Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 9-15 AĞUSTOS 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 9-15 AĞUSTOS 2021

Bir hafta önce ‘birartıbir’ internet sitesinde yayımlanan bir söyleşide doğanın dilini bize anlatan Yörük bir kadın şunları söylüyor; “Şayet ben insansam, tüm canlıların sesi olarak, tüm canlıların düşüncesini dile getirmek adına, yanan ateşin alevini bile anlamalıyım ki, insan olduğumu anlayabileyim. Bir derenin başına oturunca, o deredeki suyun ahengi bana neyi anlatıyor, hüznü mü anlatıyor? O deredeki su iniltisinde kalan zerrecikler eğer bana gelecekteki felaketi anlatıyor, ama ben anlayamıyorsam, insan değilim demektir. Eğer deredeki su akıp da “ben de gidiyorum, yolcuyum, seneye görüşemeyeceğiz” diyorsa şayet ve ben anlamadıysam, benim de insanlığımın sorgulanması lâzım.”

Yakıcılığını gün geçtikçe daha çok hissettiren ekolojik kriz halini yaşıyoruz. Sermaye, ulus devlet ve erkek egemen akılla toplumsallığımız iğdiş edilmiş, kendisini yeniden örmeyi acil ihtiyaç olarak hissettiriyor. Toplum bilinci, tarihselliği ve hafızasıyla yurdunu nereye yapacağının, doğayla nasıl ilişki kuracağının bilincindedir. Sorunlu olan toplum bilincini ve doğayı tahakküm altına alan sistemdir. Kar ve iktidar hırsıyla doğanın sürekli verdiği alarma rağmen talana devam eden sermaye ve ulus-devlet düzenine karşı radikal bir cephe almadığımız, devlet dışı toplum örgütlenmeleriyle doğrudan yaşamımızı sözü ve eylemiyle savunmadığımız sürece, iktidarın kendini orda yeniden üretmesine ve sistem krizlerinin devamlılığına mahkum oluyoruz.

Batı Karadeniz’de yaşanan sel de bölgede yaşamı alt üst etmiş durumda. Yer bilimci Ramazan Demirtaş “Jeolojide geçmiş diye bir şey yok. Bir dere yatağı geçmişte hangi alanı, nasıl kullanmışsa, gelecek 50, 100 ya da 500 yıl içerisinde yine o alanı kullanır.” diyerek doğanın bir belleği olduğuna, ancak doğa üzerine uygulanan tahakkümle yatağın bulunduğu ovanın imara açılmasının, suya karşı set oluşturacak uygunsuz köprüler yapılmasının insan için bir felaket olarak geri döneceğine vurgu yapıyor. Burada doğanın özsavunması gibi bir yakıştırmada da bulunabiliriz.

***

Bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüktür herhalde insanlarının kendi aklını, duygusunu devlete teslim etmesi. Hal böyle olunca yaşamı ondan çalan iktidara değil, sürekli sistemin kendinden daha güçsüz bıraktıklarına yöneltiyor düşmanlığını. Sürekli bir tehdit olarak potansiyelini koruyan ırkçılık, mülteci düşmanlığı bu kez de Ankara Altındağ’da Suriyeli aileye yönelik saldırıya dönüştü. Polis yine saldırganları ya izledi ya da usulüne uygun olarak yağma yapmaları için akıl verdi. Yetkililer yine olayı münferitleştiren açıklamalar yaptı.

Bu süreçte mültecileri hedef gösteren sahte haberler, suçu yurdunu terketmek zorunda kalan mültecilere yükleyen teoriler bitmek bilmedi. Emperyalist işgallerin ve bu güçlerce desteklenen yerel toplum karşıtı güçlerin dünyayı savaş alanına çevirmesiyle göçlerin yaşandığı, göçmenlerin gittikleri yerlerde devletlerin çıkarcı hesaplarına, iştahlı sermaye gruplarının ucuz işgücü bulma planlarına kurban edildiği gerçeğinin önüne perdeler çekildi ve konu üzerine söylenenler de bir kriz halini aldı. Okul öğrencileri olarak kendini devlet ve sermayeyle özdeşleştiren her söz ve eyleme tam karşı cephede, uluslararası dayanışmacı, dünya hemşerisi konumunda olmaya çağırıyoruz.

 

[su_box title=”TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ” style=”glass” box_color=”#9e9417″ radius=”1″][/su_box]

Covid-19 vakalarının küresel yükseliş eğilimi sürüyor. Farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 207 milyon 478 bine yaklaştı. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 4 milyon 366 bini aştı. Aktif hasta sayısı yükselmeye devam ederek 17 milyon eşiğini aştı. Küresel düzeyde 17 milyon 131 binin üzerinde aktif hastaya sahibiz. Bulaş tehdidi oldukça büyük.

