KORONA 7 GÜNLÜK 19-25 TEMMUZ 2021
Bu hafta salgının yeniden Kürdistan coğrafyasına doğru yayılıyor olduğunu görmeye başladık. Ülke genelinde vakalar artışa geçmiş olmakla birlikte Siirt, Diyarbakır, Bitlis, Ağrı vaka artışlarında başı çekiyor gibi görünüyor. Benzer resimleri salgın başından beri görüyorduk fakat bu sefer durumun başka bir ağırlığı var. Bu dalga kitlesel aşılama başladıktan sonra gelişti, dolayısıyla tam olarak olmasa da muhtemelen belli ölçülerde önlenebilirdi.
Covid-19 salgını genel anlamıyla istatistik ve alışıldık matematiksel modelleri ters köşe yapan bir seyir izlemekte olduğundan vaka piklerinin ve düşüşlerinin zamanı ve gerekçesi tam anlamıyla kestirilemiyor. Bununla birlikte kitlesel aşılamanın dünyanın pek çok yerinde ölümleri ve hastaneye yatışları aşağıya çekiyor olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla bu imkanı tepiyor olmak önlenebilir bir çok ölüme sebep olacak gibi duruyor.
Aşı tereddütünün ülke genelinde ve Kürdistan coğrafyasında gelişmesinin birçok sebebi mevcut. Kamuoyunda dillendirilen sebepler daha çok geçmişe atfen sorunu tartışsa da konunun güncel boyutu da hayli önemli. Aşı karşıtlığının mabedi ABD’de covid aşıları özelinde ciddi bir problem yaşanmasını engelleyecek şekilde salgını ciddiye alan bir salgın yönetimi tutumu mevcuttu. Türkiye’de ise her şey kontrolümüz altında, ciddi bir problem yok algısının yerleşmesi için elinden geleni yapan iktidar, çocuğu için rutin aşılama takvimini yerine getiren kişilerin, kendilerinin covid aşısı olmamasına sebebiyet verdi. Elbette bölgeler arası eşitsizlikler, ayrımcılık, sömürge politikalarının tamamı da kendi meşrebince olaya katkı sundu. Sonuç olarak aşı tereddütü ile birlikte “aşı lakaytlığı” olarak tanımlayabileceğimiz bir gerçeklik oluştu.
Geçen haftaki alarmla beraber demokratik kitle örgütleri hareketlenmiş görünüyor, fakat henüz arzu edilen aşamada değiliz. Ölerek öğrenmenin bu coğrafyanın kaderi olmaktan çıkması için çabalarımızın artması gerekiyor.
[su_box title=”TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ” style=”glass” box_color=”#9e8d17″ radius=”1″][/su_box]
İlk olarak Hindistan’da ortaya çıkan ve tüm dünyadaki hâkim koronavirüs türü haline gelme yolunda ilerleyen Delta varyantının niçin ilk virüs türüne göre çok daha bulaşıcı olduğu ve daha hızlı yayıldığı ortaya çıktı. Çinli bilim insanlarının araştırmasına göre, hem Delta varyantına yakalanan kişilerin viral yükü 1260 kat daha fazla oluyor, hem de bu varyantın kuluçka süresi daha kısa sürüyor. DSÖ Avrupa’dan yapılan açıklamada “Endişe veren Delta varyantı Avrupa’da hızla ilerliyor ve şimdi bölgenin baskın varyantı hâline geldi. Mevcut trendlere bakılırsa Delta, gelecek aylarda küresel anlamda baskın varyant olacak” ifadeleri yer aldı. Avrupa’daki yeni vakaların yaklaşık yüzde 68’nin Delta varyantı kaynaklı olduğu belirtildi.
***
Türkiye ve Dünya’da salgın tekrar kontrolden çıkmış durumda. Pandemi Delta varyantının etkisi ile yeniden büyümeye ve yaygınlaşmaya başladı. Geçtiğimiz haftaya göre bir miktar azalma olsa da Güney Asya salgından en fazla etkilenen coğrafya.
