi Do&Co personelini ücretsiz izne çıkardı. (http://www.diken.com.tr/ve-basladi-iki-sirkette-ucretsiz-izin-karari/)

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, yayınladığı raporla son 8 yılda yaşanan işçi “intiharlarına” dikkati çekti. İSİG Meclisi’nin yayınladığı rapora göre en az 502 işçi iş yerine bağlı olarak yaşamına son verdi. ( https://bianet.org/bianet/emek/241843-isig-8-yilda-502-isci-intihara-suruklendi )

[su_box title=”JİN” box_color=”#e324dc”]Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, nam-ı diğer İstanbul Sözleşmesi’ne sözlü saldırılar-tehditler-karalamalar birkaç aydır gündemdeyken 20 Mart gecesi kadın haklarına ve mücadelesine darbe yaparcasına sözleşmenin CB kararnamesi ile feshedildiği duyuruldu. İşin hukuki boyutunu tartışmayı güzel ülkemizin kendi burjuva hukukunu bile yok sayan hukuk sistemi ile cebelleşen hukukçu arkadaşlara bırakalım., kararın hayatlarımıza yansıması ve eylem boyutu bizi fazlasıyla ilgilendirmekte. Türkiye ve aslında Avrupa hukuk sistemi için bile radikal sayılabilecek belirlemeler ve yükümlülükler sıralayan bu sözleşmenin kimsenin lütfu olmadığı, yüzyılların kadın-LGBTİ+ mücadelesinin sonucu olduğu taşıdığı izlerden de anlaşılacaktır. İçeriğine baktığımızda İstanbul  Sözleşmesi, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti tanımlayıp bu şiddetin hem  özel alan hem kamusal alana yayılan ve münferit-şahsi değil politik olduğunu ve tam da bu yüzden  bu şiddetle mücadelenin de politik ve  bütüncül olması gerektiğini söylüyor. Taraf olan devletlere şiddeti önleme yükümlülüğü getiren sözleşme cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın da önünü kesmeyi hedefliyor. Bunlara ek olarak mültecilik, engellilik gibi ayrımcılığın birçok boyutunu barındıran durumlara dair de düzenlemeler içeriyor.

Zamanında 45 ülke ve AB tarafından tereddütsüz imzalanan bu sözleşme, egemenlik alanları artan sağ-faşizan iktidarların ataerkil kapitalizmin yapısal krizleriyle boğuşurken; bir yandan da bu krizlerden çıkış yolu olarak yükselmekte olan kadın mücadelesini geriletmek için gündem yapılmaya başlanmıştır. Kutsal aile yapımızın huzurunu kaçırmamak adına aile içi şiddeti önlememe, erkekliğe zeval gelmemesi adına cinsel yönelimleri cinsiyet kimliklerini dillendirmeme, toprakları yukarda bahsi geçen ülkelerin güç gösterisi ve kar payı için savaş alanına dönen göçmenlere her türlü ayrımcılığı-şiddeti reva görme anlamına gelecek olan sözleşmeden çekilme tam da bu egemenlerden beklenebilecek, dönemin ruhuna yakışır bir politika aslında. Keza sözleşmenin imzalanmış olmasının uygulandığı anlamına gelmediğini sözleşme tarihinden beri kutsal ailesi ya da herhangi bir erkek tarafından öldürülen, tecavüze uğrayan, şiddet gören binlerce kadından; her fırsatta lanetlenen, şiddete uğrayan LGBTİ+’lardan ve ayrımcılığın dışlanmanın yoksulluğun alasını yaşayan, pazarlık konusu edilip ölüme gönderilen mültecilerden bilmekteyiz.

Uygulanması için kadınların sokakta, mahkeme salonlarında, emniyette yıllardır mücadelesini verdikleri bu sözleşmenin 10. Yılındayız. Pandeminin evlere hapsettiği ve yüklerini kat be kat arttırdığı kadınlar/ötekiler şiddete her zamankinden daha çok maruz kalırken kadın mücadelesini zayıflatmaya dönük bu hamle toplumsallığa, hak mücadelesine, demokrasiye savaştır. Gördüğümüz yüz, erkek egemen iktidarın en maskesiz en gerçek yüzüdür ve tüm ülkeye sirayet eden faşizmden bağımsız değildir. Kürtlere savaş hamlesi başlattığı 2015 yılından beri demokratik alanın tüm nüvelerine (seçilmişlere, akademiye, gazetecilere, meslek örgütlerine, sanatçılara, doğaya, dağlara, taşlara…) savaş açan iktidar kendisine tehlike olarak gördüğü tüm kesimleri tasfiye etme derdinde. Tehlike demişken bin yılların erkek egemen sistemine karşı her daim mücadele eden ve en temel haklarını dahi kanla, mücadeleyle, eylemle almayı başaran, bu talancı sisteme karşı dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de itirazını yükselten ve AKP’nin ilmek ilmek örmeye çalıştığı muhafazakar toplum yapısına itiraz eden, boyun eğmeyen, pandemide-ohalde-savaşta her daim sokakta ve isyanda olan kadınları es geçemezdi., 

Sözleşmenin feshi tabii ki halihazırda da devletine güvenip şiddetten ayrımcılıktan sakınmayan erk’in elini güçlendirebilecek ve günlük yaşamlarımızı daha da zorlaştıracak bir durum. Ama kadın mücadele tarihine baktığımızda, el yükseltip yılların mücadelesi ile gelinen noktadan çizgiyi geriye çekmeye çalışan erkek egemen iktidarın bu hamlesine de oldukça aşinayız. İşine geldiğinde kendi burjuva hukukunu bile reddeden devletlerin haktan-hukuktan değil de mücadeleden ve isyandan anladığını biliyoruz. Sistem içine sıkıştırılma hevesiyle bir ileri iki geri sürüklenmeye çalışılan kadın mücadelesinin, ne sözleşmelere-anlaşmalara ne tek adamın kararnamelerine ne emir eri mahkemelerine ne de fiilen işlevsiz hale gelen meclislerine güvenemeyeceğini de biliyoruz. Kadınlar yalnızca kendi mücadele tarihlerine ve örgütlü güçlerine güvenmektedirler. Sözleşmeler, iktidarlar, faşist yönetimler gelir geçer, aslolan baki kalan isyanımız ve haklılığımızdır. Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir.

