KORONA GÜNLÜĞÜ 11 HAZİRAN

GÜNDEM

  • Salgın sonrası iktidarın baskıcı rejiminin daha da güçleneceği öngörüleri çoktan gerçeklik kazanmaya başladı. Çarşı ve mahalle bekçilerine zor ve silah kullanma yetkisi veren tasarı yasalaştı. Öte yandan polis şiddetine cezasızlık sürüyor; dolayısıyla işkence vakaları da artıyor. Adalet Bakanlığı, Gezi direnişi sırasında polis müdahalesi sonucu gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın AYM’ye yaptığı başvuru nedeniyle gönderdiği yazıda, polis müdahalesini “orantılı” buldu.
  • Silvan Üçdirek Mahallesi’nde başlatılan operasyon öncesi ev baskını yapan askerler, yurttaşlara ters kelepçe takıp darp etti. Operasyon sırasında helikopterlerden köylülere ait hayvanlar da tarandı.
  • İktidarın işsizlik verilerine tepkiler sürüyor. DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdam Görünümü Haziran Ayı Raporu’nu açıkladı. TÜİK raporu için “TÜİK’in dar tanımlı işsizlik oranı ve sayısı Kovid-19’un yarattığı depremi yansıtmayacak kadar düşük açıklandı”
  • HDP milletvekilliği düşürülen 2 vekil için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor.
  • Ayrımcılık haberi bile yasak. “Ayrımcılık virüs dinlemedi: Camiler dezenfekte edildi, cemevi ve kiliseler edilmedi” başlıklı haberi nedeniyle gazeteci Lezgin Akdeniz’e soruşturma açıldı.

 MEVCUT DURUM -SALGIN KONTROLÜ-SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

