KORONA 7 GÜNLÜK 29 KASIM- 5 ARALIK 2021

EMEK BİZİM SÖZ BİZİM

23 Kasım tarihinde İstanbul’da TTB tarafında başlatılan ve 27 Kasım’da Ankara tamamlanan yürüyüş sağlık emekçilerinin yeni mücadele hattının önemli bir başlangıcı oldu. İki haftadır sağlık emekçilerinin sürdürdüğü “beyaz eylemler”  1980 lerin sonu ve 1990 başındaki “beyaz eylemler” sürecindekine benzer bir rolü üstleniyor. Geçmiş beyaz eylemler 1980 darbesi sonrası sessizleşen toplumsal mücadelelerin Kürt Özgürlük hareketinin serhıldanları, arkasında başlayan işçi grevleri ve “beyaz eylemler” birlikte başlayan demokratik sivil eylemlerin sürekliliğini sağlamakta önemli bir misyon üstlendi. İki haftalık eylemler böyle bir yolu açma özelliği taşıdığı için eylemleri büyütmek ve sürekli kılmak gerekir.

Pandemiyi yönetemeyen iktidar süreci sağlık emekçilerinin üzerine yıkarak sağlık alanını, emekçiler için tam bir ölüm çukuruna dönüştürmüştü. Sağlık emekçilerinde ise “ölüyoruz” söylemleri ile yöneticilerden bu koşulların düzeltilmesini bekleyen bir dil hakimdi. “Yönetemiyorsunuz” söylemlerine rağmen sürecin yönetimini devralan bir tarz – salgın komiteleri kuralım çağrılarına rağmen- bir türlü hakim kılınamadı. Talep dilinin ağırlığı ve sorunlara boğulan ve onu dillendiren bir söylemin sınırlarında hareket etme, sürecin tüm olanaklarına rağmen güçlü bir çıkışın yakalanamaması demekti.

Yeni dönemde başlayan eylemlerdeki “emek bizim söz bizim” söylemi ve bu güne kadar sürdürülen eylemlilik hattındaki gibi bekleyen değil müdahale eder bir tarzın göstergesi gibi duruyor. Bu söylem aynı zamanda inşa anlayışına çağrı da yapıyor. Daha doğrusu “inşa” ile “talebe daralma” arasında bir mücadeleyi de barındırıyor. TTB’nin yürüyüş boyu ve forumlarında olduğu gibi SES’in işyerlerine doğru sürdürdüğü eylemlerde bu iki anlayışın iç içe mücadele halinde olduğu görülmektedir.  Tam da bu gün siyasal süreçte yaşanan yeni dönemi inşa ile nasıl olursa olsun erken seçimle yeni bir iktidarın kurulur tartışmaları ve eylemleri de bu ikili gerilimi yaşamaktadır.

İktidar bu dinamiği gördüğü için sağlık emekçilerini parçalayan bir yasa tasarısı ile bu süreci boşa çıkarmak istedi ancak başaramadı. Bir kez cin şişeden çıktı. Bir de ortada ekonomik ve siyasal bir kriz de olduğu için bunu eskisi gibi kontrol etmesi mümkün değildir. Eğer “emek bizim söz bizim” denilen yerden bir geri adım atmazsak olanaklar bizden yanadır. Emeğimizin sömürülmesine isyan etmekle birlikte yeni bir sağlık mümkündür, yeni bir dünya ve yaşam mümkündür olarak sözümüz kurmaya devam edersek başarırız.

Sağlık emekçilerin ortaklığı tek başına yetmez, toplumun katılmadığı sağlığın yeniden inşası mümkün değildir. Bir taraftan var olan krizi derinleştirirken diğer taraftan emekçilerin öz örgütlülüğü ile bulunduğumuz sağlık alanında özyönetimlerin kurularak yeni bir sağlık inşasını gerçekleştirmek gerekir. Bu emeğimizi iktidarlar ve egemenler için değil toplum için ortaya koymak sözümüzü ise inşadan taraf sürekli kurmak, canlı tutmak gerekir.

[su_box title=”TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ” style=”glass” box_color=”#f2b524″ radius=”1″][/su_box]

Haftanın gündemi 40 ülkeye yayılan Omicron varyantı oldu. SARS-CoV-2 pandemisi Omicron varyantı ile yeni bir sürece başlayacak gibi görünüyor. Ortaklaşılan nokta bu varyantın daha fazla bulaşıcı olduğu, birkaç ay içinde pandemide ana etken hale geleceği, vaka sayısında artış yaşanacağı, enfeksiyonu yeniden geçirenlerde de hastalığa neden olabileceği, buna karşın hastane yatma ve öldürücülük konusunda daha tehlikeli olmadığı ve aşıdan kaçabilme özelliğine sahip olduğudur.

