KORONA 7 GÜNLÜK 26 TEMMUZ- 1 AĞUSTOS 2021
Göz göre göre gelen lanet bir ırkçı saldırının gölgesinde, ekolojik sağlık başlığı altında orman yangınlarını ve vaka artışları sonrası aşılama oranlarının arttırılmasına yönelik çalışmaları bu haftanın günlüğünde işlemeye çalışacağız.
Aynı aileden 7 insan ulu orta katledildi. Irkçı temeller üzerine bina edilmiş devletin kendi suretinde yarattığı haydut kitleler devleti yönetenlerin güncel eğilimini her daim kavrıyor ve bunu eylemlerine yansıtıyor. Temelden bina edilmiş bir bağ, bu haydutların herhangi bir yerden emir talimat almalarına gerek bırakmıyor. Ortaya çıkacakları anı hissedebiliyorlar.
Bu bağı koparmak, insanlığı, barışı ve demokrasiyi bu topraklarda hakim kılmak en acil görevimiz. En acil ve en hayati görevimiz.
Geçtiğimiz ay Marmara denizindeki musilaj krizinden sonra bu hafta gerçekleşen orman yangınları üzerinden ekolojik sağlık başlığında en önemli gündem oldu ve olmaya devam edecek. Daha çok Akdeniz ormanlarında ve çalılıklarında görülen yangınların yerleşim yerlerine yaklaşması birçok mahalle ve köyün boşaltılmasını zorunlu kıldı.
Sürekli olarak sabotaj, otel yapmak için orman alanlarının yakılması, müdahalede yetersizlik başlıkları öne çıktı. Oysa ki ekolojik krizin bir yansıması olası olan kuraklık, ormanların metalaştırılması, madenler, taş ocakları ve turizm etkisiyle yaban hayata daha fazla insan müdahelesini beraberinde getirdi. Köylülerin yaşam alanların her geçen gün daraltılması, köylerin sermayenin rant hırsına kurban edilmesi vb. tartışımalar ya çok cılız kaldı veya hiç tartışılmadı. AKP-MHP iktidarı her türlü krizi, iktidarının devamlılığı için kullanacağını bize her fırsatta gösterdi. Bu durum son yangınlar için de geçerli. Muhalefetin de benzer bir tarzla olaya yaklaşması, ekolojik krizin anlaşılmasının önünde perde görevi görmekte. THK’yi yöneten kayyumun görev başında olmamasından daha önemlisi kayyum olarak oraya atanmasının tartışmaya açılması.
Ekolojik krize bağlı yaşanan kuraklık asıl gündem maddemiz olmalı. Sabotaj iddialarına fazlasıyla rağbet gösteren halkın yangının söndürülmesine yardımcı olmak için orada bulunan bazı insanların yangını çıkardıkları belirtip linç girişiminde bulunması ise gerçekten içler acısı bir durum. Sorunun kaynağına yönelik tartışmaların yapılmasının engellenmesi yalnızca iktidar partisi eliyle gerçekleştirilmiyor. Mültecilere yönelik ırkçı yaklaşımları körükleyen, su gibi en temel hakkı bile 10 katı ücret satmanın yollarını arayan CHP’li Bolu belediye başkanı bunun en önemli göstergelerinden.
Çözüm olarak ormana yurttaşların girişinin yasaklanması da çözümsüzlüğü derinleştirme ve otoriteryen aklın çaresizliğini vurgular nitelikte. Orman yangınlarından en çok etkilen şehirlerin başında gelen Muğla’da ise durum biraz daha karışık. Sermayenin 5’li çetesinde biri olarak nam salmış LİMAK grubunun talanına karşı Milas’ın İkizköy köyünde Akbelen ormanında direniş nöbeti devam ediyor. Hemen yanında orman yangınlarıyla boğuşan köylüler aynı zamanda sermayenin talanına karşı yaşam alanları için nöbetteler. 17 temmuz günü başlatılan kesim sonrası bölgeye ulaşan köylüler ve direnişçiler kesimi durdurup nöbete başlamışlardı. Ormanları koruma iddiasıyla yurttaşlara ormanı yasaklayanların yönelecekleri ilk yerin İkizköy olmasını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.