Günlük vaka bildiriminde Haziran sonunda başlayan artış eğilimine devam ediyor. Küresel olarak Nisan ayına benzer bir tablo ile karşı karşıyız. Haziran ortalarında 360 binlere kadar inen ortalama günlük bildirim, son bir haftada 636 bin 82 kişiye yükseldi. Benzer durum günlük ölümler için de geçerli… Ölümler vaka sayısına göre azalmaya daha uzun süre devam etmişti, Temmuzun ilk haftasına kadar devam etmiş, 7 bin 600 civarına inmişti. Temmuzun ikinci haftasıyla birlikte artış eğilimine giren günlük can kaybı son bir hafta içinde ortalama 9 bin 482 kişiye yükseldi.

Küresel düzeyde son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

    Bir önceki haftaya göre değişim
Kıtalar Son 7 gündeki vaka sayısı Son 7 gündeki ölüm sayısı Vaka sayısı Ölüm sayısı
Dünya 4,452,572 66,373 %0.6 – %0.1
Asya 1,882,504 32,797 %0.8 %3
Kuzey Amerika 1,117, 872 9,109 %9 %7
Avrupa 855,750 8,219 %2 %3
Güney Amerika 328,049 11,559 – %19 – %14
Afrika 256,429 6,243 -%7 -%5
Türkiye 163,965 917 -%3 %21

 

Yukarıda tabloda görüldüğü gibi dünya genelinde haftalık vaka ve ölüm sayısında bir önceki haftaya göre az da olsa  bir artış söz konusu. Vaka ve ölüm sayıları yüksek hızda devam ediyor. Kıta genelinde en büyük artış Kuzey Amerika’da, Avrupa ve Asya’da da artış eğilimi devam ediyor. Buna karşın Güney Amerika ve Afrika kıtalarında ise vaka sayısında düşüş eğiliminde. Ölüm sayılarında da benzer eğilim söz konusu.

***

Türkiye’de de geçtiğimiz hafta vaka sayısında az miktarda azalma olsa da ölüm sayısında ciddi yükseliş (%21) görüldü. Vaka sayısı ile ölüm sayısındaki çelişkili durum tartışmalara yol açtı.

Türk Tabipler Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi yazılımcı Güçlü Yaman, “Sağlık bakanlığı ölümleri hep 2-3 hafta gecikmeyle açıkladı. Haziran sonrası süreçte de yine benzer bir tablo ortaya çıktı” dedi. Güçlü yaman 4-10 Ağustos için vefat verisini topladığı kentlerde, yaşanan ölümlerin geçtiğimiz hafta son üç yılın ortalamasının yüzde 56 üzerine çıktığını söyledi. Yaman’ın ulaştığı verilere göre belirtilen tarihler arasında İstanbul’da 695, İzmir’de 514 fazladan ölüm olurken, 155 ölüm ile Bursa üçüncü sırada yer aldı. Yaman, “Bu olağanüstü bir artış. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için 3.dalganın zirve noktasını yaşadığımız Mayıs’ın ilk haftasına bakalım. Ölümler o zaman ortalamanın yüzde 66 üzerine çıkmıştı. Yani şu an 3. dalganın zirve noktasına yaklaşmış durumdayız” dedi. bu ölümlerin büyük bölümünün çok hızlı bulaşan Delta varyantı nedeniyle salgın kaynaklı olduğunu düşündüğünü söyleyen Yaman, durumunun ciddiyetini fark edemeden evde ölenlerin de olabileceğini söyledi. Diğer ülke örneklerinden salgın döneminde evde ölümlerin arttığının bilindiğini söyleyen Güçlü Yaman, “Temaslı takibi yapılıyor mu yapılıyorsa ne oranda yapılıyor bilmiyoruz. Bu da Covid vakalarının tespit edilebilmesini zorlaştıran bir faktör. Ayrıca tüm salgın dönemi boyunca fazladan ölümler resmi Covid-19 ölümlerinden hep 2-3 hafta önce artışa geçti. Ya da Sağlık bakanlığı ölümleri hep 2-3 hafta gecikmeyle açıkladı. Haziran sonrası süreçte de yine benzer bir tablo ortaya çıktı” şeklinde konuştu. Ölüm nedenleri E-Devlet sisteminden kaldırıldığı için ölüm nedenlerine ulaşamadığını hatırlatan Güçlü Yaman, “Önümüzdeki haftalarda artış Sağlık Bakanlığı verilerine de yansıyabilir fakat ölümler konusunda sicili kötü bir bakanlıkla karşı karşıya olduğumuz için ölümler bilerek de gizleniyor olabilir. Ölüm nedenleri E-Devlet’ten kaldırıldığı için ölüm nedenlerine ulaşamıyorum fakat bu ölümler isimleriyle ve tarihleriyle belli. Ölüm nedenleri Sağlık Bakanlığının kullandığı Ölüm Bildirim Sistemi‘nde kayıtlı” diyerek bakanlığın bir an evvel bunları açıklaması gerektiğini söyledi.

