Home / ARŞİV / KORONA 7 GÜNLÜK (30 KASIM-6 ARALIK )

KORONA 7 GÜNLÜK (30 KASIM-6 ARALIK )

KORONA 7 GÜNLÜK  30 KASIM-6 ARALIK

Dünya genelinde alınan önlemlerin birçoğu yaşanan çoklu krize çözüm getirmek bir yana onu daha da derinleştirmekte. Ekolojik, ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz tüm yakıcılığıyla derinleşmekte. Krizden çıkışı kârı maksimize etmek yerine yaratılan tahribatı azaltmaya yönelik düzenlemelere geçilmelidir. Ölüm ve vaka sayılarında her gün yeni rekorlar kırılırken yasakçı yaklaşım salgının yıkıcı sonuçlarına çözüm olmaktan uzaktır. Acil olmayan tüm üretim alanların hemen durdurulması bulaş zincirinin kırılması açısından elzemdir. Akşam saatlerinde başlayıp sabah biten sokağa çıkma yasakları, hafta sonları devam eden kapanmalar, sermaye için çarkların dönmesi halklar için sürü bağışıklığı demektir. Salgınla yönetim için ortak aklın devreye girmesi (tüm toplumun özellikle salgına karşı savunmasız olan kesimlerin ve sivil toplum örgütlerin sürece dahil olması) en acil ihtiyaç olarak kendini dayatmaktadır. Japonya’da salgının başından beri hayatını kaybeden insanlardan daha fazlası 1 ay gibi kısa sürede artan intiharlar yüzünden hayatını kaybetmesi yüzleşmemiz gereken gerçeği bize işaret etmektedir. Pandeminin, Dünyada yaşanan krizleri maskelemesine izin vermemeliyiz. Tüm dünyada yaşanan aşı tartışmaları salgının tıbbı boyutunu öne çıkarmakta çözümü aşı dair gelişmelere indirgemektedir. Sermaye adına Sözcü gibi davranan DSÖ başkanı dahi salgın sonrası dönemde yaşanacak krizlere dikkat çektiği bir dönemde sorunun tıbbı boyuttan daha ziyade tüm boyutlarıyla ele alınmasını sağlamak yerkürenin geleceği açısından en önemli sorumluluk olarak görünmektedir. Türkiye özelinde tek adam rejimin salgını değil algıyı yönettiği bir süreci yaşamaktayız. Sağlık bakanı eliyle rakamlarla oynayarak, sağlık alanında büyük birikimi olan TTB ve SES’i sürecin dışında tutarak, emek-meslek örgütlerini dışlayarak, muhalefet partilerini kriminalize ederek sürecin yönetilemeyeceğini acı tecrübelerle gördük. Salgın sürecinde sağlık bakanlığından daha ziyade içişleri bakanlığının daha görünür olması sürecin nasıl yönetilemediğinin kanıtıdır. Tek adam karar alıp kolluk güçlerinin denetimleriyle salgının yönetilemeyeceğini anlamamız için rakamlara (inandırıcı olmaktan uzak olsalar da) bakmak yeterlidir. Salgını, kendi yarattıkları krizlere çözüm olarak görenlere karşı ihtiyacımız olan bilimsel yöntem ve toplumsal birikimle dayanışmayı esas alan bir tarzla çoklu krize çözüm bulmak olmalıdır.

Filyasyon aldatmacası:

Filyasyon çalışması özünde enfeksiyon kaynağına ulaşılması, yani kişinin bu hastalığı nereden kaptığının bulunması ve bulunan kaynağa yönelik bulaşı ortadan kaldıracak önlemlerin alınması, bu hastalık için devreye sokulan önlemler nerede kesintiye uğradığının ortaya çıkartılması, şüpheli temasların ve semptomlar üzerinden olası vakaların belirlenmesi ve test için hastanelere gönderilmesi hedeflerini yerine getirmek için  vakanın yaşadığı yer, çalıştığı işyeri ve  kaynak için şüphelenilen toplu yaşam alanlarının incelenmesini içeren bulaşıcı hastalıkların kontrolünde ciddi bir çalışma örneğidir.

Aylardır süren covid pandemisinin en önemli ayağı olarak lanse edilen, buna karşın hasta ve temaslı takibi sistemine dönen filyasyon uygulaması sağlık sisteminde tanış olduğumuz göstermelik uygulamalar ve organizasyonsuzluklarla sürdürülüyor. Sahada çalışan arkadaşlarımızdan gelen bilgilerle meseleyi yine performans çerçevesinde ele alan bakanlık kota doldurma, halka görünüp kaçmanın ötesine geçemiyor. Temaslı takibindeki olup GPS’le izlenen ekipler bildirilmiş olan adreslerin yakınına gidip onam sms’i atmakla mükellef. ASM’ler, hastane ve ilçe sağlık müdürlüğü arasındaki koordinasyon sorununun ceremesini halk çekiyor. Karantinada görünen kişiler rapora ulaşmak için gün boyu bu kurumlarla telefon trafiğinde, iş yerleri ile sorun yaşıyorlar, işe gidemeyecek olan esnaf “ben ne yiyip içeceğim bu çocukları siz mi besleyeceksiniz”, “dükkanımda çürüyen malları siz mi alacaksınız” şeklindeki tepkilerini ilaç dağıtım ekiplerine gösteriyor. Temaslı sayısı ikinin altına indirilmeye çalışılıyor. Özünden koparılmış filyasyon çalışması, salgının büyümesi ile vaka ve temaslılara yetişemez hale gelen sağlık emekçilerinin sahadan çığlıklarına Sağlık Bakanlığı %99 filyasyon oranı başarısı ile yanıt veriyor.

Filyasyon aldatmacası İstanbul Tabip Odası Aile Hekimleri Komisyonu’nun da gündeminde. Komisyon yaptığı açıklamada şunları dile getiriyor: “Birinci basamak sağlık hizmeti veren birimler arasında bir ilişki olmadığı gibi yeterli bir organizasyon ve koordinasyonda yoktur. ASM ve hastaneler arasında da bir bağlantı olmayıp, salgın yönetimi kopukluğu söz konusudur. Bu durum sağlık hizmetlerini olumsuz etkilemekte, salgına karşı yürütülen mücadeleyi zayıflatmaktadır. Filyasyon ekipleri, yoğun iş yükü, yetersiz eğitim ve motivasyon kaybıyla, kaynakla ilgili iz sürüp yakın temaslı olanları tespit edip izole etmekte, bilgilendirme ve danışmanlık hizmeti sunmakta zorlanmaktadır. Bu durum karşısında soru ve sıkıntılarına çare bulamayan hasta ve temaslılar ASM’leri arayarak yardım istemekte, diğer sağlık birimleriyle hiçbir ilişkisi olmayan aile hekimleri kendilerine kayıtlı hastalarına yardım etmede çaresiz kalmaktadırlar. Filyasyon ekipleri, yoğun iş yükleri nedeniyle hastalara ulaşmakta gecikmekte, bu da temaslı takibi ve ilaca başlanmasında süre kaybına neden olmaktadır. Artan yoğunluk ve eksik uygulamalar nedeniyle filyasyon çalışmalarının hasta ve temaslı takibinde amacına yeterli düzeyde ulaşamadığını düşünmekteyiz.”

ENGELLİLERE COVİD ENGELİ 

Biz sağlık emekçileri, tam da böylesi zamanlarda halk için canımız pahasına da olsa özveriyle çalışmak zorunda hissederiz. Çünkü; bizim hizmetten geri çekilme lüksümüz yoktur. Çünkü; biliriz ki, biri veya birilerinin hataları sonucu iş buralara kadar gelmişken, bizim hizmetten geri çekilmemiz hastalar için ölüm demektir.