Önemli bir tartışma da Omicron varyantı ile Covid-19’un grip benzeri bir tabloya dönebileceğini ön gören olumlu senaryodur. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Reşat Sipahi, Omicron varyantının salgını bitirebilecek bir mutasyon olma olasılığının oldukça düşük olduğunu söyledi. Sipahi, “Bu virüsü yaklaşık 25 bin parçalı bir yapboz olarak düşünün. Omicron ile enfekte olduğunuzda dahi virüs mutasyon geçirmeye devam ediyor” dedi. Her varyanttan salgını bitirmesinin beklendiğini söyleyen Prof. Dr. Sipahi, Omicron varyantıyla ilgili de aynı beklentinin yaygın olduğunu dile getirdi. Bu beklentinin karşılık bulup bulmayacağının zaman içinde ortaya çıkacağını kaydeden Sipahi, şunları söyledi: “Pandeminin başından itibaren bir mutasyon gelecek ve salgını bitirecek beklentisi var. Bu henüz gerçekleşmedi. Beşinci piki yaşıyoruz. Her yeni varyant bir öncekine göre daha hızlı bulaşan oldu. Daha çok öldüren çıkmadı ama süreç içinde daha hızlı bulaşanlar oldu. Eldeki datalar daha fazla öldürmediğini söylüyor. Standart öldürme hızının üstünde değil. Birkaç ay sonra Omicron’dan ölenlerin ne kadar olduğunu daha rahat söyleyebileceğiz… İdeal olan çift aşılıların oranını yüzde 90’ın üzerine çıkarmak. Bunu başardığımızda Covid-19’un hayatımıza etkisi daha az olacaktır. İzmir’in şansı havaların güzel gitmesi oldu. Önümüzdeki günlerde havaların soğumasıyla birlikte kapalı ortamlarda kalma sıklığı artacağı için bunun rakamlara yansıması yüksek olacak. Aşı dışında bizi kurtaracak fazla bir şey yok. Verilerimiz yukarı doğru gitmiyor ama aşağı doğru da gitmiyor. Şu an bir plato çiziyor gibi duruyor.”

Koronavirüsün Omicron varyantının ilk kez tespit edildiği Güney Afrika’da bilim insanları yeni varyantın, virüsün önceki versiyonlarına göre üç kat daha fazla yeniden enfekte etme yeteneğine sahip olduğunu duyurdu. Bu durumun, önceki enfeksiyonun Omicron’dan korumadığına dair ilk bilimsel bulgulardan biri olduğuna dikkat çeken uzmanlar, küresel olarak vaka sayısında artış beklediklerini söyledi.

Omicron varyantının ortaya çıkmasından bu yana Güney Afrika Cumhuriyeti’nde hastaneye yatırılan küçük yaştaki çocukların sayısı doktorların verdiği bilgilere göre belirgin şekilde arttı. Yeni varyantın özellikle küçük çocukları tehdit edip etmediği henüz bilinmiyor. Ulusal Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’nden (NICD) Wassila Jassat hastaneye yatışlarda “Tüm yaş gruplarında oldukça büyük bir artış var ancak özellikle de 5 yaş altında” dedi. Ülkede insidans sayısının 60 yaş üstünde en fazla olduğu ve bunu 5 yaş altının takip ettiği belirtiliyor. 10 ile 14 yaş arasındaki çocuklarda da korona olanların sayısının arttığı kaydediliyor. Bilim insanları Güney Afrika’da şimdiye kadar 12 yaş altına korona aşısı yaptırma izni verilmemiş olmasının da rol oynamış olabileceğini belirtiyor. Güney Afrika’da Omicron varyantının görülmesinden bu yana vaka sayısı önceki 3 dalgadan daha hızlı bir biçimde arttı. Johannesburg ve Pretoria gibi metropollerin olduğu Gauteng bölgesi salgından etkilenen başlıca bölgeler arasında.

***

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus, koronavirüs pandemisiyle mücadelede dünya çapında düşük aşı oranları ve düşük test sayılarının “toksik bir karışım” oluşturduğunu belirterek bu durumun yeni varyantların türemesine zemin oluşturduğunu söyledi. DSÖ Genel Sekreteri, risk grubundaki ve tehlike altındaki kişilerin “derhal” tam aşı olmaları gerektiğine vurgu yaptı. Güney Afrika’da ortaya çıkan Omicron varyantıyla ilgili haberler hızla yayılırken dünyanın hala Hindistan’da ortaya çıkan ve baskın varyant halindeki Delta varyantıyla savaştığını belirten Tedros, “Delta’nın yayılmasını önlemek ve yaşamları kurtarmak için halihazırda elimizde bulunan araçları kullanmak zorundayız. Bunu yaptığımızda Omicron’un yayılmasını da önlemiş ve hayat kurtarmış olacağız” diye konuştu. Tedros, yoksul ülkelerin aşı, ilaç ve testlere erişiminin sağlanması için zengin ülkelere yönelik çağrısını da yineledi.