Türkiye’de Covid-19 vaka sayıları 25 binlere yaklaşırken aşılamalarda halen istenen toplumsal bağışıklık düzeyine ulaşılamadı. İstanbul’un en büyük pandemi merkezlerinden biri olarak şimdiye dek binlerce Covid hastasına bakan Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yoğun bakım yatışları çok artmasa da vaka sayılarında büyük bir yükseliş olduğuna dikkat çeken Başhekim ve Yoğun Bakım Klinik Şefi Prof. Dr. İsmail Cinel, “Şu anda 4’ncü pik içerisindeyiz. Mayıs’ta yaşadığımız 3’üncü pikte, hasta sayılarımız 2’nciye oranla daha fazla artmasına rağmen, 33 bin- 60 bin oldu, neredeyse iki katı oldu; ama buna rağmen ilk dalgada yaşanan yoğun bakımlardaki 6 bin sayısı geriye geldi, 3 bin 550 olarak maksimum gerçekleşti. Yaşlı popülasyon aşılandığı için de yaş ortalaması 12-15 yaş geriledi. Aşı olmayan ikinci pikle şu anı kıyasladığımızda ise 25 binlerdeki vaka sayımıza rağmen yoğun bakımlarda normalde 4 bin- 4 bin 500 hasta olabilecekken şu anda bu sayı 1000 rakamının altında. Ölen vakaları da aşılı aşısız diye çıkardığımız zaman, tıpkı İngiltere, tıpkı ABD’deki gibi aşısızlar büyük bir çoğunluğun olduğunu, yüzde 90-95-98, bunu görüyoruz” dedi.

***

Kürdistan ve Karadeniz, metropollerin bir kısmı geçen yılın tekrarı yaşamaya başladı. . Sağlık Bakanlığının açıkladığı 24-30 Temmuz haftası insidans hızları (görülme sıklığı), 31 Temmuz-6 Ağustos insidans hızlarında da devam etti. Covid-19 vaka sayısının her 100 bin kişide 100’ün üstünde olduğu il sayısı 24-30 Temmuz’da 54 iken bu sayı, 31 Temmuz-6 Ağustos’ta 71’e yükseldi 100 bin kişideki vaka sayısı 10 ilde 100’ün altında, 42 ilde 100-200 aralığında, 16 ilde 200-300 aralığında, 13 ilde ise 300’ün üzerinde seyretti. Ülke genelinde, her 100 bin nüfustaki vaka sayısının en fazla olduğu il 974,4 ile Siirt oldu. Siirt’in ardından her 100 bin kişiye karşılık gelen vaka sayısı Diyarbakır’da 786,29, Bingöl’de 618,02, Batman’da 557,11, Bitlis’te 524,39, Rize’de 503,27, Mardin 430,81, Ağrı 375,34, Konya’da 363,31, Muş’ta 351,96, Elazığ’da 331,16, Trabzon’da 328,03 ve Ordu’da 306,18 olarak kayıtlara geçti. Haftalık vaka insidans hızının yüz bin kişide 100’ün üzerinde olması önlemlerin sıkılaştırılmasını gerektiği CDC tarafından ilan edilmiş durumda. Sağlık Bakanlığının kendi risk kategorisine göre dahi önlemler sıkıştırılması gerekiyor. Tek adam rejimin bu gerçeğe gözlerini yumması, kulağını tıkaması sermaye birikimi esaslı salgın yönetimi anlayışının yansıması olarak değerlendirmek gerekiyor. Önlenebilir ölümler, sosyal cinayetlere, sosyal cinayetler sosyal kırıma doğru ilerliyor. Tek adam rejimi halk sağlığı önlemleri almayarak suç işlemeye devam ediyor.

Salgının 4. Pikini yaşamaya başladığımız, ölümlerin oldukça yüksek olduğu bu günlerde Bakan Koca günlük twitter açıklamalarında hakikati görünmez kılıyor, ‘’Salgın hastalığa karşı karar verip ilk doz aşısını olanların oranı yüzde 75’in üzerinde. Haritada bir şehrimiz daha mavi. Düşük riskli il sayımız 26’ya yükseldi” ifadelerini kullanarak toplumu aldatmaya devam ediyor. Açıklamalarda iller ve sayı değişiyor sadece. Aynı tabloda çok yüksek olan ölüm sayıları gizlenerek hem de… Dahası toplum düşük risk algısı ile rehavete sürükleniyor. Oysa biliniyor ki sadece aşı ile salgın kontrol altına alınamaz, aşı ile korumada ikinci doz çok daha kıymetli. Bu kıymeti anlamlı kılan da devletin yükümlülüğü olan toplumsal önlemler ve yurttaşların sorumluluğu olan bireysel önlemlerle bütünlük kazanabilmesinde. Toplumsal hareketliğin kısıtlanması, kalabalıklaşmaların önüne geçilmesi, uygun havalandırma, ücretsiz nitelikli maske, fiziksel mesafe ve hijyen bütünlüğünde salgın kontrolü dile getiriliyor. Güvenli çalışma ortamı, güvenli yaşam ortamları, güvenli kamusal alanlar ve güvenli eğitimi ortamı salgın kontrolünde olmazsa olmaz. Dahası tüm coğrafyalarda (bölgelerde, illerde, ilçelerde, mahallelerde, sokaklarda) ve topluluklarda (mültecilerde, evsizlerde, LGBTQ+ vb.) bütünlüklü önlem stratejisi ile aşılanan nüfusun %85’in üzerinde olması gerektiği dile getiriliyor. Bununla dahi ancak salgının öldürücülüğün ve yıkıcılığının kontrol edilebileceği, mutant varyantlar nedeniyle virüsün dolaşımını sürdürebileceği, henüz tam olarak engellenemeyeceği bilgileri akademide dile getiriliyor. Bu gerekçelerle ısrarla bütünlüklü önlemler deniyor, küresel dayanışma deniyor. Hakikat bunları söylese de tek adam rejimi almadığı toplumsal önlemler nedeniyle salgında dördüncü pikin yaşanmasında sorumluluğunu vatandaşa atarak kurtaracağını düşünüyor, aşıyı tek önlem gösteriyor. Kaldı ki aşı konusunda da ciddi bir kampanya yürütemediği ayan beyan…