Ben %96 ağır engelli olarak, tekerlekli sandalyeyle çalışmak zorunda olan bir sağlık emekçisiyim. Siyasal düşüncem ve çalışma prensibimden dolayı hiçbir zaman engelimi suistimal ederek, engelimi kullanarak işimi ihmal etmedim, hiçbir konuda kendimi dayatmadım. Arkadaşlarım pandemiye karşı en ön safta mücadele ederken, ben engelimden dolayı işe gidemediğimde vicdan azabı duyuyordum ama ne yapalım ki, biz engelliler bu Covid belasına karşı çok daha kırılganız. Engelimiz bonus olarak yüksek tansiyon, böbrek, karaciğer, kalp gibi başka hastalıklar da getirdi. Böyle olunca bir engellinin Covid’den kurtulması neredeyse mucize olur. Virüsle enfekte olursam, kurtulamayacağımı düşünürdüm. Yine de çalışmak zorunda kalıyordum zira pandemi pik üstüne pik yaparken, en riskli yerlerden olan, engelli ve kronik rahatsızlığı olan sağlık çalışanları idari izin kapsamının dışında tutuldu ve ben ailemin geçimini sağlamak, kimseye muhtaç etmemek için ölümüm pahasına çalışmak zorundayım.

Yönetici ve idarecilerimiz de pandemiye göre pozisyon ayarlamaları yapmayınca, günde 300 hasta karşılama, numune kabul gibi aktif bir pozisyonda virüsle enfekte olmamak eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Nitekim, birgün enfekte oldum. Engelimden dolayı doktor arkadaşlar yatırarak tedavi etmek istediler ama tek başıma hayatımı idame ettiremediğim için refakatçi lazım dendi.

Covid servisi, cehenneme açılan kapı!

Kimden, nasıl refakatçi olmasını isteyebilirim ki? Ya refakatçi ya taburcu! Eşim bir an bile tereddüt etmeden, insanın evladına bile gösteremeyeceği bir fedakarlıkla, her tarafı Covid 19 virüsü olan bir servise ve Covid pozitif bir hastayla aynı odada, hastaya hizmet ederek refakatçi kaldı. 1 hafta sonra yoğun bakıma alındım. Artık buraya kadar dedim, yoğun bakımdan çıkamama ihtimaline karşı, oğluma videolu mesaj bıraktım. (Hala izlemedi) Vasiyetimi zaten 1 Haziran’da işe başlarken yazıp, çantama koymuştum. Her gün, bir doktorun; “Kadri, buraya kadar” demesini bekledim ama sağlık çalışanı arkadaşların özverili çabaları sonucu 15 gün sonra yoğun bakımdan çıktım. Her ne kadar oksijensiz nefes alamazsam da çeşitli organlarda sekeller bıraksa da bu seferlik Covid’i atlattım.

Bugün itibariyle 200 sağlık emekçisi Covid’den hayatını kaybetti. Eğer birileri pandemiye karşı hayatı pahasına mücadele ediyorsa, siz devlet olarak, elinizdeki bütün argümanlarla onun hayatını korumak zorundasınız. Yeterli ve kaliteli koruyucu malzeme, yeterli ve dengeli yemekler, ek gıdalar, moral, motivasyonu yüksek tutmak için herkese, ek ödeme değil maaşa seyyanen zam vb. Yoksa, özverili çalışma, kullanılmışlık olur!

Söylemekten hicap duyuyorum ama   engelli ve kronik hastalığı olan sağlık çalışanlarına idari izin verilsin.

[su_button url=”#” style=”flat” background=”#c0d8b4″ color=”#19181e” size=”7″ radius=”0″ icon_color=”#7bb96d” text_shadow=”0px 0px 0px #000000″]SİYASAL SAĞLIK-EKOLOJİK SAĞLIK[/su_button]
  • Yargı reformu paketi meclis gündemine girerken bir haftada 1000’e yakın HDP’li gözaltına alındı. Pandemi bahanesiyle her türlü eylem etkinlik ve toplanmayı yasaklayan hükümet binlerce insanı nezarethanelere cezaevlerine tıkmakta bir beis görmüyor.
  • Pandeminin ilk aylarında gündeme gelen DEDAŞ’ın elektrik zulmü meyvelerini vermeye başladı; bölgedeki elektrik kesintileri nedeniyle Mardin Ovası’nda tarlaların yüzde 60’ında ekim yapılamazken, gecikmeli ekim ve yetersiz sulama nedeniyle bölgede verim de yüzde 20 oranında düştü.
  • Candan Türkkan’la Ropörtaj: Kapitalizm birini seçmemizi istiyor: Çiftçi geçinemesin mi, yoksa birileri aç mı kalsın? Eylül ŞENSES/ Can KOÇAK (vesaire)

Türkiye’de alternatif gıda ağları olarak baktığımız şeyin ciddi sınıfsal bağları var. Bu bir orta ve üst sınıf temennisi, talebi. Fakat alt sınıfın, alt sınıfların diyeyim hatta (bu tanım da hangi teorik çerçeveyi kullandığınıza göre değişiyor tabii), zaten alternatif gıda ağlarına benzer ağları vardı ve bunları kullanıyorlardı. En ünlüsü, en çok bilineni Esenler Otogarı’na gelen otobüslerin kargo kısımlarından çıkan, köyden herkesin, her hasat zamanı yolladığı gıda torbaları. Bu da köyle kent arasındaki ilişkileri besliyor. Çocuklar bazen o hasat torbalarıyla beraber gelir, eğitimini şehirde alır, her hasat ya da tatil zamanı köye, ailesinin yanına döner. Bu şekilde iki taraf, yani köydekilerle kenttekiler arasındaki iletişim de sağlanır….

…. Eğer gıdanın fiyatı artmazsa çiftçi geçinemiyor, ama gıdanın fiyatı artarsa birileri aç kalıyor. Yani kapitalizm birini feda etmemizi istiyor, birileri aç kalacak, kimi seçeceksiniz diyor. Genel kanaat çiftçilerin aç kalması yönünde. Alternatif gıda ağlarındakiler de diyor ki, çiftçiler aç kalmasın, ben de aç kalmayayım, parasını veremeyen konvansiyonel üretimden beslensin…Yine aynı yere geliyorum aslında, o kişinin maaşının o kadar düşük olması ve ekonomik olarak bu kadar zorlanmasıyla etin endüstriyel mezbahada olması ve onun o eti o şekilde tüketmek zorunda olması birbirine kökten bağlı. Burada belki de insanları sorunlar üzerinden ikna etmeye çalışmaktan ziyade kapitalizm üzerine konuşmamız gerekiyor…

…örneğin bu insanlar neden Urfa’dan kalkıp hasat için Denizli’ye geliyorlar, bunun üzerine düşünmek lazım. Urfa’dan göç etmelerine, Denizli’ye gelmelerine neden olan politik-ekonomik dinamikler neler.

… Pozitif bir noktada bitireceksek bence burası çok ideal, çünkü belki biz sistemsel olarak gıda sistemini düzeltemeyeceğiz, oligapolik gıda tedarik zincirlerinden kurtulamayacağız, ama bunlara karşı pratik geliştirmeye çalışırken oluşturduğumuz meclislerle, dayanışma ağlarıyla demokrasiyi pratik edebileceğiz. Bu da özellikle başlangıç için hiç fena bir kazanım değil.

https://vesaire.org/candan-turkkan-kapitalizm-salgin-gida-tedarik-zincileri/?fbclid=IwAR1odj3-cSiSxxr3beLlaWnj_KrWGhOqNz40EhdHJBxRC14lEofeM2wnft0

  • Polen Ekoloji Kasım bülteninden;

Kapitalizmin Türkiye’deki krizinin salgın koşulları bahane edilerek emeğe ve doğaya yeni bir saldırı dalgasıyla aşılmaya çalışılması Kasım ayında artan ihtilaflara yansıdı. Torba yasa bu saldırının yasal boyutu için zemini genişletirken tekil-yerel ihtilaflarda devlet ve şirketler hiçbir yasallık tanımaksızın fiziki saldırı ve baskılarını sürdürdüler…Siyaseten etkisi oldukça azalmış mecliste bu ay şirketlere bir koruma kılıfı daha sağlayacak torba yasa görüşmeleri ile doğa talanına aktarılacak kamu kaynakları için bahanelerin sıralandığı bütçe görüşmeleri gerçekleşti. Ekoloji ve çevre örgütleri yurdun dört bir yanında sokağa çıkarak 3 maddenin geri çektirilmesini sağladı. HDP’li vekiller aracılığıyla yakından takip edilen görüşmelerde iktidarın halk düşmanı gündemi bir kez daha teşhir oldu. https://www.polenekoloji.org/kasim-2020-bulteni/

