KORONA 7 GÜNLÜK 16-22 AĞUSTOS 2021

Şok ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli kesimlerine, genelde insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler ve yıkıma yol açan olgulardır. İçinde yaşadığımız savaşlar, fırtınalar, kasırgalar, depremler, sel baskınları, kontrol altına alınmayan yangınlar, açlık ve hastalıkla şekillenen doğa, şok ve dehşet doğurabilmektedir.” (Kleın,N. “Şok Doktirini” Agorakitaplığı, İstanbul 2015)

Çağımızın bizim üzerimizdeki en büyük baskısı öngörülerimizi ve gündemimizi bizden almasıdır. O yüzden yaşanan her duruma karşı sanki ilk kez oluyormuş gibi şok ve dehşet içinde refleks veriyoruz. Dünya üzerindeki salgın, Avrupa kıtasına yayılan yangın ve son olarak Afganistan’da yaşananlar parçalı dünyanın krizleridir. Afganistan tarihine baktığımızda ya emperyalist devletlerin ya da onlar adına vesayet savaşı yapanların Afgan halkları üzerinde süreğen bir kırımı olmuştur. Önce İngiliz sömürgesiydi.  Sonra Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi oldu (Marksist hükûmetin daveti üzerine). ABD’nin desteğiyle Sovyet Birliği’ne karşı savaşması için kurulan Taliban gibi örgütler sonra Afgan halkına yöneldi. 11 Eylül saldırısından sonra bilfiil ABD’nin Afganistan’a girip kendi kurduğu radikal İslamcı örgütlerle mücadele ettiğini söyleyip 20 yıllık işgalini sözde mücadele ettiği radikal İslamcı örgüt Taliban’a teslim ederek taçlandırdı.

Emperyalist devletler sebebi oldukları bu krizlerde (kapitalizmin krizidir de bu aslında) kendi başlarına kaldılar. Bu krizleri aşabilmek, güçlenmek için yeni yöntem ve arayışlar peşindeler. ABD’deki Biden yönetimi;  Afganistan, Irak ve Suriye’den askerlerini çekeceğini söyleyip laboratuvar olarak seçilen Afganistan’da ilk adımı attılar. Çin’in tek kuşak tek yol projesine, Rusya’nın sıcak denizlere inme isteğine ve arkaik bir göç travması olan Avrupa’ya yansımalarını ilerleyen zaman dilimlerinde göreceğiz.  Emperyalist devletlerin bu arayışları kendileri dışında kalan örgütlü ve öz gücü olmayan tüm halklar ve toplumlar için bir kaostur. Öz gücünü oluşturamamış, yeteri düzeyde örgütlenmemiş Afgan halkı tüm çıplaklığıyla bize gösterdi. Afganistan’daki siyasal İslamcı yönetimin, kurumların ve popülist liderlerin yozlaşması; öz gücünü emperyalist unsurlara dayamaları Afgan halkını radikal İslamcı örgütlere ve kaosa teslim etti.

Sonuç olarak 200 yıldır ulus devletin krizi var. Krizleri derinleştirip kaosla kendini yaşatıyor. Ya sömüren ya da sömürülen olmayı dayatıyor. Oysa Ortadoğu’da büyük merkezlerin çeperinde sıkışmış, asimilasyona tabi tutulmuş Kürtler; Ortadoğu halklarıyla birlikte bunların dışında bir üçüncü yolun olduğu tüm gerçekliğiyle gün yüzüne çıkardı. Öngörü, toplumsal örgütlenme ve öz gücü kaos aralığından çıktı.

TOPLUM SAĞLIĞI PERSPEKTİFİ

Covid-19 vakalarının küresel yükseliş eğilimi sürüyor. Farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 212 milyon 105 bini geçerken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 4 milyon 436 bine yaklaştı. Aktif hasta sayısı yükselmeye devam ederek, bir önceki hafta 16 milyon 327 bin civarında olan aktif hasta 18 milyona  dayandı. Bu ciddi artış bulaş tehdidinin oldukça büyük olduğunun göstergesi.

Günlük vaka bildiriminde Haziran sonunda başlayan artış eğilimine devam ediyor. Küresel olarak Nisan ayına benzer bir tablo ile karşı karşıyız. Haziran ortalarında 360 binlere kadar inen ortalama günlük bildirim, son bir haftada 640 bin 809 kişiye yükseldi. Günlük vaka sayısındaki yükseliş iki kata yakın.

Benzer durum günlük ölümler için de geçerli. Ölümler vaka sayısına göre azalmaya daha uzun süre devam etmişti. Temmuzun ilk haftasına kadar devam etmiş, 7 bin 600 civarına inmişti. Temmuzun ikinci haftasıyla birlikte artış eğilimine giren günlük can kaybı son bir hafta içinde ortalama 9 bin 630 kişiye yükseldi. Ölümlerdeki artış %50’ye yaklaştı.