Geçen yılın sonunda başlayan ve bu yılın başında hızlanan aşı uygulaması, Covid-19 (SARS-COV2) hastalığına yakalanmayı, semptomsuz geçirmeyi, daha az hastaneye yatmayı ve daha az ölüme yol açması ile küresel eşitsizlikleri çok daha derinleştirdi. Salgının yeni hedefi yoksul ülkeler, aşılama oranlarının düşük olduğu coğrafyalar, yoksullar ve ötekileştirilen topluluklar. Covid-19’un etkisi bu coğrafyalar ve toplumsal kesimlerde çok daha sert, ölüm hızları çok daha yüksek. Kaba ölüm hızlarında dahi fark oluşmaya başladı, yaşa standartize hızlar hesaplandığında küresel eşitsizlikler ve ayrımcılıkların etkisi çok daha belirginleşecek. Kapitalist modernite ve devletli uygarlığın krizinin sağlıktaki olumsuz sonuçlarından olan pandemi gerçekliği yeni yaşam mücadelesinin ne kadar elzem olduğunu da ortaya koyuyor.
Son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.
Son 7 gündeki vaka sayısı |
Son 7 gündeki ölüm sayısı |
Bir önceki haftaya göre değişim |
||
Vaka sayısı |
Ölüm sayısı |
|||
Dünya |
3,646,227 |
56,781 |
%3 |
%4 |
Asya |
1,437,884 |
23,421 |
– %4 |
%4 |
Avrupa |
932,373 |
6,901 |
%6 |
%3 |
Kuzey Amerika |
531,931 |
4,909 |
%34 |
%10 |
Güney Amerika |
497,603 |
15,192 |
– %14 |
– %12 |
Afrika |
238,918 |
6,299 |
– %16 |
%3 |
Türkiye’de yeni bir pik ile karşı karşıyayız. Son 24 saatte yeni vaka sayısı 12 bin 381 kişiye yükseldi. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 58 kişi. Toplam vaka sayısı 5 milyon 587 binin üzerine çıktı, toplam can kaybı ise 50 bin 879 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 221 binin üzerinde. Aktif hasta sayısı yükselmeye devam ederek 120 bin 562 kişi oldu. Ağır hasta sayısı paylaşılmıyor.
Son bir haftada Türkiye’de yeni vaka bildirimi %43, can kaybı %32 arttı. Bir önceki hafta toplamda 45 bin 745 Covid-19 vakası saptanırken bu sayı geçtiğimiz hafta 65 bin 329 kişiye yükseldi. Benzer durum can kaybı için de söz konusu, bir önceki 391 kişi olan can kaybı geçtiğimiz hafta 766 kişiye yükseldi. Salgının kontrolden çıktığı ayan beyan… Tek adam rejimi suskun olsa da rejimin Sağlık Bakanı pişkin pişkin toplumun, yurttaşların salgını unuttuklarını, bireysel önlemlerdeki zaafiyetleri dile getiriyor. Oysa tüm kamuoyu biliyor ki başta TTB olmak üzere sağlıkta meslek örgütleri ve sendikalar dünyada ve Türkiye’de Delta varyantını görüldüğü, daha hızlı bulaştığı; Sinovac aşısının koruyuculuğunun yetersiz olduğunu; Biontech aşısı için de 2 dozu tamamlamanın ve bunun üzerinden en az 2 hafta geçmesinin Delta varyantına karşı koruma sağlayabileceği; ve Türkiye’de iki doz aşı yapılanlarının oranının oldukça düşük olduğunu; başta Rusya ve İngiltere olmak üzere Delta varyantının yüksek olduğu ülkelerden ülkeye girişlerde karantina uygulaması gerektiği; yine toplumsal hareketliliğin kısıtlanması, kalabalıklaşmanın, maske ve fiziksel mesafe önlemlerinin kritik olduğu ve kapalı alanlarda havalandırma kontrolünün oldukça önemli olduğunun altını kalın kalın çizdiler. Tüm bunlara karşın bazı Bilim Kurulu üyeleri ve Cumhurbaşkanı dahil açık havada maskenin çıkartılabileceğine dair umutlar saçmaya devam ettiler. Sağlık Bakanı ise tek başına aşı olma üzerine yoğunlaşan stratejisiyle, tek doz aşı üzerinden verilen istatistiklerle aldatarak (üstelik tüm topluma ait değil, yetişkin nüfusunun oranlarını vererek) ve toplumsal önlemlerin neredeyse tümünün kalkmasına yönelik alınan kararlarda sessiz kalarak salgının yeniden patlamasında ciddi sorumluluk almıştır. Ülke geçmiş yaz ve sonbahar dönemi, bu yılın mart ayındaki ciddi hatalarına bir yenisini daha eklemiştir. Bunun hata olmadığını tercih olduğunun kalınca altını çiziyoruz. Tercih sermaye birikimi olmuştur, tüm salgın döneminde olduğu gibi. Bu vaka artışlarının can kayıplarının yaşanacağı biline biline bu kararlar alınmıştır.