Omicron varyantı ile birlikte riskli bölgelerden seyahat kısıtlamaları, uluslararası geçişlerde test zorunluluğu, aşılamanın hızlandırılması ve yaygınlaştırılması, toplumsal harekette kısıtlamalara gidilmesi en öne çıkan öneriler oldu. Riskli bölgelere seyahat kısıtlılığının daha önce Delta varyantında olduğu gibi çok etkili olmayacağı, sadece varyanta hazır hale gelmek için zaman kazandırma şansı vereceği konusunda görüşler ortaklaşmaya başladı. Yeni koronavirüs varyantı Omicron’un ortaya çıktığı ilk ülke olan Güney Afrika’nın Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, ülkesine konulan seyahat yasaklamalarını sert bir şekilde eleştirdi ve bunların aslında gereksiz adımlar olduğunu söyledi. Ramaphosa “Seyahatin yasaklanması, bilim tarafından desteklenen bir önlem olmadığı gibi bu varyantın yayılmasını engellemekte de etkili olmayacaktır” dedi. Omicron varyantı ortaya çıktıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yayınlanan uyarıda kapsamlı seyahat yasaklarının, yeni virüsün yayılmasını engellemeyeceği uyarısı yapıldı. DSÖ, buna karşılık yasaklamaların “insanların yaşamları ve geçimlerine çok ağır olumsuz etkileri” olduğunu ekliyor. Dünya Sağlık Örgütü ülkelerin seyahat yasaklarının “risk değerlendirmesine dayalı ve sınırlı süreli” olmasını da tavsiye ediyor. Salgının başladığı 2020’den bu yana DSÖ “genel olarak etkisiz” diye niteleyerek, yasağı desteklemediğini açıkça gösterdi. Salgının ilk aylarında ise DSÖ, “Uluslararası trafiğe ciddi şekilde müdahale eden seyahat önlemleri, sadece bir salgının başlangıcında, ülkelere zaman kazandırmak için uygulanabilir” demişti. Nature adlı bilim dergisinde 2020 yılının Aralık ayında yayımlanan bir araştırmaya göre; seyahat yasağı kararları, pandeminin en başlarında etkili olduysa da zaman geçtikçe etkileri azaldı. Almanya’daki WZB Berlin Sosyal Bilimler Merkezi tarafından geçen yılın Ekim ayında yapılan bir araştırma, 180’den fazla ülkede seyahat sınırlamaları ve ölüm oranlarına baktı ve benzer sonuçlara vardı. Bu araştırma bilinenlere şunları da ekledi: Seyahat yasakları, ülkeler henüz ölümle sonuçlanan vakaların sayısı 10’u bulmadan konduğunda en büyük etkiyi yaratıyor; ülkeye giren herkese karantina zorunluluğu sınır kapatmaktan daha etkili oldu ve belli ülkeleri hedefleyen sınırlamalar, bütün seyahati kapsayan yasaklardan daha etkili oldu.

İngiltere’de pandeminin ilk günlerini değerlendiren bir araştırma ise, ülkenin seyahate çok az sınırlama koyduğu o günlerde virüsün 1000’i aşkın vakada diğer Avrupa ülkelerinden geldiğini ortaya çıkardı. Salgının ilk aşamalarıyla kıyaslandığında günümüzde en önemli fark dünya çapında en az bir yıldır aşılama yapılıyor olması. Ne var ki aşılamanın hızı ülkeden ülkeye değişiyor ve aşıların Omikron varyantına karşı ne kadar etkili olduğu henüz bilinmiyor.

Kapanma konusunda ülkeler daha ihtiyatlı, kısmi kapanma, aşısızlara yönelik kısıtlamalarla salgın kontrol çalışmaları devam ettirilecek gözüküyor. Aşısızların kamu hizmetlerine, toplu yaşama alanlarına, eğlence yerlerine, kültürel ve sportif faaliyetlere ve toplu ulaşıma alınmaması kararları devreye girmeye başladı. Önemli bir karar da aşısızlara getirilen çalışma yasağı. İngiltere ve Almanya bu kararları ilk alan ülkeler oldu. Geçtiğimiz hafta Avusturya zorunlu aşı uygulamasını takvimine alan ilk ülke oldu. Yunanistan’da ise 60 yaş üzerine aşı zorunluluğu gündemde.Bu iki ülkeyi Almanya takip etti. Aşısız Alman vatandaşları hayati olmayan mağazalara ve etkinliklere dahil olamayacak. Merkel, ‘kültür ve eğlencenin sadece aşılılara ya da iyileşmiş kişilere açık olacağını’ dile getirdi.

Bir önemli tartışma başlığı da aşıların güncellenme gereksinimi olup olmadığı konusu. Henüz bilgiler netleşmese de aşı şirketleri yeni varyanta göre aşılara yönelik değişikliğe yönelik hazırlıklara başladılar, 2022 Şubatı’nda yeni aşıların kullanıma başlanabileceği bilgisi paylaşıldı.