Aşıya rağmen vaka ve ölüm sayılarındaki bu artış sonbahar ve kış ayları için kaygıları artırmakta. Pandemi aşısız topluluklar içinde ciddi patlamalar yapacak gözüküyor.

Küresel düzeyde son bir hafta Covid-19’un seyri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.

Bir önceki haftaya göre değişim

Kıtalar

Son 7 gündeki

vaka sayısı

Son 7 gündeki

ölüm sayısı

Vaka sayısı

Ölüm sayısı

Dünya

4,483,145

67,339

-%2

-%0.4

Asya

1,793,795

31,814

-%5

-%3

Kuzey Amerika

1,246,088

12,046

%3

%19

Avrupa

877, 841

8,192

%1

%11

Güney Amerika

307,365

8,573

– %7

– %14

Afrika

242,945

5,545

-%6

-%13

Türkiye

137,235

1,322

-%16

%44

Yukarıda tabloda görüldüğü gibi dünya genelinde haftalık vaka ve ölüm sayısında bir önceki haftaya göre %2’lik bir azalma söz konusu. Buna karşın Kuzey Amerika’da %3’ük ve Avrupa’da %1’lik artış gözlendi. Bir önceki hafta artış eğiliminde olan Asya ve Afrika kıtalarında azalma eğilimi başladı, Güney Amerika ise azalma eğilimini sürdürdü. Haftalık bildirilen vakalarda Asya ve Kuzey Amerika kıtaları halen ilk iki sırada. Kuzey Amerika’da ABD, Kanada, Meksika, Küba, Guatemala, Honduras ve Kosta Rika’da vaka sayısında ciddi kıpırdanma söz konusu. Asya’da ise Malezya, Japonya, Filipinler ve Vietnam’da ciddi artış varken İran, Hindistan, Endonezya ve Türkiye’de azama söz konusu, azalmaya karşın bu ülkelerin vaka sayısının yüksekliği ile halen ciddi tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz.

Avrupa’da ise Fransa, İspanya, Rusya’da vaka sayısında azalma görülürken İngiltere, Almanya, İsviçre’de artış dikkat çekiyor. Avrupa’da vakakuarın çoğunluğu dört ülkeye ait İngiltere (220 bin), Fransa (152 bin), Rusya (147 bin) ve İspanya (68 bin).

Türkiye’de de geçtiğimiz hafta vaka sayısı %16 azalırken ölüm sayısında artış (%44) artış devam etti. Bu çelişkili durum eleştirilere neden oldu. Prof. Kayıhan Pala, Koronavirüs salgınının seyrine ve aşı politikasıyla ilgili olarak, “Ölüm sayıları bu kadar yüksek seyrederken, olgu sayılarındaki düşüşü şaşırtıcı buluyorum. Yeterince test yapılmaması, sonuçların geçmiş yıllarda olduğu gibi tamamını içerecek şekilde açıklanmaması ya da Türkiye’de geçmişle kıyaslandığında olgu-ölüm hızının daha yüksek olması gibi gerekçeler karşımıza çıkabilir. Hangisi olduğuna yanıt verebilmek için Sağlık Bakanlığı’nın verileri kapsamlı olarak açıklıyor olması gerekir. Maalesef Sağlık Bakanlığı çok az veri açıklıyor. Bugün artık ağır hasta sayıları bile açıklanmıyor. Bu koşullarda pandeminin gittiği noktayla ilgili ayrıntılı analiz yapmak çok zor” diye konuştu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu üyesi Güçlü Yaman, geçen yıldan bu yana e-devlet, belediye web siteleri ve mezarlık sistemlerinden elde ettiği ölüm verileriyle Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı Kovid-19 ölümlerini karşılaştırıyor. Yaman, kurduğu sistemle 10 Ağustos tarihinde yaptığı hesaplamalara göre; Türkiye’deki ölümlerin yüzde 47’sine ulaşabildiği kentlerde önceki 3 yılın ortalamasından fazla ölen insan sayısı 80 bine, bu ölümlerin Türkiye projeksiyonu 164 bine ulaştı. Fazla olan ölüm sayılarının salgının yarattığı yıkımla ilgili gerçeğe en yakın fikri verdiğini aktaran Yaman, “Salgın milyonlarca insana bulaşan bir hastalık ve tüm vakaları her zaman tespit edebilmek mümkün olmuyor. Böylesi durumlarda önceki yıllara göre ölümlerdeki artışa bakılıyor. Örneğin 2019 Mart-Aralık arasındaki ölümleri önceki 3 yıla karşılaştırdığımızda ortalama yüzde 1’den daha az bir artış var. Bu artış oranı 2020 yılında benim verilerine ulaşabildiğim yerlerde yüzde 34’e çıktı. Burada sorulması gereken bu devasa fark nereden kaynaklanıyor. Bunun da tek açıklaması var; salgın. Salgın döneminde insanlar sadece direkt Kovid-19’dan ölmüyorlar ayrıca sağlık sisteminde yaşanan krize bağlı olarak da dolaylı salgın ölümleri gerçekleşiyor. Fazladan ölüm sayıları bu ikisini de kapsıyor.