***

Türkiye’de aşı konusunda eşitsizlik ve ayrımcılıklar devam ediyor. TURCOVID19 sitesine göre Türkiye’nin aşı ile ilgili istatistikleri şu şekilde.

Bugün saat 09.00 itibarıyla 43 milyon 924 bin 459 kişiye ilk doz (nüfusun %52.5’i); 32 milyon 770 bin 917 kişiye ikinci doz (nüfusun %39.2’si) ve 6 milyon 564 bin 521 kişiye üçüncü doz aşı yapılmış durumda. Toplum bağışıklığı için iki doz aşı yapılanların %70’e ulaşması hedefinin hala oldukça gerisindeyiz. İller ve bölgeler arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar devam ediyor. Delta varyantı nedeniyle toplumsal bağışıklık hedefinin %85 ve üzerine yükseldiği kabul ediliyor. Bu oranın yakalanması için ciddi bir aşı kampanyasına ihtiyacımız var.

Günlük yapılan aşı sayısında hafta başında 1.5 milyon eşiği zorlanmış olsa da diğer günlerde düşüşler gözlendi, hafta sonu düşüş daha da keskinleşerek 500 binin altına indi. Aile Sağlığı Merkezleri’nin bağışıklamada ne kadar etkin olduğu hafta sonu bu keskin düşüşte bir kez daha kendini gösterdi. Geçtiğimiz hafta HDP, DTK Sağlık Meclisi, Bölge Tabip Odaları ve SES Şubeleri, sağlık platformlar toplum buluşmaları, anadilde bilgilendirmeler, yürüyüşler ve basın açıklamaları ile aşı motivasyonu yükseltiliyor. Devletin yol açtığı güvensizlik aşılmaya çalışılıyor. Kısa süreli bu çalışmalar dahi aşı yapılan kişi sayısında artış ile karşılık buldu. Bununla birlikte hala yapılacak çok işimiz var.

***

DTK Sağlık Meclisi: ”Bu iktidara rağmen Kürdistan toplumu aşı olmalıdır, aşıya güvenmeli, iktidara güvenmemelidir. Aşı toplumun öz savunmasıdır. Bu gerçeklikle toplum sağlığını düşünen tüm demokratik kitle örgüt ve kurumların ortak hareket ederek toplumla buluşması gerekir. Kapitalist modernite ve devletli uygarlığın krizinin sağlıktaki olumsuz sonuçlarından olan pandemi gerçekliği yeni yaşam mücadelesinin ne kadar elzem olduğunu da ortaya koyuyor. Salgından korunmak ne kadar toplumsal bir örgütlenme ile başarılacaksa aşı olmak, aşıya ikna olmak da bir o kadar toplumsal örgütlenmeyle gelişecektir.”

***

Türk Tabipleri Birliği (TTB) göçmenlerin sağlık haklarına ayrımcılığa uğramadan erişimi ile ilgili Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’ne yazı gönderdi. 5 Ağustos’ta gönderilen yazıda, Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı COVID-19 tablolarında geçici koruma statüsündeki Suriyeliler ve  kaydı olmayan göçmenleri kapsamadığı belirtildi. Göçmenlerin aşılanmasının salgınla mücadelede önemli olduğunu belirten TTB,  aşı randevu sisteminde; Arapça, Farsça ve Türkiye’de kullanılan diğer birçok dil seçeneği bulunmadığını vurguladı. TTB, Suriyeli mülteciler ve kaydı olmayan göçmenlerin aşılanmasını ve yapılan aşı oranının da kamuoyuyla paylaşılmasını talep etti.

TTB, RTÜK’e gönderdiği yazıda, “Aşı karşıtlığını ve tereddüdünü artıran programlar denetlenip gereği yapılmalıdır” dedi.

***

Fransa’da, Covid-19 ile mücadele kapsamında, belli etkinlik ve mekanlara girişte zorunlu tutulan Covid-19 sağlık ruhsatı uygulaması yürürlüğe girdi. Anayasa Konseyinin 5 Ağustos’ta onayladığı Covid-19 ile mücadele yasası kapsamındaki sağlık ruhsatı uygulaması, bölgeler arası yolculuklar, hastane, bakımevleri, alışveriş merkezleri hariç 50 kişiden fazla kapasiteli kapalı mekanlar, restoran, kafeterya, sinema salonları, müzeler ve ile eğlence parklara giriş için Kovid-19 aşılarını tamamladığını belgelemeyi, son 72 saatte yapılmış negatif PCR testi sonucunu göstermeyi ya da son 6 ayda hastalığa yakalanıp iyileştiğini kanıtlamayı gerektiriyor.