[su_box title=”MEVCUT DURUM/SALGIN KONTROLÜ/SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI” style=”soft” box_color=”#2414ca” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
  • Salgın yönetilemiyor! Sağlık emekçileri tükenmeye, ölmeye devam ediyor! İBB Sağlık Daire Başkanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Müdürlüğü hekimlerinden Dr. Ümit Erdem Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
  • Ankara’daki hastanelerin doluluk oranının yüzde 90’lara ulaştığını söyleyen SES Şube Eşbaşkanı Kubilay Yalçınkaya, sağlıkçıların beslenme sorunlarına ilişkin görüştükleri hastane yetkililerinin kendilerine, “Seferberlik hali var, fedakârlık yapın” cevabı verildiğini aktardı.
  • TTB’nin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, “Ölüyoruz, Kasım ayında 17’si Hekim olmak üzere toplam 63 sağlık çalışanını Covid-19 nedeniyle yitirdik! Covid-19 meslek hastalığı olarak kabul edilsin. Sağlık emekçilerini yok sayma halinden vazgeçilmeli; sağlık emekçilerinin talepleri dikkate alınmalıdır” ifadelerine yer verildi.
  • DSÖ verilerine göre şu an dünyada kayıtlı aşı adaylarından 51’i insanlar üzerinde denenme aşamasında. Bu adaylardan 13’ü ise aşının kitleler üzerinde test edildiği üçüncü ve son fazda bulunuyor. Laboratuvarlarda geliştirme aşamasında da toplam 163 aşı adayı var.
  • DSÖ Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus da aşılamanın başlamasıyla pandeminin sona ereceği algısı oluşmaması gerektiğini belirterek pek çok bölgede virüsün bulaşma hızının çok yüksek olduğunu, hastane, yoğun bakım ve sağlık çalışanlarının çok büyük bir baskı altında olduğuna işaret etti.
    • Pandemi dizginlenmiyor. Hafta sonu günleri alışageldiğimiz yeni vaka sayılarında düşme eğilimine karşın son 24 saatte 622 bin 603 vaka bildirimi yapıldı. Bir günde can kaybı 10 binin üzerinde devam etti. 5 Aralık itibarıyla toplam vaka sayısı 66.8 milyonun, toplam can kaybı da 1 milyon 533 binin üzerine çıktı. Küresel aktif vaka sayısı ise 19 milyonu geçti.
    • ABD pandemi istatistiklerinde zirvedeki yerini koruyor. ABD’de yeni vaka sayısı 208.8 binin üzeri çıktı, toplam vaka ise 15 milyon civarında. Günlük ölümler hala çok yüksek, son 24 saatte 2 bin 251 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı ise 288 bine yaklaştı.
  • Yeni vaka bildiriminde Türkiye’nin Avrupa birinciliği ve dünya dördüncülüğü sürüyor. ABD ile birlikte Brezilya (42.2 bin), Hindistan (36.1 bin), Türkiye (31.9 bin) ve Rusya (28.8 bin) ilk beş ülke arasında yer alıyor. Bu ülkeleri İtalya (21.1 bin), Almanya (17.8 bin), İngiltere (15.5 bin), Ukrayna (13.8 bin), Fransa (12.9 bin), Polonya (12.4 bin), İran (12.2 bin) ve Meksika (12.1 bin) izliyor.
  • Türkiye’de Covid-19 salgınında bir günde en fazla can kaybı yaşandı, son 24 saatte 196 kişi hastalık nedeniyle hayatını kaybetti. Yeni vaka sayısı 31 bin 896 kişi olup, oldukça yüksek devam ediyor. Toplam can kaybı 14 bin 705’e yükseldi. Sağlık Bakanlığı hasta-vaka ayrımına devam ediyor, yeni hasta sayısı düşmüyor, son 24 saatte 6 bin 128 kişi, toplam hasta sayısı da 533 bini geçti. Test sayısı 179 bin civarında. Toplam vaka sayısı ve aktif hasta sayısı turkuaz tabloda paylaşılmıyor. Günlük olarak bu istatistikleri Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.
  • Worldmeters’a göre toplam vaka sayısı 797 bin 893’e yükseldi. Sağlık Bakanlığı’nın paylaşmadığı aktif hasta sayısı da  355 bin 946 kişiye yükseldi. Ağır hasta sayısı 5 bin 800, aktif hastaların içinde ağır hastaların oranı yeni vaka bildirimdeki ciddi artış ile %1.6 seviyelerine düştü. Buna rağmen ağır hasta oranı hala dünya ortalamasına üç katı! Sağlık Bakanlığı halen toplam vaka sayısı ve ağır hasta oranındaki çelişkili istatistikler hakkında bir açıklama yapmış değil! Konu hakkında Bakanlık tarafından çalışma yapıldığı ve yakında kamuoyu ile paylaşılacağı gazete haberlerinde yer almasına karşın henüz açıklama yapılmış değil.
  • İstanbul’da Avrupa yakasında özellikle dışarı çıkarak çalışmak zorunda olan nüfusun yoğun olarak yaşadığı Bağcılar, Esenler, Esenyurt gibi ilçelerde harita tamamen kırmızı hale gelmiş durumda. Benzer bir durum Anadolu yakasında ise Ümraniye ve Sultanbeyli gibi merkezlerde görülüyor. Tamamen kızarmayan tek ilçe kaldı: Adalar.
  • Sağlık Bakanı Koca,“Son bir aydaki çabalar ve tedbirlerle İstanbul’da bu hafta vaka sayısında yüzde 25 düşüş başladı” diye yazarken, hastane ve yoğun bakım yükünün devam ettiğini ifade etti.
  • Sağlık Bakanı Koca farklı bir paylaşımında; sırasıyla Adana, Hatay, Mersin ve Samsun yüksek risk altında. Son haftada Adana’da vaka artışı %50, yoğun bakım doluluk oranı %79. Hatay’da artış %125, yoğun bakım doluluk oranı %86. Mersin’de artış %50, yoğun bakım doluluk oranı %74. Samsun’da artış %35, yoğun bakım doluluk oranı %81. Kastamonu’da artış %50, yoğun bakım doluluk oranı %74″ ifadelerini kullandı. Son günlerde dikkat çeken durum Koca’nın İl Sağlık Müdürleri ve Halk Sağlığı Başkanları ile toplantı sonrası yaptığı tüm açıklamalarda bu illerdeki ürküten vaka artışı ve yoğun bakım yatak doluluğu oldu.
  • Üfürükçüden bulaş! Doğu Karadeniz’de çalışan bir filyasyon görevlisi, 80 yaşında görme engelli ve yatalak bir yaşlı erkeğin hastaneye kaldırıldığını, testinin pozitif çıktığını ifade etti. Filyasyon görevlisi doktor, hiç evden çıkmayan ve yanına kimsenin gitmediği yaşlı adamın Covid-19’a yakalanmasının herkesi şaşırttığını söyleyerek şunları ekledi: “Öğrendik ki amcanın durumu kötüye gidince köye ‘üfürükçü-şifacı’ yaşlı bir teyze çağırılıyor. O teyzenin yaklaşık 120 temaslısını tespit ettik. Bu kişilerden test sonuçları pozitif çıkanların temaslılarıyla birlikte toplamda 136 pozitif vaka çıktı.Doktor, üç farklı köyde pozitif vakalarla temaslı yaklaşık 280 kişinin karantinaya alındığını belirterek, “Okuyup üfledikleri arasında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar da vardı” diye konuştu.
  • Hatay’ın Dörtyol ilçesinde Kurulu MMK Metalürjide şimdiye kadar toplam 60 işçiye Kovid-19 tansı kondu. Yolbulan Metal fabrikasında ise 30 işçi Kovid-19’a yakalandı. Yolbulan fabrikasının bir bölümü geçici olarak kapatıldı.
  • İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre Mart ve Kasım ayı arasında Covid-19 salgını nedeniyle tespit edilebilen 368 işçi yaşamını yitirdi. En çok ölüm meydana gelen iş kolları arasında sağlık, metal, tekstil ve belediyeler yer alıyor.
  • Antalya Büyükşehir Belediyesi pazartesi gününden itibaren 65 yaş üstü ve 20 yaş altı yurttaşların ulaşım kartlarını kullanıma kapatacak.
  • Hafta sonu kısıtlamasıyla ilgili genelgede yer almamasına rağmen içki satan kuruyemişçi benzeri işletmeler de polisin uyarısıyla kapatıldı. Ankara Kurukahveciler ve Kuruyemişçiler Odası Başkanı Aytaç Sevimli “Büyük marketler alkol satışı yaparken, küçük esnafımız mağdur edilmiştir” dedi.
  • Eğlence mekanlarında çalışan müzisyenler getirilen yasaklar ile işsiz kaldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müzisyenlere 1000 lira yardım yapılacağını duyurdu. Müzisyenler ise yardımın yetersiz olduğunu ve en az asgari ücret düzeyinde olması gerektiğini savunuyor.
  • Avrupa Polis Teşkilatı (Europol), korona virüsü aşılarıyla ilgili sahtecilik ve dolandırıcılık uyarısı yaptı. Covid-19’a karşı aşı geliştiren firmaların isimleri kullanılarak hem şirketlerin hem de kişilerin dolandırılabileceği belirtilirken, sahte aşıların halk sağlığı açısından büyük bir risk oluşturduğu aktarıldı.
  • ABD’nin yeni başkanı Joe Biden, ülke genelinde Covid-19 aşısının zorunlu hale getirmenin gerekli olmayacağını söyledi. “Başkan olarak insanları doğru şeyi yapmaya teşvik etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım” diyen Biden, aşının yanı sıra aşı sonrası kontrollerin de bedava olacağını aktardı.