 

                               [/su_box]

 

  • İstanbul Sözleşme’sinin feshine karşı kadınlar tüm yurtta günlerdir sokaklarda ve sosyal medyada eylemler örgütlemekte, toplantılar düzenlemekte. Sözleşme imzasından resmi çekilmenin planlandığı 1 Temmuz’a kadar kadın örgütleri kesintisiz eylem kararı aldılar. Fesih kararının tartışıldığı birkaç ülkeden biri olan Türkiye’de gece yarısı kararnamesi ile yapılan bu darbe dünyadaki kadın örgütlerini de harekete geçirdi. Birçok ülkeden kadınlar eylemlere destek mesajı yayınlayıp tek adam rejiminin bu hukuksuz kararını protesto ettiler.
  • Partimizi de geleceğimizi de yaşamımızı da sizlere teslim etmeyeceğiz! HDP Kadın Meclisinin 27 Mart tarihinde, HDP’ye açılan kapatılma davası ve İstanbul Sözleşmesi’nin iptali başta olmak üzere kadın mücadelesine yönelik saldırıların tartışıldığı ve önümüzdeki dönemi planladığı toplantısının sonuç bildirgesi: https://www.hdp.org.tr/tr/partimizi-de-gelecegimizi-de-yasamimizi-da-sizlere-teslim-etmeyecegiz/15257/
  • Beşiktaş’ta buluşan kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesinden bu yana katledilen 50 kadını temsilen taşıdıkları dövizlerle, “Erkek adalet değil gerçek adalet” dedi.
  • Cumartesi Anneleri, 836’ıncı haftasına ulaşan eylemlerinde gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sorup, faillerin cezalandırılması istemeye devam devam etti. Pandemi dolayısıyla bu hafta yine online gerçekleştirilen eylemde, 26 yıl önce gözaltında kaybedilen Talat Türkoğlu’nun failleri soruldu.
  • Şengal halkının en zorlu günlerinde Şengalli kadın ve çocukların sağlığı için yıllar önce yerleştiği İsviçre’den Şengal Dağı’na dönen Doktor Neman Xefurî, tedavi gördüğü Covid 19 virüsüne yenik düştü. Êzidî Özgür Kadın Hareketi (Tevgera Azadiye Jinên Êzdî -TAJÊ), Doktor Neman Xefurî’nin yaşamını yitirmesini başsağlığı mesajı ile bildirdi.
  • Avrupa Konseyi üyesi 27 ülke, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme açıklamasına ilişkin ortak açıklama yayınladı. Kararın, Türkiye’de kadın haklarının korunmasını tehlikeye attığı ve Avrupa ve ötesindeki tüm kadın ve erkeklere rahatsız edici bir mesaj ilettiği belirtilen açıklamada , karara ilişkin derin üzüntü ve hayalkırıklığı (!) dile getirildi.
  • Boğaziçi’nde Melih Bulu Dönemi: Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’nun ofis koordinatörü Cemre Baytok ücretsiz izne çıkarılarak Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’na fiilen Son Verildi.
  • Avustralya’da cinsel saldırı iddialarının ardından iki bakan görevden alındı. Kadınların yoğun tepki gösterdiği cinsel saldırı iddiaları sonrası Adalet ve Savunma bakanları görevden alındı. Tecavüze uğradığını beyan edip şikayette bulunan kadının, Adalet Bakanı Porter’ın görevine devam etmesi üzerine intihar etmesi üzerine binerce kadının katılımıyla “Kadınların Adalet İçin Yürüyüşü” düzenlemişti.
  • Meksika’da Victoria Salazar adlı göçmen kadını, 27 Mart’ta gözaltına alırken boynunu kırarak öldüren Meksika polisine yönelik tepkiler dinmiyor.Binlerce kadın, sokaklara dökülerek, Salazar için adalet talep etti.. Polisin saldırdığı yürüyüşte 32 kadın yaralandı.
  • Türkiye’de kendisine ağır şiddet uygulayan eşini öldürmekten yargılanan ve bir süre hapis yatan Yasemin Çakal’a İsviçre ‘politik oturum hakkı’ tanıdı.

 

Polonya’dan mesaj var: Vazgeçecek değiliz!

Söyleşi/Çiğdem Öztürk/YeniyaşamGazetesi

Yaklaşık yedi sekiz yıl önce mücadelemiz İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve onaylanmasına odaklanmıştı. Bu mücadeleyi kazandık. Bunun için bir kez daha uğraşmak gerçeküstü bir durum, hem de bu sefer kazanımımızı yitirmemek için. Ama elbette vazgeçecek değiliz!

http://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/polonyadan-mesaj-var-vazgececek-degiliz/

İstanbul Sözleşmesi’ne dokunmak kadınlara savaş açmaktır

Züleyha Gülüm/Yeniyaşam Gazetesi

İstanbul Sözleşmesi ve diğer kazanılmış tüm hakların asıl sahipleri olan bizler, temel insan hak ve özgürlüklerinin, kadın kazanımlarının böyle alaşağı edilmesine karşı mücadelemizi büyüteceğiz. Kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı yürütülen baskı, ayrımcılık ve şiddet son buluncaya kadar örgütlüğümüzden ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Herkes emin olsun ki eskisinden daha güçlüyüz.

http://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/istanbul-sozlesmesine-dokunmak-kadinlara-savas-acmaktir/

Ataerkilliğe parmak sallayan kadın

Meltem İnci/Yeniyaşam Gazetesi

“Daha açık olmalıyım, daha agresif olmayım. Çünkü dünya daha agresif hale geliyor. Adaletsizliklere karşı yüksek sesle konuşan insanlara ihtiyacımız var”

http://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/ataerkillige-parmak-sallayan-kadin/