Aşı zorunluluğu tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tartışılıyor. Eğilim aşı olmayanlara yönelik kamusal alanlar, kamusal hizmetlerde kısıtlamam getirilmesi yönünde. Bununla birlikte asıl önceliğin aşı konusunda Sağlık Bakanlığı’nın ciddi bir kampanya yürütmesi, aşı konusunda olumlu teşviklerin gündeme getirilmesinde. Yasaklayıcı politikalarla aşı konusunda yol alınamayacağı dile getiriliyor.

***

Sağlık Bakanlığı’nın aşı ve ilaç konusunda yarattığı güvensiz ortam devam ediyor. Bilimsel dayanaktan yoksun uygulamalar devam ediyor. Sağlık Bakanı Koca 3. doz aşı ile ilgili şunları paylaştı: ‘’En az iki doz aşı olmadan bağışıklık elde edilemiyor. En az iki doz aşı olmamış kimse kendisini aşı olmuş zannetmemeli. Bu konuda çok önemli bir bilimsel çalışmayı tamamladık. Bugün önde gelen bilimsel bir dergide yayınlanması için girişimimizi de yaptık. Sonuçlarını hem siz değerli vatandaşlarımızla hem de dünya kamuoyu ile paylaşacağız. Bu çalışmamızda aşı olmuş 30 milyondan fazla vatandaşımızı inceledik. Sizlere çalışmamızın en önemli sonuçlarından bazılarını ifade etmek isterim. İnaktif aşı olan vatandaşlarımızda en yüksek koruma seviyesi, 3 doz inaktif aşı olan vatandaşlarımızda. Buna en yakın koruma seviyesi ise iki doz inaktif aşı olup 3. Doz mRNA aşısı olan vatandaşlarımızda. İlan edilen gruplarda 3. doz aşının yaptırılması son derece önemli ve faydalı olarak belirginleşti.’’

KLİMİK Derneği ”Sayın Koca’nın vermiş olduğu bilgi bu sorular ışığında tartışılıp bilim çevrelerinde de doğrulanana kadar; iki doz CoronaVac ® aşısı ile aşılanan kişilere 3. doz aşının, bilimsel çalışmalarda Delta varyantına karşı gösterdiği yüksek etkinlik nedeniyle BioNTech® olarak uygulanması önerimizi koruduğumuzu ve iki doz BioNTech® ile aşılanmış kişilere ciddi bağışıklık yetmezlikleri olmadığı sürece 3. doz aşının gerekmediğini belirtmek isteriz.” sözleri ile Sinovac aşısının 3. Doz olarak kullanılması ile ilgili itirazlarını kamuoyu ile paylaştı.

Prof. Dr. Önder Ergönül, çoğu ülkenin bıraktığı ancak Türkiye’nin kullanmaya devam ettiği favipiravir ilacının Covid-19 tedavisinde etkisiz olduğunu belirterek karaciğeri yorduğunu söyledi. Ergönül liderliğindeki bilim ekibi tarafından yapılan ve sonuçları Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları dergisinde (Eur J Clin Microbiol Infect Dis) yayınlanan meta analiz çalışması, ilacın tedavide etkisinin olmadığını gösterdi.

***

Epidemiyolog Larry Brilliant, Covid-19 salgınının yakın bir zamanda son erme olasılığının olmadığını söyledi. Brilliant, yine de dünya nüfusunun sadece %15’inin aşılandığını ve 100’den fazla ülkenin halkının %5’inden daha azını aşıladığını belirtti. Brilliant, “Sanırım (pandeminin) sonundan çok başlangıca daha yakınız” dedi. “200’den fazla ülkedeki herkesi aşılamadıkça, hala yeni varyantlar olacak” diyen uzman, koronavirüsün sonunda grip gibi “sonsuza kadar virüs” olacağını tahmin ediyor. Brilliant, San Francisco ve New York’taki Covid salgınına ilişkin modellerinin “ters V şeklinde bir salgın eğrisi” öngördüğünü söyledi. Bu, uzmana göre enfeksiyonların çok hızlı arttığı, ancak aynı zamanda hızla azalacağı anlamına geliyor. Buna karşı insanları varyantlar konusunda uyaran doktor, “Henüz Yunanca harflerimiz bitmedi, bu yüzden daha fazlası gelebilir” şeklinde konuştu.