Orman yangınlarında hepimizin payı var gibi liberal söylemeye de en şiddetli şekilde itirazımızı yükseltmeliyiz. Herkesi eşitleyen, sorunu görünmez kılan bu yaklaşım ekolojik krizin sorumlularını aklayan ve krizin derinleşmesine ve sonuçta dünyanın tüm canlılar için yaşanılmaz bir haline gelmesine sebep olacağını görmek durumundayız. Nitekim devam eden bu yangınlar, ekolojik krize yönelik daha derinlikli değerlendirmelerin yapılmasını, orman yangınlarıyla mücadele için yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğunu göstermiş oldu.
[su_box title=”SİYASAL SAĞLIK” style=”glass” box_color=”#9e2417″ radius=”1″][/su_box]
Türkiye’de iktidar, antidemokratik, şeffaf olmayan ve salgını fırsata dönüştürmeyi amaçlayan politikalarını sürdürüyor. Bölgesel, etnik ve sosyal ayırımcılığı da esas alarak sürdürdüğü politikaların sonucu toplumsal her alanda kriz yaratıyor. Aşı öncesi dönemde bu politikaların sürdürülemeyeceği herkes tarafından dile getirilmesine rağmen aşı politikalarında da aynı politikaları sürdürülüyor. Salgından korunmak ne kadar toplumsal bir örgütlenme ile başarılacaksa aşı olmak, aşıya ikna olmak da bir o kadar toplumsal örgütlenme gerektirmektedir.
İktidar, salgının başından beri toplumun katılımına izin vermeyerek, toplumda karşılığı olan güçleri dışlayarak, hatta salgında toplum katılımı ve şeffaf olmaya dikkat çeken yapılarımızı terörist ilan ederek ayrımcı, tekçi, dışlayıcı, toplum ve bilimden uzak anlayışını sürdürüyor. Öncelikle salgın mücadelesinde önemli bir korunma aracı olan aşının temini konusunda güvensiz açıklamaları ile toplumda şüpheci bir anlayışın gelişmesine neden oldular ve her defasında salgın ve aşı konusunda bilim ve toplumda gerçekliği olmayan açıklamaları ile toplumu salgın sürecinden uzaklaştırdılar. Ayrıca devletin yıllardır Kürt halkına yönelik ayrımcı ve soykırımcı politikaları Kürt halkının şüphelerini kat be kat arttırmıştır. Nitekim bölgede vaka sayıları her gün katlanırken aşı oranları çok düşük seviyelerde seyretmektedir. Aşı programı açıklandığı günden bu yana bölge halklarının aşı politikalarına güvenmediğini, iktidarın salgın olmak üzere her politikasına kuşku ile yaklaştığını görmekteyiz. Aşılamanın bu kadar düşük olmasının temel sebebi, devletin bölge halkları ile tarihsel olarak kurduğu düşmanlık ilişkisi ile açıklamak doğru olacaktır. Geçmişten bu güne devletin bölge halkının sağlığını etkileyecek politikalarını beka sorunu olarak görüp her türlü sağlıksızlığı yaratması bir bütün olarak halkın sağlık hizmetlerine olan güvensizliğini derinleştirmiştir. 90’larda yapılan aşıların toplumda kötü bir algı yaratmasının sonuçlarını Covid-19 aşılarında da görmek mümkündür. Bu nedenle bölgemiz genel aşılanmalarda da her zaman çok düşük oranlarda kalmıştır. Anadilinde aşı hizmetinin verilmemesi, bölgesel özgünlüklerin gözetilmemesi, halk ile kurulacak toplumsal ilişki bakımından en önemli kurum olan belediyelere kayyım atanması, kırsal alanlara özgün bir aşı planlamasının yapılmaması, sınıra yakın yüzlerce köyde devam eden savaştan kaynaklı aşılanmanın yapılmaması, randevu sisteminin anadilinde hizmet vermemesi, toplumsal özgünlüklerin gözetilmeden merkezi yürütülen çalışmalar, millet vekilleri, sivil toplum kurumlarının, kanaat önderlerinin ve bölgede toplumsal karşılığı olan HDP’nin sürecin dışında tutularak toplum katılımını engelleyen politikalardan kaynaklı bölgemizde aşılanma oranı çok düşük seyretmektedir.