***

Covid-19 vakaları artış eğilimini sürdürüyor. Farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 265 milyon 686 bine, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 5 milyon 264 bine yaklaştı. Aktif hasta sayısı 21 milyonu geçti. Yükselen aktif hasta sayısı bulaş tehdidinin ciddi olduğunu gösteriyor.

Günlük vaka bildiriminde artış eğilimi devam etti. Ortalama günlük vaka sayısı 597 bin  201 kişiye yükseldi. Ölümlerde ciddi artış olmasa da yüksek hızda devam ettiği gözleniyor. Ortalama günlük ölüm sayısı 7 bin civarında.

Küresel düzeyde son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

Bir önceki haftaya göre değişim
Kıtalar Son 7 gündeki vaka sayısı Son 7 gündeki ölüm sayısı Vaka sayısı Ölüm sayısı
Dünya 4,179,328 49,146 + %6 + %0.1
Avrupa 2,565,930 26,951 + %2 + %0.6
Kuzey Amerika 795,371 9,521 + %24 + %19
Asya 588,070 9,220 – %4 – %10
Güney Amerika 125,923 2,478 – %8 – %12
Afrika 91,899 911 + %158 – %19
Türkiye 157,360 1,412 – %10 + %2

Yukarıda tabloda görüldüğü gibi dünya genelinde geçtiğimiz hafta, haftalık vaka sayısında %6’lık ve ölümlerde çok az (%0.1) yükselme gözlendi. Avrupa ve Afrika’da vaka sayısında artış devam etti. Avrupa’da haftalık ölümlerde de artış gözlenirken, Afrika’da azalış devam etti. Kuzey Amerika kıtasında bir önceki hafta gözlenen düşüş eğilimi tersine döndü, vaka ve ölümlerde ciddi artış gerçekleşti. Asya ve Güney Amerika’da ise hem vaka hem de ölümlerde azalış gözlendi.

Türkiye’de ise bir önceki hafta artışa geçen vaka sayısı geçtiğimiz hafta yeniden azalış eğilimine girdi. Bun karşın azalışa eğilimine giren ölümlerde yeniden artış gerçekleşti.  Hala haftalık vaka ve ölüm hızının oldukça yüksek olduğunu hatırlatıyoruz. Ne yazık ki Ağustos ortası başlayan pik varlığını devam ettiriyor. Güvenilir olmayan resmi istatistiklerde dahi gözlenen bu tablo salgının kötü yönetildiğini, hatta yönetilmediğini gözler önüne seriyor. Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarının ciddiyetten uzak olduğu ve toplumda rehavete neden olduğu yüksek sesle söylenmeye başlandı. Ertelenmiş sağlık hizmetlerinin doldurduğu hastaneler, bir yandan da aşısız ve eksik aşılıların yoğun bakımları işgal etmesiyle zor günler geçiriyor. Aşısız ve eksik aşılıların önlenebilir ölümler, hala ciddi sayıda devam ediyor.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı “Gerçek vaka sayıları açıklanmıyor, hastane yatışları ve ölüm sayılar gizleniyor, epidemiyolojik veriler paylaşılmıyor, hasta-vaka çelişkisi yaratılıyor, temaslılar bulunmuyor, olası vakalar saptanmıyor, şüpheli kişilere test yapılmıyor, etkisi olmadığı biline biline ilaç dağıtılıyor, hızlı testler devreye sokulmuyor, önlemler kamusal denetime tabii tutulmuyor, en ciddi önlem olan aşı konusunda somut adımlar atılmıyor, aşı konusunda kafa karışıklıkları giderilmeye çalışılmıyor, dahası ‘yerli ve milli aşı’ söylemi ile kafalar daha da karıştırılıyor, insanların aşılarını ertelemelerine yol açılıyor, aşı karşıtlarına ses çıkartılmıyor, aşı konusunda yasal düzenlemelere gidilmiyor” dedi. Her gün bir uçak dolusu insanın ölümüne toplumun alıştırılmaya çalışıldığını, sosyal cinayetin sosyal kırıma dönüştürüldüğünü ifade eden Fincancı, Omicron varyantı yaygınlaşırken ve yüksek riskli kış aylarına girilirken toplumun sadece yarısının tam aşılı olduğunun da altını çizdi.

