KORONA 7 GÜNLÜK 2-8 AĞUSTOS 2021

 

Yaklaşık 4 ay önceki bir pazar günlüğünü, “Doğada felaket yoktur, yalnızca bir kısım olaylar cereyan eder” diye açmıştık. Aynı çizgiden bugün de devam etmeye çalışalım.

Mutasyon geçirmiş bir virüsün tüm toplumsal yapıyı alt üst etmesi ile orman yangınlarının bir felakete dönüşmesi arasında çeşitli paralellikler mevcut. Yangınların orman ekosistemlerinin sürmesi için elzem oldukları bilinen bir gerçek. Nitekim birçok bilim insanı, linç edilme korkusunu da taşımak zorunda kalarak, bunu vurgulamaya çalışıyor. Bu kararsız ve rasgele oluşan küçük yangın hadiselerini büyük bir yangına dönüştüren çam kozalakları bize, yangınların sürekliliğin bir parçası olduğunu gayet iyi anlatıyor aslında. Daha uzun dönemli bir kararlılığı yaratan unsurlar olmasalardı evrim sürecinde yaygın bir tür olarak hayatta kalmaları mümkün olmazdı zira. Kuraklığın ve “verimsizliğin” en pik noktasını ifade ettiği düşünülen çöller de böyledir örneğin. Sığ denizlerdeki ve yağmur ormanlarındaki canlılık bu çöllerden rüzgarlarla taşınan maddelere bağımlıdır. Dar bir kafayla bakıldığında vahşet gibi görünen olgular aslında doğanın hareket tarzıdır ve bugünün bilimsel birikimi bu durumu anlayabilmemizi sağlayacak düzeydedir.

Sorun doğanın hareket tarzında aranamaz. İnsan türü olarak biz de o hareket tarzına tabiiyiz. Sorun, doğanın bu işleyişiyle barışamayan, onu terbiye etmeye kalkan ve her seferinde farklı bir krize sebebiyet veren üretim ilişkilerinde ve toplumsal yapımızdadır. Yani kapitalist uygarlıktadır.

Modern toplumda bilimsel bilgi kapitalist sistemin sürdürülebilirliği doğrultusunda tekniğe indirgenmiş, teoriden ve felsefeden uzaklaşmış olsa da gerçekleri görmemize katkı sağlıyor. Yapılması gerekirken yapılmayanların sadece uçak kaldırmak indirmek olmadığını, daha planlı ve sistemli bir ihmalin kapitalist üretimin sürdürülmesi için gereklilik olduğunu görmemizi kolaylaştırıyor.

Bunların üzerine devletin kendi suretinde yarattığı ırkçı, eşkiya vatandaşların birliği de eklenince sorun içinden iyice çıkılmaz hale geliyor.

Refah ile krizi eş zamanlı yaratan bu sistemin alternatifini kuramamış olmak insanlık için bir utanç tablosu. Bu tablonun farkına varmak, ayılmak önemli bir adım. Fakat hedef yeni yaşamın inşası ise öncelikle bu ayılmayı toplumsallaştırmaya mecburuz.

TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ

Covid-19 vakalarının küresel yükseliş eğilimi sürüyor. Farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye ediyor. Toplam vaka sayısı 203 milyona ve  hayatını kaybedenlerin sayısı 4 milyon 300 bine dayandı. Aktif hasta sayısı yükselmeye devam ederek, 16 milyon 327 bin 150 kişiye yükseldi. Aktif hasta sayısındaki ciddi artış bulaş tehdidinin daha da büyüyeceğini gösteriyor.

Günlük vaka bildiriminde Haziran sonunda başlayan artış eğilimine devam ediyor. Küresel olarak Nisan ayına benzer bir tablo ile karşı karşıyız. Haziran ortalarında 360 binlere kadar inen ortalama günlük bildirim, son bir haftada 620 bin 331 kişiye yükseldi. Günlük vaka sayısındaki yükseliş iki kata yakın.

Benzer durum günlük ölümler için de geçerli… Ölümler vaka sayısına göre azalmaya daha uzun süre devam etmişti, Temmuzun ilk haftasına kadar devam etmiş, 7 bin 600 civarına inmişti. Temmuzun ikinci haftasıyla birlikte artış eğilimine giren günlük can kaybı son bir hafta içinde ortalama 9 bin 421 kişiye yükseldi. Ölümlerdeki artış %50’ye yaklaştı.