  • Ekonomik durgunluk yaşayan Arjantin’de, Covid-19 salgınıyla mücadelede gerekli tıbbi donanım ve destek paketlerinin masraflarına katkı sağlanması amacıyla ülkenin zenginlerinin ek vergi ödemelerini öngören yasal düzenleme kabul edildi.
  • WuhanViroloji Enstitüsü’nün uzmanlarından Shi Zhengli, güney ve güneybatı Çindeki yarasaların insanlara bulaşabilecek başka koronavirüsler taşıdığını söyledi. Zhengli, yarasaların koronavirüslerin ilk taşıyıcısı olmalarına rağmen, Sars-CoV-2’nin önce bir ‘ara’ hayvana, sonra da insanlara bulaştığını ve bu ara taşıyıcının tespit edilmesi gerektiğini kaydetti. Geçen yıl, Shi Zhengli öncülüğündeki bir grup bilim insanı, Çin’in özellikle güney ve güneybatısında benzer Sars-CoV-2 koronavirüslerinin yüksek genetik çeşitlilik ve dolayısıyla yüksek mutasyon kapasitesi gösteren ‘sıcak noktalar’ olduğunu bildirmişti.
  • Japonya ve başkenti Tokyo, yaşlı nüfusuna karşın, diğer ülkelere göre çok daha az koronavirüs vakasının ve Covid-19’a bağlı ölümün görüldüğü yerlerden. 14 milyonluk nüfuslu Tokyo’da koronavirüs testi yapılanlardan sadece yüzde 3’ü pozitif çıktı. Kentte Covid-19’dan ölüm oranı da yüz binde 3. Tokyo’da da koronavirüs bulaştığından şüphelenilen kişiler özellikle tren istasyonları gibi ulaşması kolay alanlardaki “ateş kliniği” adı verilen yerlere başvurduklarında bedava test olabiliyorlar. Hastanelere yığılmayı önlemek adına testi pozitif çıkanlar, semptomları hafifse veya hiç yoksa şehirdeki anlaşmalı otellerin odalarına yerleştirilip izole ediliyorlar. Tokyo’nun kadın valisi Yuriko Koike, özellikle sonbaharda ülkenin ekonomi kurmaylarının halkı seyahat etmeye ve dışarıda yemek yemeye özendiren “Git Seyahat Et” ve “Git Yemek Ye” türünden destek kampanyalarına karşı çıkmıştı.
[su_box title=”TOPLUMSAL MÜCADELE-SAĞLK MUHALEFETİ” style=”soft” box_color=”#1470ca” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
  • Hapishanelerde 27 Kasım günü başlayan 5’er günlük dönüşümlü süresiz açlık grevi sürüyor. Tecrit ve hapishanelerdeki baskılara karşı başlatılan açlık grevi ikinci ekiple devam ederken, aileler çocuklarının taleplerinin karşılanmaması durumunda kendilerinin açlık grevine başlayacağını duyurdu. Eskişehir H Tipi Hapishanesi’nde açlık grevi direnişine katılan tutsakların hücrelerinin basıldığı ve eşyalarına el konuldukları öğrenildi. Birçok cezaevinden işkence ve hak ihlalleri haberleri gelmeye devam ediyor.
  • Koronavirüs salgınından dolayı mağdur olan esnafın durumuna dikkat çekmek için HDP Kadıköy İlçe Örgütü semt esnafıyla birlikte açıklama yaptığı açıklama ile koronavirüs salgınından dolayı mağdur edilen esnafların durumuna dikkat çekti. Salgına karşı mücadelede son derece göstermelik önlemlerle insanların ölümüne sebep olunurken esnafın geçim derdi hükümetin gündeminde değil.
  • İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisinin işyeri salgın komiteleri kurma çağrısıyla Enerji-SEN komiteleşme kararı aldı. Enerji işçilerinin tümünü komitelere çağırıldı. İşçilerin sokakta çalıştığı bir sokağa çıkma yasağı asla kabul edilmez diyen komite acil işler dışındaki alanlarda tüm işçilere sahadan çekilme çağrısı yaptı.
  • AKP tek bildiği yöntem olan yasaklarla salgını yönetmeye çalışırken iş yerlerini kapatmak zorunda kalan esnaf isyanda; İstanbul Ataşehir’de 70 kişinin çalıştığı bir kafenin sahibi çatıya çıkarak tabelayı parçaladı. Esnaf “Burada 70 personel var, hepsinin evde çoluk çocuğu aç. Bunlar mecburlar çalışmaya… O zaman bize ekmek verin kardeşim” dedi.
  • Hindistan’da çıkarılmaya çalışan yeni yasaya karşı 250 milyondan fazla işçi ve köylü greve çıktı. Çeşitli yerlerde greve katılanlara karşı gerçekleşen polis saldırılarına cevap olarak halk polis barikatlarını kırarak başkent Yeni Delhi’ye doğru yürüyüşe geçti. Sendika liderleri hükümetin uyguladığı geniş çaplı şiddeti COVID-19 bahane edilerek meşrulaştırdığını söyledi.
  • Hindistan başbakanı Narendra Modi dönemindeki genel grevlerin garip şekilde tekrar eden bir niteliği var. Öncelikle, ulusal düzeydeki büyük sendikalar (Modi’nin aşırı sağcı Bharatiya Janata Partisi BJP ile uyumlu sendikalar dışında) genellikle BJP’nin son zamanlardaki işçi karşıtı politikalarına tepki olarak bir ya da iki günlük genel grev çağrısı yapıyor. Ülke çapında milyonlarca insan destek için sokaklara dökülüyor. Grev liderleri, eylemi belki de tarihteki en büyük grev olarak görüyorlar. Ülke dışındaki sol medya grevi selamlarken, Hindistan’daki ana akım medya bundan neredeyse hiç bahsetmiyor. Ve sonra hayat görünüşte normale dönüyor. Hindistan’da geçen haftaki genel grev tablosunda şu unsurlar yer alıyordu: BJP’nin işçi karşıtı politikalarına yanıt olarak ulusal düzeydeki sendikaların çağrısı; kitlesel katılım iddiaları (bu grevde 250 milyon kişi); ve grevin zaman sınırlı doğası. Ancak 26 Kasım 2020 grevinin farklı bir niteliği daha vardı. Geçtiğimiz mart ayında hükümet, uyguladığı ayrımcı vatandaşlık yasalarına tepki olarak yapılan kitlesel eylemlerin son kalıntılarını da temizlemek amacıyla, salgını bir bahane olarak kullanmıştı. Bu nedenle, protesto amacıyla sokaklara dökülmüş insanlar çarpıcı bir görüntü oluşturdu. Daha da önemlisi, genel grev, büyük bir çiftçi örgütü grubu tarafından başlatılan bir yürüyüşle birleşti. Tüm yürüyüşçülerin planı başkent Delhi’ye ulaşmaktı. Sosyal medya birdenbire çiftçilerin polisin onları şehirden uzak tutmak için diktiği bariyerleri yıkmak için traktör ve kamyon kullandığı görüntüler ile çalkalandı. Bir videoda, bir protestocu barikatlardaki bir polise “Bu bir devrim, beyefendi” diyordu. https://sendika.org/2020/12/bu-bir-devrim-beyefendi-thomas-crowley-602851/
  • TTB ve SES “terör örgütü üyesi” iddiasıyla tutuklanan TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp’ın serbest bırakılması talebiyle ortak online basın toplantısı düzenledi.
  • Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu üyesi ve önceki dönem Merkez Konseyi üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp’in 23 Kasım Pazartesi günü tutuklanması üzerine Dünya Tabipler Birliği (DTB) ve Avrupa Hekimler Daimi Komitesi (AHDK), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben bir mektup kaleme aldı ve Şeyhmus Gökalp’in serbest bırakılmasını istedi..Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerinin de hatırlatıldığı mektupta “Dr. Şeyhmus Gökalp’in mesleğini ilgili temel etik değerler çerçevesinde icra eden saygın bir hekim olduğu kanısındayız. Kendisi halk sağlığı yararlarını gözetme, hastaları ve hekimleri koruma gibi konulardaki kararlılığıyla tanınan ve kurumlarımızın etkili bir üyesi olan TTB’nin de aktif bir üyesidir. Dolayısıyla size, Dr. Şeyhmus Gökalp’in hemen serbest bırakılması, kendisine yönelik iddialarla ilgili maddi ve belgelenmiş kanıtların yokluğunda suçlamaların geri çekilmesi için yetkileriniz dahilindeki her tür girişimde bulunma çağrısı yapıyoruz” denildi.
  • Sağlık emek ve meslek örgütleri, aldıkları davet üzerine Demokrasi ve Atılım (Deva) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ı ziyaret etti.
  • Görüşmeye TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, Türk Diş Hekimleri Birliği Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Ataç, Türk Eczacılar Birliği Merkez Heyeti Başkanı Erdoğan Çolak, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği Genel Başkan Yardımcısı Ali İpekli, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Eş Genel Başkanı Hüsnü Yıldırım ve Türk Hemşireler Derneği Genel Başkanı Sevilay Şenol katıldı.