Halkımızın iktidarın salgın politikalarına güvenmediği apaçık ortadayken, iktidarın ısrarla toplumu ikna edebilecek kurumlarla ilişki kurmaması, toplumsal sağlığından çok kendi iktidarının devamını öncelediği gerçeği ortaya çıkmıştır. Nitekim kayyımların aşı süreçlerine dahil olamadığı, çağrılarının halkta karşılık bulmadığı gerçeği ortadadır. Böylesi sağlıksız bir süreçte kayyımların varlığı bölge halkının sağlığını birebir etkilemektedir ve kayyımların toplumsal sağlık sorunu yarattığı bir kez daha açığa çıkmıştır. Belediyelerimizin halk ile geçmişten bu güne kurduğu toplumsal ilişkinin bu dönemde kayyımlar eli ile gasp edilmesi halkımız açısından en büyük dezavantajdır. Kayyımlar, toplumun sağlık süreçlerine katılımın önündeki en büyük engeldir.
Tersinden okursak salgının başından bu yana halkın ciddi sağlık sorunlarının olduğu, iktidarın sağlığı öncelemediği, toplumun da sağlıklı kalabilmek için öz çaba içinde olduğu gerçeğinden hareketle toplum ile birlikte sağlığın yeniden inşasını hedefleyen güçler olarak toplumsal sorumluluklarımız gereği, her zamankinden daha fazla örgütlenmemiz gerekir. Toplum bu tutumu ile bizlere her zamankinden daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Tam da halkın iktidarın aşı politikalarına güven duymadığı, devamı durumunda toplum sağlığı açısından yakıcı bir sürecin ortaya çıkacağı bir süreçte Sağlık Meclisi olarak Şırnak ilinde sağlığın toplumsallaşması ve toplumun sürece katılımı kapsamında çalışmalar yürütmekteyiz. Bizlerin çabası ile il sağlık müdürlüğü tarafından aşı çadırları kurulmuştu. Aşı çadırlarında halk ile buluşmalarımız sonucu halkın genellikle iktidarın politikalarına güvenmediği gerçeğini gördük. Bu durum sağlık meclisini toplum ile buluşmalar yapmasını zorunlu kıldı. Bizlerin sürece dahil olmadan aşılanmanın istenen seviyeye gelmeyeceği gerçeği bizleri harekete geçirdi. Yapılacak her çalışmanın topluma temas şeklinde olması bizleri daha da motive etti.
Salgının başında uzun bir süre sürekli iktidar ve devletten talep eden bir anlayıştan öz gücünü ortaya koyma, toplum ile birlikte süreci örgütleme ve sağlığı yeniden inşa eden bir anlayışla hareket etme, bizlerin toplumla buluşmanın önünü açmıştır. Daha önce maske dağıtımı ile öz gücümüzün açığa çıkarılması bakımından yaptığımız önemli çalışmanın ardından ev ev dolaşarak, mahalle-sokaklar, parklar, meydanlar, çarşılar, kıraathaneler ve toplu yaşam alanlarında iki dilli el broşürleri dağıttık.
Devlet dışı örgütler olarak yaptığımız bu çalışmalar halkta karşılık bulmaktadır. Anadilinde yapılan çalışmaların halkın güvenini kazanabileceği, sağlık bilgisine anadilinde ulaşmanın vermiş olduğu duygu, aşının sağlıkta toplumsal öz savunma aracı olduğu gerçeğinin anlatılması halkımızda karşılık bulmaktadır. Başlattığımız çalışmalara en başından bu yana HDP, TJA ve Silopi belediyesinin dahil olması toplumda aşıya güveni arttırmış, sürece toplumun katılımının önünü açmıştır. Bölgede Selahattin DEMİRTAŞ, Selçuk MIZRAKLI başta olmak üzere milletvekillerin aşı çağrıları, HDP yönetimlerinin aşı çadırlarında aşı olup halka çağrı yapmaları bölgede ciddi karşılık bulmuştur.
Tüm bu çalışmalarla iktidarın tekçi ayrımcı ve şeffaf olmayan politikalarının halklarda karşılık bulmadığı, salgın ve aşı gibi toplumsal katılımın gerekli olduğu süreçlerde toplumun özne olabilmesi için öz örgütlülüklere ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Bir kez daha özyönetimlerin toplum sağlığı açısından önemi daha iyi anlaşılmıştır. Sağlık meclislerimiz bu süreci iyi örgütlemeli toplum ile birlikte kendi öz gücü ile sağlığın toplumsallaşması ve sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi için çalışma yürütmelidir. Her zamankinden daha fazla motive olarak toplumsal sağlık ihtiyacına cevap olmalı, toplum ile birlikte sağlığın öz savunmasını örgütlemeli, iktidarın hem salgına hem de toplum sağlığı üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırmalı, sağlığı adım adım toplumsallaştırmalıyız.