Aşıya rağmen vaka ve ölüm sayılarındaki bu artış sonbahar ve kış ayları için kaygıları artırmakta. Pandemi aşısız topluluklar içinde ciddi patlamalar yapacak gözüküyor.

 

Küresel düzeyde son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

    Bir önceki haftaya göre değişim
Kıtalar Son 7 gündeki vaka sayısı Son 7 gündeki ölüm sayısı Vaka sayısı Ölüm sayısı
Dünya 4,342,315 65,943 %5 %4
Asya 1,864,670 31,521 %6 %6
Kuzey Amerika 960,881 8,317 %20 %30
Avrupa 824,663 7,912 -%4 %8
Güney Amerika 404,321 11,545 – %10 – %13
Afrika 275,846 6,625 %0.6 -%0.9
Türkiye 168,796 756 %21 %67

 

Yukarıda tabloda görüldüğü gibi dünya genelinde haftalık vaka ve ölüm sayısında bir önceki haftaya göre %5’lik bir artış söz konusu. Kıta genelinde en büyük artış Kuzey Amerika’da, bunu Asya izliyor. Avrupa ve Güney Amerika kıtalarında ise vaka sayısında düşüş eğilimi devam ediyor. Avrupa kıtasında vaka sayısında azalma olmasına rağmen ölümlerde %8’lik artış gözlendi. Bir haftada bildirilen vakalarda Asya ve Kuzey Amerika kıtaları ilk iki sırada. Özellikle Kuzey Amerika kıtasında artış ciddi düzeyde. ABD’de vaka sayısı %24 artış ile haftalık 712 bin 187 kişiye yükseldi, ölümlerde %36 artışla, 3 bin 344 kişiye yükseldi. ABD’de aşısızlar ve Delta varyantı artışlardan sorumlu tutuluyor. Benzer artışlar Meksika ve Küba için de geçerli olduğunu not edelim.

Avrupa’da vakaların çoğunluğu dört ülkeye ait: İngiltere (186 bin), Rusya (159 bin), Fransa (158 bin) ve İspanya (122 bin).

Asya’da Hindistan ve Endonezya’da vaka sayısında hafif azala görülse de bu ülke dahil İran, Türkiye, Tayland, Malezya, Bangladeş, Japonya, Irak, Filipinler, Vietnam ve Kazakistan’da yeni vaka sayısı yüksek hızda devam ediyor.

Türkiye’de de geçtiğimiz hafta vaka sayısında ciddi yükseliş görüldü. Son bir haftada Türkiye’de yeni vaka bildirimi %21, can kaybı %36 artış gösterdi. İki hafta önce 65 bin 329 olan Covid-19 vaka sayısı bir önceki hafta 139 bin 667 kişiye, geçtiğimiz haftada ise 168 bin 796 kişiye yükseldi. Ölümlerdeki artış daha ciddi düzeyde, günlük can kaybı ortalama 108 kişiye yükseldi.

***

Kürdistan’da geçen yılın tekrarı yaşanıyor. Yine salgın yaz dönemi Kürdistan’a yayıldı. Sağlık Bakanlığının 24-30 Temmuz haftasına ait 100 binde görülen Covid-19 vaka sayılarını açıkladı. En ciddi artış görülen iller Kürdistan’a ait: Her yüz bin kişide vaka sayısı Siirt’te 1140 Diyarbakır’da 599, Bingöl’de 447, Bitlis’te 414 ve Batman’da 309 oldu. Bölge Tabip Odaları toplumsal önlemlerin terk edilmesi, vatandaşlardaki rehavet ve düşük aşılamanın bu tablodan sorumlu olduğu görüşünde. Bayram öncesi aşı konusunda yapılan ciddi çabalar ne yazık ki salgını frenlemeye yetmedi. Aşı hızı hala düşük, aşılama oranı Bölge illerinde %85’in üzerine çıkmadığı takdirde sonbahar ve kış aylarında da pandemi epey can alacak gözüküyor. Bölgenin öz-örgütlenmeleri bunun farkında, mevcut çabaların daha sistematik ve sürekli kılma yönlü arayışlar gündemde.