Görüşmede bir kısmı ekonomi ama ağırlıklı olarak sağlık boyutu olmak üzere mart ayından bu yana yaşanan salgın süreci üzerine görüş alışverişinde bulunuldu.

Görüşmenin ardından basın toplantısında konuşan Korur Fincancı, salgının sadece bir sağlık sorunu olmadığını, bu nedenle pandemi değil sindemi nitelemesi kullandıklarını belirtti. Kısıtlama kararlarının desteklerle bir arada düşünülmesi gerektiğini ifade eden Korur Fincancı, “Aksi halde insanlar sadece salgından değil, açlık ve yoksulluktan da etkileniyorlar ve kalıcı hasarlar çok daha yüksek oluyor. O yüzden siyasetin bütüncül sorunlar yumağını tartışması ve çözüm önerileri geliştirmesi önemli. Biz hem sağlık emek-meslek örgütleri olarak hem demokratik kitle örgütleri olarak tüm siyasetçilerle önerilerimizi paylaşmak sorumluluğu hissediyoruz çünkü sağlık emek-meslek örgütlerinin halk sağlığını koruma sözü var. Ne kadar değiştirilmeye çalışılırsa çalışılsın, insan yaşamını koruma yükümlülüğü taşıyoruz” dedi.

Vaka sayılarındaki kuşkuya ilişkin gelen bir soruya “Test pozitif oranının kasımda %30’lara çıktığı ve test sayısının 176 bin olduğu düşünüldüğünde, vaka sayısı 60 binler civarında. Oysa 30 bin açıklanıyor. Gerçek vaka sayısı, iki katı. Hasta sayısı ile zatürre oranını kıyasladığımızda daha da ürkütücü verilere ulaşabiliyoruz” yanıtı veren Korur Fincancı, “Türkiye bir bütün olarak salgınla baş edememiştir. Salgın yönetimi değil, algı yönetimi vardır. Alınan önlemler de salgın yönetimine dair bilimsel yöntemler değildir” ifadelerini kullandı.

  • İşçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre Mart ve Kasım ayı arasında koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle tespit edilebilen 368 işçi yaşamını yitirdi. En çok ölüm meydana gelen iş kolları arasında sağlık, metal, tekstil ve belediyeler yer alıyor.

(http://isigmeclisi.org/20577-salgina-issizlige-acliga-ve-guvencesiz-calistirmaya-karsi-mucade)

  • Hapiste Sağlık Grubu cezaevlerinde bulunan tutsakların Pandemi sürecinde daha da ağırlaşan hijyen temelli sorunlarına karşı temizlik kiti kampanyası başlatıyor. Hapiste Sağlık Grubunun bileşenleri; Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube, İstanbul Diş Hekimleri Odası, İstanbul Ses Şubeleri, İstanbul Tabip Odası, Toplum Hukuk Araştırmaları Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Çağdaş Hukuçular Derneği.
[su_box title=”JİN” style=”soft” box_color=”#835cbf” title_color=”#080404″ radius=”0″] [/su_box]

BM’nin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadınların Güçlenmesi birimi verilerine göre covid-19 salgın yüzünden kadınların 25 yıllık kazanımları yok olabilirmiş. İkili ilişkilerimizden tutalım, iş yerlerimizde, sokakta, örgütlerimizde her krizde, her kaosta her savaşta ilk rafa kaldırılan ilk görmezden gelinden ilk kurban edilen kadınlar ve yüzlerce yıldır uğruna mücadele ettikleri temel insani hakları. Evet Pandeminin başından beri eve sıkıştırılmaya çalışılan hayatlarımızda artan iş yükü, şiddet, psikolojik tükenmişlik haberleri eksik olmuyor kadın haber satırlarında. Ama bunun koronavirüs yüzünden olduğu aldatmacasına inanacak kadar mücadele tarihlerinden ve patriyarkal kurnazlıktan bihaber değil kadınlar. Her despotik yönetim gibi AKP iktidarı da yaşadığı her kaosta fırsattan istifade toplumu sistemin ekonomik siyasal ve toplumsal çıkarlarına göre dizayn etme yoluna başvuruyor. Takım elbiseli ağbilerin ekranlara çıkıp boy gösterdiği ciddi ciddi demeçler verdiği böylesi hayati dönemlerde kadın haklarından bahsetmek olsa olsa bozgunculuk olur, türe ihanet olur. Oysa biz tarihimizden de biliyoruz ki barışta da savaşta da , faşizmde de devrimlerde de ötelenen sonraya bırakılan kadınlar olur.. 1789’un aydınlanmacılarıyla birlikte omuz omuza savaş veren Olympe de Gouges’un İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde “kadın” adını geçirme talebi devrimden iki yıl sonra giyotinde ölümüyle souçlanır.

Bugün de insanlığı seferber eden koronavirüs salgınında ‘yeni normal’de sınırları belirsizleşen ev ve iş yaşamında yaşlı-çocuk bakımı, derinleşen ekonomik krizde evi mutfağı döndürme, okul eğitimini üstlenme, temizlik gibi tüm yaşamsal işleri omuzlayan kadınlar görmezden gelinmekte, kendi mücadeleleriyle kazandıkları hakları rafa pratikte kaldırılmaktadır. Eylül ayında, ABD’de, 200.000 erkeğe kıyasla 865.000 kadın istihdam piyasasından koparılmış (1). Pandemiden önce de Kanada’da kadınlar erkeklerin bir buçuk katı, Almanya’da 1.6 katı, Rusya’da 2.3 katı, Mısır’da 9 katı, Japonya’da 4.8 katı, Güney Afrika’da 2.5 katı daha fazla emek zamanını bu işlere vakfediyordu. Dünya ortalaması alındığında ise kadınlar erkeklere göre 3 kat fazla ev içinde yük üstleniyorlar pandemi öncesi dönemde (2) Kadınların ev içi  karşılığı ödenmeyen emek zamanı arttıkça, ev geçimi daha düşük bütçelerle sağlanabiliyor. Devletten talep edilebilecek her tür hizmetin de tırpanlanması yine kadın emeği üzerine daha fazla yük ekleme demektir. Bunca işin ve özverinin aile temelli bir rızaya ihtiyacı vardır ki, kadınların ev kadınlığı ve annelik konusunda yarışa sokulması; anne olmayan veya ev işini reddedenlerin kadınlığının tartışılması ideolojik olarak da bu rızayı üretiyor.