[su_box title=”TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ” style=”glass” box_color=”#9e8d17″ radius=”1″][/su_box]
Toplam vaka sayısı 200 milyona yaklaşırken, can kaybı 4 milyon 232 binin üzerine çıktı. Aktif vaka sayısındaki yükseliş eğilimi de devam ediyor, küresel düzeyde 15 milyonun üzerinde aktif vakaya sahibiz. Günlük vaka bildirimi Haziran sonlarında 361 bine kadar düşmüştü. Azalış eğilimi Haziran sonunda yeniden artış eğilimine girdi, Temmuz ayı boyunca günlük vaka sayısı düzenli olarak artıyor. Son bir haftanın vaka ortalaması 582 bine yaklaştı.
Son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.
Son 7 gündeki vaka sayısı |
Son 7 gündeki ölüm sayısı |
Bir önceki haftaya göre değişim |
||
Vaka sayısı |
Ölüm sayısı |
|||
Dünya |
4,071,932 |
63,003 |
%10 |
%10 |
Asya |
1,751,684 |
29,588 |
%22 |
%25 |
Avrupa |
837,998 |
7,268 |
-%12 |
%5 |
Kuzey Amerika |
750,266 |
6,151 |
%32 |
%23 |
Güney Amerika |
448,387 |
13,298 |
– %10 |
– %12 |
Afrika |
274,093 |
6,625 |
%14 |
%6 |
Türkiye |
139,667 |
453 |
%114 |
%16 |
Yukarıda tabloda görüldüğü gibi dünya genelinde haftalık vaka ve ölüm sayısında bir önceki haftaya göre %10’luk bir artış söz konusu. Kıta genelinde en büyük artış Kuzey Amerika’da, bunu Asya ve Afrika izliyor. Avrupa ve Güney Amerika kıtalarında ise vaka sayısında düşüş söz konusu. Sadece Avrupa kıtasında vaka sayısında azalma olmasına rağmen ölümlerde artış gözlendi. Bir haftada bildirilen vakalarda Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtaları öne çıkıyor. ABD’de haftalık 525 bine yaklaşan vaka ve 2 bin 250 kişiye yaklaşan ölüm bildirimleri yeniden salgından en çok etkilenen ülke konumuna geldi. Yüksek tam aşılılara rağmen Delta varyantı için aşısız nüfusun hala ciddi sayıda yüksek olması uygun zemin hazırladı. DSÖ başkanı Ghebreyesus, Delta varyantın 132 ülkede tespit edildiğini bildirdi ve salgın yayıldığı sürece daha fazla varyantın ortaya çıkacağı uyarısını yaptı.
Avrupa genelinde azalma olsa da Fransa, İtalya, Almanya ve Belçika başta olmak üzere çok sayıda ülkede artış söz konusu. Kıta genelinde azalış daha çok vaka sayısının yüksek olduğu İngiltere, Rusya ve İspanya’daki azalıştan kaynaklanıyor. Avrupa genelinde vaka artışı olan ülke sayısının daha fazla olduğunu hatırlatalım.
Türkiye’de de geçtiğimiz hafta vaka sayısında ciddi yükseliş görüldü. Son bir haftada Türkiye’de yeni vaka bildirimi %114, can kaybı %16 artış gösterdi. Bir önceki hafta toplamda 65 bin 329 Covid-19 vakası saptanırken bu sayı geçtiğimiz hafta 140 bine yaklaştı. TTB pandemi çalışma grubu üyesi Güçlü Yaman, resmi Covid-19 ölümleri Mart ayından bu yana fazladan ölümlerin altında seyretse de bir paralellik olduğunu, bu paralelliğin Haziran başından itibaren bozulmaya başladığını belirtti. Fazladan ölümler 14-27 Temmuz arasında yeniden Mayıs sonu seviyesine ulaşarak önceki yıllardaki ölüm ortalamasının yüzde 27 üzerine çıktı. Yaman’ın çalışmasına göre 2019 yılında Türkiye’deki ölümlerin yüzde 47’inin yaşandığı kentlerde, 11 Mart 2020 – 27 Temmuz 2021 arasında önceki 3 yılın ortalamasından fazla ölen insan sayısı 77 bin oldu. Bu ölümlerin Türkiye projeksiyonu 156 bin olarak gerçekleşiyor.