  • Avrupa’da sönümlenmenin dünya genelinde artış ile birlikte olduğunu unutmamalıyız. Pandemi seyrini kısaca hatırlamakta yarar var. Toplam vaka sayısı yaklaşık olarak Ocak sonunda 10 bin, Şubat sonunda 85 bin, Mart sonunda 750 bin, Nisan sonunda 3 milyon, Mayıs sonunda 6 milyon ve güncel olarak 10 Haziran itibarıyla 7.4 milyona ulaşmış durumda. Artışların son aylarda milyon düzeyinde olması pandeminin boyutunu göstermesi açısından çarpıcı olsa gerek. Pandeminin etkili olduğu coğrafyalar Güney ve Kuzey Amerika, Güney Asya ve Ortadoğu. Afrika’da da yeni vaka artışı devam ediyor.
  • Yeni vaka sayısı pandeminin devamlılığı ve boyutu hakkında bilgi veriyor. Ocak-Şubat aylarında 2-3 bin, Mart başında 5 bin, Mart ortasında 25 bin, Mart sonunda 50 bin, Nisan ayı boyunca 80-90 bin, Mayıs ayında 100 bin ve Haziranın ilk on gününde 125 bin yeni vaka tespit ediliyor. 
  • Türkiye’de yeni vaka sayısı bine yakın devam ediyor. Sağlık Bakanı üç büyük ilde yeni vaka sayısının azaldığını, Orta-Doğu ve Güneydoğu illerinde yeni vaka sayısında artış olduğunu bildirdi. Önceleri vakaların %15.7’si 65 yaş ve üstü iken bu yaş grubuna konan kısıtlama bu oran yarıya (%7.5) düştü. Yeni vakalarda yaş ortalamasının 36, ölümlerde ise 71.
  • Test sayısı 40 binin altında, istenen artış hala sağlanabilmiş değil.
  • Sağlık Bakanlığı 81 ilde, 153 bin hanede Covid-19’a yönelik antikor testi yapılacak. Örneklem TUİK tarafından belirlendi. Böylelikle toplumsal bağışıklık düzeyi (bölge ve illere göre dahil) hakkında bilgi elde edilecek.
  • Kürdistan’da Covid-19 vakaları pik yapmaya devam ediyor. Van’da ‘normalleşme’ politikalarının yarattığı rehavet nedeniyle vaka sayısı 530’a yükseldi. Benzer artış Şırnak’ın Cizre ilçesinde de gerçekleşti. Bayram öncesi 88 olan vaka sayısı bugün itibarıyla 300’ü aştı. Diyarbakır’da salgının önüne geçilemiyor. Diyarbakır Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün verilerine göre kentin genelinde 24 bin 495 kişi karantina altında. Tedbirlerin gevşetilmesi bu artışta etkili oldu. 
  • Harvard Üniversitesi araştırmacıları, dün, asemptomatik kişilerin hastalığı bulaştırmadığını açıklayan Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) tepki gösterdi. Bilim insanları belirti göstermeyen insanların da virüs bulaştırdığını ve herkesin sosyal mesafe önlemlerine uyması gerektiğini vurgulayarak DSÖ’yü kamuoyunu yanlış yönlendirmekle ve kafa karıştırmakla suçladı.
  • Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), mevsim değişikliğine bağlı hava sıcaklığındaki artışın Koronavirüsün (Covid-19) yayılması üzerindeki etkisine dair ciddi bir veri olmadığını açıkladı. 
  • DSÖ, korona virüsünün en bulaşıcı olduğu zamanın hastalığın başladığı anlar olduğunu açıkladı. Almanya ve ABD’de yapılan araştırmalara göre, hafif belirti gösteren kişilerin hastalığı 8-9 gün boyunca bulaştırabiliyor. 
  • Nüfusun ve etkileşimin az olduğu yaylalarda da salgın yayılıyor. Kütahya’da merkeze bağlı Uluköy Yaylası’nda hayvancılık yapan 20 kişi, coronavirus belirtileri göstermeleri üzerine hastaneye kaldırıldı. 20 kişinin Covid-19 testi pozitif çıkınca yaklaşık 90 kişinin bulunduğu yayla karantinaya alınarak giriş ve çıkış kontrol altına alındı.
  • Mevsimsel tarım işçileri riskli gruplar arasında sayılıyordu. Urfa’dan Eskişehir’e gelen mevsimlik işçilerden birinin 4 yaşındaki oğlu, koronavirüs belirtileri üzerine hastaneye kaldırıldı. Çocuğun yapılan testi pozitif çıkınca, yaklaşık 200 kişinin bulunduğu alan karantinaya alındı. 
  • TBMM’de salgın nedeniyle Meclis Genel Sekreterliği’nin bulunduğu kat tamamen karantinaya alındığı belirtiliyor.
  • Covid-19’a karşı önlemlerde tüm sorumluluğun vatandaşa yükleyerek işin içinden sıyrılan Sağlık Bakanlığı şimdi de ceza kozunu devreye sokmaya çalışıyor. Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, maske kullanımı konusunda şu açıklamayı yaptı: “Uyarıya rağmen maskenin usulüne uygun şekilde takılmaması durumunda cezai müeyyidenin mutlaka uygulanması gerekiyor. Otobüste, dolmuşta ve diğer kalabalık, kapalı alanlarda, uyarıya rağmen maskenin usulüne uygun şekilde takılmaması durumunda cezai müeyyidenin mutlaka uygulanması gerekiyor. Mesafenin korunmasının güç olduğu böyle dar, kalabalık alanlarda maskesiz Covid-19 taşıyıcısı bir kişi, orada bulunan kişileri riske atmış oluyor; onun yüzünden araçtakiler temaslı olarak 14 gün izolasyona alınabiliyor, hastalanabiliyor. Buna kimsenin hakkı yok.” 
  • Sağlık çalışanları tükendi. Sağlık çalışanlarının iş yükü ile ilgili açıklamalar yapan Prof. Dr. Bengi Başer “Sağlık çalışanları tükendi. Sürekli maskelerle uzun saatler çalışmak ve kaygı bizi tüketiyor. Yoğun bakımda çalışanlar daha fazla yıprandı. Bir izin mekanizmasının ciddi ele alınması ve iş yükünün azaltılması adına yeni elemanların devreye sokulması gerekir. Ciddi bir psikolojik destek verilmeli. Hepimiz sevdiklerimizden uzak kalıyoruz. Bakanlık bu konuya da eğilmeli.”