TTB Pandemi Çalışma Grubu’ndan Prof. Dr. Oğuz Kılınç, düzenli olarak virüsün genom dizilimini yapan ülkelerin varyantları erken saptayabildiğini söyledi. Tüm verilerde olduğu gibi bu konuda da sıkıntılar yaşandığını vurgulayan Kılınç, şunları söyledi: “Türkiye’de pandeminin başından beri düzenli genom dizilimi ile virüs takibi yapılmıyor maalesef. Ülkemizde tüm verilerde olduğu gibi burada da sıkıntımız var. Yüz bin pozitif vakanın, beşinde genom dizilimi yapılabiliyor. Bu da düzenli ve sistematik bir tarama değil. Bazı üniversitelerin konuya gönül vermiş laboratuvar ve başındaki öğretim üyeleri tarafından yapılabiliyor. Dolasıyla, bir şey aramıyorsanız bulmanız mümkün değil. Ülkemizde Omicron ya da başka bir varyantın olup olmadığını söylemek olası değil.”

Dr. Tomris Cesuroğlu da Türkiye’nin genom dizilimi ile virüs takibi yapmaması için hiçbir sebep bulunmadığını söyledi. Dünyada birçok ülkenin tespit ettiği Covid-19 vakalarından bazılarını rastgele örneklemle seçtiğini ve bunlardan elde ettiği virüslerin genom dizilimi yaptığını belirten Cesuroğlu, şu değerlendirmede bulundu: “Gayri safi milli hasılası Türkiye’den daha düşük bir ülke olan Güney Afrika sistematik bir şekilde varyantları tarıyor. Bununla ilgili verilerini bilimsel niteliklere uygun şekilde raporluyor. Uluslararası otoritelerle paylaşıyor. Bizden daha düşük gelirli Afrika ülkelerinden bu konuda daha geride olmamız çok acı verici bir durum. Türkiye’nin araştırma ve verileri derleme, toplama, sunma ve paylaşma konusunda çok ciddi bir sorunu olduğunu görüyoruz. Bunu kaynakların eksikliğiyle açıklayamayız.  Burada eksik olan şey bunu yapma iradesi. Pandemiyi yönetirken veriye, bilgiye, bilime dayalı yönetmeyle ilgili bir isteğin olmaması ve verilerin de gizlenmesiyle ilgili bir yaklaşım söz konusu.”

***

İngiltere’de yedi farklı Covid 19 aşısı üzerinde yapılan bir araştırma, üçüncü aşılar söz konusu olduğunda Pfizer ve Moderna’nın en yüksek korumayı sağladığını ortaya koydu. Bu çalışma 3. doz Covid aşıları üzerinde yapılan ilk araştırma olma özelliği taşıyor.  Southampton Üniversitesi tarafından yapılan ve Lancet Dergisi’nde sonuçları yayımlanan araştırmaya 3 bin kişi katıldı. AstraZeneca veya Pfizer’la ikinci dozlarını olan deneklere, üç ay sonra 3. dozları yapıldı. 3. doz olarak 7 aşı teste alındı. Deneklere yapılan, Oxford-AstraZeneca, Pfizer-BioNTech, Moderna, Novavax, Janssen, Curevac ve Valneva aşılarının tamamı bağışıklık seviyesini yükseltti. Ama yapılan değerlendirmede mRNA tipi aşılar olan Moderna ve Pfizer’ın daha fazla antikor ve T hücresi oluşturduğu gözlemlendi. Bu iki aşının özellikle iki doz AstraZeneca üzerine yapıldığında çok daha iyi sonuç verdiği değerlendirildi. Araştırmacılar, 3. doz ile birlikte mevcut tüm varyantlara güçlü bir bağışıklık gözlemledi. Aynı durumun, Omicron varyantı için de gerçekleşmesi umuluyor.

***

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, yüksek gelirli ülkelerdeki insanların yaklaşık yüzde 65’ine en az bir doz Covid-19 aşısı uygulanırken, düşük gelirli ülkelerde bu oran yüzde 8’in altında kaldı. Bu durum dünya sağlığı için endişe kaynağı olmaya devam ederken, dünya genelinde bugüne kadar 8,02 milyar doz Covid-19 aşısı uygulandı, düşük gelirli ülkelerdeki insanların ise sadece yüzde 6’sı en az bir doz aşı yaptırabildi. Almanya, Fransa, İtalya gibi gelişmiş ülkelerin yer aldığı Avrupa Birliği’ndeki yetişkinlerin neredeyse yüzde 70’i Covid-19’a karşı tam aşılı olurken, Afrika ülkelerindeki çoğu sağlık çalışanının virüse karşı aşılanmamış olması da dikkati çekti.

Küresel Aşı ve Aşılama Birliği (GAVI), Covid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) kapsamında 5 milyar 59 milyon doz Covid-19 aşısı söz verilirken, 29 Kasım itibarıyla, 144 ülkeye sadece 589,2 milyon doz Covid-19 aşısı tahsis edildi. Covid-19 salgınında 4’üncü dalganın gelmesi ve yeni varyantların ortaya çıkmasının gelmesiyle, Avrupalı ülkelerin söz verdikleri bağışları erteledikleri belirtiliyor.