Güçlü Yaman, “Sağlık Bakanlığı geçen yıl yaptığı gibi yine ölümleri gizliyor olabilir. Tespit edilemeyen ya da hastaneye ulaşamadan evlerde yaşanan Covid-19 ölümleri de bu artışın bir nedeni olabilir. Bütün bunların açıklığa kavuşabilmesi için Sağlık Bakanlığı’nın ülkede yaşanan tüm ölümleri nedenleriyle birlikte açıklaması gerekiyor. Salgındaki gerçek kayıpların en doğru bir şekilde tespit edebilmenin başka yolu yok” diyor.
Haziran aylarında 60 binlere kadar düşen aktif hasta sayımızda da sıçrama tarzında yükseliş görülerek 204 binin üzerine çıktı. Bu yükseliş dahi salgının yüksek hızda devam edeceğinin göstergesi.
***
Toplam yapılan aşı dozu 4.11 milyarı geçti. Pandemi kontrolünde en önemli araç olan aşı uygulamasındaki eşitsizlikte devam ediyor. Dünya genelinde nüfusun %28.2’isine en az bir doz aşı olurken tam aşılı olanlar ise dünya nüfusunun %14.5’e ulaştı. Bununla birlikte düşük gelirli ülkelerde yaşayanların ancak %1.1’i aşılanabildi. ABD ve Avrupa ülkelerinden İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Almanya tam aşılanan nüfus %50-60’lara ulaşmış durumda.
***
TURCOVID19 sitesine göre Türkiye’nin aşı ile ilgili istatistikleri şu şekilde.
Bugün saat 09.00 itibarıyla 41 milyon 6 bin 781 kişiye ilk doz (nüfusun %49’u); 27 milyon 339 bin 74 kişiye ikinci doz (nüfusun %32.7’si) ve 4 milyon 895 bin 876 kişiye üçüncü doz aşı yapılmış durumda. Toplum bağışıklığı için iki doz aşı yapılanların %70’e ulaşması hedefinin hala oldukça gerisindeyiz. İller ve bölgeler arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar devam ediyor. Delta varyantı nedeniyle toplumsal bağışıklık hedefinin %85 ve üzerine yükseldiği kabul ediliyor. Bu oranın yakalanması için ciddi bir aşı kampanyasına ihtiyacımız var.
Bayram öncesi ve bayramda aşı yapılmasında ciddi gerilemeler olmuştu. Bununla beraber bu hafta içinde yeniden aşı motivasyonun arttığını 1 milyon eşiğinin aşıldığını, hatta 1.5 milyon eşiğinin zorlandığına tanık olduk. Bununla beraber dün Koca tedarik ile ilgili sorun olduğunu randevu almadan aşıya gitmeyin uyarısı yaptı. Umarız tedarik sorunu hızla aşılır.
***
Yukarıda paylaşılan istatistikler Dünya’da ve Türkiye pandemide dördüncü dalga (pik) habercisi. Kritik olan, aşı gibi salgın kontrolünde en etkili araç geliştirilmişken bu tablo ile karşılaşmak. Aşı uygulamasında hedef kısa sürede dünya nüfusunun genelini aşılamak. Ne yazık ki bu gerçekleşemiyor. Zira tüm coğrafyalarda toplum bağışıklığı için hedefinin tutturulması gerekiyor. Her sokak, mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge, ülke, kıta ve topluluklarda aşının ulaşılması gereken oranda yapılması gerekiyor. Bu gerçek sıklıkla ıskalanıyor.
