KORONA GÜNLÜĞÜ 05 ARALIK 2020
- Salgın yönetilemiyor! Sağlık emekçileri tükenmeye, ölmeye devam ediyor! Denizli’de özel bir hastanede başhekimlik yapan Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Ahmet Bacanlı, İstanbul Çam Sakura Devlet Hastanesi Acil Servisinde çalışan, 35 yıl aradan sonra 2020 yılında Ege Tıp’tan mezun olan Dr. Adnan Çetin ve Diyarbakır’da aile hekimi olarak çalışan Dr. İbrahim Akyıldız Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
- İstanbul Tabip Odası, Coronavirus nedeniyle bir günde ölen 5 doktor için saygı duruşu eylemi gerçekleştirdi. Doktorlar, “Bütün ölen meslektaşlarımızın, sağlık çalışanlarımızın, ölen yurttaşlarımızın sorumluluğu vebali bu rejimin bu zihniyetin üzerindedir” dedi.
- Dünya Tabipler Birliği (DTB), Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren ya da hastalanan hekimlerin gördükleri zararın hakkıyla karşılanmasına yönelik çağrıda bulundu
- Aşılar pandemiyi kontrol altına alabilecek mi? Yeni tartışma konusu bu. Ne yazık ki bu konuda bilim insanları değil şirket CEO’ları konuşuyor. Amerikan ilaç firması Pfizer’in CEO’su Albert Bourla, Almanya merkezli BioNTech ile geliştirdikleri Covid-19 aşısının, insanların korona virüsünü başkalarına bulaştırmasını engelleyip engellemediğinin ‘belirsiz’ olduğunu söyledi. Konunun incelenmesi gerektiğini aktaran Bourla, “Elimizdeki verilerle bundan kesin emin olamayız” dedi. Geçtiğimiz günlerde, Amerikan biyoteknoloji şirketi Moderna’dan da benzer bir uyarı yapılmıştı. Firmanın Medikal Direktörü Tal Zaks, aşıyı olan kişilerin kendileri korunsa bile virüsü taşıyabileceğini ve başkalarına bulaştırmaya devam edebileceğini açıklamış, bu konuda bilimsel araştırmaların henüz yapılmadığını aktarmıştı.
- DSÖ Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus da aşılamanın başlamasıyla pandeminin sona ereceği algısı oluşmaması gerektiğini belirterek pek çok bölgede virüsün bulaşma hızının çok yüksek olduğunu, hastane, yoğun bakım ve sağlık çalışanlarının çok büyük bir baskı altında olduğuna işaret etti. DSÖ Genel Sekreteri aşıların dağıtımında yoksul ülkelerin geri plana atılmaması uyarısı da yaparak “Yoksullar ve sınırlı imkanlara sahip olanların güçlülerin aşıya akınında ayaklar altında ezildiği bir dünyayı kabul edemeyiz” dedi. Ghebreyesus; yoksulluk, açlık, eşitsizlik ve iklim değişikliğine karşı aşı bulunmadığını hatırlatarak zenginlerle yoksullar arasında uçurumun daha da açılmaması gerektiğini söyledi.
- Dünya genelinde yeni vaka sayısı rekor kırmaya devam ediyor, son 24 saatte yeni vaka sayısı 684 bin 537 kişiye yükseldi. Bir günde tespit edilen vaka sayısı 700 bine yaklaştı. Böyle devam ederse üç günde 2 milyon yeni vaka ile salgının boyutu daha da büyüyecek. Toplam vaka sayısı da 66.2 milyonun üzerine çıktı. Pandemi öldürmeye devam ediyor. Covid-19 nedeniyle yaşamını kaybedenlerin sayısı ise hala 12 binin üzerinde (12 bin 126 kişi). Toplam can kaybı da 1 milyon 523 binin üzerine çıktı. Küresel aktif vaka sayısı ise 18.9 milyona dayandı, aktif vakalarının 106 bin 84’ünün (%0.56’sı) ağır hasta statüsünde olduğu bildiriliyor.