 

Gariban temizlikçi değiliz, ev işçisiyiz ve sendikalıyız

Ropörtaj/5Harfliler

“Ev işçisi kadınların bilincinde aslında şöyle bir şey de gelişiyor. Ben bu işi kendi evimde zaten yapıyorum ve şimdi bunun için para alıyorum, bu sorun değil. Ama zamanla işçi olduğunda ısrar etmesi, o terminolojinin değişmesi çok etkileyici bir durum. “Kadın, abla, yardımcı” da deniyordu aynı şekilde, hâlâ deniyor. Ama o maternal ilişki zaten duygusal emeği sömüren bir yere evriliyor. “Sen bu evin kızısın,” diyorlar örneğin. Böylelikle yine oradaki emeği görünmez kılıyorlar. Biz tüm bunlarla mücadele etmek için -2006’dan sonra da- 2008 yılında “Gündelikçi Kadınlar Birliği”ni kurduk. Bu birlikten sonra ev işçileri dedi ki “Biz neden sendika kurmuyoruz?” Böylelikle 2014’te de sendika süreci resmileşti ve 25 kişiyle birlikte İmece Ev İşçileri Sendikası’nı kurduk.”

“Pandeminin ilk günlerinde sendika olarak telefon görüşmelerine başladık. Çünkü yoğun bir şekilde işten çıkarmalar oldu. Ulaşım aracına biniyor olmaları gibi gerekçelerle ev işçilerini doğrudan “virüsün taşıyıcısı” olarak konumlandırdı işverenler. Ya da örneğin göçmen işçileri evden çıkarmama politikası uyguladılar. Seren Serengil örneğini hatırlayalım, çünkü muhtemelen bu mevzuyu da sümenaltı ettiler. Onun evinde çalışan göçmen işçi dışarı çıkmak istediğinde “Çıkamazsın, eve virüs mü getireceksin?” diyor.”

https://www.5harfliler.com/gariban-temizlikci-degiliz-ev-iscisiyiz-ve-sendikaliyiz/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter

 

Patriyarkada Kadın Olma Sendromu

Şeyda İpek/5Harfliler

Bunları yanyana koyunca karşımıza bir tema çıkıyor: Kadınların patriyarkada hayatta kalmak ve başarılı olmak için, onlara dayatılan engellerle günbegün başa çıkmak için geliştirdiği yöntem ve tepkilere patolojik gözle bakıyoruz. Bu konularda kullandığımız dilin düşüncelerimizi yansıttığına inanıyorum. Bu milattan öncelere dayanan bir gelenek: Kadınlar antik Mısır döneminden daha düne kadar, güya yerinde rahat duramayan rahimlerinden dolayı ‘histerik’ olarak tanımlanıyorlardı. Evlenmeyi istememek gibi gayet doğal bir olay histeri semptomu olarak görülüyordu.

Halbuki hastalık-semptom ikilisi sebep-sonuç ikilisinden farklı olmalı. Biri sizin yemek yemenizi engellerse acıkırsınız. Burda açlığa semptom der miyiz? Lisanstan beri elde ettiğiniz her başarıda birileri ‘kadın kontenjanından kazandın tabii ki’ diyorsa neden kendiniz hakkında şüpheleriniz olmasın? Sizinleberaber bir şirkette çalışan diğer kadınların terfi almasının önünün kesildiğini yüz kere gördükten sonra ‘Bana vermezler o koltuğu’ demek gerçekçi bir analiz değil mi? Bunlar patriyarkadan başka neyin semptomu oluyor? Burada sendrom tam olarak ne?

https://www.5harfliler.com/patriyarkada-kadin-olma-sendromu/

 

[su_box title=”MEVCUT DURUM” box_color=”#e32447″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

***

TTB Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Selçuk’u tüm sağlık çalışanlarından özür dilemeye ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı. Açıklamada şöyle dendi: Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun yaşamını yitirdiği 1 Nisan, “COVID-19 Nedeniyle Kaybettiğimiz Sağlık Çalışanlarını Anma Günü” olarak belirlediğimiz ve Türkiye’nin her yerinde sağlık kurumları önünde COVID-19 mücadelesinde yaşamını yitiren sağlık çalışanlarını andığımız gündü. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt

Selçuk böylesi bir günde “Evde hastalananlar var, nasıl meslek hastalığı kabul edelim?” açıklaması ile iktidarın sağlık çalışanlarına verdiği değeri bir kez daha ortaya koymuş; sağlık çalışanlarının hafızasında ve tarihte kötü bir yer daha edinmiştir. Bu sözler “COVID-19’un illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı kabul edilmelidir ve mevzuatla güvence altına alınmalıdır” talebimizde ne kadar haklı olduğumuzu da bir kez daha göstermiştir. COVID-19’un meslek hastalığı sayılması bir bakanın keyfiyetine göre belirlenemez.

https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=ae64240a-94a1-11eb-9b30-af7a56403e78

***

Kısa çalışma ödeneğinin sonlanmasının ardından ilk ‘ücretsiz izin’ kararları havacılık sektöründen geldi. Onur Air ve Türk Hava Yolları’nın ikram şirketi Do&Co tüm personelini ücretsiz izne çıkardı.