Metropollerde ise İstanbul’da 168,82, Ankara’da 165,20, İzmir’de 43,30 oldu. Bu hafta en az vaka görülen il Aydın (35,83) oldu. Bu ili, İzmir (43,3) , Manisa (47,84) , Muğla (48,66) ve Uşak (49,26) takip etti. Bakanlık verileri sadece iki ilde Covid-19 vaka sayısının azaldığını ortaya koldu. Geçen hafta 100 binde Covid-19 vaka sayısı Antalya’da 75,92 iken bu hafta 72,68’e geriledi. Muğla’da 100 binde vaka sayısı 7,05’lik azalışla 55,71’den 48,66’ya düştü.

Karadeniz’de çay ve fındık hasat sezonu ile birlikte başlayan göçlerle  vakalarda artış yaşanmaya başlandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘nın açıkladığı 24-30 Temmuz haftasına ait risk haritasında 100 bin kişide görülen vaka sayıları Karadeniz illerinde yükseldi. Rize 243,64, Trabzon 241,78, Giresun 230,88’e, Ordu ise 220,25 vaka oranı ile bölgede en çok vaka görülen iller oldu. Trabzon KTÜ Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Aydın, “Pandemide geldiğimiz nokta, tahmin ettiğimiz bir noktaydı. Önlemlerin bırakılması, normalleşme hareketlerinin açılması ve turizm hareketliliğinin başlaması neticesinde bunun olacağını gördük. Çünkü insanların artık önlemlere uyumu şiddetli derecede düştü. Cadde ve sokağa çıktığınızda gördüğünüz, insanların uyumu yüzde 20’lerde. Bölgemizdeki artış 1 Temmuz’a göre yüzde 400’e ulaştı. 4 mislinden fazla bir artış var. ” diye konuştu.

***

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Covid-19’un daha ölümcül varyantları ortaya çıkmadan kontrol altına alınabilmesi için ülkelere çağrıda bulundu. Cuma günü basın toplantısında konuşan DSÖ Acil Durum Direktörü Michael Ryan, Covid-19 Delta varyantının bir uyarı olduğunu söyleyerek “Bu, virüsün gelişim gösterdiğine dair bir uyarı ancak aynı zamanda daha tehlikeli varyantlar ortaya çıkmadan harekete geçmemiz gerektiğine yönelik bir çağrı” ifadelerini kullandı. Tedros Adhanom Ghebreyesus, son 4 haftada 6 DSÖ bölgesinin 5’inde enfeksiyon oranının ortalama yüzde 80 arttığının altını çizdi.

***

Dünya Sağlık Örgütü, 2022 ortasına kadar aşı hedeflerini de belirledi. Buna göre her ülkenin 2021 Eylül ayına kadar nüfusun en az yüzde 10’unu; yıl sonuna kadar en az yüzde 40’ını; 2022 ortasına kadarsa yüzde 70’ini aşılamasını istiyor.

***

TURCOVID19 sitesine göre Türkiye’nin aşı ile ilgili istatistikleri şu şekilde.

Bugün saat 07.40 itibarıyla 41 milyon 699 bin 107 kişiye ilk doz (nüfusun %49.9’u); 28 milyon 714 bin 933 kişiye ikinci doz (nüfusun %34.3’ü) ve 5 milyon 501 bin 133 kişiye üçüncü doz aşı yapılmış durumda. Toplum bağışıklığı için iki doz aşı yapılanların %70’e ulaşması hedefinin hala oldukça gerisindeyiz. İller ve bölgeler arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar devam ediyor. Delta varyantı nedeniyle toplumsal bağışıklık hedefinin %85 ve üzerine yükseldiği kabul ediliyor. Bu oranın yakalanması için ciddi bir aşı kampanyasına ihtiyacımız var.

Günlük yapılan aşı sayısında ciddi dalgalanmalar gözlendi. Aşı tedariğinde yaşanan sorun motivasyonu da olumsuz etkiledi. Geçtiğimiz hafta günlük yapılan aşının 200 bin altına indiği günler bile gözlendi.