***

B.1.621 olarak numaralandırılan Kolombiya varyantına, Beta, Delta gibi varyantlara benzer bir isim henüz verilmedi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), varyantın dikkatle incelenmesi gerektiğini kaydetti. B.1.621, yani Kolombiya varyantı, Belçika’daki vakaların yalnızca yüzde 1’ini oluşturuyor. ABD’de ise tüm vakaların yüzde 2’sinin Kolombiya varyantı olduğu sanılıyor. Güney Florida’da ise bu oran çok daha yüksek. New York Post’a konuşan bir sağlık yetkilisi, varyantın Miami Üniversitesi’nin patoloji laboratuvarında incelenen pozitif vakaların yaklaşık yüzde 10’unu oluşturduğunu söyledi. 4 Ağustos itibarıyla İngiltere’de toplam 37 vakada Kolombiya varyantı görüldü. Kolombiya varyantının Delta varyantına göre daha bulaşıcı olduğuna yönelik bir bulgu ise yok.

***

Küresel düzeyde aşıda eşitsizlik devam ederken aşı üretiminin mülkiyetine sahip şirketler önlenebilir ölümlere gözlerini kapamış karlarına kar katmaya devam etmekte… Moderna’nın ve Alman ortağı BioNTech ile birlikte Pfizer’ın sadece 2021 ve 2022 yılları için ürettikleri Covid-19 aşılarından 60 milyar doların üzerinde satış gerçekleştireceği tahmin ediliyor. Daha önce grip aşıları üretiminde söz sahibi olan ve bu alanda dünya genelinde yılda 6 milyar dolar ciroya ulaşan satışlardan önemli pay alan bu ilaç şirketleri, Covid-19 aşısı üretimindeki başarılarıyla kazançlarını önemli ölçüde katlayarak artırdı.

Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in ikinci çeyrekteki net karı 2,8 milyar euro oldu. Şirket, geçen yılın aynı döneminde 88,3 milyon euro zarar açıklamıştı

 

[su_box title=”JİN – YENİ YAŞAM” style=”glass” box_color=”#6f179e” radius=”1″][/su_box]

Geçen haftalarda çokça bahsettiğimiz feminizm ve ekoloji kesişimselliğinin sonucu olan ekofeminizm tartışmaları eşliğinde tüm canlılığı tehdit eden ekolojik krizlere değinmek istedik. Tüm tahakküm ilişkilerini ötekileştirilenler arasında bir hiyerarşi kurmadan bütüncül ele alma ve mücadeleleri ortaklaştırma bağlamında kesişimsellik kavram seti önemli bir yerde duruyor. Evrendeki tüm ilişkileri, merkezde olan ve olmayanlar olarak tanımlayan klasik mantıktan köken alan modern sistemler bu düalist ayrımla tahakkümün ve hiyerarşinin tohumlarını atmıştır. Elbette beyazın siyahtan, kadının erkekten, kürdün türkten, mantığın sezgiden farkı var. Ancak bu farklara yüklenen anlam kurulan ilişki biçimlerini tamamen değiştirmekte ve sorunlu kılmaktadır.  Bu farklılıklardan tahakküm ve mülkiyete dayalı bir hiyerarşi kurmak yerine  farklılıkları değer sayan yeni bir kavrayış mümkün müdür? Kadın hareketinin ekoloji hareketi ile ilişkileri teorik düzleme yeni taşınmış gibi görünse de bin yıllardır ataerkil düzende erkek olmayan, akıllı olmayan, dizginlenmesi, ehlileştirilmesi gereken kadının doğa ile kurduğu ilişki, toplumsallığı ve mücadelesi ile aslında tüm bu mücadelelerin kesişimselliği hep mevcuttu.

Honeyland (2019) belgeseli bu anlamda çarpıcı örnekler içermekte. Kuzey Makedonya dağlarında bir köyde yatalak annesiyle yasayan ve geleneksel yöntemlerle arıcılık yapan Hatice ve ailesiyle köye yerleşen Hüseyin’in doğaya, hayvanlara, çocuklara yaklaşım farkını özcülüğü beslemeden ele almaya çalıştık. Hatice, arılar için kurduğu ve koruduğu yuvalarda ‘yarısı bana, yarısı onlara’ diyerek ihtiyacı kadar bal üreten ve tüketen bir köylü. Ama yanı zamanda toplumsal cinsiyet rollerinin yükümlülüklerini de sırtlayıp yatalak annesine bakmak için tüm ömrünü köyde yalnız geçiren bir kadın. Her yıl sayısını arttırmakla övündüğü beş çocuğuyla köye yeni taşınan Hüseyin ise Hatice’nin baldan para kazandığını farkedip hem arıcılık, hem büyükbaş hayvancılık, hem tarım yaparak maksimum kar elde etme derdinde. Ve bunların hepsini yaparken daha çok üretip daha çok satmak adına hayvanları da arıları da tarlayı da fütursuzca tüketen ve telef eden bir yerde. Hatice ile zaman geçiren çocuklar ise babalarının yaklaşımının aksine Hatice’nin canlılar ile kurduğu ilişkiden etkilenip babalarının onları daha çok kar için çalışmaya zorlamasına, arılarının tüm balına el koymasına tepki göstermekteler. Bu da aslında kadının doğayla olan ilişkisinin salt cinse ait bir şey olmadığını toplumsal öğretiden etkileneceğini göstermekte. Hatice doğup büyüdüğü topraklarda kuşaklar boyu öğrendiği üzere arıların tüm balını alırsa onları aç bırakacağının, arıları kendisine saldırtacağının farkında ve doğa ile insanlar ile tahakküme, sömürüye dayanmayan daha eşit bir ilişki kurmakta. Bu ilişki çocukları da bu yönde etkilemekte. Çocukların annesi, Hüseyin’e zaman zaman karşı çıksa da kapitalist ataerkil sistemin mini bir alegorisi olarak temsil edilen ailesinde sisteme uyum sağlayan kadın olarak karşımıza çıkmakta. Bu örnek de ekofeminist yaklaşımın salt kadın olmakla ilişkili olmadığının bir bilinç, gelenek, kültür gerektirdiğinin göstergesi. Kadın hareketi dünya-tarihselliği içerisinde kadın mücadelesini, sınıf mücadelesini, ırkçılık ve savaş karşıtlığını, ekoloji mücadelesini bir arada yürütebilmiş ve bunu günümüze kadar aktarmıştır.