TOPLUMSAL MÜCADELE-SAĞLIK MUHALEFETİ

  • SES İstanbul Şubeleri, Dev-Sağlık İş ve İstanbul Tabip Odası, Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan Ayşegül Aktürk’ün öldürülmesini hastane önünde yaptıkları açıklamayla protesto etti. Açıklamada “Biz kadınlar bir kişi daha eksilmek istemiyoruz. Kadınların özgürce yaşayacakları, özgürce tercih yapacakları, erkekler tarafından taciz ve tehdit edilmeyeceği, şiddete uğramayacağı ve öldürülmeyeceği bir dünya istiyoruz. Kadınların istemedikleri ilişkilere zorlanmadığı, ayrılmak ya da boşanmak istediklerinde öldürülmediği bir dünya istiyoruz. Kadınlar şiddete uğradığında yetkili makamların İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunu doğru bir şekilde uygulamalarını istiyoruz. Yaşamak istiyoruz.”
  • Van-Hakkari Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Yaviç, normalleşme kararının altında yatan nedenin, siyasi ve ekonomik kaygılar olduğunu belirtti. 
  • SES Genel Merkezi Sağlık Bakanlığı’nın kırparak kısalttığı kronik hastalıklar listesine dair itirazını bakanlığa bir yazı ile bildirdi. Yazıda hem tüm emekçilerin sağlığı vurgulandı hem de kronik hastalığı bulunan sağlık emekçileri için de idari izin uygulanması talep edildi. 
  • Adana’da sivil toplum örgütleri ortak açıklama yaparak Yumurtalık’ta inşaatı süren kömürlü EMBA Hunutlu Termik Santrali projesinin durdurulmasını istedi. “Adana’ya temiz hava istiyoruz, EMBA Termik Santrali projesi iptal edilsin. Termik santrallerden dolayı kentin hava kalitesi insan sağlığını tehdit eder boyuta vardı”

YENİ YAŞAM İNŞASI

Bellek, kültür, mekân: Musadağ Müzesi

“Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Vakıflıköy’ün adı ne zaman geçse, peşi sıra şunu da duyarsınız. “Türkiye’nin tek Ermeni köyü”. Bu “tek” olma özelliğinin tarihin ve toplumun vicdanındaki yeri üzerine düşünülüyor mu, bilmiyorum. Fakat özellikle son yıllarda epey ilgiyle karşılandığı, Hatay’a yapılan turistik ziyaretlerin vazgeçilmez rotasını oluşturduğu kesin. Köye yapılan bu ziyaretlerden genellikle nar ekşisi, likör, reçel, meyve suyu, baharatlar, defne sabunu, defne yağı ile dönülüyor. Bu ürünlerin hepsi “Vakıflı Köyü Kooperatifi Kadınlar Kolu” tarafından hazırlanıyor. Vakıflıköy, bu lezzetlerin ve doğal güzelliğinin yanı sıra bundan sonra kendini tarihsel ve kültürel belleğiyle de anlatabilecek.”

“Musadağ Müzesi ziyaretçiye sadece Vakıflı’nın değil Musadağ’ın diğer köylerinin nasıl bir köy olduğunu, bu köydekilerin ne konuştuğunu, inançlarının nasıl olduğunu, bayramlarını nasıl kutladıklarını, ne yediklerini, tarımda ve mimaride nasıl başarılı olduklarını, evlilik geleneklerini, müziklerini, fotoğraflarını, insan hikayelerini, göç günlerini vb. birçok detayı anlatıyor. Kısacası Musadağ Müzesi, ziyaretçilere köye gelip kilisede bir fotoğraf çekip gitmeden önce köyü tanıma fırsatı veriyor. İşte o ziyaretçiler, Musadağ Müzesi sayesinde bu köyde daha fazlasının olduğunu görme fırsatı buluyor. Bu müze, bu köy için klişe olmuş “Tek Ermeni köyü” deyişinden çok daha fazlasının söylenebileceğini gösteriyor.”http://ozgurdenizli.com/bellek-kultur-mekan-musadag-muzesi-berken-doner/