Bir ay önce 36 ilde 750 vakada Delta varyantı tespit edildiğini belirten Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bugün vakaların yüzde 90’dan fazlasının delta varyantı olduğunu söyledi. Koca, “Aşısı tamamlanmış vefat eden kimse yok” dedi. Türkiye’deki Delta varyantı yoğunluğunun yüzde 90’ı geçtiğini söyleyen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Yeni bir kapanma gündemde yok” dedi. Koca, 7-13 Ağustos arasında illere göre haftalık (100 bin kişide) vaka sayısı haritasını paylaşıp, vaka görünme oranı en çok artan 5 ili açıkladı, ”Son bir haftada vaka sayısı en çok artan illerimiz; Batman, Bayburt, Aksaray, Gümüşhane ve Ardahan. İllere göre, haftalık Covid-19 vaka sayısı, her 100 bin kişide İstanbul’da 181,96, Ankara’da 199,55, İzmir’de 49,81 oldu.  Haftalık verilere göre Batman, Diyarbakır, Rize, Bingöl ve Siirt 100 bin kişide en çok Covid-19 vakası görülen iller oldu. Bir önceki hafta olduğu gibi bu haftada da Kürdistan, Karadeniz ve metropollerden İstanbul ve Ankara’da vaka sayısı ciddi düzeyde. Dördüncü dalga ve bizi bekleyen sıkıntılı geçecek sonbahar sağlık camiasında en fazla konuşulan konu.

***

TURCOVID19 sitesine göre Türkiye’de bugün saat 07.30 itibarıyla 45 milyon 843 bin 136 kişiye ilk doz (nüfusun %54.8’i); 35 milyon 12 bin 873 kişiye ikinci doz (nüfusun %41.9’u) ve 7 milyon 579 bin 991 kişiye üçüncü doz aşı yapılmış durumda. Bir önceki haftaya göre aşılamada kıpırdanma olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte toplum bağışıklığı için iki doz aşı yapılanların %70’e ulaşması hedefinin hala oldukça gerisindeyiz. İller ve bölgeler arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar devam ediyor. Delta varyantı nedeniyle toplumsal bağışıklık hedefinin %85 ve üzerine yükseldiği kabul ediliyor. Bu oranın yakalanması için hala ciddi bir aşı kampanyasına ihtiyacımız var.

Günlük yapılan aşı sayısı Sağlık Bakanlığı açıklamalarından, aşı tedariğinden ve ASM’lerin hafta sonu aşı yapmamasından ciddi oranda etkileniyor. Geçtiğimiz hafta 4.doz, 15 yaş ve üzerine ve 12 yaş üzeri kronik hastalığı olan çocuklara aşı kararı toplumda yoğun gündem odu. Dördüncü doz aşının önce herkese açılması, ardından sadece yurt dışına gideceklerde sınırlı tutulması aşı tereddütlerinin artmasına yol açtı. Sinovac aşının bir işe yaramadığı, Biontech’in de istenen düzeyde korumadığına dair güçlü kamuoyu oluşturdu. Bu olumsuz algının kırılması için TTB, KLİMİK, HASUDER ve çok sayıda bilim insanı açık açıklamalar yaptı.

TTB, koruyuculuk düzeyinin 3 doz inaktif aşı (Sinovac) olanlarda olduğu ve buna en yakın koruyuculuk seviyesinin ise 2 doz inaktif aşının sonrasında 1 doz mRNA aşısı (Biontech) yaptıranlarda olduğu iddiasına dair açıklama yaptı. Koca’nın açıklamasının kafa karışıklığına neden olduğunu belirten TTB, “Tüm veriler ayrıntılı olarak paylaşılmadan bu tür bir iddia ortaya atıldığı koşullarda ‘yararlılık’ ilkesinin çiğnendiği ortadadır” dedi. TTB, Bakan Koca’ya bahsedilen çalışmayı kamuoyuyla paylaşması çağrısı yaptı.