Yaşadığımız coğrafyanın bir yanı yangınlarla boğuşup bir yanı sular altında kalırken, ekolojik krizi yok saymamız, artık mümkün değil. Tüm bunlar olurken Ortadoğu’da süren işgal savaşlarının sonucu olan göç hareketinin ırkçı söylemlerin ve saldırıların zemini yapılması da büyük bir tehlike olarak karşımızda durmakta. Her kriz, kapitalizm için herhangi bir farklılığı sömürü ilişkisine tabii kılmak adına bir fırsattır. Kapitalist sistem kendi eseri olan ekolojik krizi de bireylere yüklemekte ve tartışmayı ‘doğayı kirletenler’ / ‘doğayı kirletmeyeler’ ikiciliğine evirecektir. En çok da doğayı kirletenler/fazlalıklar olarak göçmenleri, siyahları, yoksulları ve tüm ötekileri suçlayacağı aşikardır.

1968’de yayımladığı makalesinde Paul Eirich, ekolojik ve sosyal yıkımı nüfusun artmasına bağlayarak çözüm olarak sterilizasyonu tartışmış ve Eirich’in bu fikrinden etkilenen ve kendini ekofaşist olarak tanıtan Patrick Crusius “Yeteri kadar kişiden kurtulabilirsek, hayatlarımız daha sürdürülebilir olur. Bu saldırı Hispaniklerin Teksas’a yerleşmesine bir yanıttır’ diyerek El Paso’da 22 kişiyi öldürmüştü. Beyaz erkek faşizmi Ankara Altındağ’da Suriyelilere yapılan saldırılarda da, orman yangınlarından Kürtler ve mülteciler sorumludur iddialarında da kendini göstermiştir. Talana ve krizlere yol açan akıl-doğa ikiciliğinin ırkçılıkla çarpışmasını gümbür gümbür duyuyoruz, bu ekofaşist senaryoyu kadınların öncülüğündeki ekoloji hareketiyle bertaraf etmeye hazır olmalıyız. Geçtiğimiz günlerde Beyrut’ta ikincisi düzenlenen Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kadın Toplantısında da dile getirildiği üzere Rojava kadın devrimi ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, sınıf ayrımına dayanmayan ekolojist yeni bir yaşamın mümkünlüğüne giden kapıyı aralamıştır ve yerel hareketlerini birbirlerine taşıyan bu kadınlara ilham vermeye devam edecektir.

 

[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”glass” box_color=”#237c1a” radius=”1″][/su_box]

Geçtiğimiz salı günü Oxford Aşı Grubu’nun başkanı Sir Andrew Pollard Britanya Parlemetosu’nda Covid-19 salgını için sürü bağışıklığına ulaşmanın “mitik” bir hedef olduğuna yönelik bir konuşma yaptı. Bunun üzerine Imperial College London’da immünoloji profesörü olan Danny Altmann da Pollard’ı destekleyerek: “Tüm sürü bağışıklığı meselesi, önce politika danışmanlarınca benimsendi, sonra basın ve ardından halk tarafından kullanılmaya başlandı. Tıp ders kitaplarında yer alan bir konu baştan sona çarpıtılmış ve aşırı basitleştirilmiş şekliyle herkesin diline düşmüş oldu.” dedi. Buna sebebiyet veren bilim insanlarına biraz iltimas geçmiş gibi görünüyor.

Salgının farklı bölgelerde zaman zaman düşüşe geçme eğilimi, otoritelerden bölgesel olarak sürü bağışıklığının sağlanmış olabileceğine dair yorumlar duymamıza sebep oluyordu. Fakat son düşüş eğilimleri, örneğin Britanya’da, artık böyle yorumlanmıyor. (Ball, 2021) Temmuz ortasından Ağustos’un başlarına kadar geçen 15 günde Britanya’daki vaka sayıları yarı yarıya azaldı. Epidemiyologların durumun sebebine dair açıklaması genelde tek kelimeyle özetlenebiliyor: “Bilmiyoruz”. Bilimsel ihtiyatlılık prensibinin çok defa ihlal edildiğini görmüştük. Gerçek sebeplere dair tıbbi kuramsal bilgi yetersizliğini aşmanın yolu çok faktörlü, çok bilinmezli bir kompleksiteyle uğraşıldığının farkında olunması. Cevapları bulmanın öyle kolay olmadığının vurgulanması.