- ABD her türlü pandemi istatistiklerinde zirvelerde yer alıyor ve rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor. ABD’de yeni vaka sayısı 235 binin üzeri çıktı, toplam vaka ise 14.8 milyona dayandı. Yarın ABD’de toplam vaka sayısının 15 milyonun üzerinde olacağını öngörüsünde bulunabiliyoruz. Günlük ölümler hala çok yüksek, son 24 saatte 2 bin 718 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı ise 285 binin üzerine çıktı, gelecek haftanın ortalarında 300 bin rakamını telafuz etmeye başlayacağız. Özetle ABD’de pandemi çığrından çıkmış, dizginlenemiyor. İnsanlar sürü bağışıklığına ve şirketlerin piyasaya süreceği aşıya terk edilmiş durumda. Pandeminin nasıl kontrol edileceğine dair ciddi çalışmalara dair bir izlenimimiz de yok. Biden’ın iki gün önce vatandaştan 100 gün maske takmasını isteyeceği bilgisinden sonra dün de Fauci’nin Biden’ın talebine olumlu yanıt vererek, Beyaz Saray’ın Covid-19’la mücadele ekibinde yer almaya devam edeceğini söyledi.
- Yeni vaka bildiriminde ABD ile birlikte Brezilya (47.4 bin), Hindistan’ın (36.6 bin), Türkiye (32.7 bin) ve Rusya (27.4 bin) ilk beş ülke arasında yer alıyor. Bu ülkeleri İtalya (24.1 bin), Almanya (23.5 bin), İngiltere (16.3 bin), Ukrayna (15.1 bin), İran (13.3 bin), Polanya (13.2 bin), Fransa (11.2 bin) ve Meksika (11 bin) izliyor. Günde beş binin üzerinde Covid-19 vaka bildirimi yapan ülke sayısı 23, iki binin üzerinde bildirim yapan ülke sayısı 41 ve binin üzerinde bildirim yapan ülke sayısı ise 61.
- Türkiye’de yeni vaka sayısı 32 bin 736’ya yükselerek rekor kırdı. Son 24 saatte 193 kişi Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi. Toplam can kaybı 14 bin 509’a yükseldi. Sağlık Bakanlığı hasta-vaka ayrımına devam ediyor, yeni hasta sayısı düşmüyor, son 24 saatte 6 bin 903 kşiye yükseldi, toplam hasta sayısı da 527 bini geçti. Test sayısı 194 binin üzerine çıktı, hedeflenen 200 bin teste yaklaşıldı. Toplam vaka sayısı ve aktif hasta sayısı turkuaz tabloda paylaşılmıyor. Günlük olarak bu istatistikleri Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.
- Worldmeters’a göre toplam vaka sayısı 765 bin 997’ye yükseldi. Sağlık Bakanlığı’nın paylaşmadığı aktif hasta sayısını da sayısı 328 bin 346 kişiye yükseldi. Ağır hasta sayısı 5 bin 703, aktif hastaların içinde ağır hastaların oranı yeni vaka bildirimdeki ciddi artış ile %1.7 seviyelerine düştü. Buna rağmen ağır hasta oranı hala dünya ortalamasına üç katı! Sağlık Bakanlığı halen toplam vaka sayısı ve ağır hasta oranındaki çelişkili istatistikler hakkında bir açıklama yapmış değil! Konu hakkında Bakanlık tarafından çalışma yapıldığı ve yakında kamuoyu ile paylaşılacağı gazete haberlerinde yer almasına karşın henüz açıklama yapılmış değil.
- Turkuaz tabloda paylaşılan ölüm sayılarındaki polemik devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) Mezarlıklar Daire Başkanlığı, bugün (4 Aralık) kentte 209’u ‘salgın hastalık’ olmak üzere toplam 451 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
- CHP’li 10 büyükşehir belediye başkanı (İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, Aydın, Muğla, Merisn, Tekirdağ ve Hatay), bulaşıcı hastalık kaynaklı ölüm sayılarının açıklanan verilerden 2-3 kat daha fazla olduğunu söyledi. Açıklamada, “Kurumlarımıza yansıyan günlük vefat rakamlarıyla, merkezi yönetimin her akşam yayınladığı sayılar arasında 2-3 kata varan farkları tespit etmek zorunda kalmanın huzursuzluğunu yaşıyoruz” denildi.
- Sağlık Bakanın Fahrettin Koca son üç gündür toplantı yaptığı hemen her ilde vaka artışının ve yoğun bakım doluluk oranlarının arttığı paylaşımları yaptı. Artışı beyan edilen il sayısı şimdilik 13. Bu sayının her açıklama sonrası artacağını biliyoruz.