***

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, dünya nüfusunun yüzde 70’ini Covid-19 kaşı aşılamak için 11 milyar doz aşıya ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Guterres, aşının eşit dağıtımı için üretimin iki katına çıkarılması gerektiğine dikkati çekerek, bunun koordinasyon ve uygulaması için de G20 seviyesinde acil görev gücüne ihtiyaç olduğunu vurguladı.

***

TTB’den çağrı: Yaşamak ve yaşatmak için aşılanalım! Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve tabip odaları, COVID-19 aşılama sürecine ilişkin açıklama yaptı. Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Gaziantep-Kilis, Hatay, İzmir, Mersin, Urfa, Tekirdağ ve Van-Hakkari tabip odalarının yöneticileri ise toplantıya online olarak katıldı. Topluma aşı olma çağrısı yapan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “Siz aşı olursanız çocuklarımız okula gidebilecekler, siz aşı olursanız lokantalar kapanmayacak, tiyatrolar sahnelerini açacaklar. Siz aşı olursanız müzisyenler intihar etmeyecek” dedi.

***

TTB, SES, Dev Sağlık İş ve  Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği: “Sağlık emek ve meslek örgütleri olarak aşılamanın hızla yaygınlaştırılması için halkımızın bize olan güvenini bilerek, bilimsel bilgiler ışığında toplumu aşılanmaya çağırıyoruz. Çağrımızı güçlendirebilmek için topluma yönelik Arapça ve Kürtçe bildiriler, sağlık emekçilerine yönelik de aşılamada halkı bilgilendirmeye yönelik cep broşürü hazırladık. Aşılama oranlarının bölgeler arasında eşitsizliğinin giderilmesi, aşı tedarikinde,  lojistiğinde ve uygulanmasında yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılması,  tüm dezavantajlı grupların öncelikli aşılama kapsamına alınması hayatidir. Hazırlamış olduğumuz bildirilerin yaygın bir şekilde ve hızla dağıtımının yapılması için tüm kamuoyunun desteğini bekliyoruz. Biz aşıya güveniyoruz siz de güvenin.”

***

Aşının zorunlu hale gelmesine yönelik politikalar önemli gündem. Özellikle sağlık ve eğitim sektörü olmak üzere kamu hizmetlerinde çalışanlara yönelik zorunlu aşı uygulaması yaygınlaşıyor. Fransa’da Anayasa Konseyi, Covid aşılarının fiilen zorunlu hale getirilmesi kararının anayasaya aykırı olmadığına hükmetti. Mahkeme, sağlık çalışanlarına aşı zorunluluğu getiren ve birçok kapalı alana aşısız girilmesine dair yeni düzenlemeler içeren yasanın büyük ölçüde anayasa ile uyumlu olduğuna karar verdi. Bununla birlikte mahkeme kararında, aşı olmayı reddeden kısa süreli sözleşmeli sağlık çalışanlarının işten çıkarılmasının ve pozitif kişilerin zorunlu karantinaya tabi tutulmasının anayasaya aykırı olduğu şerhleri düşüldü.

***

Aşı olma istihdam için de şart olacak görülüyor. Sermaye aşı olmayanları işten çıkartma niyetinde. İlk örnekler ABD’den . ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarından biri olan haber kanalı CNN, aşı olmadan ofise gelen üç çalışanını işten kovdu.

Aşı olmayanlara yönelik engellemeler Türkiye’de de gündemde. Oteller, restaurantlar, kahveciler vb. bir çok hizmet sektörü aşı olmayanlara hizmet vermeme görüşünü açıklamaya başladı. Hatta İstanbul ekmek fırınları ekmek bile satmayacaklar. Tek adam rejimi, aşılamaya rağmen Koronavirüs vaka sayısında artışın devam etmesi üzerine sonbaharda izlenecek yol haritasını oluşturmak için hazırlıklara başladığı bildiriliyor. Kamuda aşı olmayanlara ABD’deki gibi her hafta PCR testi ve maske zorunluluğu getirilmesi planlanıyor. Ayrıca, aşıya direnci kırmak için pozitif ayrımcılık masada. Aşı olma konusunda motivasyonu yükseltmeye yönelik ciddi hiç bir çaba gösterilmese de, yaz ayları ile birlikte önlemlerin kaldırılmasına ses çıkarmayan turizm ve hizmet sektörü kasayı doldurmuş olsa gerek, sesini yükseltmeye başladı. Ama olan oldu. Türkiye’de dördüncü dalga (pik) kendini göstermeye başladı. Sermaye birikimi adına günde 100’ün üzerinde can kaybına ses çıkarılmadı. Sermayenin yüzsüzlüğüne karşı toplum sağlıkta öz savunmasını ortaya koymak zorunda. Tek adam rejiminden bağımsız önlemler ve aşı konusunda kendi öz gücünü ortaya koymak zorunda.