Aşıya erişimdeki eşitsizlikler/ayrımcılıkların yanı sıra toplumsal ve bireysel önlemlerdeki gevşeme de bu yeni artışta etkili. Aşının getirdiği rahatlık toplumlara sirayet etmiş durumda. Özellikle Avrupa ve ABD’de turizm döneminin getirdiği hareketlilik de bunda etkili. Aşıya aşırı güven de ciddi sorun. Kapitalist ve neoliberal zihniyet ile hareket eden batılı ülkeler diğer ülkelerde salgının kontrol altına alınamayışından bağımsız hareket edebileceklerini düşündüler. Yine tek ülkede toplum bağışıklığı mümkün algısı yerleşti. Küreselleşen dünyada bu pek mümkün görünmüyor. Aşılanmayan duyarlı nüfusunun pandemiden etkileneceği gerçeği ile dünya tanışmaya başlamış oldu. Bu dönem ‘Aşısızların Pandemisi’ olarak adlandırılıyor. Pandemiden en çok etkilenen grup aşısızlar da olsa aşılı olanların da bulaştan nasibini aldığını, yine yeni varyantlar ile yeniden duyarlı hale gelme potansiyeli göz ardı ediliyor. Küresel dayanışma ile yürümek yerine aşılı – aşısız ayrımına odaklanmış mücadele stratejisinin başarısız olacağı geçtiğimiz haftalarda görüldü. DSÖ yeniden bütünlüklü salgın kontrolü gerektiğinin altını çizdi. Aşı ile birlikte toplumsal önlemlerin devam ettirilemesi kritik önemde. Hem aşının hızlı bir şekilde tüm nüfus kesimlerine eriştirilmesi hem de toplumsal önlemlerin devamlığı kritik önemde. Toplumsal önlemlerin sağlanması devletin yükümlülüğünde olduğu hatırlatalım. Yani toplumsal hareketliliğin kısıtlanması, kalabalıklaşmaların önüne geçilmesi, ücretsiz ve nitelikli maskenin temin edilmesi, fizik mesafeye uymayı kolaylaştıran düzenlemelerin yaşama geçirilmesi, uygun havalandırmanın sağlanması ve denetlenmesi, hijyen için uygun ortam ve malzemenin sağlanması devletim yükümlülüğünde. Merkezi ve yerel devletin (belediyelerin) yükümlülüğünde. Tek adam rejimin unutturmaya çalıştığı konu bu yükümlülük. Önemli bir yükümlülük de olası vakaların erkenden bulunması, bu kişilerden bulaşın engellenmesi. Yani birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkin olarak devreye girmesi. İzolasyon ve karantinaya tam uyumun sağlanması. Yurttaşların uyumunu zorlayan ekonomik, sosyal ve barınma ortamı ile ilgili sorunlara kamu desteğinin sunulması. Bu kişilerin ve ailelerinin güvence altına alınması. Yurttaşların da sorumluluğunu da hatırlatalım, bireysel önlemleri hem kendileri hem yakınları hem de toplum için uyulması. Toplumsallık düşüncesi hareket etmesi ve dayanışmasını güçlendirmesi.
Devletin iktidar olduğu, gücünü topluma dağıtmadığı rejimlerde ne yazık ki bu yükümlülükler tercihler ile yaşama geçiriliyor. Kapitalist modernitenin ulus devletlerinde kapitalist saiklerle (sermaye birikimi) ve sömürgeci zihniyetlerle hareket edilmesi ile karşı karşıyayız. Kar maksimizasyonu, insan yaşamına tercih ediliyor. İnsanlar arasında da işçiler, emekçiler, yoksullar, mülteciler, ötekileştirilen halklar ve topluluklar görmezden geliniyor. Tercihler mutlu bir azınlık için merhem olurken geniş toplum yığınları hastalanmaya ve ölmeye devam ediyor. Toplumun karar süreçlerine katılımı mekanizmaları kritik önem taşıyor. Yok sayılan toplumun özyönetim mekanizmalarını devreye sokması ve öz gücünü kullanması kritik önem taşıyor. Bu nedenle kapitalist modernitenin karşısında yer olan dünya halkları mücadelesini ve dayanışmasını büyütmesi yaşamsal önem kazanıyor. Türkiye’de toplumsal muhalafetin (özellikle HDP, TTB ve SES) son dönem aşı konusunda yürüttüğü çalışmaların karşılık bulması, toplumla buluşulması ve toplumun öz gücünün harekete geçirilmesi aşı yapılma hızında yükselme ile kendini göstermiştir. Toplum bu gücünün farkında olmalıdır.