JİN

  • Manisa’da süren bir kadın cinayeti davasından emsal bir karar çıktı; mahkeme hamile bir kadını öldüren sanığa hiçbir iyi hal veya tahrik indirimi uygulamayarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Böylece en yüksek sınırdan ceza verilmesi bakımından tüm kadın cinayeti davaları için emsal olmasını umuyoruz. 
  • CHP İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasına dair bir rapor hazırladı: Adalet Bakanlığı verileriyle hazırladığı rapora göre;
    • Erkek şiddetine karşı 2012-2018 yılları arasında 510 bin 114 kadın hakkında koruma kararı verildi.
    • Mahkemelerce koruma kararı verilen kadın sayısı son 8 senede yüzde 171 arttı. 2012 yılı içinde 31 bin 38 kadınla ilgili koruma kararı çıkarken 2018’e gelindiğinde bir yıl içinde koruma kararı alan kadın sayısı 83 bin 987 çıktı.
    • Koruma talebi reddedilen kadın sayısı da arttı. 2012’de 6 bin 246 kadının koruma talebi reddedilirken 2018’de bu sayı yüzde 74’lük artışla 10 bin 889’a yükseldi. 
    • Savcılık suçların çoğu için ‘kovuşturmaya yer yok’ kararı verdi. Savcılıklar 2012-2018 yılları arasında sanık olan 21.601 kişiden 15.194’ü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Yani savcılıklarda kadına yönelik şiddet uyguladığı gerekçesiyle hakkında şüpheli olarak işlem yapılan her 10 kişiden 7’sinin eyleminde suç unsuruna rastlanmadı.

SİYASAL SAĞLIK- EKOLOJİK SAĞLIK

  • Abdullah Aysu: “Çevre Gününün Düşündürdükleri”

            “Oysa biyoçeşitlilik önemlidir. Çünkü biyoçeşitlilik; her çeşit bitki ve hayvan yaşamını, insanı ve ekonomik ilişkileri halkların geleneklerini ve yönetim biçimlerini kapsar. Bu tanıma göre, küresel kapitalizm ve ön açıcıları olan monarşist yönetimler biyoçeşitliliğin yaşamasına engel teşkil etmektedirler.”

            “Dolayısıyla biyoçeşitlilik her zamankinden daha fazla yok olmakla karşı karşıya. Biyoçeşitliliğin yok olmasında köy(lü)lerin azalması kadar, mono ekim tarzı ile az ırka bağlı hayvan yetiştiriciliği de önemli etkendir”

            “Biyoçeşitlilikteki bir başka önemli konu ise dildir. Dil, kültürel çeşitliliği aktararak yaşatır. Dünyadaki 7 bin dilin 3 bin 500’ü günümüzde ortadan kalkmış durumdadır. Buna bağlı olarak azalan dil oranında kültür aktarımı aksamış, aktarılamayan kültürün içerdiği kadar da biyoçeşitlilik kaybolmuştur.” http://yeniyasamgazetesi1.com/cevre-gununun-dusundurdukleri/

  • “Çöp yakma fabrikası, çimento fabrikaları”

2019 yılında yaklaşık 919 bin ton atığın çimento fabrikalarında yakıldığı açıklandı. Ağır metallerle dolu tehlikeli atıklar dahil her türden atık yakılırken, çevreye dioksin gibi daha tehlikeli kanserojen atıklar salınıyor. 

Yakmanın sonuçları: İster evsel, ister endüstriyel olsun çöpleri yakmanın çok tehlikeli, insan sağlığı, su temizliği, toprak ve hava kalitesi açısından telafisi mümkün olmayan sonuçları olacağını bilim insanları raporlamış durumda. Yakma sonucu ortaya çıkacak baca gazı emisyonları içinde DİOKSİN ve FURAN gibi atıklar ortaya çıktığı belirlendi. “Dioksinler ve furanlar çevrede uzun süre kalıcı olmalarının yanında yağda çözülmedikleri, bu nedenle insanların ve hayvanların vücutlarında birikerek çoğaldıklarını ve yine uzun yıllar boyunca vücuttan atılamadıklarını belirtiliyor. “Uluslararası Kanser Araştırması Ajansı tarafından 1. grupta (İnsanlarda kansere neden olduğu ispatlanmış) gösterilmektedir.