***

Turizm mevsimin tamamlanmaya başlaması ile ülkeler yurtdışı girişlerde karantina örneklerini artırdı. Örnek olarak Avustralya’yı verebiliriz. Dünyada en katı sınır önlemleri uygulayan ülke olan Avustralya hali hazırda ülkeye girecek haftalık yolcu sayısının sınırlıyor ve yabancıların muafiyet gerektiren durumlar dışında ülkeye girişi yasak.

***

Aşı karşıtı hekimlere yönelik yaptırımlarda gündemde. ABD’de Eyalet Tıp Kurulları Federasyonu (FSMB) Yönetim Kurulu, Covid-19 aşılarına ilişkin dezenformasyon yayan hekimlerin lisanslarının askıya alınabileceğini ve hatta iptal edilebileceğini açıkladı. FSMB yaptığı yazılı açıklamada, “lisanslı hekimlerin hastalarının sağlığını gözeterek tıp hizmeti sağlamak gibi mesleki ve etik bir sorumluluğu olduğunu” vurguladı.

Benzer şekilde Türk Tabipleri Birliği (TTB), aşı karşıtı açıklamalar yapan 20’den fazla doktorla ilgili disiplin süreci başlattı.  Ankara Üniversitesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berna Arda, “bilim karşıtlığının” çeşitli alanlarda görülebildiğini, ancak tıp doktorlarının bilim karşıtlığının hem aldıkları eğitime hem de etik değerlere aykırı bir tutum olduğunu belirtiyor: “Aşı karşıtı olmak hekimler açısından gerçekten son derece sakıncalı bir durum. Neden? Çünkü hekimler toplumu yönlendirebilecek, etkileyebilecek kişiler. Bu bağlamda da bir miktar da kendi aldıkları eğitime tırnak içinde ihanet içinde olduklarını bile düşünmek mümkün.“dedi.

***

Aşıya yönelik oldukça farklı teşvik politikaları gündemde. Bunlardan birkaçını paylaşıyoruz:

  • Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, televizyonda yaptığı canlı yayın sırasında “Eğer aşı olmak istemiyorlarsa evlerinden çıkmalarına izin verilmemeli. Böyle bir yasa yok diyebilirler ancak kaç kişinin öleceğini görmek için yasa mı beklemeliyim” dedi.
  • Danimarka çok sayıda mekana girilirken Covid aşı sertifikası gösterilmesinin önünü açarken İtalya ve Fransa da bu adımları takip etti. Restoranlarda kapalı alanda yemek yemek, spor etkinliklerine katılmak, müze, sinema, tiyatro ve konserlere gitmek için insanlardan aşı olduklarını gösteren bir sertifika taşımaları istendi.
  • Almanya ve İngiltere henüz aşı yapılmasını zorunlu hâle getirecek herhangi bir adım atmadı.
  • ABD’de ise BaşkanJoe Biden Google, Facebook, MGM Casinos gibi dev şirketler ile California ve New York eyaletlerinin belediye başkanlarıyla aşı sertifikası konusunu görüştü. Biden federal çalışanlar için aşı kanıtı ya da düzenli test sunmaları gerekliliğini açıklarken “Şu an çok sayıda insan ölüyor ya da sevdiklerini kaybediyor. Özgürlük, sorumluluğu da beraberinde getirir. Lütfen sorumlu davranın. Kendiniz, sevdikleriniz ve ülkeniz için aşı olun”
  • Avrustralya Başbakanı Scott Morrison da aşı yaptıran vatandaşlar için çeşitli kısıtlamaların hafifleyeceğini duyurdu.