Bu kararlarda Türkiye tek değildir. Son günlerde İngiltere çok daha açık bu kararlara imza atmıştır, diğer Avrupa ülkeleri ise daha gizli bu politikaları izlemiştir. İngiltere Delta varyantının baskın hale gelmesine ve vakar artış trendine girmesine rağmen iki doz aşı yapılan nüfusun %55 olmasına güvenerek 19 Temmuz itibarıyla önlemleri önemli oranda gevşetmiştir. Bununla birlikte ülkeye girişlerdeki karantina uygulamasına devam ettiğini hatırlatmak isteriz. İngiltere bu kararı alırken vaka sayısının 50-60 bine kadar yükselebileceğini, bununla birlikte hastane yatışları ve ölümlerin daha az olacağı modellemeleri ile kararlara imza atmıştır. Yaz aylarında aşısız nüfusun (özellikle aşı konusundaki isteksiz gençlerin) sürü bağışıklığına terk edilmesi ile toplumsal bağışıklık eşiğinin yükseltilmesi ve sonbahar-kış dönemine daha rahat girme hesaplarının yapıldığı da iddia edilmektedir. Ancak tercih bellidir, belli sayıda insanların hastalanmaları ve ölümleri kabullenilmiş, sermaye birikiminden asla vazgeçilmemiştir.
***
TURCOVID19 sitesine göre Türkiye’nin aşı ile ilgili istatistikleri şu şekilde.
Bugün saat 12.30 itibarıyla 39 milyon 427 bin 936 kişiye ilk doz (nüfusun %47.2’si); 22 milyon 652 bin 809 kişiye ikinci doz (nüfusun %27.1’i) ve 3 milyon 790 bin 468 kişiye üçüncü doz aşı yapılmış durumda. Toplum bağışıklığı için iki doz aşı yapılanların %70’e ulaşması hedefinin hala oldukça gerisindeyiz. İller ve bölgeler arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar devam ediyor. Delta varyantı nedeniyle toplumsal bağışıklık hedefinin %85 ve üzerine yükseldiği kabul ediliyor. Bu oranın yakalanması için ciddi bir aşı kampanyasına ihtiyacımız var.
Son 24 saatte 114 bin 106 kişiye birinci doz, 412 bin 723 kişiye ikinci doz ve 27 bin 838 kişiye üçüncü doz aşı yapıldı. Günlük yapılan toplam aşı 554 bin 60 dozda kaldı. Vaka sayısındaki artışın ciddi bir uyarı olması ile birlikte hala günlük hedeflenen 1-1.5 milyon dozun oldukça gerisindeyiz. Bayram öncesi ve bayramın ilk günlerinde yapılan aşı 200-300 bin düzeylerine kadar inmişti. İlk doz aşısını yaptıranlarda istenen yükselme sağlanamadı. Yaşın 16’ya inmesi, randevusuz daha aşı uygulamasının başlatılması gerekli sıçramayı yapamadı. Aşı kararsızlığının hala aşılmadığını görüyoruz. Bakan Koca da bu gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı, aşı yaptırmayan kişi sayısının 23 milyon kişi olduğunu kamuoyu ile paylaştı. Buna rağmen Sağlık Bakanlığı’nın hala ciddi bir kampanya yürütmediği aşikar.
Çare yasaklayıcı uygulamalarda aranıyor. Zorunlu aşı ya da aşı sertifikası gündemde. Olumlu motivasyonla değil, baskı ile aşının yükseltilmesi çabaları otoriter devlet anlayışının yansıması. Topluma güvenmeyen, toplum katılımın önünü açmayan, özyönetimlere ve öz-örgütlenmelere kapalı zihniyetlerin yaratıcılıkları da dumura uğramış durumda. Nesne düzeyine indirilen, bağımlı kılınan toplum, yeni bağımlılıklarla felç edilmeye devam ediyor.