Küresel Hemşireler Birliği (GNU), 29 Kasım’da Kovid-19 aşılarında fikri mülkiyet haklarının kaldırılmasına karşı çıkan AB, İngiltere, İsviçre, Norveç ve Singapur’u “büyük ilaç şirketlerinin karlarını halk sağlığı pahasına korumakla” suçladı. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) gibi 15 uluslararası örgüt ABD Başkanı Joe Biden’a 22 Kasım’da mektup yazarak Covid-19 salgınıyla mücadele için acilen aşıların patent haklarından feragat edilmesi gerektiği çağrısı yaptı. Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MSF) Almanya temsilcilerinden Elisabeth Massute Massute, Covid-19 aşı patentlerinde geçici muafiyeti çok karmaşık sorunun bir çözüm parçası olarak nitelendirerek, “Patentlerden feragat edilmesiyle birlikte, özellikle mRNA tekniğiyle geliştirilmiş aşıların küresel üretimini artırmak için teknoloji ve teknik bilgi transferine ihtiyacımız var.” diye konuştu.

***

Brezilya Yüksek Mahkemesi, Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro’nun Ekim ayında yaptığı bir sosyal medya yayınında koronavirüs aşılarının AIDS’e yakalanma olasılığını artırabileceğini iddia etmesi hakkında soruşturma başlattı. Canlı yayın sırasında Bolsonaro, Koronavirüse karşı tam aşılanmış kişilerin, AİDS’e beklenenden çok daha hızlı yakalandığını iddia etti. İddia, Brezilyalı bilim insanları ve tıp doktorları tarafından reddedildi. Gelen tepkileri üzerine Bolsonaro, bir dergideki makaleden alıntı yaptığını iddia etti.

***

Kanada’nın Quebec eyaletinde, vahşi ortamda yaşayan geyiklerde ilk kez yeni tip koronavirüse (Covid-19) yol açan “SARS-CoV-2″nin saptandığı açıklandı. Kanada Çevre Bakanlığı Yaban Hayatı Sağlığı Uzmanı Catherine Soos, CBC’ye yaptığı açıklamada, Kanada’daki vahşi yaşam ortamından 2 bin 700 örnek toplayacaklarını söyledi. Soos, “Kanada genelinde bu çalışmayı başlatmaktaki amacımız, SARS-CoV-2’nin insandan vahşi hayata yayılıp yayılmadığını ve yayılıyorsa yaban hayatı popülasyonları üzerindeki etkilerinin neler olduğunu görmek.” dedi. Ontario Veteriner Koleji Bulaşıcı Hastalıklar Veterineri Scott Weese, virüsün geyik ve diğer türlere yayılmayı sürdürerek insanlar için olası bir enfeksiyon ve daha fazla varyant kaynağı haline gelmesinden endişe ettiklerini belirtti. Weese, “Nihayetinde bunun sadece bir insan enfeksiyonu olmasını istiyoruz çünkü bu durumda tek yapmamız gereken onu insanlarda kontrol etmek. Virüsü bir türde kontrol etmek birçok türden daha kolay” dedi.

[su_box title=”JİN” style=”glass” box_color=”#9124f2″ radius=”1″][/su_box]

Ücretsiz bakım emeği bir çocuğu yıkamak, yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, yetişkin hasta  bakmak  gibi ev işlerinin üstlenildiği herhangi bir ödeme alınmayan bunu gönüllü gerçekleştirildiği varsayılan genellikle hane içinde gerçekleştirilen emek olarak tarif edebiliriz. Hane dışında bazen arkadaşlara,  komşulara,  geniş ailedeki bireylere bakım olarak da gerçekleşebilir.

Ücretli bakım emeği ise ücret karşılığı insanlara bakmak veya ev işi yapmaktır. Toplumsal olarak eğitim, sağlık ve sosyal hizmet gibi sektörleri sayabiliriz.

Her iki bakım emeği alanında dünyanın hiçbir yerinde erkekler kadınlar kadar bakım işi yapmıyor (1). Küresel olarak, kadınlar tüm ücretsiz bakım işlerinin dörtte üçünden fazlasını üstlenirken ücretli bakım iş gücünün de üçte ikisini oluşturuyor. Kadınlar hergün 12,5 milyar saat ücretsiz bakım işi yürütüyor bunun maddi karşılığı günde sekiz saat çalışan 1,5 milyar kişiye eşdeğer ücrete karşılık geliyor (2).  Bu veriler cinsiyete dayalı iş bölümünün bireysel, çekirdek ailede gerçekleşen toplumun mikro ilişkilerini ilgilendiren bir sorun değil, ulusalararası makro toplumsal ilişkilerle ilgili olduğunu gösteriyor.

Karşılığı ödenmeyen ücretsiz bakım emeği için Rosa Luksemburg’u hatırlamakta fayda vardır. Kapitalizm kapitalist olamayan alana her zaman ihtiyaç duyar. Bu konu özelinde kapitalist olmayan üreticilerin arasında ev kadınlarını düşünebiliriz, yani meta üretmeyen bakım emeğini(3).