İnsanlığa dayatılan ve kadında katmerleşen bu sömürü düzenin sorumlusunun pandemi olmadığını ve sistemin eski normalinin de bundan farklı olmadığını biliyoruz. Tam tersine yaşam alanlarımızı, toplumsallığımızı talan edip bu sağlıksızlık koşullarını yaratanın yüzyıllardır mücadele ettiğimiz bu sistem olduğunun ve bu cehennemden çıkışın tek yolunun mücadele olduğunun fakındayız

 “Titreyin, çağdaş Tiranlar! Mezarımın derinliklerinden duyulacak sesim. Cesaretim, sizin daha barbar davranmanıza neden oluyor.” Olympe De Gouges (2 Kasım 1793)

(1)https://www.bbc.com/news/world-55016842

(2)https://justpaste.it/8cldp

  • Türkiye’de kadınlara özel ilk ve tek fotoğraf yarışması olan ‘Kadın Gözüyle Hayattan Kareler’ sergisi, bu yıl ilk defa dijital platformda ziyaretçileriyle buluşuyor.
  • CHP’nin ‘Yaşam Hak’ projesinin tanıtım toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu kadınlardan “beklentisini” açıklayıp akıl verdi; “Ben sizin haklarınızı savunuyorum. Ama siz de kendi hakkınızı savunun. Ben bütün kadınların belli bir hedef ilkesinde birleşmelerini istiyorum.” Aynı toplantıda söz alan Aylin Nazlıaka; Bir erkek siyasetle ilgilenmeye karar verdiğinde ‘Ben geldim’ demesi yetiyor. Kadınlardan ise başarı hikayesi bekleniyor diyerek kadınların demokrat kurumlarda bile zorluklar yaşadığını belirtti.
  • Bilime Kadınca Bakış

Jineoloji Tartışmaları/Fidan Can/jinnews

… Bilim bu anlamda kadına karşı konumlanmış cinsiyetçiliğin en yoğunlaştığı bir alan konumundadır. Bilimin cinsiyetçi yapısı sadece kadını dışlamak, ötekileştirmek veya yok saymaktan ibaret değildir. Başta toplumsal doğa olmak üzere, evrene, doğaya ve tarihe bakış açısında cinsiyetçiliğin farklı biçimler alarak yansıdığını görüyoruz. Kadının bilim ve bilgi dünyasından uzaklaştırılması bilimsel dünyanın zihinsel dünyasına ve metodolojik yönteme cinsiyetçi-eril kodları hâkim kılmıştır. Bilimin cinsiyetçi kodları sadece kadınlar için değil, doğa, toplum ve hatta erkekler için de tahakküme ve sömürülmeye hizmet etmiştir. Cinsiyetçiliğe dayanak olan bilim, erkek adına egemenlik, kadın adına da kölelik üretmiştir. Halen bilimcilik temelinde gelişen cinsiyetçi veriler ile kadının köleliği, erkeğin egemenliği meşrulaştırılmaktadır. Tüm bu veriler aynı zamanda bilimin bir erkek bilimi olarak geliştirdiğini de göstergesidir. Tüm bu verilerle en fazla beslenen, meşrulaştırılan ve süreklilik kazanan cinsiyetçilik olmaktadır. http://jinnews12.xyz/TUM-HABERLER/content/view/152282