[su_box title=”SİYASAL SAĞLIK” style=”glass” box_color=”#9e2417″ radius=”1″][/su_box]
Irk düşüncesi en temelde, bir halkın veya insan grubunun kendilerini, ötekilerin üzerine koyduğu ve mevcut üstünlüklerini özsel bir farklılık öğretisi aracılığıyla ifade ettikleri bir siyasi tahakküm ve ekonomik sömürü bağlamında gelişmiştir (Steve Fenton). Irkçılık kavramı ise, hiyerarşik bir sınıflama içinde aşağı görülen ırka karşı güdülen, şiddet ve aşağılama dolu davranış ve düşünceleri ifade etmektedir. Türkiye de önceden beri olan ve son zamanlarda artış gösteren ırkçı saldırılar nedeniyle, İHD’nin yayımladığı rapora göre, son 10 yılda 280 ırkçı saldırı olmuş, 15 cinayet ve 1097 yaralama gerçekleşmiş. Özellikle çalışmak amaçlı başka kentlere göç eden Kürt işçiler, göçmen ve mültecilere karşı gerçekleştirilen bu saldırılar, siyasi yönetim tarafından da destek bulmakta. Siyasi yönetimin kullandığı ayrıştırıcı ve ırkçı dilin yansıması olan bu tür eylemler mahkemelerce de herhangi bir cezai yaptırıma maruz bırakılmayarak desteklenmektedir. Aksine bu tür saldırılara karşı ses yükseltenlere karşı yasal işlem yapılmakta.
Tek devlet, tek dil ,tek millet, tek din ekseninde gelişen devlet yönetimi bütün farklıklara kapısını kapatarak, kendisi dışında olana da yaşam alanı tanımamakta. Siyasi yönetimin bu tekçi yaklaşımı ekonomik ve/veya siyasi olarak üstün olanın kendinden daha alt tabakada gördüğü insanlara karşı kin ve nefret oluşumuna neden olmakta. Bunun sonucu olarak da ölüm, yaralanma ve göç olmakta. Bireyde ve toplumda olumsuz etki yaratan bu durumlar, bireysel ve toplumsal ayrışmaya neden olmakta.
İktidarın bu ayrıştırıcı ve ırkçı dili karşısında birleştirici ve farklılıkları gözeten bir dil ile sesimizi yükseltmemiz gerekir. Tekçi zihniyeti alt etmek için farklılıkların eşit bir şekilde yaşayacağı bir yaşamı inşa etmemiz gerektiğini de unutmamalıyız.
[su_box title=”JİN ve YENİ YAŞAM” style=”glass” box_color=”#6b179e” radius=”1″][/su_box]
Rojava Devriminde çoğu devrim tarihinde olduğu gibi kadınlar önemli bir rol aldı, sadece devrimin kazanılmasında bir savaşçı olarak değil, özgür yaşamın inşasında irade gösteren özneler olarak devrim için “Rojava Devrimi, kadın devrimidir” saptamasına yol açtılar.
Geçen hafta Jin başlığında Rojava’dan Jinwar köyüne ait bir yazıya yer vermiştik, devrimin yıl dönümünü yeni atlattığımız bu günlerde, kendi coğrafyamızda İstanbul Sözleşmesini savunmaya devam ederken “Erkek adalet değil, gerçek adalet” sloganının yaşam bulduğu Rojava toplumsal yaşamına ve kadın anayasasına tekrar dönmek istedik.
İstanbul Sözleşmesi için kadın hareketinin sergilediği direniş Ayşe Düzkan’ın deyimiyle “önemli protestolar ve direnişler hayata geçirse de, bir protesto hatta direniş hareketi olmanın ötesinde, bir inşa hareketi, kurucu bir irade” sergiliyor. Kadın hareketinin bu inşacı rolü Rojava’nın toplumsal değişiminin örülmesinde de büyük yer tutuyor. Devrimle birlikte yeni kurulan halk meclisleri, komünler, kooperatifler, savunma gibi alanlarda yer alan kadınlar, eşit temsiliyet hakkına sahip oldukları gibi kendi özgün örgütlenme ve savunma alanlarını da oluşturdu. Devrimin inşasında en önemli adımlardan birini oluşturan Rojava Toplumsal Sözleşmesi ile, BAAS rejiminin “Şahsi Meseleler Kanunu”na göre düzenlediği ve erkek şiddetine, çok eşliliğe yol veren yasalarının yerine, halkların, inanç gruplarının, kadınların ve gençlerin görüşleri alınarak yeni bir Toplumsal Sözleşme yazıldı. Çocuk yaşta evilikler, çok eşlilik gibi kanunlar yasaklanıp, evlilik yaş sınırı 18 olarak belirlendi ve bu ilkeler 2015 yılında bir Kadın Kanunu ile yasallaştırıldı. Eşbaşkanlık da Toplumsal Sözleşme’de yer alan en önemli başlıklardan.