Atıklar yakıldığında, çok daha zehirli atıklara dönüşerek havaya, suya ve toprağa oradan da besin zinciriyle insana ve diğer canlı bedenlere taşınıyor. Bu atıklar insan bedenine bir kez girdiğinde on yılları aşan süreler boyunca bedenden dışarı atılamıyor. Bedende biriken bu zehirler, zamanla başta kanser olmak üzere, üreme sorunlarına ve akciğer hastalıkları gibi daha birçok sağlık sorununa neden oluyor.

Atık yakma tesislerinde ve çimento fabrikalarında yakılan her üç ton atıktan yaklaşık bir ton kül oluştuğu belirlenmiştir. Bu tesislerden havaya karışan ağır metal ve KOK’lardan (Kalıcı organik kirleticiler) yüzlerce kat daha fazlası uçan küllerle çevreye yayılmaktadırlar. Ne kadar önlem alınırsa alınsın, kül boşaltım alanlarındaki küllerin rüzgarla birlikte çevreye yayılması engellenememektedir.

Bir düşünün bir tesis yapıyorsunuz, tesise getirilen atıkları yakmak için ücret alıyorsunuz ve ardından bu atıkları yakıp enerji üretiyorsunuz veya çimento fabrikalarında enerji maliyetlerini düşüren özelliği nedeniyle sermaye döngüsünde özel bir kârlılığı ortaya çıkarmaktadır. Sermayenin arayıp da bulamayacağı çok tatlı, bir sermaye birikim süreci olarak değerlendirilmektedir.

http://yeniyasamgazetesi1.com/cop-yakma-fabrikasi-cimento-fabrikalari/

GÖRÜŞLER

Mevcut durum değerlendirmelerinde Covid-19’a karşı önlemlerde tüm sorumluluğun vatandaşa yükleyerek işin içinden sıyrılan Sağlık Bakanlığı’nın şimdi de ceza kozunu devreye sokmaya çalıştığını ifade etmiştik. Öte yandan tüm yasal düzenlemeler ve genelgelerden bağımsız olarak normalleşme adımlarıyla birlikte toplumun çok hızlı bir şekilde rehavete kapılmasını nasıl açıklamalıyız? Aslında bu süreç bize toplumun pandemi konusunda ikna olmadığını, kurumlara güvenmediğini gösteriyor olabilir mi? Pandemi başladığı günden itibaren bakanlığın verilerini güvenli bulmayan, tüm emekçiler çalışmaya zorlanırken alınan önlemlerin göstermelik olduğunu düşünen, hastanelere ve tedavilere güveni olmayan bir toplumun reflekslerini görüyor olabiliriz. Sağlık hizmetlerine sağlık emekçilerinin ve toplumun demokratik katılımı olmadan toplumun bu süreçte kendi sağlığını korumaya yönelik adımlarda bulunmasını beklemek gerçekçi olmazdı. Bu normalleşme süreci bize birçok şey söylüyor ama bunlardan en belki de en önemlisi sağlığı toplumsallaştırmadan, toplum olarak özsavunmamızı almadan ve sağlık hizmetlerini demokratikleştirmeden yol alamayacağımızı bize yeniden hatırlattı.   

EKLER

  • Matthew Flisfeder: “Sosyal Mesafelenmenin Huzursuzluğu”

Belki bu çocukları mazur görebiliriz, genç isyankarlıklarına sempati duyabiliriz ve gençlerin dışarı çıkıp eğlenerek kasabayı “yıkma” ihtiyacını biraz anlayabiliriz, özellikle de her tarafta kıyamet ilanları yapılırken. Fakat bir kez daha düşünürsek, sezgiye aykırı ve çarpıcı olan şudur: Bu nihai kural yıkıcılar, fiziki mesafelenmeye dönük genel toplumsal mecburiyete itaatsizlik etmekten uzaktır, onlar aslında egemen neoliberal tüketici toplumunun zevk alma buyruğuna itaat ederler!      

Neoliberal söylem çelişkilidir çünkü etik olarak bireye toplum karşısında öncelik verir, ama bireysel ihtiyaçları karşılamak için toplumsallığa yaslanmaya devam eder. Daha farklı ifade edersek, günümüzde birey olmak toplumsallığı çiğnemektir. 