Türkiye’de 4. doz koronavirüs aşısı randevuları verilmeye başlandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 4. doz aşıların yabancı ülkelere seyahat edeceklere yönelik olduğunu açıkladı. 4. doz aşılar, 3. dozdan 21 gün sonrasına tanımlandı. Ancak Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve uzmanlar 4. doz aşı kararını aşı tedarikinde sıkışmaya yol açabileceği ve belirlenen 21 günlük sürenin herhangi bir bilimsel veriye dayanmadığı gerekçesiyle eleştirdi. 4. doz aşı randevularında yaşanan karışıklığın da, aşı karşıtlarına yarayacağı uyarısında bulundu. “Sinovac gibi inaktif koronavirüs aşılarında etkililiği mRNA aşılarındaki gibi olmadığını görüyoruz. Bu halkımızın korkması anlamına gelmiyor. Aşıların amacı, ciddi hastalığı önlemek. Ama inaktif aşıların, mRNA aşıları kadar etkili olmaması sebebiyle, Delta varyantını Sinovac aşısına rağmen daha fazla görmeye başladık. Virolog Semih Tareen bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Bu yüzden Türkiye dahil bazı ülkeler, iki doz Sinovac olanlara üçüncü doz hakkı açıldı. Ya BioNTech ya da Sinovac. Burada da şunu anlıyoruz: Yaşadığınız ülkede varyant, vaka sayıları, insanların davranışı ve yapılan aşıların cinsine göre bir kombine etkiyi görmek mümkün.” Bakan Koca ise 4. doz ile ilgili yaptığı açıklamada, iki doz BioNTech ya da üç doz Sinovac aşısı vurulmuş kişilere ilave bir doz daha aşının gerekli olmadığını söyledi ve “Böyle bir tıbbi gereklilik de kesinlikle yoktur” dedi. Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nin 24 Haziran’da yayımlanan ve 1053 sağlık çalışanının takip edildiği “Sinovac Aşısının Bağışıklık Yanıtı 3. Ay İzlem Sonuçları” adlı araştırmaya göre, 2. aşıdan 28 gün sonra sağlık çalışanlarının yüzde 97’sinde antikor tespit edildi. Bu oran, 3. ayın sonunda yüzde 77’ye geriledi. Araştırmada sağlık personelinin yüzde 95’inde antikorların azaldığı görüldü ve “Tüm bu veriler, Ağustos 2021’de yapacağımız ‘Aşılama sonrası altıncı ay antikor düzeyleri ve etkinliği’ izlem sonuçları ile netleşecek olmakla birlikte, aşının etkinliğinin uzun süreli olabilmesi için sağlık çalışanlarında ‘üçüncü doz hatırlatma aşısının’ gerekebileceğini düşündürmektedir” sonucuna varıldı.

***

Çin’de 10 binden fazla katılımcının incelendiği yeni bir çalışmaya göre Türkiye’de de Covid’e karşı ilk uygulanan aşı olan Sinovac, Delta varyantına karşı ağır hastalık ve ölümden yüzde 100, semptomatik hastalıktan ise yüzde 70 oranında koruyor. Ancak çalışma 1,5 aylık bir izlem süresini içerdiği için uzun vadeli sonuçların da değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Oxford Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre ise, Delta varyantına karşı aşıların koruyucu özelliğinin hızlı bir şekilde azaldığı belirlendi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Murat Akova “aşılar işe yaramıyor” spekülasyonlarında gözden kaçırılan şeyin, “aşılanmanın üzerinden geçen süre” olduğunu vurguladı.

***

Haftanın önemli gündemlerinden birisi de  aşıyı değil PCR testini öne çıkartan genelge oldu.  İçişleri Bakanlığı, valiliklere “Bazı Faaliyetler İçin PCR Testi Zorunluluğu” konulu genelge gönderdi. Genelgede, şu ifadelere yer verildi: “6 Eylül 2021 Pazartesi gününden itibaren aşı olmayan kişilerin; konser, sinema ve tiyatro gibi vatandaşların toplu olarak bulunduğu faaliyetlere katılımında negatif sonuçlu PCR testi zorunluluğu getirilecek. Bu çerçevede işletmeciler/organizatörler tarafından etkinliklere girişte HES kodu üzerinden kişilerin aşılı/geçirilmiş hastalık (Covid-19 hastalığı sonrası bilimsel olarak bağışık kabul edilen süreye göre) veya azami 48 saat önce yapılmış negatif PCR testi sorgulaması yapılacak. Kişi hastalığı geçirmemiş veya aşılı değil veya negatif PCR testi yok ise etkinliğe katılmasına müsaade edilmeyecek.” Aşısız veya hastalığı geçirmemiş kişilerin özel araç dışında uçak, otobüs, tren veya diğer toplu ulaşım araçlarıyla gerçekleştirecekleri şehirlerarası seyahatler için de negatif sonuçlu PCR testi istenecek. Seyahat firmalarının 6 Eylül’den itibaren yolcuların HES kodu üzerinden sorgulama yapmasının zorunlu olacağı belirtilen genelgede, “Kişi hastalığı geçirmemiş veya aşılı değil veya negatif PCR testi yok ise bu kişilerin seyahatine müsaade edilmeyecek” denildi. Diğer toplu etkinliklerle ilgili hıfzıssıhha kurullarının aşısız ve hastalığı geçirmemiş kişiler için negatif test zorunluluğu getirilebileceği aktarılan açıklama şöyle devam etti: “Salgın süreci ile birlikte mesafe kuralı doğrultusunda imtina edilen sarılma ve tokalaşma benzeri davranışların özellikle son dönemde toplum içerisinde yaygınlaştığı görülüyor. Kültürümüzün bir parçası olmakla birlikte salgınla mücadele sürecinde salgının yayılımını artıran tokalaşma/sarılma gibi faaliyetlerden bir müddet daha uzak durulmasının öneminin vatandaşlara hatırlatılmasına yönelik çalışmalar, vali ve kaymakamların koordinasyonunda sürdürülecek.”