***

Erdoğan’ın görevden aldığı isimler arasında Sağlık Bakanı Yardımcısı Prof. Dr. Emine Alp Meşe özellikle dikkat çekiyor. Meşe’nin yönetim kurulu üyesi olduğu Uluslararası Sağlık Hizmetleri AŞ, pandemi sürecinde pek çok yolsuzluk iddiası ile gündeme gelmişti. Sağlık Bakanlığı’na 9,8 TL’lik test kitlerini 32 TL’ye satan ve gayri şeffaf ihale süreçleri ve hükümet koruması altında bu ticaretin tekelini elinde tutan şirket hakkında soruşturma açılmadığı gibi muhalefet partilerinin ve meslek örgütlerinin çağrılarına rağmen kamuoyuna bir açıklama da yapılmadı

***

Covid-19 pandemisi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 131 milyon 350  binin üzerine çıkarken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı da 2 milyon 860 bine dayandı. Bulaş tehdidi olan aktif hasta sayısı 22 milyon 764 bine yükselmesi pandeminin daha da büyüyeceğini gösteriyor.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Avrupa (40.2 milyon) zirvedeki yerini koruyor. Bunu Kuzey Amerika (36.1 milyon, 31.4 milyonu tek başına ABD’ye ait), Asya (29.1 milyon), Güney Amerika (21.5 milyon) ve Afrika (4.3 milyon) izledi.

Covid-19’a bağlı ölümlerde kıtaların sıralamasında ilk iki değişmiyor: Avrupa (924 bin), Kuzey Amerika (824 bin). Üçüncülüğe Güney Amerika (563 bin) yerleşiyor ve ardından Asya (433 bin) ve Afrika (114 bin) geliyor. Ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olan ülke sayısı yediye yükseldi: ABD (569 bin), Brezilya (330 bin), Meksika (204 bin), Hindistan (165 bin), İngiltere (127 bin) ve İtalya (111 bin) ve Rusya (100 bin).

Dünya genelinde son 24 saatte 545 bin 518 kişide Covid-19 pozitifliği saptandı. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 8 bin 674 kişi oldu. Günlük vaka bildiriminde Hindistan zirvede yer alırken Türkiye üçüncülüğe yerleşti. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Hindistan (93 bin), ABD (66.2 bin), Brezilya (69.7 bin), Türkiye (44.8 bin), Polonya (28.1 bin), İtalya (21.3 bin), Ukrayna (20.3 bin), Almanya (13.6 bin), Filipinler (12.6 bin), İran (11.4 bin), Kanada (11 bin) ve Arjantin (10.4 bin). Haftanın son günü bazı ülkelerin bildirim yapmadı (Fransa gibi), sağlık hizmetlerine erişim, test yapma konusunda sorunlar nedeniyle yeni vaka sayısının gerçeği yansıtmadığını yeniden hatırlatıyoruz.

***

Türkiye’de salgın artık dizginlenemiyor. Yeni vaka, ağır hasta, aktif hasta ve can kaybı rekor üstüne rekor kırıyor. Son 24 saatte yeni vaka sayısı 44 bin 756 kişiye, Covid-19 nedeniyle 186 kişiye yükseldi. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 1,483 kişiye yükseldi. Toplam vaka sayısı 3 milyon 445 bini, toplam can kaybı 32 bini geçti. Günlük test sayısı artış göstererek 250 bine dayandı. Test sayısı arttıkça vaka sayısı da artış gösterdi. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Worldmeters’a göre Türkiye’de aktif hasta sayısındaki ciddi yükseliş devam ediyor. Dün aktif hasta sayısı 300 bin eşiğini de geçerek 330 bin 298 kişiye yükseldi. Aktif hasta sayısındaki bu dizginlenemeyen bu yükseliş, bulaş tehdidinin daha da artacağını gösteriyor. Ağır hasta sayımız ise 2,231 kişiye yükseldi. Aktif vakanın yükselmesi ile %0.7’e kadar düşen ağır hasta oranı dünya ortalamasının (%0.4) halen iki katına yakın! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunun vurgulamaya devam ediyoruz.

***

İllere göre, haftalık Koronavirüs vaka sayısı haritası güncellendi. En çok vaka görülen iller Samsun, İstanbul, Yalova, Çanakkale, Kırklareli ve Giresun oldu. 27 Mart-2 Nisan tarihlerini gösteren haritaya göre en düşük vaka oranı 100 binde 23,43 ile Şırnak’ta. İstanbul’da yüz binde 401,62 olan vaka sayısı 59,45’e yükseldi.  Covid-19’un görülme sıklığı Ankara’da yüz binde 272,79’a, İzmir’de ise yüzbinde 218,88’e yükseldi.

***

Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Günbuldu Köyü Covid 19 karantinasına alındı. Karantinanın sebebinin köydeki ilk ve ortaokulda görev yapan bazı öğretmenlerde yeni tip korona virüsü tespit edilmesi olduğu açıklandı.

***

A Milli Takım’daki virüs vakaları artmaya devam ediyor. Lille’de forma giyen Yusuf Yazıcı’nın virüse yakalanmasının ardından pozitif test veren futbolcuların sayısı 14’e yükseldi.

***

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) dokuzuncu görüş yazısında “Hemen şimdi, daha güçlü toplumsal önlemlere gereksinimimiz var!” diyor. Görüş yazısında şunlara dikkat çekiliyor: COVID-19 pandemisi tam korunma sağlayan bir aşının varlığında bile en az yüzde 65 oranında bağışıklık gelişinceye kadar toplumda ciddiyetini sürdürecek. Sağlık Bakanlığı tarafından bildirilen rakamlara göre, hastalığı geçiren (3,4 milyon kişi) ve ikinci doz aşısı tamamlanan (7,2 milyon kişi) toplam kişi sayısı dikkate alındığında, COVID-19 için toplumda ulaşılan en düşük bağışıklık düzeyinin yüzde 12,8 olduğu varsayılabilir. Mart başından beri süren olgu, hastaneye yatışlar ve ölümlerdeki artışlar salgının kontrolünün kaybedildiğinin göstergesidir. Virüsün varyant halleri ile bulaşma gücü artmıştır. Ülkemizde baskın hale gelen varyant daha ölümcül seyretmektedir. Bilime dayalı ve zamanında alınan kararlar, insan hayatı kurtarır. Gün, önlemleri gevşetme ve toplumsal hayatta açılma günü değildir. Daha güçlü önlemlere gereksinimiz var. Hemen şimdi, toplumda aşıların yaygın yapılmasını sağlayıncaya kadar hastalığın yükünü düşürün. Bunun için, 28 günlük bir dönem için ekonomik ve sosyal destek sağlayarak ve bütün sektörleri içerecek şekilde tam bir kapanmayı hayata geçirin. Testi ulaşılabilir kılın; her yerde, belirtili belirtisiz test olanakları yaratın; günlük olarak en az 250 binin üzerinde test uygulanmasını sağlayın. Ülkeye girişte test ve karantina uygulayın. Hemen şimdi!