- Koca, “Zonguldak, Ankara, Sivas, Malatya valileri, il sağlık müdürleri ve halk sağlığı başkanlarıyla ayrı ayrı il değerlendirme toplantıları yaptık. Sırasıyla Zonguldak, Ankara, Sivas ve Malatya’da risk devam ediyor” dedi. 4 ildeki yoğun bakım doluluk oranlarıyla ilgili bilgi veren Koca, “Son bir haftada Zonguldak’ta vaka artışı %50, yoğun bakım doluluk oranı %77, Ankara’da sabit artış olmakla birlikte yoğun bakım doluluk oranı %74, Sivas’ta artış %25, yoğun bakım doluluk oranı %66, Malatya’da artış %35 yoğun bakım doluluk oranı %61” ifadelerini kullandı.
- Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, Hatay, Antalya, Trabzon ve Diyarbakır il sağlık müdürleriyle çevrimiçi görüştüklerini bildirdi. Bu illerde yüksek risk olduğunu belirten Koca, şu bilgiler paylaştı: Son bir haftada Hatay’da vaka artışı yüzde 100, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 70; Antalya‘da vaka artışı yüzde 100, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 71; Trabzon’da vaka artışı yüzde 50, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 75; Diyarabakır’da “sabit artış” var, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 70. Bakan Koca, iki gün önceki paylaşımında ise “Son iki haftada İzmir ve Konya’da yüzde 50 vaka artışı, Adana, Samsun ve Ordu’da yüzde 100 vaka artışı var. Başta İzmir, Adana ve Samsun olmak üzere, bu illerimizde hastanelerimiz ve sağlık personelimiz büyük bir yükün altında. Salgınla mücadelede fedakarlık sınavımız devam ediyor” diye belirtmişti.
- Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, Coronavirüs vakalarının artışı ve kış mevsiminin olumsuz hava koşulları hissedilmeye başlarken yaptığı açıklamada, meşru bir mazeretin varlığının Cuma namazının farziyetini düşürdüğünü bildirdi. Kurul açıklamasında, “Bulaşıcı salgın hastalığa yakalananların ve temaslı olanların cemaate katılmamaları ve karantina şartlarına riayet etmeleri dinen zorunludur” denildi.
- Covid-19 önlemleri kapsamında iş yerleri kapatılan ya da personel azaltma yoluna giderek işsiz kalan kafe ve bar çalışanları, İstanbul Kadıköy’de sessiz eylem gerçekleştirdi. Kadıköy Bahariye’de bir araya gelerek ellerinde “Önlemler ile geçinemiyoruz hayatımızı istiyoruz”, “Hayatımdaki bütün birikimimi gelirken dolmuşa verdim”, “Nefes alamıyoruz” yazılı pankartlar ile destek çağrısında bulundu.
- Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, pandemi döneminde geliri olmayan ve temel ihtiyaçlarını karşılayamayan müzisyen, yorumcu ve eser sahiplerine destek olunacağını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy Taksim’de bulunan bir otelde müzik meslek birliklerinin temsilcileriyle bir araya geldi. Bakan Ersoy, toplantı sonrasında şu açıklamalarda bulundu: “Yaptığımız görüşmelere istinaden pandemi döneminde geliri olmayan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan müzisyen, yorumcu ve eser sahiplerini kapsayan bir proje olmasını planladık. 11 Aralık’ta bakanlığımıza bağlı Yunus Emre Enstitüsü web sitesinde başvuru adını, başvuruyu yapan birlik, dernek ve sendika isimlerini ilan edeceğiz. 23 Aralık’a kadar başvuruları ilan ettiğimiz birimlerde toplanmasını istiyoruz. Toplanan projeler 30 Aralık’a kadar bakanlığımıza iletilecek ve ocak ayı itibarıyla da projede yer alan müzisyen, müzik emekçileri, yorumcu ve eser sahiplerine ödemelerini yapmaya başlayacağız. Seyyanen kişi başı bin lira net ödeme olacak. Toplamda da 20-30 milyon civarında proje bedeli olacak.’’