***

Pfizer/Biontech ve Moderna, AB ile yapılan son anlaşmada aşı fiyatlarını yükseltti. Pfizer/Biontech’in bir dozu için fiyat 15,50 avrodan 19,50 avroya, daha önce 22,60 dolar civarı olan Moderna firmasının doz başı fiyatı ise 25,50 dolara yükseldi. Şirketlerin aşı fiyatlarını arttırması tartışmaya neden oldu. Avrupalı sivil toplum örgütlerine göre, iki firmanın ürettikleri mRNA aşılarına yaptıkları zam, “tarihteki en ölümcül ilaç vurgunu” girişimi. Ancak, yeni virüs varyantlarına karşı aşı geliştirmek için ek kaynağa ihtiyaç duyan ilaç devlerinin zam yapmasının haklı olduğunu savunanlar da var. “The People’s Vaccine” adlı sivil toplum kuruluşları ittifakına göre bu zam kararı, “büyük bir aşı vurgunu” anlamına geliyor. İngiltere merkezli Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın Sağlık Politikası Danışmanı Anna Marriott ve Özel Sektör Danışmanı Alex Maitland tarafından kalem alınan rapora göre, ilaç şirketlerinin tekel oluşturup çıkar sağlamaması durumunda, dünyadaki aşılama maliyeti en az 5 kat daha ucuz olablirdi. Oxfam Sağlık Politikası Danışmanı Marriott, aşı fiyatlarına yapılan zammı, “belki de tarihteki en ölümcül kâr etme vakalarından biri” sözleriyle değerlendirdi. Yenilikçi İlaçlar Derneği (VIG) Sözcüsü Franc de Korte ise koronavirüs aşılarına yapılan zammı gerekli olduğunu savunuyor. Yeni virüs varyantları nedeniyle aşıların modenize edilmesi gerektiğini belirten de Korte, bunun bir şekilde karşılanması gerektiğini ileri sürdü. Normal bir ilacı geliştirmek için 2 milyar euro harcandığını söyleyen VIG sözcüsü, “Şimdi daha fazla gelişmeyi ve üretim kapasitesinin genişlemesini göz önüne alırsanız, fiyat artışının haklı olduğunu görebilirsiniz” dedi.

 

SİYASAL SAĞLIK- EKOLOJİK SAĞLIK

Son yıllarda ekolojistlerin, sol-sosyalist örgütlerin, feministlerin hatta liberallerin de çağın felaketi olarak gördüğü ekolojik kriz; çoktandır günlük hayatlarımızı da etkileyecek bir şekilde ve hiçbir somut müdahaleye rastlamadan yoluna devam etmekte. Kapitalist sistem yürütücülerinin kar hırsıyla, sınırsız büyüme her alanda devam ederken yaşanan her kriz başka krizlerin tetikçisi olacak yeni bir çılgın projeyle yamalanmaya çalışılıyor. Son iki yılımızı distopyaya çeviren Covid pandemisinden henüz sıyrılamamışken orman yangınları, seller, kuraklık haberleri dünyanın dört bir yanından felaketler silsilesi olarak üzerimize yağmakta. Bu krizlerin müsebbibi olan sistem önlem almak yerine yıkım sonrası kendisine doğacak fırsatları değerlendirme derdinde olduğundan; toplumun kendi yaşam alanlarını korumak, yangınlara müdahale etmek durumunda kalmıştır. Devletin varlık sebeplerini, işlemeyen kurumlarını, kayyum sistemini, bütçesini tartışmaya açan bu süreç toplumsal dayanışmayı ve yerel yönetimlerin önemini hatırlatmıştır. Yaşanan bu ekolojik kriz döneminde krizin sebeplerine odaklanmak yerine sabotaj odaklı yürütülen tartışmaların ve linçlerin vahameti, yangınların yoğun olduğu Ege ve Akdenizde güçlü örgütlenmelere sahip   ekoloji hareketlerinin de ele alması gerek ciddi bir durum. Ekoloji birliği başta olmak üzere bir çok ekoloji hareketi enternasyonalizmi önüne koymuş olsa da yaşanan kriz anında, taban ilişkilerinde buna dair emare göremedik ne yazık ki. Doğanın bir parçası olan toprak tartışmalarının vatan, sınır, savaş, düşman kavramlarına toslayıp bu döngüden çıkamaması da çok  ciddi bir sorun. Ege/Akdeniz sıcaktan-ihmalden yanarken Kürdistan’ın on yıllardır bile isteye yakılması ve işin içine güvenlik/savaş meselesi girince ekoloji tartışmasının rafa kalkması da  bölgedeki ağaçları, ormanları, yaşamı kolaylıkla gözden çıkarılabilen öteki konumunda bırakıyor.