https://hasuder.org.tr/hasuder-yeni-koronavirus-hastaligi-sureci-ile-ilgili-gorusleri-8/

***

İBB Bilim Kurulu toplandı: 4 haftalık kapanma şart. Altı başlıkta sıralanan tedbirler arasında; dört haftalık kapanma, aşılanma sürecinde hızlanma (öğretmenlere öncelik verilmesi), test sayısının arttırılması, izolasyon olanakları sağlanması, karantina ve seyahat kısıtlaması, yoksul halka maske temini ve kalite kontrolü ile sağlık çalışanlarına destek yer aldı.

İBB’nin önerdiği kapanma şu şekilde: Pandeminin başlangıcından beri uygun strateji en az dört haftalık kapanmadır. İşsizlere asgari ücret, kayıt içi ve kayıt dışı çalışanlara tam ücret, işyeri sahiplerine yeterli ekonomik ve sosyal destek vermek şartıyla sağlık, gıda, savunma, güvenlik, ilaç gibi hayati önemdeki sektörler hariç olmak üzere; tüm işyerlerinde çalışma durdurulmalı, mümkün olan her yerde evden çalışmaya geçilmelidir. Herkese (evine en yakın markete, fırına ve eczaneye gitmek dışında) daha uzun mesafelere hareket kısıtlaması getirilmelidir. Restoran ve kafelerin kapatılması için Ramazan ayı beklenmemeli, ivedilikle paket servise geçilmelidir. Otel restoranları da kapatılmalı, odaya servis yapılmalıdır. Alışveriş merkezleri, halı saha, yüzme havuzları, spor salonları kapatılmalıdır. Halkımızın dini ihtiyaçlarını ve ibadetlerini güvenli bir şekilde yerine getirebilmeleri için dini otoriterlerce neden toplu ibadet yapılamayacağı konusunda toplum bilgilendirilmeli, ev içi sürdürülebilecek uygun çözümler sunulmalıdır.

***

Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Cinel’den “acil değilse hastaneye gitmeyin” uyarısı: Öyle bir dönemdeyiz ki şakası yok. Cinel ” Mutant virüs var. İngiliz mutantının yaygınlığı ülkemizde yüzde 75’e ulaştı. Bu anlamda virüs değiştiği için daha genç hasta gruplarına etki ediyor. Yoğun bakıma aldığımız hasta grupları artık 45 ile 60 yaş arası. Bu virüsün şu anda mutant halinin özelliği daha öldürücü yüzde 50-60’larda daha öldürücü. …Şu anda yoğun bakımlar biraz boş, ama arabanın (Covid-19) hızlanma ivmesi ve gidişi hakikaten çok ciddi ve korkutucu. Üçüncü dalga çok daha kaotik ortama, bir sürece yol açma riski taşıyor” uyarısı yaptı. Prof. Cinel, hasta sayısının her geçen gün arttığının çizerek, sosyal mesafe uyarısı “Herkesin bir adım geri çekilmesi lazım. Beş dakikada bulaşan virüs 1 dakikada bulaşır hale geldi. Öyle bir dönemdeyiz ki şakası yok, herkes bir adım geri çekilsin” dedi.

***

Günlük okurlarına şunu hatırlatmak isteriz. Mutasyonlara adını veren İngiltere’de, mutasyon salgının kontrol altına alınmasına engel olmadı. Toplumsal önlemler, sosyal ve ekonomik desteklerle vatandaşın özendirilmesi ve hızlı aşılamayla salgın kontrol altına alınabildi. 2021 yılının ilk günlerinde 68 binlere kadar yükselen yeni vaka sayısı 3 bin 423 kişiye düşürüldü.

***

Harvard Üniversitesi’nden Doç. Dr. Emrah Altındiş, Türkiye’de günlük Coronavirus vaka sayısının 44 bini geçmesinin ardından, “Türkiye’de Coronavirus’un yayılımı tamamen kontrolden çıkmış durumda. Tüm uyarılara rağmen devlet gerekli bilimsel önlemleri almadığı için önlenebilecek binlerce ölüm ve yüz binlerce hastalanmayı yaşıyoruz. Bu günler kritik, bu korkunç vaka artışı yoğun bakımları dolduracak” dedi. Doç. Altındiş, vatandaşlara nisan ayında kapalı mekanlara gitmemeleri konusunda uyarıda bulundu.

***

Covid-19 salgınında can kayıplarının 110 bini aştığı İtalya’da bugünden itibaren Paskalya tatili için tüm ülke en sıkı tedbirlerin uygulandığı “kırmızı bölge” ilan edildi. Bu dönemde ülke çapında temel ihtiyaçlara hizmet verenler dışındaki işletmeler kapalı kalacak, restoranlar yalnızca paket servisi yapabilecek. Katoliklerin geleneksel Paskalya yemeğini de göz önünde bulunduran yetkililer, günde yalnızca bir kez olmak koşuluyla başka eve gidilmesine ve en fazla 2 kişinin misafir edilmesine izin verilmesi kararı aldı.