- Pazartesi günü saat 05.00’te sona erecek olan 56 saatlik sokağa çıkma yasağı başladı. İçişleri Bakanlığı’nca koronavirüs tedbirleri kapsamında alınan ve valiliklere gönderilen kararlar doğrultusunda saat 21.00 itibarıyla sokağa çıkma kısıtlaması Türkiye genelinde uygulanmaya başlandı.
- Bilim Kurulu üyesi Doç. Dr. Afşin Emre Kayıpmaz, “Şu anki önlemlerle hasta ve ağır hasta sayılarında ciddi bir düşüş sağlanamadığı takdirde daha kapsamlı bir kapatma da gündemimizde” açıklaması yaptı.
- SES Samsun Şube Eşbaşkanı, sağlık emekçilerinin yemeklerinin ‘ödenek olmadığı’ gerekçesiyle kesildiğini açıkladı.
- Bakan Koca Koca, “Çin aşısı, Alman aşısı, İngiliz aşısı, Amerikan aşısı… Konuyu böyle ele alamayız. Öncelikle ele almamız gereken husus, aşının hangi yöntemle üretildiği hususudur. Çünkü aşının yöntemi, aşının güvenilir olup olmadığını birinci dereceden etkiler” dedi. Çin’den sipariş edilen 50 milyon doz aşının inaktif yöntemle üretildiğini, bu yöntemle üretilen aşıların daha güvenilir olduğunu söyleyen Koca, “Virüsün genetik yoluyla geliştirilen mRNA aşıları, kısa vadede iyi sonuç verdi. Ama orta ve uzun vadede nasıl bir etkisi olacağını bilmiyoruz” dedi ve ekledi: “Çin aşısı inaktif yöntemle üretildi. Bu yöntemi kullanması nedeniyle daha fazla tercih edilmesi gereken aşıdır. Üretildiği ülkeye odaklanmak yanlış, yönteme odaklanmak lazım. Ben diyorum ki bu yöntem, en eski yöntemdir. Yıllardır bu yönteme dayalı olarak aşılar üretildi. Uzun vadede test edilmiştir. Bir yan tesiri yoktur.”
- Uzmanlara göre Pfizer’in aşısı gündemimizde değil: Saklama ünitesi yok! Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, “Pfizer’ın aşısının eksi 70 derece saklanması gerekiyor. ABD’de bile bu kadar fazla saklama ünitesi yok. Bizim bile Hacettepe Tıp Fakültesi olarak bünyemizde sadece iki adet 150’şer kutu alabilen dolap mevcut. Bir eczane 50, 60 aşı satacak diye 10 bin dolarlık saklama ünitesine yatırım yapamaz. Bu nedenle aşının eczanelerde satışı mümkün görünmüyor. Şayet firma, eczanelere gerekli saklama koşullarını sağlayacak dolapları temin ederse, Pfizer aşısı Türkiye’de satılabilir” dedi. Türk Eczacılar Birliği Başkanı Erdoğan Çolak da eczacıların eksi 70 derecede aşı saklayacak depolama imkanları olmadığı gibi böyle bir masrafın altından kalkılamayacağını ifade etti.
- Dr. Ateş Kara, aşının 11 Aralık’ta Türkiye’ye gelmesinin planladığını, testler için de en az 14 güne ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Kara’ya göre Türkiye’de ilk Covid-19 aşısı en erken 25-26 Aralık tarihlerinde yapılabilecek.
- Sonunda disiplin-denetim toplumu gündelik yaşama da sirayet etti. İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne girişte karekod uygulaması başlatıldı. Vatandaşlar cadde girişindeki karekodları telefon kameralarından okutarak girebiliyor. Çıkışlarda da aynı şekilde karekodlar okutuluyor.
- Sağlık Bakanlığı, İstanbul’daki yedi kamu hastanesinin ardından 1 No’lu Halk Sağlığı Laboratuvarı’nın da Covid-19 PCR testi ihalesini Menzil Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen şirkete verdi. 55 milyon TL’lik sözleşme imzalandı.