Tüm dünyada ırkçılık pandemisinin pik yaptığı bu dönemde, Muğla’dan Antalya’dan bir gün içinde evini bağını bahçesini bırakıp apar topar botlarla şehirleri terk etmek zorunda kalışımızı görmek; toprakları büyük devletlerin gövde gösterisi uğruna savaş alanına çevrilen, IŞID çeteleri ile tehdit edilip herşeylerini bırakıp yapay sınırları aşmak  zorunda kalan mülteciler meselisine dair bir duyarlılık yaratması temennisi ile..

 

JİN ve YENİ YAŞAM

Ferman Erkek İktidarlarınsa Direniş Bizimdir.. 

Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Ezidiler islam devletlerinin bölgeye hakim olduğu son bin yılı aşkın süre boyunca 73 kez sistematik saldırıya, kırıma uğradılar. Son olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin korumasında olan Şengal bölgesinde IŞİD saldırısıyla onbinlerce Ezidi’nin katledilmesi, 7 bini aşkın kadın ve kız çocuğunun kaçırılmasının üzerinden 7 yıl geçti. Son yıllarda medyada, kitaplarda, filmlerde kaçırılıp IŞİD mensuplarının cariyesi yapılan kadınların tecavüz hikayeleri, kaçış çabaları, trajedileri çokça işlendi. Binlerce kadın ve kız çocuğu halen kayıpken kutsal toprakları olan Şengal’e ya da ailelerinin bulunduğu kamplara dönebilenlerin yaşadıkları ise gerçek soykırımı bize anlatıyor. Savaş esiri olan kadınların birçoğu tecavüzcü çetelerden hamile kalıp bu çocukları doğurmak durumunda kaldılar. Irak parlamentosu ve Ezidi Yüksek Ruhani Konseyi kararı ile katliamdan kurtulan kadınların Ezidi sayılmayan bu çocukları cemaate kabul edilmemekte ve dolayısıyla katliamdan kurtulan kadınlar kendi aileleri, toprakları ile doğurdukları, yıllarca birlikte yaşadıkları çocukları arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar.  Her savaşta olduğu gibi yine kadınlar savaşın bedelini ödemeye zorlanmaktalar ki Ezidi toplumu için en ağır bedellerdendir kendi toplumundan, ailenden, bin yıllık toprağından dışlanmak… Kadınlara saldırının sadece düşmandan gelmediğinin çok açık bir örneği Ezidi kadın katliamı..  Kadınların  ataerkinin hayatlarımıza sızmış her şekli şemaliyle mücadele etmek zorunda kaldıkları bu katliamı kadın katliamı olarak tanımlamamızın nedeni bu. Olası her savaşta, çatışmada en ağır bedelleri ödeyenlerin kendileri olduğunun bilinciyle Şengalli kadınlar bölgede öz savunmanın ve kadın örgütlenmesinin öncüsü oldular. Saldırının başladığı 3 Ağustos’ta bölgeyi korumakla mükellef Peşmergenin geri çekilmesi ile Şengal halkını kurtarmaya giden çoğunluğu YPJ’li kadınların savunusuyla bölge IŞİD’ten temizlendikten sonra kurulan Şengal savunma güçlerinde silahlanan kadınlar; kendilerini, çocuklarını, binlerce yıldır yaşadıkları toprakları korumayı öğrendiler. Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu soykırımı sadece mağduriyet anlamında anmak yerine Şengalin direnişi olarak da görmek gerekir. Şengal yeniden inşa edilmeye çalışılırken Şengalli kadınlar da kadın meclisleri, gençlik meclisleri ve ilk saldırıda silahıyla direnip çatışarak yaşamını yitiren Şengalli  Gulé Mişko’ ( Dayika Gulé ) nun yolunda silahlı birliklerini kurarak yeni yaşamı, yeni toplumu inşa etmede büyük emek veriyorlar.