***

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi tarafından yapılan yazılı açıklamada, Kamişlo, Haseke ve Rakka kentlerini de kapsayan sokağa çıkma yasağı ilan edildiği duyuruldu. Salgının üçüncü dalgasının hızla yayıldığına dikkat çekilen açıklamada, Kriz Masası’nın aldığı kararları şu şekilde sıralandı: 6 Nisan 2021 tarihinden 12 Nisan 2021 tarihine kadar Özek Yönetim bölgelerinin tamamında saat 16.00’dan sabah 06.00’ya kadar sokağa çıkma yasaklanmıştır. Düğün, taziye, kutlama, toplantı, cemaatle namaz kılınması 3 Nisan 2021’den itibaren yasaklanmıştır. Lokanta, kafe ve restoran gibi yiyecek hizmeti veren işletmeler sadece paket servis yapabilecek. Tüm okul ve üniversiteler kapatılmıştır. Kuzey ve Doğu Suriye’nin tüm sınır kapıları kapatılmıştır. Kapılardan sadece acil durumu olanlar geçebilecek. Tüm yurttaşların maske takması zorunludur. Buna uymayanlara cezai işlem uygulanacaktır. Vaka sayılarının ciddi artış gösterdiği ilçe ve kasabalarda meclis ve İç Güvenlik Güçleri, Sağlık Komitesi’nin de görüşünü alarak sokağa çıkma yasağı ilan edebilecek.

***

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ülkesindeki 2 eyalette yeni tip Koronavirüs (COVID-19) salgınının dördüncü dalgasının başladığını belirterek halkı uyardı. Ruhani, “Nevruz Bayramı için yapılan alışverişler ve yapılan seyahatler bizi sorunlarla karşı karşıya bırakabilir. Virüs mutasyona uğradı; İngiliz, Brezilya ve Afrika varyantları ortaya çıktı. Bunlar daha tehlikelidir.” dedi. Ruhani, “kırmızı” ve “turuncu” olarak belirlenen yüksek riskli eyaletlerde toplu dini ibadetlerin, etkinliklerin yasak olduğunu ancak “sarı” ve “mavi” yerlerde sağlık kurallarına bağlı kalmak şartıyla bunlara izin verilebileceğini aktardı.

***

Fransa’da yeni uygulama kapsamında, 19 bölgede yürürlükte olan kapanma önlemleri ülke genelinde geçerli olacak şekilde genişletildi. Dört hafta sürecek önlemler doğrultusunda tüm ülke genelinde saat 19:00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı uygulanacak. Anaokulları ve okullar üç hafta, lise ve üniversiteler ise dört hafta boyunca kapalı kalacak. Ülkede yaşamsal öneme sahip olmayan tüm dükkanlar kapatılırken, geçerli bir nedeni olmayan hiç kimse evinden 10 kilometre uzağa gidemeyecek.

***

Kanada Sağlık Bakanlığı’na bağlı olan Health Canada’dan yapılan açıklamada, ülkede grafen içeren maskelerin dağıtımı, üretimi ve ithalatının durdurulması istendi. Maskelerde bulunan grafen partiküllerinin solunması durumunda sağlık risklerinin ortaya çıkabileceğini belirten yetkililer, grafenin etkilerine yönelik araştırmalar sürerken ‘maskelerin piyasadan çekilmesi gerektiğini’ söyledi.  Antiviral ve antibakteriyel özelliklere sahip olduğu bildirilen grafenin solunmasının, hayvanlarda akciğer toksisitesine neden olabileceğini kaydeden Health Canada, insanlar üzerindeki sağlık risklerinin henüz kesin olarak bilinmediğini aktardı.

 

[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” box_color=”#6ee324″][/su_box]

Türkiye’de aşılama çalışmalarına dahil edilen Pfizer/BioNTech’in geliştirdiği korona aşısının ilk dozu uygulanmya başladı. Sağlık Bakanlığı, aşının uygulanmasıyla ilgili kılavuz yayımladı. Kılavuza göre, ciddi alerjik reaksiyon gösterenlere aşının 2. dozu uygulanmayacak.

***

Sağlık Bakanlığı’nın basın kartı olanlara aşı olma önceliği vermesinin ardından aşılama dün itibarıyla başladı. Uzun süredir aşı olmayı bekleyen gazeteciler, hastanede uygulanan prosedürü, hangi aşıyı neden seçtiklerini anlatırken, “İçimiz buruk… Basın kartı olmayan arkadaşlarımıza da aşı olma imkanı tanınsaydı daha mutlu olurduk” dedi.

***

Başarı öyküsü yazma telaşı devam ediyor. Türkiye’nin en fazla aşı yapan 6. ülke olduğunu belirten Koca, “En çok aşı yapan ülkeler arasında 6. sıradayız. Bizden daha fazla aşı yapan ülkeler ABD, Çin, Hindistan, İngiltere ve Brezilya’dır” dedi. Ancak nüfusun yüzde kaçının iki doz aldığı dile getirlmiyor. Ancak aşının koruyucu olması için iki doz aşının ardından en az 15 gün geçmesi gerçeği sağlık otoritesince ihmal ediliyor. Türkiye’de henüz iki doz aşı yapılanların sayısı 7 milyon 135 bin 629 kişi olup nüfusun %8.5’e denk geliyor. Oysa salgının frenlenmesi için gerekli olan toplum bağışıklığı düzeyinin (en az %70) oldukça gerisindeyiz.

***

Hollanda medyasında çıkan haberde, belediyelere bağlı Sağlık Hizmetleri Birliği (GGD GHOR) yetkilisi, gelen raporlardaki yan etkiler ve ölümler sebebiyle AstraZeneca aşısının kullanımının tamamen durdurulduğunu açıkladı.

***

Koronavirüsü kaynaklı ölümlerin 554 bini aştığı ABD’de, ‘aşılanan kişilerin Covid-19’a yakalanmayacağını veya hastalığı bulaştırmayacağını’ söyleyen Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Direktörü Rochelle Walensky’nin ifadeleri tartışma yarattı. Walensky’nin açıklamasının ardından, CDC’den geri adım geldi. Walensky’nin ‘genelleme yaptığını’ söyleyen CDC sözcüsü, The New York Times’a verdiği demeçte ‘bu iddiaları destekleyen kanıtların net olmadığını’ belirtti.