[su_box title=”YENİ YAŞAM” style=”soft” box_color=”#66b552″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
  • Ekvador’daki Amazon ormanlarında yaşayan yerli halkın liderlerinden Nemonte Nenquimo, taban hareketlerinin önemini öne çıkaran Goldman Çevre Ödülü’nü bu yıl kazanan altı kişiden biri oldu ve “Çevre Kahramanı” ilan edildi. Ormanlarımız satılık değildir diyen Nenquimo kültürlerine yaşam alanlarına yapılan tüm müdahalelere karşı mücadeleyi sürdüreceklerini vurguluyor: Waorani kadınları erkeklere sözünü dinletirdi. Ta ki evanjelik misyonerlerle karşılaşıncaya kadar. Misyonerler tanrının önce Adem’i yarattığını, Havva’nın daha sonra onun kaburgasından yaratıldığını anlatmaya başlayınca kadınların rolüyle ilgili kafa karışıklığı başladı.Nemonte Nenquimo Pastaza bölgesinde yaşayan Waorani’lerin ilk kadın başkanı fakat Waoraniler arasında çok sayıda kadın lider olduğunu ve kendisine topraklarını petrol arama çalışmalarından kurtarmakta kılavuzluk edenin de onlar olduğunu vurguluyor.
[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” style=”soft” box_color=”#528eb5″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
  • Türkiye’de korona virüsü salgınına karşı “Alman aşısı mı, Çin aşısı mı” tartışmaları sürerken Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Akova, aşının menşeinin değil etkinliğinin önemli olduğunu belirtti, “Aşı tartışması kahve muhabbetine döndü. Sanki aşı değil, araba seçiliyor” diye tepki gösterdi. Çin aşısının faz1 ve faz2 çalışma sonuçlarının uluslararası akademik bir dergi olan The Lancet’da 17 Kasım’da yayımlandığını ifade eden Akova şunları söyledi: “Her iki çalışma da 18–59 yaş arası 714 hasta üzerinde 3 ve 6 mikrogram şeklinde denendi. 3 ve 6 mikrogram, aşının içindeki etkin madde miktarı. Böylece kişilerde antikor oluşup oluşmadığına bakılıyor. İki çalışma sonucunda ise farklı doz programları kullanılmasının sağlıklı yetişkinlerde iyi tolere edildiği ve orta derecede immünojenik olduğu bulundu. Kısacası her iki çalışma sonucunda antikor oluşumu yüzde 92 ila yüzde 97 arasında değişiyor. Şu anda elimizdeki tek veri bu çalışmalar. Öte yandan Pfizer/Biontech ya da Moderna aşıları bilimsel bir dergide yayın yapmadı sadece firmaların hissedarlarına bilgilendirme yaptı. Yine de bilim insanı olarak şüpheci yaklaşıp, faz–3 çalışmalarının sonucunu görmeyi bekliyorum.”
  • Emrah Altındiş: Moderna aşısı Faz3 çalışmalarının ilk aşaması tamamlandı. 30 bin insana uyguladılar bu aşıyı. 15 bin kişiye aşı yaptılar, 15 bin kişiye etkisiz bir şey verdiler, kontrol grubuna da. Toplamda 196 kişi hastalandı. Bunların 185 tanesi aşılanmayan grupta. Aşı çok büyük bir şekilde aşılanan insanları koruduğunu ispat etti. Moderna şu anda hem güvenli hem de koruyucu bir aşı. Aynı şekilde Türkiye’den göçmen bilim insanlarının ismiyle duyulan Pfizer/BioNTech aşısı da faz-3 çalışmalarının ilk aşamasını sonuçlandırdı. Yine yarısı aşılanıyor, yarısı kontrol grubunda. Çin’den gelen Sinovac aşısına baktığımızda ise kasım ayında faz-1 ve faz-2 sonuçları açıklanıyor. Bu sonuçlara göre bu aşı güvenli ve bağışıklık yanıtı oluşturuyor. Şimdi Endonezya’da, Brezilya ve Türkiye’de bu aşının üçüncü faz aşamaları sürdürülmekte. Onun sonuçlarının da aralık ayında açıklanacağını tahmin ediyorlar.
  • Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’nın geliştirdiği “Sputnik V” adlı Coronavirus aşısının halka uygulanmasına yönelik verdiği talimatın ardından, aşılama uygulaması bugün başkent Moskova’da başladı. Aşının öncelikli uygulandığı doktor, öğretmen ve sosyal hizmetler çalışanlarından oluşan pek çok kişi kentte kurulan aşı merkezlerine akın etti. Aşı yaptıran kişilerde aranan şartlarda, Moskova’daki bir kliniğe kayıtlı olmaları gerekiyor. Şehir sakinlerinin aşı olmak için, 18-60 yaş arasında olmaları, kronik bir hastalıkları bulunmaması ve son 30 gün içinde hiçbir şekilde aşı yaptırmamış gibi şartlar aranıyor.
  • Dokuz aşı üreticisi, ülkelere 4 milyar kişiyi aşılamaya yetecek 8 milyar doz aşı sattı. Satılan aşıların çok büyük kısmı 2021’de üretilecek. Bu yıl milyonlar, gelecek yıl milyarlarca kişi aşı olacak. En çok aşı satan şirket, 1.5 milyar kişilik ön aşı anlaşmasıyla AstraZeneca oldu. Hindistan, 2.2 milyar dozluk aşı üretme anlaşması yaptı.
  • Avrupa İlaç Kurumu (EMA) koronavirüs aşısı ruhsatı çıkartılmasında Britanya regülatörlerinin ilk Batılı ülke olmak için kamunun güvenini sağlamak yerine çabuk ruhsat çıkarmaya öncelik verdiğini iddia etti. EMA, AB bloku ilkelerinin de aynı acil ruhsat hakkına sahip olduğunu, fakat kendi yaklaşımlarının “Tüm AB vatandaşlarının aşıya ulaşabilmesi ve geniş çaplı aşı kampanyalarının dayanağını oluşturacak, günümüz pandemi koşullarına uygun en iyi düzenleme” olduğunu beyan etti. EMA açıklamasında, ek kontroller ve delil toplamaya dayalı, koşullu piyasa ruhsatı yaklaşımının “Geniş çaplı bir aşı kampanyası sürecinde vatandaşların güvenliğini sağlayacak gerekli temel ögeler” içerdiğine dikkat çekildi. EMA kendi değerlendirmesinin 29 Aralık’a kadar tamamlanacağını ve Birleşik Krallık ve AB ruhsat zamanlamalarındaki farklılığın “Aşının mevcut olması koşullarını çok etkilemeyeceğini” açıkladı. Acil ruhsat mekanizması dahilinde zaten sınırlı oranda aşı elde edilebiliyor. EMA Pfizer/BioNTech aşı denemeleri üzerine veri tabanının periyodik incelemesine 6 Ekim’de başlamıştı. Birleşik Krallık ise benzeri bir süreci 30 Ekim’de başlatmasına rağmen daha az veriyi inceleyerek daha çabuk karara ulaştı. EMA Eski Başkanı Guido Rasi, Reuters’e verdiği demeçte “Onların yaptığı gibi verinin bir bölümünü göz önüne alırsanız daha fazla risk alırsınız. Ben şahsen elde olan tüm verileri değerlendiren güvenli bir yaklaşımı tercih ederdim; Britanya hükümeti, Avrupa’dan bağımsız birinci geldik diyebilmek için bunu yapmamayı tercih etti” dedi.
  • Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı üyesi Prof.Dr. Saltık corona’ aşısıyla ilgili görüşlerini 12 maddede sıraladı:
  • Olumlu Evre 3 raporları yayınlanmadan hiçbir aşı uygulanmamalıdır. Sözleşmelerde bu koşul temel madde olarak mutlaka konulmalıdır, öyle de yapılmaktadır.
  • Aşı dış alımını Ticaret Bakanlığı doğrudan yapmalı, aracı şirket kullanılmamalıdır.
  • Dış alımı koşullu olarak yapılan aşılardan çekilecek uygun örneklem, ülkenin Ulusal Referans Laboratuvarları’nda biyogüvenlik testlerine alınmalıdır. Kapatılmasa idi, bu yüküm Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin idi. Dolayısıyla teknik yeterlik raporu bu özerk bilim kurumundan alınacaktı. Şimdi ise bürokrasi içinde yer alan oradaki BSL-3 düzeyindeki Viroloji Laboratuvarı’ndan teknik biyogüvenlik raporları alınacaktır. Bu rapora dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın yine özerk olmayan- bağlı bürokratik kurumu Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TITCK) aşı için uygulama lisansı verecek ve Sağlık Bakanı – Erdoğan – CB Kabinesi uygulamayı başlatacaktır. Bu adımlarda Türkiye’de özerk kurumsal yapılanma eksiği ciddi sorundur ve hızla giderilmelidir.
  • Sinovac yetkilileri hafta içinde Evre 3 raporunu yayınlayacaklarını bildirdiler. Bu aşı Türkiye’de de 12.500 dolayında gönüllüde uygulanmış ve önemli sorun gözlenmemiştir. Brezilya, Endonezya, Çin’de de Evre 3 uygulamaları yapılmıştır. Hatta Çin’de 1 milyona yakın sağlık çalışanı aşı olmuştur ve erken sonuçlar olumludur.
  • Türkiye’de de zaman kazanmak için süreç hızlandırılmıştır, çünkü salgın tüm hızıyla can almaktadır. Atılan her adımın saydam, katılımcı, kamuoyuna açık – denetlenebilir olması zorunludur. Başka türlü halkın güvenini kazanmak çok güçtür; üstelik iktidar şimdiye dek salgın yönetiminde çok ciddi ve süregelen hatalar yapmıştır.
  • Aşılama hizmetleri toplum katılımı ile düzenlenmeli, önceliklendirme uluslararası bilimsel – etik kurallara uygun yürütülmelidir. Önceki gün Bilim Kurulu’nca saptanan ilkeler yerindedir.
  • Sinovac yüzde 90’a yakın koruyucudur. Fiyatı 30 dolar / doz olarak belirtilmiştir, ancak Sağlık Bakanlığı dış alım bedelini açıklamalı ve ülkemizde herkese ücretsiz ulaştırmalıdır.
  • 18 yaş altındaki çocuklara aşı uygulanmayacaktır! Kalan 70 milyon nüfusa iki-üç hafta ara ile iki doz gereklidir. İdeal koşullarda 70 milyon X yüzde 90 = 63 milyon kişi aşı ile bağışıklanmış olacaktır. Salgın halen çok şiddetlidir ve Ro değerinin 5 dolayında olduğu kestirilebilir. Dolayısıyla yüzde 63 toplum bağışıklığı oranı bile, salgını bütünüyle ve hızla sönümlendirmeye yetmeyebilir. Bu bakımdan, hedef kitlede bir kişi bile aşılanmamış kalmamalıdır. Yüzde 60’ı aşkın toplum bağışıklığına yaygın aşılama ile erişebilirsek, salgının hızını epey düşürebilir, hastalanmaları ve ölümleri azaltabiliriz.
  • Yirmi milyon dolayında 0-18 yaş çocuğumuz bulaşı alabilecek, taşıyıcı ve bulaştırıcı olabileceklerdir. Bu durum önemli bir kırılgan halkadır, okulların bir süre daha kapalı tutulması dahil, gerekli önlemler sürdürülecektir.
  • Akıldan çıkarılmaması gereken; aşılanma ile sorunun bitmeyeceğidir. Eldeki aşılar hastalığın bulaşmasını -yayılmasını önlemeden çok, hastalananların ağır geçirmesini, komplikasyonları ve ölümleri azaltma yönündedir. Sinovac bir ölü aşıdır ve hastalığın aşı ile bulaştırılması riski yoktur. Ne denli güçlü bağışık yanıt oluşturacağı ve kalıcılığı, öbür aşılarda olduğu gibi, gerçekte, zamanla öğrenilecektir. Açıklanan koruma oranları deneyseldir ve sınırlı nüfus kümelerine ilişkin ön verilerdir. Maske- uzaklık- temizlik devam!
  • mRNA teknolojisi ile üretilen aşılarda viral RNA’nın insan DNA’sına eklemlenebileceğine ilişkin (integrasyon) bilimsel veri yoktur. Ancak eksi 70-80° sıcaklık gerektirmesi ciddi bir lojistik engeldir. Türkiye’nin bu bağlamda bir altyapısı yoktur. Eldeki soğuk hava depoları -21° içindir ve SINOVAC bu koşullara uyumludur.
  • Yetmiş milyon insanımıza iki dozdan 140 milyon doz aşı, 30 dolar/doz hesabıyla 4.2 milyar dolar gibi muazzam bir tutara erişmektedir. Tartışmasız biçimde halkın sağlığı seçilerek bu kaynak yaratılmalı ve herkes aşıya ücretsiz erişebilmelidir. Zamanla aşı fiyatları düşer.
[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”soft” box_color=”#b55b52″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

İlaç şirketlerinin tamamen kontrolünde olan aşı üretim süreçleri devam ediyor. Hemen hemen her gün hayli yüksek oranlarda koruyuculuğu olduğu iddia edilen aşılar bilimsel yayınlar yerine gazete haberlerinde tanıtılıyor. Aşı şirketlerinin medyaya verdiği sınırlı bilgilerin genelde hafta başlarında (piyasaları rahatlatma çabası olarak yorumlanmıştı) haberleştirilmesi dışında elimizde pek başka bir veri bulunmuyor. Şu an bu haberlerde başı çeken şirketler olan Pfizer ve Moderna, ayrı ayrı aşılarının %95 oranında koruyucu olduğunu açıkladılar. Pfizer aşısı Faz 3 aşamasını tamamlamasının ardından Birleşik Krallıkta kullanımı için onay almış bulunuyor.