- Makina Mühendisleri: Pandemide, özel şirketlere yapılan indirim faturalara yansıtıldı! Makina Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan “Türkiye Enerjide Nereye Gidiyor?” başlıklı raporda iktidarın yandaşlarını tahkim etmeye yönelik enerji yönetimi eleştirildi. Raporda art arda gelen zamlar nedeniyle, yüzde 60’ından fazlasının asgari ücretin altında ücretle çalışan yurttaşların her ay tutarı daha fazla artan enerji, su vd. faturalarını ödeyemedikleri için elektriği, gazı, suyu kesilen konut sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Konut elektrik fiyatlarının Ocak 2019-Ekim 2020 aralığında yüzde 39.7; doğal gaz fiyatları yüzde 34.7-39.7 oranlarında arttığı belirtilen raporda, kaçak kullanılan elektrik bedellerinin de abone faturalarına eklendiği vurgulandı. Ayrıca pandemi sürecinde özel şirketler lehine yapılan indirimlerin tüketicilere yansıtılmadığı hatta vatandaşın hangi hizmete ne kadar ödediğinin de bilinmediği belirtildi. Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğe ABD doları bazında; yerli kömürden elektrik üreten santrallerin üretimlerinin bir bölümüne TL bazında sabit fiyat ile alım garantisi verilmesinin, bazı elektrik üreticilerinin piyasa ortalama satış fiyatından daha yüksek fiyatlarla elektrik satmalarına neden olduğu vurgulanan raporda, bazı santrallere yapılan ek ödemelerin tüketici faturalarına yansıtıldığı belirtildi.
- ABD’de yapılan bir araştırma Covid-19 salgınına yol açan yeni koronavirüs bilimsel adıyla Sars-CoV-2’nin şimdiye kadar düşünüldüğünden haftalar ya da aylar önce yayılmaya başladığına dair kanıtlara ulaştı. ABD’de ilk Covid vakası yetkililer tarafından 21 Ocak 2020 tarihinde açıklanmıştı. Ne var ki yayınlanan araştırma ABD’nin çeşitli eyaletlerinde 13 Aralık 2019 ile 17 Ocak 2020 tarihleri arasında 7 bin 389 kişi tarafından yapılan kan bağışlarından örnek alıp inceledi ve bunlardan 106’sında koronavirüs antikorları buldu. ABD’li uzmanlar son araştırmalarında antikor geliştirdiğini belirledikleri kişilerin bu virüsle seyahat ederken mi yoksa ülkelerinde mi karşılaştıklarını belirleyemiyor ve bu da verilerin tam olarak ne anlama geldiğini yorumlamayı güçleştiriyor. Bu araştırmada incelenen kan örneklerinin toplanmasını sağlayan Kızılhaç örgütü, bağışçıların sadece yüzde 3’ünün kan vermeden bir ay öncesine kadar yurt dışında bulunmuş olduğunu ve bunların da sadece yüzde 5’inin Asya ülkelerine gittiğini söylüyor.
- Doç. Dr. Hakan Koçak: Emek cephesi de koronayı fırsata çevirmek zorunda
İktidarın oldukça tutarlı bir pandemi politikası olduğunu görüyorum. Pandeminin ilk günlerinde çok kilit bir ifade kullanıldı, “Çarkların dönmesi gerekir” diye. Bu ifade, iktidarın sosyal politikasını belirliyor. Özellikle de ihracata yönelik küresel üretim zincirlerinin parçası olan imalat işyerleri başta olmak üzere üretimin mutlaka sürmesi temel bir motto. Dolayısıyla da ağırlıklı olarak organize sanayi bölgelerinde bulunan bu tür işletmelerde üretimin sürmesi demek, işçilerin bu kapanmanın içine dahil edilmemesi demek. İkinci bir husus, siz eğer şu anda bir çok kitle örgütünün talep ettiği gibi bir tam kapanma yaparsanız, o zaman çok doğal olarak bir talep yükselecek. Bu kapanma gerek emekçiler açısından, gerek küçük esnaf açısından ciddi bir gelir kaybı demek. Dolayısıyla devletten bir sosyal koruma, bir sosyal güvence talep etmek demek ki bu dünyanın, Avrupa’nın birçok ülkesinde bir şekilde bir düzeyde sağlanıyor. İktidar böyle bir şeyi hem yapmak istemiyor hem de yapabilecek durumda değil.