Tartışma aşı yaptırmayanlara PCR testinin zorunlu olması değil bu testin devlet hastanelerince ücretsiz yapılma kararı oldu. Bunun aşı yapılmayı olumsuz etkileyeceği ve laboratuvara ciddi yük bindireceği söylendi. Pandeminin başından bu yana vaka aramak için riski gruplara yoğun test yapma stratejini yaşama geçirmeme eleştirilerine maruz kalan tek adam rejimi aşı yapmayı teşvikten çok aşı yapılmayanları rahatlatan bu kararın altına imza atarak sermaye birikimi ve siyasal-ideolojik saiklerle salgını yönetmeye çalıştığı bir kez daha gözler önüne serildi.

***

Türkiye’de pandemi ile ilgili bir gündem de okulların açılmasına dair. TTB, Eğitim Sen, Veli-Der ve diğer emek-meslek örgütleri eğitim emekçilerinin tümünün açılması ve diğer önlemlerle okulların güvenli hale getirilmesi dillendiriliyor. Havalandırma, ücretsiz nitelikli maske, sınıfların seyreltilmesi, ulaşımın güveni hale getirilmesi ve denetimlerin sıkılaştırılması öne çıkıyor. Yine emek-meslek örgütleri ve öğrenci-velilerin salgın yönetimine aktif katılımı üzerinde duruluyor. Öğretmenler arasında 2 doz aşı yapılanların oranının hala %69 olması kaygıları çok artırıyor.

***

Avrupa Birliği (AB), aralarında Türkiye’nin de yer aldığı üç ülkenin Covid-19 aşı sertifikalarının tanınmasına karar verdi. AB Komisyonu, Türkiye, Kuzey Makedonya ve Ukrayna’nın uyguladığı Covid-19 aşı sertifikalarına ‘denklik’ verilmesi kararı alındığını açıkladı. AB’nin salgında seyahatleri kolaylaştırmak için hazırladığı aşı sertifikası uygulaması, 1 Temmuz’da yürürlüğe girmişti. Sertifikayla AB’de onaylı Covid-19 aşılardan BioNTech-Pfizer, Moderna, AstraZeneca ve Johnson and Johnson olmuş ve son dozun üzerinden iki hafta geçmiş kişilere seyahatlerde ek test veya ilave kısıtlamalar uygulanmıyor. Seyahatlerde sıklıkla kontrol edilen aşı sertifikası, tüm AB ülkeleriyle birlikte İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve İsviçre’de geçerli oluyor.

Sağlık Bakanlığının Covid-19 salgınıyla mücadele kapsamında hayata geçirdiği HES uygulaması, güncellendi. Eklenen yeni özellikle uygulamaya AB uyumlu sağlık pasaportu butonu ekledi.

***

İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nin yaptırdığı araştırma, Alfa varyantı döneminden farklı olarak aşıların Delta varyantına karşı etkisinin hızlı bir şekilde azaldığını ve aşılıların virüs kapma ve bulaştırma riskinin arttığını ortaya koydu. İngiltere çapında boğaz ve burundan alınan üç milyonu aşkın numuneye dayanan araştırmada ikinci dozdan iki hafta sonra yüzde 85 olan BioNTech etkinliğinin 90 gün sonra yüzde 75’e; AstraZeneca’da ise aynı zaman diliminde yüzde 68’den yüzde 61’e gerilediği kaydedildi. Ayrıca korumadaki düşüşün 35 yaş ve üstündeki grupta daha belirgin olduğuna da işaret edildi. Doğal yollardan virüse yakalanıp iyileşen kişilerin bağışıklığının, aşılananlara göre daha güçlü olduğunu da ortaya koydu. Oxford Üniversitesi araştırmacılarından Koen Pouwels, aşılanmasına rağmen enfekte olan kişilerde görülen virüs yoğunluğunun, sürü bağışıklığına ulaşmayı zorlaştıracağına dikkat çekti. Pouwels, “aşıların ağır hastalık vakalarının önlenmesinde muhtemelen en iyi yol olduğunu, ancak virüsün bulaştırılmasının önlenmesinde etkisinin azaldığını” belirtti.

***

Rusya’nın Gamaleya Enstitüsü’nün geliştirdiği Koronavirüs aşısı Sputnik-V’nin Delta varyantına yönelik modifiye edilmiş bir versiyonunun geliştirildiği açıklandı. Sağlık Bakanı Mikail Muraşko, orijinal Sputnik-V aşısının Delta varyantına karşı yüzde 83 etkili olduğunu söylemişti.