Hem yasanın oluşum sürecinde hem de yasanın uygulanmasında aktif katılım sağlayan kadınların bu yasaların toplumsallaştırılmasında da sorumluluğu büyük. Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet gibi davalara bakan hakimler Mala Jinan (Kadın Evi) olarak adlandırılan kurumlar ile paralel çalışıyor. Erkeğin hakaretine, şiddetine maruz kalan, eve kapatılan, “kuma” getirilen kadınlar ile evlendirilmek istenen kız çocukları önce Kadın Evi’ne başvuruyor. Kurum, kadının yaşadıklarını dinliyor, şiddeti belgeliyor. Ardından Kadın Asayiş Birimleri’ne bilgi verilerek erkek gözaltına alınıyor. Daha sonra yargılama süreci başlıyor. Böylece Kadın Evi, kadının maruz kaldığı erkek şiddetine dair hazırladığı dosyayı mahkemeye sunuyor. Hem mahkeme heyetleri hem de Kadın Evleri üyeleri eğitimlerden geçiyor. Akademilerde verilen eğitimlerden sonra, katılımcılar çalışma alanlarına dönüyor.
Yasama sürecinin demokratikleşmesi ve toplumsallaşması, toplumsal alanların tamamına kadınlar ve toplum olarak müdahil olabilme ve bu alanlara müdahale edebilme yolları açmak “erkek adalet değil gerçek adalet” sloganını yaşama geçirebilmek için elzem görünüyor.
https://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/erkek-adalet-degil-gercek-adalet-rojava-toplumsal-sozlesmesi/
https://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/devrimler-tarihini-ters-yuz-eden-bir-pratik/
https://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/1-temmuz-son-degil/
[su_box title=”AKADEMİDEN ” style=”glass” box_color=”#179e33″ radius=”1″][/su_box]
Çocuklara Covid-19 aşılarının uygulanıp uygulanmaması gerektiğine dönük tartışma sürüyor. 20 Temmuz tarihinde Nature dergisi bu tartışmayı haber-yorum köşesine taşımış (Ledford, 2021). Yayında toparlanan tartışmalara göre, konu daha çok su kaldıracak gibi görünüyor.
An itibariyle ABD, Şili, İsrail, Malta gibi ülkeler aşılama yaşını 12’ye kadar indirmiş durumda. 6 yaşa indirmeye yönelik çalışmalar da sürmekte. Türkiye’de aşılama yaşı 18 olarak kabul edilirken dünyanın birçok yerinde 16 yaşından büyük bireylere aşı uygulanıyor. Özellikle adolesan yaş grubunda (>12yaş) Covid-19 enfeksiyonunun ciddi negatif sonuçlar oluşturabileceği, hayli ağır seyredebileceği biliniyor. Long-covid denen klinik durum örneğin bunlardan biri. Fakat yine de özellikle 16 yaş altı bireylerde bu klinik durumların görülme olasılığı çok düşük. Çocukları aşılayan ülkelerin bunu daha çok bulaştırıcılığı engellemek için yaptıkları söyleniyor, bundan sonuç alınıp alınamayacağı ise soru işareti. Bu durum farklı tartışmaları beraberinde getiriyor. Dünyanın birçok yerinde sağlık emekçileri ve yüksek risk grupları aşıya erişemiyorken, sınırlı miktarda üretilmiş olan dozların sonucu belirsiz hedeflerle çarçur edilebiliyor olacağı konuşuluyor. Bu iddianın sahibi aşı üretimi başladığından beri benzer pozisyonunu sürdüren DSÖ başkanı Dr. Ghebreyesus.
Sürü bağışıklığının Covid-19 hastalığı için neredeyse imkansız bir hedef olduğu anlaşılalı birkaç ay oldu. Yeterince aşılanmamış bir adet insan popülasyonunun varlığının dahi aşılardan kaçabilecek varyantların gelişimi için yeterli olduğu belirtiliyor. Buna rağmen “tek ülkede sürü bağışıklığı” kurulabileceği fikri devletler arasında yaygınmış gibi duruyor.
Ledford, H. (2021). Should children get COVID vaccines? What the science says. Nature. https://doi.org/10.1038/d41586-021-01898-9