***

İngiltere’de Oxford-AstraZeneca tarafından geliştirilen koronavirüs aşısını olan yedi kişinin sıradışı kan pıhtısı vakasından ötürü hayatını kaybettiği aktarıldı. Toplamda aşıyı olan 18 milyon kişiden 30’unda kan pıhtısı oluşumunun görüldüğü belirtildi. İngiltere’deki İlaç ve Sağlık Bakımı Ürünleri Düzenleme Kurumu’nun (MHRA) cuma günü açıkladığı bilgiye göre aşıyı olan 22 kişide beyinde ortaya çıkan kan pıhtılaşması vakası görüldü. Bu durumun halen bir tesadüf mü yoksa aşının bir yan etkisinin mi olduğu bilinmiyor. MHRA’dan Dr. June Raine ise aşının sağladığı koruyuculuğun risklerin önüne geçtiğini ve halkın aşılanmaya devam etmesi gerektiğini vurguladı.

 

[su_box title=”YENİ YAŞAM” box_color=”#24bbe3″][/su_box]

Brezilya’da feminist bir görev; Bolsonaro’yu ofisten atmak

Maria Fernanda Marcelino/Yeniyaşam Gazetesi

Tüm dünyada tanık olduğumuz gibi, pandeminin en ağır etkilerini kadınlar yaşıyor çünkü yaşamı sürdürenler onlar. Salgın sırasında daha fazla ev ve bakım işini omuzlayarak bir saniye duramadık. Kadınlar, özellikle de siyah ve yoksul kadınlar, sağlık ve hizmet endüstrisinde COVID-19 ile karşılaşan ön saflarda çalışanların çoğunluğunu oluşturuyor.

Dünyanın her yerinde kadınlar mücadele etmeye ve yaşamın var olması için pratik koşullar yaratmaya devam ediyor. Birkaç ilham verici örnek var: topluluk bahçeleri, kolektif restoranlar, dayanışma ve ihbar kampanyaları, sembolik eylemler ve yeterince teşhirden yoksun diğer pek çok şey.

Artık açlık kalmayana ve kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkıyla şiddetsiz yaşayana kadar yürümeye devam edeceğiz. Brezilya’da, yaşam için alternatifler oluşturmak, demokrasiyi yeniden kurmak, özen ve düzgün yaşamı siyasetin merkezine yerleştirmek için Bolsonaro’yu görevden almalıyız. Dünyanın birçok yerinde, neoliberalizmin yükselişini ve ölüm odaklı programını durdurmak için iddialı feminist, anti-kapitalist ve ırkçılık karşıtı mücadeleye ihtiyacımız var. Kadın hareketinin gücü ve öncü rolü, feminizmi yeni bir toplum inşa etmede temel bir perspektif haline getiriyor.

http://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/brezilyada-feminist-bir-gorev-bolsonaroyu-ofisten-atmak/

Sürdürülebilir Yaşam Film Günleri (SYFG), 1-4 Nisan tarihleri arasında Diyarbakır’da çevrimiçi ve ücretsiz olarak gerçekleştirilmekte. Ekolojik ve sosyal sorunların birbiriyle ilişkisini, ve sürdürülebilirlik perspektifi ile ilişkilendirilerek daha kapsamlı ve geniş bakış açısıyla ele alınan insan haklarını konu alan SYFG’de film gösterimlerinin yanı sıra davetli konuşmacılarla çevrimiçi panel ve tartışmalar yer almakta.

https://surdurulebiliryasam.net/

“Sürdürülebilir, demokratik ve adil bir çalışma hayatı” şiarıyla yola çıkan Albatros Bilişim Kooperatifi; güvencesizliğin, hak gasplarının, mobbing’in yoğun olduğu bir sektörde kooperatif çatısı altında eşitlikçi bir örgütlenme modeli ortaya koyuyor. (https://terrabayt.com/gelecek/albatros-bilisim-kooperatifi-bilisim-sektorunde-dayanisma-aglari-oruyor/)

“Çok uzun zamandır, siyasi partiler ve bugünün sendikaları gibi işçi ve toplum mücadelelerini bölen hiyerarşik örgütlenme biçimlerini örnek aldık. Güney Afrika’da, geçmişte ve günümüzde işçi sınıfı arasında ortaya çıkan sokak meclisleri/komiteleri ve işçi forumları / komiteleri açısından organik örgütlenme biçimlerinin genişletilmesi ve bunları konfederasyon pratiği ve yeni bir toplumun uzun vadeli tasavvuru ile birleştirmek, bölünmüş ideolojilerin ve örgütlenme biçimlerinin ötesine geçmenin bir yolunu sunuyor. Demokratik Konfederalizm ve Rojava, doğrudan demokrasi yoluyla örgütlenmenin ve çeşitli yapıların birleşmesinin imkânsız olmadığını gösteriyor- yapıldı ve mümkündür.

Ünlü bir devrimcinin bir zamanlar söylediği gibi: kazanacağımız bir dünya var.” ( https://politikosbiosethos.blogspot.com/2021/03/guney-afrikada-demokratik-konfederalizm_30.html )

 

[su_box title=”AKADEMİDEN” box_color=”#2437e3″]İki hafta önceki pazar günlüğünde Covid-19’a karşı üretim aşamasında olan ikinci kuşak aşıların sürecin toplumsallaşmasına katkı sunabileceğini vurgulamıştık. Birinci kuşak aşılar haliyle yüksek maliyetli, transportu zor ve az miktarda üretilmekte. Sorunun aciliyeti bizi kapitalist üretim biçiminin ufukları içinde konuşmak durumunda bırakıyor. Fakat bu ufuğun içinde dahi, oluşan tekelleşmenin en büyük araçlarından olan “fikri mülkiyet hakları” sorununa yönelik yeterince ses yükseltilemiyoruz. Dolayısıyla süreç kar maksimizasyonu uğruna hantal bir şekilde ilerliyor. Bu şekliyle dünya genelinde bir Covid-19 bağışıklığı yakalanamayacak gibi duruyor.