***

Doç. Dr. Haluk Çalışır, COVID-19’la mücadele kapsamında alınacak önlemlerle ilgili yayınlanan metinlerde havalandırmaya gereken önemin verilmediğine dikkat çekerek, havalandırmanın virüsten korumanın en etkili yolu olduğunu belirtti. COVID-19 virüsüne karşı sadece maske, mesafe ve temizlik önlemlerinin korunmada yeterli olmadığını belirten Çalışır, hastalığın özellikle kapalı alanlarda bulaştığını söyleyerek şimdiye dek alınan tedbirlerde havalandırmanın yeterince vurgulanmadığını söyledi. Okulların sonbaharda açılacağını, önlemlerin de buna göre alınması gerektiğinin altını çizen Çalışır, etkili bir havalandırmayla birlikte okul çalışanlarının aşılanması, sınıfların seyreltilmesi, okula giriş çıkış saatlerinin değiştirilebileceğini ifade etti. Çalışır, konuşmasının devamında özellikle kapalı mekânlarda havalandırma ile birlikte maske kullanımının da önemli olduğunun altını çizdi. Virüsten korunmak için maskelerin önemine vurgu yapan Çalışır, maskenin takıldığı alanda havanın girebileceği bir boşluğun olmaması gerektiğine dikkat çekti.

***

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) ve ABD Dışişleri Bakanlığı, Pazartesi günü Covid-19 vaka sayılarındaki artış nedeniyle Türkiye’ye seyahat uyarısını güncelledi. CDC, Türkiye’yi “tüm seyahatlerden kaçının” tavsiyesinin verildiği Seviye 4 olan “yüksek risk” grubu ülkeler arasına ekledi. Dışişleri Bakanlığı da bu gelişmeye paralel olarak vatandaşlarını Türkiye’ye seyahat etmemeleri konusunda uyardı.

***

Küba, kendi geliştirdiği “Soberana 02” ve “Soberana Plus” isimli yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısının acil kullanımına onay verdi. Eyalet Finlay Aşı Enstitüsü (IFV) tarafından geliştirilen aşıların klinik deneylerindeki etkinlik oranının yüzde 91,2 olduğu belirtildi.

JİN - YENİ YAŞAM

ABD’nin 20 yıldır işgal ettiği Afganistan’dan çekilmesi ve ülke yönetimini ele geçiren Taliban’ın kadınların başta yaşam hakları olmak üzere en temel haklarının gaspına dair oluşturduğu tehdit, Afganistanlı kadınların öfke ve isyan dolu haykırışları, tüm dünyadan ve Türkiye’den kadınların Afganistanlı kadınlarla dayanışma açıklamaları haftanın ana gündemlerinden biri oldu.

“Size seslendik, yardım istedik, talepler ilettik, her şeyi yaptık, umurunuzda olmadı. Taleplerimizin içinden sadece işlerine geldiği gibi kararlar veren dünyanın erk sahibi erkekleri, bizim çok büyük emek verdiğimiz bir şeyi yerle bir ettiler. Hepiniz iğrençsiniz. Tüm dünya, Afganistan’a, dünyanın bu bölgesine son 20 yıldır yaptıklarınız için kendinizden utanın.” Afgan kadın hakları aktivisti Seraj Mahbouba’nın dünya liderlerine yönelik bu sözleri bir yandan Afganistanlı kadınların haklı öfkesini diğer yandan da bu coğrafyada yaşanan eril hegemonyanın kısa özetini yansıtıyor.

Afganistanlı kadınlar mücadeleyle kazandıkları en temel haklarına dönük saldırılara karşı, güçlü bir mücadele başlatmış durumdalar. Amerika’nın tepeden inşa ettiği devlet kurumları çekilme ile yerle bir olurken Taliban’ın karşısında ilk duranlar, sokağa çıkıp Taliban’ı tanımayacaklarını haykıran kadınlar oldu. Böylesine karanlık bir tablo içinde gerek Taliban’ın, gerek emperyalist güçlerin gerekse tüm dünyada kendi iktidar çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ulus devletlerin karşısında kadınlar tüm dünyaya seslerini duyurmayı başardı. Hızla küresel düzeyde bir kadın dayanışması örgütleniyor, geçtiğimiz hafta boyunca Türkiye’de de birçok şehirde kadınlar “Hayatları için direnen Afganistanlı kadınların yanındayız! Dayanışmamız sınır tanımaz!” diyerek açıklamalar yaptılar.