‘’Kapitalist-olmayan yapılar kapitalizme verimli bir toprak sağlar; daha doğrusu, sermaye bu tür yapıların kalıntılarından beslenir ve bu kapitalist-olmayan çevreler birikim için vazgeçilmez olmasına karşın, kapitalizm yine de bu yaşama ortamını ortadan kaldırma pahasına onu yiyip bitirerek ilerler. Tarihsel bakımdan, sermaye birikimi, kapitalist ekonomi ile onlar olmaksızın varlığını sürdüremeyeceği kapitalizm öncesine ait üretim yöntemleri arasında bir tür metabolizmadır; bu gerçeklerin ışığında onları çürütür ve asimile eder. Bu yüzden sermaye ne kapitalist-olmayan yapıların yardımı olmaksızın birikebilir ne de kendisiyle yan yana varoluşuna tahammül edebilir. Yalnızca kapitalist-olmayan yapıların sürekli ve tedrici olarak çözülmesi sermaye birikimini olanaklı kılar. (Luxemburg, 1973)’’

Ücretli bakım emeği olarak özelde sağlık hizmetini ele alacak olursak, modern tıbbın tanı ve bakım olarak ikiye ayırdığı homojen olmayan bir iş bölümü ile karşılaşıyoruz. Bu iki iş bölümü arasında da cinsiyetlendirilmiş bir ilişki vardır. Tanı koyan hekim ev içindeki feodal ilişkilerdeki hegemon erkek rolünde (biyolojik cinsiyeti kadın olsa bile) bakım verenler (hemşire,hasta bakıcı…) ise tanı koyanın yönlendirmesinde sınırlı insiyatif sahibi  görünmeyen ev kadını rolünde konumlandırılmıştır. Güncel siyasette Türkiye sağlık bakanın tek bir sağlık personeline tanı koyan hekime zam yapacağı haberini bu açıdan da değerlendirmek önemlidir. Bakım emeği veren tüm sağlık emekçisi emeği görünmezleştirilerek  cinsiyetlendirilmiş iş bölümünde ev kadınlaştırılmıştır.

Güvencesizleştirilen, görünmezleştirilen, esnek çalıştırılan her proleter, göçmen işçiler, tarım işçileri, sağlık emekçileri ev kadınlaştırılıyor diyebiliriz. Ev içi ücret ödenmeyen bakım emeğinin sermaye birikim süreçleri ile ilişkisini çözümleyerek mücadele pratikleri oluşturulmalıdır yani örgütlenmenin yanında emeği görünür kılma, etnik kimliği görünür kılma da bir o kadar önemli olacaktır.

Kaynakça

1- J. Charmes (2020, forthcoming). Unpaid Care Work and the Labour Market: An 56 analysis of time-use data based on the latest compilation of Time-Use Surveys.

2- Figure based on calculating the percentage of total hours of care performed by women: 76.2% of the total 16.4 billion hours of care. See page xxix of L. Addati, U. Cattaneo, V. Esquivel and I. Valarino (2018). Care Work and Care Jobs for the Future of Decent Work. Geneva: International Labour Organization (ILO). https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—dgreports/—dcomm/— publ/documents/publication/wcms_633135.pdf

3- MARIA MIES VERONIKA BENNHOLDT-THOMSEN CLAUDIA VON WERLHOF Son Sömürge: Kadınlar

[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”glass” box_color=”#24b0f2″ radius=”1″][/su_box]

British Medical Journal’da (BMJ) 26 Kasım tarihli yayımlanmış bir editöryale (Dancer et al., 2021) ver veriyoruz bugün. Virüsün bulaş yollarına dair sürdürülen uzun tartışmalar ve doğru olduğu iddia edilen yanlışların ardından bilimsel gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladıkça salgın yönetiminin seyrinin de değişmesi (başta olması gereken gibi) gerektiğini vurguluyor yazarlar. Damlacık enfeksiyonları için uygulanan mesafe kurallarının yetersiz olduğu, havalandırma sistemlerinin öneminin bu salgın için hayli kritik olduğu ve üzerinde az durulduğu konusuna diikkat çekiyorlar. Yayının bir kısmının çevirisini aktarıyoruz.

“Dünya, sonunda SARS-CoV-2’nin hava yoluyla (airborne) yayıldığının farkına varıyor. İlk olarak, havadaki parçacıkları, yörüngelerini ve viral yükü boyutlandıran modelleme çalışmaları ve ardından gerçek dünyadan, modellerdeki boşlukları tamamlayan örnekler pandemik virüsün esas olarak küçük solunum partikülleri (aerosoller) yoluyla yayıldığını doğruladı. Ancak canlı virüsü tespit ederek bunu kesin olarak doğrulamaya çalışmak teknik zorluklarla doludur.