Eski günlüklerimizde de alıntıladığımız British Medical Journal (BMJ) editörlerinden Peter Doshi aşı çalışmalarına dair temkinli olunması gerektiğini vurgulayan bir yorum kaleme aldı. (Doshi, 2020) Doshi, gerçek risk gruplarının aşı çalışmalarına katılmamış olmasını ve aşının ölümleri azaltma ve bulaştırıcılığı yavaşlatma yönünden test edilmemiş olmasını eleştiriyor. Doshi’ye göre, yaş gruplarında ayrı ayrı tanımlanmamış olan verili koruyuculuk oranları, gönüllülerin Covid-19 enfeksiyonu geçirip geçirmemiş olmasını esas alıyor. Temkinli olunması gereken diğer bir nokta bu oranların aşı hemen yapıldıktan sonraki koruyuculuk oranlarını gösteriyor oluşu. Aylar geçtikçe oranlarda ne tür düşüşlerin yaşanacağını şimdiden kestirmek mümkün değil.

Elbette burada hedefimiz bir aşı karşıtlığı oluşturmak değil, yalnızca bu denli toplumsal bir konunun, muhtemelen yüksek miktarda kamu kaynağı da ayrılmış olmasına rağmen (muhtemelen dedik çünkü bunu da bilmiyoruz), şirketler arasındaki bir kar maksimizasyonu yarışına terk edilmiş olduğunu göstermektir. Aşı çalışmalarının kimleri önceleyecek şekilde nasıl dizayn edileceğine yalnızca bu şirketlerin karar veriyor olmasını eleştirmektir. Bilgi ve verilerin saklandığı, diğerlerinin önüne geçmek adına gerekli prosedürlerin bertaraf edildiği bir üretim süreci yerine paylaşım ve entegrasyonun esas alındığı bilimsel süreçler önermektir. Tarih defalarca göstermiştir ki piyasanın ve rekabetin eninde sonunda en iyiyi üreteceği fikri bir mitten ibarettir ve tekellerin mevcut olduğu yerde gerçek bir rekabetten de zaten söz edilemez.

Doshi, Peter. “Pfizer and Moderna’s ‘95% Effective’ Vaccines-Let’s Be Cautious and First See the Full Data.” The BMJ, 1 Dec. 2020, blogs.bmj.com/bmj/2020/11/26/peter-doshi-pfizer-and-modernas-95-effective-vaccines-lets-be-cautious-and-first-see-the-full-data/.

[su_box title=”EKLER” style=”soft” box_color=”#b5b252″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
  • Orada olmak ya da bilim insanı olmak

Ali Tepe /Yeni Yaşam Gazetesi

Bir emek ürünü olan ve doğal olarak ‘insan’a ait olan bilgi, mülkiyet ilişkilerini düzenleyen bir aracı meta olabilir mi? Olabilir, olduğunu görüyoruz. Çünkü mülkiyetin ya da sınıfın varlığı, en geniş anlamı ve kapsamıyla bilgiyi, ideolojiyi yeniden üreten bir argümana indirgerken, onu üretenleri de onu kullananların hizmetinde birer aracı durumuna da getirmiştir. Bilginin toplumsal olmaktan uzaklaşarak sınıfa ait kılınması, genel bir uzmanlaşmayı ve “ötekiler” karşısında bir dayatmayı, bir zor aracını da tanımlar. Uzmanlaşma ise toplumsal ve insansal tahribatı yüksek bir yabancılaşma-yabancılaştırma kurgusunun gizlenmiş adı olarak bu süreçte karşımıza çıkan bir unsurdur. Uzmanlaşma kavramının ete kemiğe bürünmüş, somut hallerinden birisidir “bilim insanlığı.” Bu durum, “bilim insanını”, devlet kurgusunun herhangi bir yerinde kendisini -çoğu zaman aksini iddia etse de- konumlandırmasına da neden olacaktır. Ne yazık ki var olabilmesi için bu bir zorunluluktur!

… Pandemi sürecinde bu bağlamda gördüklerimiz, yaşadıklarımız ya da doğrudan şahit olduklarımız bizleri bu türden yargılara götürür. Sahip olduklarını düşündüğümüz bilginin dayatmaları, zor kullanımları, sahip olmadıkları, gerçek ya da doğru olmayan, bilmedikleri bilgilerin dayatılmasına aracılık etmiştir. Bilim insanlarına karşı oluşan güvensizliğin temelinde yatan “maddi” gerçekler bunlar iken bu güvensizliğin ana nedeni onların devlet ile olan soyut ve somut ilişkileri iktidar kurumu ile olan gerek maddi “manevi” gerekse ideolojik doğrudan ya da dolaylı bağdaşıklık durumu olmalıdır. https://yeniyasamgazetesi2.com/orada-olmak-ya-da-bilim-insani-olmak/

  • ‘Körleri anlamak için gözlerinizi kapatmanız anlamsız!’

Nuray Pehlivan /söyleşi/ DUVAR

Gözün görme yeteneği binlerce yıldan beri ışıkla eş tutulmuştur. Körlük, ışığın kullanılmamasını beraberinde getirir. Ama “karanlık” bir körlük durumu değil, bir “görme biçimi” aslında. Siz karanlık derken bile simsiyah bir şeyden bahsediyorsunuz. Ama bizim kurgulanmış böyle bir dünyamız yok. Ki eğer her yeri simsiyah görsek ya da algılasaydık yaşanmaz bir dünya olurdu. Zaten doğuştan kör olanlarda renge dair herhangi bir bağlam yok. Dolayısıyla bu bağlamı sizler kurmak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü edebiyatta, sinemada, şarkılarda kısaca hayatın her alanında kör temsili bu şekilde karşımıza çıkıyor.

Örneğin sakatlara yönelik faydalı çalışmalar da üreten bir GSM operatörü, “Karanlıkta ve Sessizlikte Diyalog” diye bir müze kurarak körlüğü ve sağırlığı pazarlıyor. Az görmenin ya da hiç görmemenin ne demek olduğu konusunda tüm algılarınızı sonsuza dek değiştireceği iddiasıyla kendisini sunuyor. Burada insanların gözlerini ya da kulaklarını bir saat boyunca kapatıp, sakat bir rehber tarafından bir saat boyunca gezdiriliyor. Fantezi turizminde güzel bir karanlık deneyimi yaşayan kişi, “ben görme engellilerin yaşadığı zorlukları hissetmiş oldum” diyor. Ancak bu inanılmaz bir yanılsamadan ibaret. Bu arada karanlığın mistik bir tarafı da var. Görmeyenlerde ise karanlığa ve aydınlığa dair hiçbir şey yok.

https://www.gazeteduvar.com.tr/korleri-anlamak-icin-gozlerinizi-kapatmaniz-anlamsiz-haber-1506209

 

 

 



İLİŞKİLİ İÇERİK

Ekoloji Hareketleri Konferansı 21 Ocak 2023 Tarihinde İstanbul’da Gerçekleşti

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu’nunda çağrıcısı olduğu Ekoloji Hareketleri Konferansı yoğun katılım ile 21 ...