 

Türkiye’de daha  İstanbul sözleşmesinin yürürlükten kaldırılma tartışması başlar başlamaz,  devlet babasından güç alan erkek zihniyet kadın kırımını had safhaya çıkardı. Resmi fesih tarihi olan Temmuz ayında hemen hergün bir kadın vahşice katledildi. Kadına yönelik bu sistematik şiddet kadınları öldürmekle kalmadı ölen kadınların yaşamları gazete manşetlerinden verilerek öldürülmeleri ahlak kisvesi ile meşrulaştırıldı. Böylece o gün şans eseri öldürülmemiş olanlarımıza ahlak sopasıyla ayağımızı denk almamız öğütlendi. Her konuda İktidarla yekpare ilişkisini sürdüren medya, şiddet diliyle, boş ahlakçılığıyla katillerin safında olduğunu bir kez daha deklere etti. Katilin sadece tetiği çeken olmadığını; devletiyle, medyasıyla, sermayesiyle, ataerkil toplumuyla birçok kesimin kadın katliamlarının sorumlusu olduğunu biliyoruz. Yaşamımızı, yaşam alanlarımızı, özgürlüğümüzü savunmak için her alanda mücadele etmek gibi ağır bir yükümüz ve bunlara karşı bin yıllardır sürdürdüğümüz direniş gücümüz var… Kadın kırım fermanlarına boyun eğmeyeceğiz.

AKADEMİDEN

2008 yılında Akdeniz havzasındaki yangınları ve bunların etkilerini irdeleyen, International Journal of Wildland Fire dergisinde yayımlanmış eski bir makalenin özetinin (abstract) çevirisini paylaşıyoruz. Yayının tamamını okumak isteyenler için kaynağın altında sci-hub linki de mevcut.

“Evrimsel ve paleoekolojik çalışmalar, Akdeniz havzasında yangınların doğal olduğunu göstermektedir. Ancak 20. yüzyılda yangın sayısı ve yanan alanlardaki önemli artış, yangınların büyük birer afet olduğu algısını oluşturmuştur. Bu yazıda, mevcut yangın rejimleri ve peyzajlar üzerindeki uzun vadeli insan baskısı göz önüne alındığında, yangınların Akdeniz havzasında ne ölçüde ekolojik felaketlere yol açtığını gözden geçiriyoruz. Spesifik olarak, yangın sonrası bitki rejenerasyonu ve toprak kayıpları ile ilgili çalışmaları gözden geçiriyoruz. İnceleme, birçok Akdeniz ekosisteminin yangına karşı oldukça dayanıklı olmasına rağmen (çalılar ve meşe ormanları), bazılarının ateşe duyarlı olduğunu (örneğin, çam ormanları) göstermektedir. Gözlenen erozyon oranları, bazı durumlarda, özellikle yüksek yangın şiddeti koşullarında nispeten yüksektir. Hassas ekosistemler (yangın sonrası güçlü bitki örtüsü değişiklikleri ve toprak kayıpları gösterme anlamında) çoğunlukla insan kaynaklıdır (örneğin, eski tarlalardaki geniş çam ağaçlandırmaları). Bu nedenle, birçok Akdeniz havzası bitkisinin yangınla başa çıkma özellikleri olmasına rağmen, şu anda bu bölgede bulunan çok sayıda ekosistem büyük ölçüde değişmiştir ve felaketlere maruz kalabilir. Yangın sonrası afetler kural değildir, ancak daha önceki insan müdahalelerinin yarattığı koşullar altında önemli olabilir.”

Pausas Juli G., Llovet Joan, Rodrigo Anselm, Vallejo Ramon (2008) Are wildfires a disaster in the Mediterranean basin? – A review. International Journal of Wildland Fire 17, 713-723.

Yayının tamamını okuyabilmek için sci-hub linki: https://sci-hub.ee/10.1071/WF07151