Küresel düzeyde ya da yerelde, iktidarları elinde tutan erk sahibi erkekler birbirlerine karşı kimi zaman güç savaşlarına girseler de kadınların yaşamları üzerindeki tahakküm ve sömürü konusunda uzlaştıkları tecrübe ile öğrendiğimiz bir gerçek. Erkek egemen iktidarlar tarihi kadınlara karşı girişilen vahşi bir katliam tarihidir özünde. Özellikle son elli yılda Ortadoğu ve Mezopotamya coğrafyasında yaşanan kadın kırımı da bu tarihin en kanlı sayfalarını barındırıyor. Tarihsel olarak bu denli büyük katliamların erkek egemen sistemin krizlerinin derinleştiği dönemleri ifade ettiğini de biliyoruz.  Erkek egemen devletli uygarlığın ortaya çıktığı bu coğrafyada, katliamlara inat direnişle filizlenen ve güçlenen kadın hareketi,  kadim direniş tarihinden beslenerek ve öz gücüne dayanarak tüm insanlık için özgürleşmenin yolunu açan yeni bir toplumsallık potansiyelini de içinde barındırıyor.  Bu toplumsallığın inşasında Rojava Kadın Devrimi, başta Ortadoğulu kadınlar olmak üzere tüm dünyadan kadınlara ilham veriyor.

AKADEMİDEN

Bu hafta British Medical Journal’da yayımlanmış zehir zemberek bir editoryalin (Hassan et al., 2021) çevirisini aktarıyoruz. Yazıda bulunan 35 adet referansı yer kısıtlılığından dolayı çıkarmak durumunda kaldık. Orijinal halini paylaştığımız linkte referanslara da erişilebilir.

Aşı Eşitsizliğinden Çıkar Sağlamak: İnsanlığa Karşı Suç

Pandeminin başlarında, Pfizer covid-19 aşısından kar etmeye niyeti olduğunu açıklamıştı. 2021’in ilk üç ayında, Pfizer’in aşısı 3.5 milyar dolar gelir ve yüz milyonlarca dolar kar getirdi. Diğer şirketler de covid-19’dan olağanüstü karlar elde ediyor. Covid-19 aşısını geliştirmek için kamu fonu alan Moderna, aşı satışlarından birkaç milyar dolar kazanacak. Ünlü “kar amacı gütmeyen” modeliyle Astra Zeneca bile milyarlarca dolar gelir elde edecek ve pandeminin sona erdiğini düşündüğünde fiyatı yükseltmekte özgür.

Ancak zengin dünya, aşıları daha fakir ülkelerle hızlı veya adil bir şekilde paylaşmayı reddediyor. Birleşik Krallık’ta nüfusun %60’ı tam aşılıyken, Uganda’da bu oran sadece %1. Dünya nüfusunun %20’sine ev sahipliği yapan en az varlıklı 50 ülke, tüm aşı dozlarının sadece %2’sini aldı. Zengin dünya utanmalı.

Dünya Sağlık Örgütü, zengin ulusların ek aşılamayı durdurmasını ve bunun yerine daha az varlıklı ülkelere doz göndermesini istiyor; ancak Pfizer, zengin ulusların DSÖ’yü görmezden gelmesini ve güçlendiriciler önermesini ve beklenen gelirini 33,5 milyar dolara yükseltmesine yardımcı olmasını bekliyor.

“Pandemik vurgunculuk”, bize göre, soruşturma ve inceleme gerektiren bir insan hakları ihlalidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, herkesin “bilimsel ilerlemeden ve faydalarından yararlanma” hakkına sahip olduğunu belirtir. Böyle bir ilerleme, ciddi hastalık ve ölüm şansını azaltan, kamu finansmanıyla etkili covid-19 aşılarının geliştirilmesini hızlandırdı.

Afrika, Asya ve Latin Amerika’da aşı ile önlenebilir ölümler ve hastalıklar benzeri görülmemiş bir hız ve ölçekte meydana geliyor. Bu kıtalar, pazar güçlerini esneten zengin ülkeler tarafından geride bırakılıyor. Bu ölümlere neyin sebep olduğunu açıklığa kavuşturalım: Siyasi irade eksikliğiyle birleşen serbest piyasa, patent ve fikri mülkiyet hakları korumasına dayalı kâr odaklı bir girişim. Zira iddiaların aksine dünyaya yetecek kadar aşı üretmek mümkün.

Aşı Apartheid’ı

Yalnızca şirket kurullarına karşı sorumlu olan aşı üreticileri ve onların baş yöneticileri, dozları toplamak için bir grup liderle birlikte çalıştı. Eylül 2020’ye kadar, yüksek aşı fiyatlarını ödeyebilen yaklaşık 30 zengin ülke, verdikleri siparişlerle şirketlerin raflarını temizleyerek bir “Aşı apartheid’ı” oluşmasına yol açtı. Kanada, vatandaşlarını beş kez aşılamak için yeterli doz satın aldı. İngiltere, nüfusunun dört katı için yeterli doz aldı. 2021’in sonunda, bazı fakir ülkeler parasını ödedikleri aşıları henüz almamış olsa da, zengin ülkeler bir milyar doz kullanılmayan aşı stoğunun üzerinde oturuyor olacak. DSÖ genel direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, küresel aşı eşitsizliğini “grotesk”, aşılardan kaçabilen viral varyantların tohumlanması için bir fırsat ve “ahlaki bir rezalet” olarak nitelendirdi.