Öte taraftan sermayenin kendi içindeki rekabet ve bu rekabette geride kalanların yeni tür aşılar üretmek için denediği yollar ise en azından yakın gelecekte yeryüzü nüfusunun aşılanması için umut vaadediyor. Bunlar büyük oranda daha ucuz, daha kolay üretilebilir ve daha kolay taşınıp depolanabilen aşılar. Elbette umudu bizlerin yaratamamış olması yeni bir yenilgiyi de ifade ediyor ama biz yine de dört ayrı aşı çalışmasından örnekler verelim:

1) Dallas merkezli COVAXX adlı şirket (DSÖ’nün benzer adla kurduğu yoksullara aşı temin etme programı olan COVAX ile şirketin herhangi bir ilgisi yok) SARS-CoV-2’deki proteinlerin birçoğunu harmanlayarak küçük protein parçaları (peptidler) tasarladı. Bu peptidler, hücrelere giriş yapabilmek için kullanılan spike proteinin bir kısmı da dahil olmak üzere, koronavirüs proteinleri içindeki önemli yapıları taklit ediyor. Laboratuvarda üretilen peptitler vücuda enjekte edildiğinde, bağışıklık sistemini antikorlar oluşturmaya teşvik ediyor ve aşılanan kişinin daha sonra karşılaşması durumunda koronavirüse saldırmak için diğer bağışıklık hücrelerini hazırlıyor. Bunun yanında üretilir üretilmez buzdolabı sıcaklığında korunabiliyor.

2) San Francisco merkezli VAXART şirketi nezleden genel olarak sorumlu başka bir virüs olan adenovirüsleri, SARS-Cov-2 proteinlerini hücrelere tanıtma hedefiyle kullandığı bir aşı geliştirdi. Halihazırda kullanımda olan diğer aşılar da tasarlanmış adenovirüsler içermekle birlikte, bu aşılar yalnızca meşhur spike proteini taşıyor. Vaxart’ın aşısı ise spike proteini ve ayrıca nükleokapsid veya N proteini taşıyabilir durumda. Yani virüse saldırabilmek için antikorlara başka hedefler sağlıyor. Bu aşının en önemli özelliği, hap şeklinde üretilmiş olması. Oda sıcaklığında muhafaza edilebiliyor. Aşılama sürecini son derece kolaylaştırma ihtimali yaratıyor. Üstelik oral yolla alındığı için mukozal bölgelerde daha yüksek bir bağışıklık oluşturabileceği vurgulanıyor.

3) VALNEVA şirketinin ürettiği aşı, en bilindik yöntem olan ve çok uzun yıllardır kullanılan inaktif aşı şeklinde. Aşıda kullanılan virüs İtalya’daki bir hastadan izole edilmiş. Aşı virüsü maymun hücrelerinde büyütülüp ve daha sonra kimyasal olarak etkisiz hale getirilmiş ve vücudun bağışıklık tepkisini artıran maddeler olan iki yardımcı madde (adjuvan) ile karıştırılmış. Her ne kadar inaktif Covid-19 aşıları olsa da adjuvanlı olanları henüz üretilmemişti.

4) Örnekler arasında en ilginç olanı INOVIO şirketinin aşısı. Koronavirüs spike proteinini oluşturmak için gerekli DNA parçaları, kısa bir elektrik şokuyla cilde uygulanıyor. Oradan, vücuttaki hücrelere spike proteini ürettirip bağışıklık sistemini harekete geçirmek hedefleniyor. Ateş ölçme aletine benzeyen herkesin kullanabileceği, basit bir elektrik şoku uygulaması. Daha önce benzer bir yöntemin hiçbir aşıda kullanılmamıştı. Bu açıdan büyük bir yeniliği ifade edebilir. Ayrıca bu aşı da oda sıcaklığında muhafaza edilebiliyor.

Bu aşıları büyük ilaç şirketlerini geriden takip eden görece küçük şirketler, yine görece dar kaynaklarla üretiyorlar. Bilimsel kıvraklığın, yaratıcı zekanın motoru elbette bu örneklerde de kar maksimizasyonu. Ama aksi de mümkün. Önüne yeni bir toplumsallık hedefi koyanlar, ezilenler adına hareket edenler için, mümkün olmanın ötesinde, şart.

Saey, Tina Hesman. “Here’s What Makes 4 Promising COVID-19 Vaccines Unique – and Potentially Useful.” Science News, 31 Mar. 2021

www.sciencenews.org/article/coronavirus-covid-vaccine-new-upcoming-pill-electricity?utm_source=Editors_Picks&utm_medium=email&utm_campaign=editorspicks032821.[/su_box]

[su_box title=”EKLER” box_color=”#dce324″][/su_box]

Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde yaklaşık beş yıldır tutuklu olan gazeteci Nedim Türfent, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı iken 2016’da tutuklanan Selahattin Demirtaş ile söyleşi yaptı.

(https://gazetekarinca.com/2021/04/demirtas-iktidar-parlamenter-sisteme-donusun-pazarligini-yapiyor/ )

Cumartesi söyleşisinde bu hafta Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs hazırlıklarını ve talepleri konuştuk.

(https://www.evrensel.net/haber/429710/disk-genel-baskani-arzu-cerkezoglu-1-mayisi-en-yaygin-bicimde-kutlayacagiz )

HDP’ye açılan kapatma başvurusunun siyasi olduğunu anlatan Prof. Dr. Mesut Yeğen, “Amaçlanan Kürt meselesinde bir balans ayarından çok, siyasi dengelerde bir balans ayarı yapabilmek ve Cumhur İttifakını iktidarda tutacak bir aritmetik oluşmasına yol açmak” olduğuna vurgu yaptı. Yeğen “Ancak, Cumhur İttifakı fazlasıyla hesap kitaba dayalı mühendislik işlerine bel bağlar oldu. İşlerin bu kez hesapladıkları biçimde gelişmeme ihtimali çok kuvvetli” dedi.

(https://www.evrensel.net/haber/429709/prof-dr-mesut-yegen-akpnin-hedefi-siyasette-balans-ayari-yapmak)