Asgari ücret aslında ülkedeki en büyük toplu sözleşme olarak görülmeli. Fakat sorun şu ki, bu toplu sözleşmeye emekçilerin örgütlü müdahalesinin kanalları çok zayıf, etkisiz. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarına işçileri temsilen sadece Türk-İş resmi olarak katılıyor ve de bileşimi nedeniyle bu komisyonda işçilerin dediği zaten olmuyor. Ama yine de asgari ücretin, bu önemi nedeniyle çok ciddi bir toplumsal mücadele konusu yapılması gerekiyor. Yani salt sendikaların ilgilendiği bir tali mesele değil; sendikalar, odalar, kitle örgütleri, partilerin dahil olduğu toplumsal muhalefeti de emek ekseninde bir araya getirecek bir şemsiye konu aslında. Hele de şu pandemi döneminde, hele de şu gelir güvencesizliğin arttığı dönemde… Araştırmalar, pandemide emekçilerin gelir kaybı yaşadıklarını tespit ediyor. Dolayısıyla, pandemideki kayıplar da o masaya yatırılmalı.
‘’Evde kal’’, ‘’Tam kapanma’’ vb. çağrılar Burada bir ideolojik hegemonya meselesi olduğunu düşünüyorum. Sermayenin ve aynı zamanda orta sınıfların bir düşünsel hegemonyası. Genel olarak da böyledir zaten, ana akım medyaya baktığımızda da bu toplum kesimlerinin fikir ve hissiyatlarının damga vurduğunu görürsünüz. Bunun yanına evden çalışması mümkün olan, teknolojinin yarattığı imkanlarla, beyaz yakalıların bir bölümünü bu kesime ekleyebiliriz. Ama onun dışında birincisi, işçi ve emekçiler zorunlu çalıştırılmaya tabiler, isteseler bile evde kalamıyorlar çünkü işyerleri onları fabrikaya, metaların üretim alanına çağırıyor. İkincisi, metaların dolaşımı alanı var: Kargocular, kuryeler, marketler, bunlara bağlı olarak depo vs. Onların da kalması söz konusu değil. Üçüncüsü, bir takım kamusal hizmetler var, belediye hizmetleri, sağlık hizmetleri gibi. Dolayısıyla zaten emekçilerin geniş bir kesiminin evde kalması mümkün değil. Öte yandan kentin sokakta sunduğu imkanlarla gündelik geçim sağlayabilen hiç de küçümsenmeyecek kesim var. İşportacılar, müzisyenler, çiçekçiler, kağıt toplayıcıları vs. Onlar için de evde kal sloganı dehşet verici, çünkü evde kalmak aç kalmak demek. Dolayısıyla burada toplumun görece dar bir kesimi için mümkün olan bir tedbirin sanki toplumun diğer kesimleri için de aynı rahatlıkla mümkünmüşçesine dile getirilmesi var. Biraz iyimser söylersek, bir tür sınıfsal körlükle maluller, biraz sert söylersek de ben buna sınıfsal riyakarlık diyorum. Evde kalmayıp işyerlerine gidildiğinde de buralarda tam bir denetimsizlik hakim.
Pandeminin ilk evrelerinde, işyerlerinde pozitif vakalar çıktığında daha ciddiye alınıyordu, fakat bu kontrolsüz açılma ve hele hele içinde bulunduğumuz pandeminin artık kontrolden çıktığı ve hiçbir denetimin olmadığı koşullarda tabi işverenler de rahatlamış oldu. Yani adeta bu bir doğallık kazandı. Evet pozitif vaka çıkabilir ve onlar çalışmaya devam ediyorlar. Çok kullanılan bir kavram var, sürdürebilirlik! Yani vakalarla birlikte de sürdürebilirlik. Bunun koşulu da pozitif olanların yerine az işçiyle çok iş yaptırmak. Bu anlamda da sömürünün yoğunlaşması söz konusu. Dolayısıyla aslında işçi sınıfının sadece hastalanma riski yok, bir de olağanüstü bir iş yükü altındalar.