***
Önemli bir başlık da aşıda patent ve mülkiyet meselesi. Hızlı ve etkin aşılamanın yapılması konusunda bu durum kritik önemde. Buna rağmen G7 zirvesinde aşıda patent tartışması gündemden düşürüldü. Ülkeler COVAX üzerinden yardımlara mahkum edildi. Aşının toplumsal mülkiyete geçirilmesi konuşulmuyor bile. Merkezi kapitalist ülkelerin aldığı bu karara karşı küresel düzeyde ciddi bir toplumsal muhalefet yükseltilmedi. İlerici Enternasyonal tarafından başlatılan bir çalışma gündemde çok kısa yer aldı. Bu çalışmayı yeniden hatırlatmak istiyoruz.
“İlerici enternasyonal Aşı Enternasyonalizmi Zirvesi’nde bir araya geldi. Küresel Güney delegasyonları – Küba, Bolivya, Arjantin, Meksika, Kenya, Kerala ve daha fazlası. Çağrılarına Birleşik Krallık, Kanada ve Yeni Zelanda’dan Küresel Kuzey’den müttefikler bir araya geldiler. Bu ülkeler, hükümetlerine büyük ilaç şirketlerine (Big Pharma) bağlılıklarını sona erdirme ve küresel sağlık kurumları üzerindeki kontrollerini kaldırma çağrısı yapmaya hazırlar. Virchow, Biolyse ve Fiocruz gibi aşı üreticileri üzerlerine düşeni yapmaya istekli olduklarını belirtirken, bu koalisyonun basit bir amacı var: aşıyı herkes için üretmek, dağıtmak ve teslim etmek. Zirvede pandemiye son verecek tıp ürünlerinin üretim ve dağıtımının hızlandırılması açısından kilit önem taşıyan beş alanda taahhütlerde bulunuldu:
- Covid-19 aşı teknolojileri konusunda açık işbirliği
- Covid-19 aşıları için dayanışma fiyatları
- Yurtiçi kullanım amaçlı Covid-19 aşılarının onaylanması için düzenleyici kapasitenin paylaşılması
- Aşı ve tıbbi malzeme üretiminin artırılması için üretim kapasitesinin ortaklaştırılması
- Dünya Ticaret Örgütü tarafından dayatılan büyük ilaç şirketleri tekeline meydan okumak üzere kolektif itaatsizlik
İlerici Enternasyonal bu taahhütlerin gerçeğe dönüşmesine yardımcı olmak üzere toplantılar düzenlemeye devam edecek. Kapasitelerin birleştirilmesi ve katılımcıların işbirliğinin sürdürülmesi için bir çerçeve sunma ve gelişmekte olan bu aşı enternasyonalizmini başka ülkeleri, üreticileri ve siyasi aktörleri kapsayacak şekilde genişletme arayışında olacak.”
***
Önemli bir diğer konuda Delta varyantı nedeniyle 3. Doz ve 12 yaş ve üzerine aşı yapılması. Ne yazık ki bu konuda da akademi, emek ve meslek örgütleri değil şirketlerin ve CEO’ların devreye girmesi. Haliyle CEO’lar 3. Doz deyince kafa karışmaya başladı. Geniş toplum kesimleri tepki göstermeye başladı. Medya’da TTB, SES, uzmanlık dernekleri yerine daha çok Bilim Kurulu üyelerine yer verince kafa karışıklıkları giderilemiyor. Salgın kontrolünde anti-demokratik yönetim anlayışı aşı uygulamasında da kendini gösteriyor. Medyada aşı karşıtları ciddi yer alırken toplumsal sağlık için mücadele eden akademisyenler, meslek örgütleri ve emek örgütleri görünmez kılınıyor. Üretilen bilimsel bilgilerin paylaşımında dahi ciddi sorunlar yaşanıyor. Salgın yönetiminde demokrasiyi inşa etme oldukça yaşamsal. Bu nedenle toplumsal sağlık mücadelesi yürütenlerin toplumla buluşma olanaklarını artırması gerekiyor. Basın açıklamaları, sosyal medya ile sınırlı buluşmalar kafa karışıklıklarını gidermeye yetmiyor. Bu mücadeleyi yürüten kişilerin topluma değmesi, sahaya inmesi gerekiyor. Bu buluşmalar gerçekleşmediğinde bu yapıların ayrı bir iktidar odağı, devlet gibi görünme tehlikesi önümüzde ciddi sorun olarak duruyor.
Benzer bir sorunda aşı zorunluluğu, aşı sertifikası tartışmalarının gündemi işgal etmesi. Bu konuyu da haftaya ele alacağız.