Baştaki konuyla birleştirecek olursak, sürü bağışıklığının gelişmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olunabiliyor sorusu gündeme geliyor. Her gün yeni yayınların geldiği bir ortamda birkaç ay önceye Mart 2021’e dönerek Nature’da konuyla alakalı yayımlanmış bir yayından (Aschwanden, 2021) bazı parçaları, parantez içine yerleştirdiğimiz güncele dair eklemelerle paylaşıyoruz. Önemli bir detay, bu tarihte henüz delta, moleküler olarak biliniyor olmakla birlikte, ayrı bir varyant olarak tanımlanmamıştı.

Salgının ilerleyişini modelleyen bilim insanları, aşılama çabaları tam gaz sürdürülse bile, Covid-19’u yenmek için başta konulan teorik eşiğe ulaşılamayacağını söylüyor. Tahminlerin çoğu, eşiği nüfusun % 60-70’ine yerleştirmişti, ancak birkaç faktör onu yukarı itiyor gibi görünüyor:

 

1) Şu ana kadar onay almış olan aşılar, insanların COVID-19 hastalığına yakalanmasını önleyebilir. Ancak enfeksiyonu ve bulaşmayı ne ölçüde engelledikleri hala net değil. Aşılar SARS-CoV-2’nin yayılmasını engellemiyorsa, toplumsal bağışıklığı sağlamak için çok daha fazla insanın aşılanması gerekir. (Nitekim aşıların delta varyantı ile enfekte olan kişilerde ağır hastalık ve ölümü engellemekle birlikte bu varyantın bulaşıcılığı engelleme konusunda hiç de iyi olmadığı gösterildi)

2) Doğru koordine edilmiş küresel çapta bir aşılama kampanyası, bir ihtimal COVID-19’u ortadan kaldırabilirdi ancak somutta durum hiç de öyle değil. Örneğin, İsrail teorik olarak bağışıklık eşiğine yaklaşıyor, ancak komşuları Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır kendi nüfuslarının % 1’ini bile aşılayamadı. Bu, kuşkusuz hastalığın büyüyebileceği ve yayılabileceği savunmasız alanlar bırakacak. (Aşı dağılımındaki eşitsizlikler ve ayrımcılıklar daha da derinleşerek ilerliyor)

3) Daha bulaşıcı ve aşılara karşı dirençli olabilecek yeni SARS-CoV-2 varyantları ortaya çıkıyor. Yeni bir varyant kat edilen tüm aşamayı geri alabilir. (Modern evrim kuramına dayanarak, ortaya çıkacak yeni varyantların daha sinsi, yavaş ilerleyen ama daha bulaşıcı olma ihtimallerinin yüksek olduğunu bize düşündürüyor)

4) SARS-CoV-2 enfeksiyonuna karşı ne kadar uzun süre bağışıklık kazanıldığı henüz belli değil, ancak çok muhtemelen sonsuza kadar değil. Bağışıklık azaldıkça, insanlar yeniden enfeksiyona yatkın hale gelir ve artık toplumsal bağışıklığa katkıda bulunmazlar. (Bu yönlü çalışmalar hala çok sınırlı)

5) Toplumsal ve bireysel önlemler gevşetildiklerinde toplumsal bağışıklığın eşiği yükselir. Biyomedikal veri bilimcisi Dvir Aran, “Aşı kurşun geçirmez değildir” diyor. Bir aşının %90 koruma sağladığını düşünün: “Aşıdan önce en fazla bir kişiyle tanışırsanız ve şimdi aşı olup da 10 kişiyle tanışırsanız, başa döndünüz.”

Peki, toplumsal bağışıklık olmadan nasıl bir gelecek bizleri bekliyor? Hastaneye yatışları ve ölümleri azaltan aşıların gelişimi bir yandan umut verici görünüyor. Ancak eski günlüklerimizde de de paylaştığımız gibi uzun vadede, bilim insanlarının büyük çoğunluğu COVID-19’un gelecekte grip gibi endemik bir hastalık olabileceğini düşünüyor. (Phillips, 2021)

Toplumsal bağışıklık fikrinden tamamen vazgeçilmesi, aşılama konusunda mevcut olan eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların daha da artmasına sebebiyet verecek. Nitekim aşı gibi evrensel bir değerin kişisel korunmaya indirgenmesi, kapitalist modernitenin ideolojik altyapısıyla daha bütünleşik duruyor.

 

Aschwanden, C. (2021). Five reasons why COVID herd immunity is probably impossible. Nature, 591(7851), 520–522. https://doi.org/10.1038/d41586-021-00728-2

 

Phillips, N. (2021). The coronavirus is here to stay — here’s what that means. Nature, 590(7846), 382–384. https://doi.org/10.1038/d41586-021-00396-2

 

Ball, P. (2021). Surprise dip in UK COVID cases baffles researchers. Nature, 596(7871), 175–176. https://doi.org/10.1038/d41586-021-02125-1

 

 



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...