Mesafenizi korumak, maske takmak ve aşı olmak iyi bir koruma sağlarken, önemli bir etkisi olacak müdahalelerden biri de yeterli iç mekan havalandırmasıdır. Sağlık hizmetleri, evler, okullar ve işyerleri, pandeminin en başında havalandırmayı iyileştirmeye teşvik edilmeliydi, ancak 2020’de önde gelen yetkililerin virüsün “airborne” yayılan karakterini göz ardı etmeleri, o aşamada yapılabilecek herhangi bir ilerlemeyi durdurdu. “Damlacık” ve “aerosol” terimleri üzerindeki tartışmalarla süreç daha da bulanıklaştı, çünkü bunların tanımı maske türü de dahil olmak üzere farklı enfeksiyon önleme stratejilerini gerektiriyor. (İlgilenenler için yazının sonunda konuya dair ek okuma: Tang et al., 2021)

İç mekan hava kalitesini iyileştirmeye yönelik bu görünüşte uyuşuk tepkinin nedenlerinden biri damlacıklar ve yüzeyden bulaş riskine yapılan başlangıçtaki yanlış vurguydu. Bu hala atlatılabilmiş değil. Hava kelimenin tam anlamıyla göz ardı edilmiştir. Havanın enfeksiyon bulaşmasındaki ihmal edilmiş, ancak önemli rolüyle yüzleşmeliyiz.

Hava kalitesinin göz ardı edilmesinin önemli bir nedeni de aslında maliyettir. Çoğu bina, gereksinim listesinin başında enerji tasarrufu ve termal konforu koyar, buna karşın hava kalitesi açısından ne tasarlanmış ne de iyi işletilmiştir. Ne kadar mühendislik yapılırsa yapılsın, yeterli miktarda temiz dış havanın pompalanması, işletme maliyetlerini de zorlayacaktır. Dış ortam havası genellikle iç ortam havasından sıcaklık ve nem bakımından farklılık gösterir ve dış ortam havasının şartlandırılması önemli miktarda enerji gerektirir. Gelişen yeşil teknolojiler bu artan enerji gereksinimlerinin bazılarını dengeleyebilse de, mevcut sistemlerin herhangi bir revizyonu veya yükseltilmesi büyük bir girişimdir ve son derece pahalıdır. Ek olarak, havalandırma genellikle bireyler tarafından değil, bina işletmecileri ve sahipleri tarafından kontrol edilir ve kamuya açık alanlarda havalandırmayı iyileştirmek için henüz yasa tarafından zorunlu kılınmamıştır. (Britanya kast ediliyor)

Havalandırma ve hava temizleme sistemleri gürültülüdür ve ince ayar ve düzenli bakım gerektirir. İyi havalandırma, planlama ve yatırım gerektirir, ancak bunu kim sağlayacak ve nasıl yapılmalıdır? Dünyadaki milyarlarca iç ortam için iç hava kalitesini yükseltmek için sağlam araştırma, finansman ve zorunlu standartlar gerekiyor. Bugüne kadar yiyecekler, su ve hatta kirlilik için halk sağlığı stratejileri oluşturduk, ancak topluluklarımızdaki çoğu halka açık mekandaki hava kalitesi, “miasmik” belirsizliğe benziyor.

Bilimsel anlayıştaki tüm büyük değişimlerde olduğu gibi, nihai sorunun üstesinden gelmek bilim insanları ve politika yapıcılar için cesaret, yatırım ve siyasi destek gerektirir.

Aynısı, halihazırda bir dizi hava temizleme teknolojisi ve ekipmanı üreten iş ve endüstri için de geçerlidir. Kontrol edilmesi ne kadar zor veya maliyetli olursa olsun, hava yoluyla bulaşı daha fazla göz ardı edemeyiz. Çoğu insanın kirli havayı soluyarak SARS-CoV-2 kaptığı gerçeğini kabul etmenin zamanı geldi. Pencere açmak bir başlangıçtır, ancak Covid-19 veya 21. yüzyılda hava yoluyla bulaşan diğer virüsler için her derde deva değildir.

Dancer, S. J., Bluyssen, P. M., Li, Y., & Tang, J. W. (2021). Why don’t we just open the windows? In BMJ (p. n2895). BMJ. https://doi.org/10.1136/bmj.n2895

Tang, J. W., Bahnfleth, W. P., Bluyssen, P. M., Buonanno, G., Jimenez, J. L., Kurnitski, J., Li, Y., Miller, S., Sekhar, C., Morawska, L., Marr, L. C., Melikov, A. K., Nazaroff, W. W., Nielsen, P. V., Tellier, R., Wargocki, P., & Dancer, S. J. (2021). Dismantling myths on the airborne transmission of severe acute respiratory syndrome coronavirus-2 (SARS-CoV-2). In Journal of Hospital Infection (Vol. 110, pp. 89–96). Elsevier BV. https://doi.org/10.1016/j.jhin.2020.12.022