[su_box title=”JİN ve YENİ YAŞAM” style=”glass” box_color=”#6b179e” radius=”1″][/su_box]
Bu hafta karmaşık toplumsal eşitsizliklerin, farklı tahakküm hatlarının iç içe geçmesiyle oluştuğunu tespit eden ve bunu tek bir teorik ve metodolojik çerçevede analiz etmeye çalışan kesişimsellikten bahsetmek gerekir.
Kimberle Crenshaw’ın 1989 yılında ortaya attığı bu kavram, grupların homojenleştirici etkilerine yönelik bir eleştiri olarak feminist tartışmalarda kendine yer buldu. Crenshaw’a göre, siyah kadınların deneyimleri beyaz kadınların deneyimlerinden farklıdır ve onların durumu aynı argümanlarla anlaşılamaz. Onlar; hem kadın, hem de siyah olmalarından dolayı beyaz kadınlardan farklı; onlarla bazen çelişen, bazen de örtüşen eşitsizlik mekanizmalarına sahiptirler. Siyah ve kadın olma durumundan başlayarak tanım genişlemiştir. Yani kesişimsellik cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf, ırk, ulus, engellilik ve yaş/kuşak gibi kategorilerin birbirinden bağımsız kategoriler olarak ele alınamayacağını vurgulayan bir yaklaşımdır. Karmaşık toplumsal eşitsizliklerin bu farklı tahakküm hatlarının iç içe geçmesiyle oluştuğunu tespit eder ve bunu tek bir teorik ve metodolojik çerçevede analiz etmeye çalışır. Türkiye’de bu yaklaşımı politika üretmek için kullanan bir çok kadın oldu. Kürt kadın hareketi, lezbiyen biseksüel feministler (LezBiFem oluşumu) ve transfemininistlerin özgün deneyimleri ve mücadeleleri üzerinden tartışmalar yürütüldü, bu doğrultuda ittifaklar oluşturuldu. Bu farklı deneyimler aracılığıyla feministler, (öz)eleştirel ve kesişimsel bir bakış geliştirmeye ve buna uygun politikalar üretmeye çalıştı.
Bugün içinse doğadan kolayca vazgeçip, insan ve kar odaklı yaşamanın öncelendiği görülürken bu insanlarında birçok açıdan eşit olmadığını ve ayrımcılığın hayatı tehtit ettiğini ve yok ettiğini görüyoruz. Mücadelenin süreğenliği baki fakat kapsayıcı olması ve kesişimsel bir bakışla olması da gereklidir. Kısacası nasıl feminizm herkes içinse, ırkçılıktan arınmak da herkese iyi gelecektir.
[su_box title=”AKADEMİDEN ” style=”glass” box_color=”#179e33″ radius=”1″][/su_box]
27 Temmuz’da ScienceNews’da yayımlanan bir habere göre (Saey, 2021) ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tam aşılanmış kişilerin de iç mekanlarda maske takması gerektiğini yeniden önermeye başladı.
Mayıs ayının sonunda, aşılanmış kişilerin virüsle enfekte olsalar dahi solunum yollarında tespit edilen virüs yüklerinin beklenenden çok daha düşük olduğunun görülmesi, dolayısıla enfekte olsalar dahi hastalığı bulaştırma ihtimallerinin düşük olduğunun gösterilmesi üzerine CDC aşılanmış kişilerin artık maske takmasına gerek olmadığına kanaat getirmişti.
Fakat “delta” varyantına yönelik çalışmaların, aşılanmış kişilerin bu varyantla enfekte olduğunda virüs yüklerinin hiç de düşük olmadığını ortaya çıkarması CDC’nin yeninden maskeye dönüşü önermesine sebebiyet verdi.
Aşılar (“delta” varyantıyla olsa dahi) enfekte olan kişileri ağır hastalık ve ölümden hala çok yüksek oranda koruyor. Fakat özellikle ABD’de kullanımda olan aşıların başta beklenmedik bir şekilde bulaştırıcılığı da azaltıyor oldukları gerçeği “delta” varyantı için geçerliliğini kaybetmiş gibi görünüyor.
Salgının seyri tahmin edilemez bir şekilde ilerlemeye devam ediyor.
Saey, T. (2021, July 27). Why the CDC says it’s crucial to start wearing masks indoors again. Science News. https://www.sciencenews.org/article/cdc-covid-coronavirus-masks-indoors-vaccinated-people-pandemic