Pandemi daha ucuz işgücü sağlamış oldu. Çok fazla işyeri kısa çalışma ödeneğinden yararlanıyor, ama ne kadarı fiilen kısa çalışma yapıyor bilmiyoruz. Ama duyduğumuz gördüğümüz sayısız örnek, aslında hiç de kısa yapmadığı, yani aynı çalışmayı yapıp işçilere kısa çalışma ödeneğinden ücret verdiğini gösteriyor. Çok sayıda şu tür vakalar da duyulmaya başlandı: sözde ücretsiz izne çıkarılmış gibi görünüyor, fakat onların da çalıştığı, yani o İŞKUR’dan alınan ücretsiz izin parasıyla işçilerin hiç değilse işimi kaybetmeyeyim diyerek buna razı olduğu görülüyor. Pandemi hem en genel anlamda iş gücü piyasasında, hem de mikro düzeyde işyerleri içinde emek sürecinde sermaye tahakkümünü daha da pekiştiren, güçlendiren bir fırsat oldu. Nitekim çok ciddi kar artışları var, çok ciddi üretim artışları var. Dolayısıyla sermayenin geniş kesimlerinin bir kriz içinde olmadığı, pandemiden faydalandığı gözlenebiliyor. (https://www.evrensel.net/haber/420363/doc-dr-hakan-kocak-emek-cephesi-de-koronayi-firsata-cevirmek-zorunda)
- Ensemizde ölümün nefesini duyarken – Emek Erez
Covid-19’un yaptığı en önemli şey kapitalizmle iç içe geçmiş, patron yanlı devlet politikalarını ve onun şakşakçılarını deşifre etmek oldu, bunu her gün deneyimliyoruz. Ancak biz anormal günlerden geçmiyoruz, uzundur böyle bir hayata mahkûm ediliyoruz. Bugünlerde daha görünür olan şey farkındalığımızı arttırsa da biz yıllardır bu düzenin içinde yaşıyoruz. Bu nedenle şimdilerde sırtımızda ölümün nefesiyle dolaşırken, bu sıkıntı veren yaşamı arzulamaktan çok onu yaşanır hâle getirmenin yollarını düşünmemiz gerekiyor fikrimce. Şu da bir gerçek ki Covid-19 dünyanın son krizi olmayacak, iklim değişikliğinin getireceği daha yıkıcı sonuçların olabileceği yıllardır tartışılıyor, kuraklığı hissetmeye başladık bile, virüsün iklim krizi ile bağlantısı da çok tartışıldı.
Salgınlar doğanın intikamı değildi evet insan türü varlığının başından beri bir takım virüslerle birlikte yaşıyordu, başka virüslerden kaynaklı salgınları da deneyimlemişti. Farklı hissettik, hissediyoruz çünkü hayatımız açlık ve ölüm arasında sıkıştırılmış durumda. “Bir öğrenme eğrisi üzerinde” olduğumuz konusunda da haklı Latour, şimdi içinde yaşarken üzerine konuşmak zor olsa da Covid-19 deneyiminden hem dünyaya hem de bireysel yaşamımıza dair öğrenecek çok şey var, tartacak, sorgulayacak, içine düşürüldüğümüz durumların faillerinin kim olduğunu görebilecek bir “deney sahası”nda yaşıyoruz çünkü. Virüsle yaşamayı öğrenmek zorunda kalırken, bunu içinden çıkılmaz hâle neyin getirdiği üzerine de daha çok düşünüyoruz. Gerekli önlemler alınsaydı, insanlara eşit sosyal haklar tanınarak, açlığa mahkûm ederek değil çözüm sunarak, dünyanın çoğu köşesinde özelleştirilen sağlık sistemleri, azaltılan hemşire ve doktor sayılarının getirdiği sorunları görerek, onları bir kaosa sürüklemeyecek şekilde virüsle mücadele edilseydi, insan türü için ne denli önemli olduğunu bildiğimiz ölüm sadece ekran görüntüsüne dönüşmezdi belki. O zaman sorunun sebebini, hayatlarımızı değersizleştirenleri, bizi bir hiç gibi ölüme terk edenleri deşifre etmek, onlarla yüzleşmek, bunu yaparken kendi türümüzün yapıp etmelerini de sorgulamak gerekiyor. Bu, tür olarak olduğumuz şey olmaktan çıkmakla da ilgili biraz, dünyanın sonrası üzerine düşünmek için artık sadece insan üzerinden kuramayız yaşamı, onlarca kez düştüğümüz hatayı tekrarlayamayız, dünyanın tüm türlerini içine alan, dünya sofrasında eşit bir ortaklık üzerinden başka şeyler düşünebiliriz. https://www.gazeteduvar.com.tr/ensemizde-olumun-nefesini-duyarken-makale-1506418