Kural çiğneyici gibi gözükenler, aslında tüketici kültürünün ideolojik çağrısına itaat ederler, Slavoj Žižek’in “Zevk al!” üstben buyruğu dediği şeye itaat ederler. Modern kültür ataerkil zevk yasağı etrafında örgütlenmişti, postmodern tüketici kültürünün motoru ise dışarı çıkıp eğlenme emri/mecburiyetidir. Çoğu zaman, tüketici kültüründe, zevk almadığımız zaman suçlu hissettiriliriz. Bahar tatili çiğneyicileri, demek ki hiçbir şeyi çiğnemezler. Onlar, aksine, dışarı çıkıp eğlenmek suretiyle toplumla alay ederek postmodern neoliberal düzenin ideolojisine itaat ederler. 

Aslında, şimdiki salgın bağlamında, bireylerin evrensel olarak bedenlerini kendi kendilerine regüle etmelerinin başkalarıyla dayanışma işareti olarak ne kadar gerekli olduğunu anlamaya başlıyoruz. Bu sadece kendi kendine dayatma meselesi değildir, çünkü toplumun kolektif olarak ürettiği genel bir söylemsel formülden gelir ve devlet bunu benimser – yani Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi‘nde yazdığı gibi, devlet mekanizmalarını ortadan kaldırmamız gerekmez, onları insanların ihtiyaçlarına tabi kılmamız gerekir. Devlet mekanizmalarının, onlarca yıldır bize imkansız olduğu söylenen demokratik sosyalist bir programı tam olarak nasıl sağlayabildiğini böyle zamanlarda görebiliriz. 

Neoliberalizm ve postmodern tüketici kültürünün çelişkilerine dair önceki iddiama geri dönersek, burada yine toplumsallığın çiğnenmesinin nihayetinde birey için zararlı olduğunu görürüz. Bu mantık sonucunda birey üzerinde yeni bir toplumsal egemenlik çıkamayacağını söylemiyorum, bundan yeni bir otoriterlik biçimi çıkabilir. İddiam şu: Beraberce hayatta kalmamızın en iyi güvencesi toplumsallığı (insanların kolektif çıkarlarını) bireyin önüne koymaktır. Bunun için, (kimilerinin dışsal bir yasak olarak görebileceği) bir sınırı çiğneme girişimi yerine, kendi kendimize uyguladığımız öz-sınırlamaları evrensel olarak dayatma yolları üzerine düşünmemiz gerekir. https://terrabayt.com/dusunce/sosyal-mesafelenmenin-huzursuzlugu

  • Sinan Birdal: “Burjuvalaşma vebası”

“Vebayı devrimle ilişkilendiren Brown’ın romanı Foucault’nun vebaya dair yaptığı siyasi ve edebi rüya ayrımını sorunlaştıran bir örnek sunuyor. Komşusunun iddialarına karşı Dr. Stevens’ın Arthur’u itirafa teşvik etmesi ve böylece yoksul gencin iç dünyasındaki utanç hissini güçlendirmesi Foucault’nun bahsettiği disiplinin güzel bir örneği. Ancak, roman Foucault’nun odaklandığı – hastane, hapishane, tımarhane gibi kamu kurumlarından ziyade ailenin daha etkili bir disiplin aracı olduğunu savlıyor.” https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/11/burjuvalasma-vebasi/

  • Metin Yeğin: “İyi yere cezaevi açmışsın”

“Farkındasınız değil mi oldukça kârlı bir dükkân, kodes. Bu yüzden her şeyin özelleştirildiği, neoliberal dünyada, cezaevleri de geride kalmadı. Yap-işlet- devret(!) modeliyle yapılan cezaevlerinde, ayrıca devlet belli bir sayıda mahkumu sağlamakla yükümlü. Yani bizim köprüler yaptırdım mütahitlere gelip geçmeye türküsü gibi bu da. Belli bir sayıda otomobil geçmezse, pardon içeri insan tıkılmazsa, devlet para ödemek zorunda olduğundan, içişleri ve adalet sistemi, devleti için -fedakarca- oldukça sıkı çalışarak, herkesi içeri tıkıyor.” https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/11/iyi-yere-cezaevi-acmissin/