Ama buna ahlaki bir rezalet demek yeterli mi? Dezavantajlı ülkelerde yüzbinlerce erken ölüme yol açan, fikri mülkiyet feragatlerini reddeden ve üretim bilgisini alıkoyan kararların telafisi nerede?

Bazı aşı zengini ülkeler artık kullanılmayan aşırı dozları yok ediyor. Bazıları da stoklarını korumak için ihracat yasakları ve kısıtlamalar getiriyor. İronik olarak, aşı şirketleri daha yoksul ülkelerin benzer önlemlerde ısrar etmelerini engelliyor.

Bu tür istiflemeyi önlemek için geçen yıl Covax adlı küresel bir aşı paylaşım mekanizması başlatılmıştı. “Küresel bir güç merkezi” olarak tasarlanan Covax, 2021’in sonuna kadar 92 daha yoksul ülkedeki insanların en az %20’sini aşılamak için yeterli doz satın almayı hedefliyordu. Gerçeklik, hedeften çok uzak. Zengin ülkeler Covax’ı alıcı kuyruğunun arkasına itti ve Covax ihtiyaç duyulan milyarlarca dozun çok altında, sadece 163 milyon doz sağlayabildi. Hayal kırıklığı yaratan bir şekilde, G7 gerekli dozların %8’inden daha azını Covax’a bağışlamayı kabul etti.

Hindistan ve Güney Afrika hükümetleri, 100’den fazla ülke tarafından desteklenen covid-19 teknolojilerinde fikri mülkiyet hakları korumasından geçici olarak feragat etme önerisine öncülük ediyor. Ancak aşı üreticileri ve birçok zengin ülke, kendisi de yavaş hareket eden Dünya Ticaret Örgütü’ndeki feragat tartışmalarını engellemek için yorulmadan çalışıyor. Oxfam, G20 ülkelerini pandemiyi sona erdirmeden önce ilaç şirketleriyle ilişkiler kurmakla suçladı.

Bilgi paylaşılmalı

Mayıs 2020’de DSÖ, aşı geliştiricilerini havuzlama ve gönüllü lisans anlaşmaları yoluyla aşı teknik bilgilerini paylaşmaya çağıran Covid-19 Teknoloji Erişim Havuzu’nu (C-TAP) başlattı. Haziran 2021’de DSÖ, ilk covid mRNA aşı merkezini kurmak için Güney Afrika aşı şirketleri, üniversiteler ve Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinden oluşan bir konsorsiyumla birlikte çalıştığını duyurdu. Ancak DSÖ onaylı aşıya sahip hiçbir büyük şirket, teknolojiyi C-TAP veya DSÖ merkezi ile paylaşmadı. Çoğu hükümet, bu tür bilgilerin paylaşılmasını zorunlu kılmak konusunda isteksiz davrandı. Oxford Üniversitesi’nin kamu finansmanı yoluyla geliştirilen aşısının açık kaynak haline getirileceğine dair bir umut vardı, ancak haklar fiyatlandırma ve diğer alt lisanslama koşulları konusunda hiçbir şekilde şeffaf olmayan AstraZeneca’ya verildi.

Son 100 yılın en kötü salgınının ortasında, aşılar serbestçe temin edilebilen bir kamu malı yerine, şirketlerin sahip olduğu ve zenginlere satılan bir meta olarak kalmaya devam ediyor. Zengin ülkeler bu yıl bir milyar “fazla” dozu biriktirmek yerine onları Covax’a verebilirdi. Tabi ki bu tür “hayırsever bağışlar” yeterli değildir. Zira bağışlar, sömürge adaletsizliğinin bir kalıntısıdır ve tazminatların vadesi çoktan geçmiştir. Ancak mevcut sömürge hayırseverliği modeli dahi başarısız oldu.

İleriye dönük tek sürdürülebilir yol, dezavantajlı ülkelerin artık hiçbir şekilde hayır işlerine bel bağlamaması için üretimi küreselleştirmektir. Bu, AIDS krizinde bir şekliyle başarıldı, ancak uzun yıllar ve birçok ölümden sonra. Daha yoksul ülkeler, fikri mülkiyet haklarının gevşemesine, teknoloji transferine ve bölgesel aşı üretim merkezlerinin hızla kurulması için desteğe ihtiyaç duymakla birlikte Afrika, Asya ve Latin Amerika aşı üretme konusunda kusursuz bir kapasiteye sahiptir ve aksini iddia etmek yanıltıcı bir argümandır.

Politikacılar, Hindistan’da görüldüğü gibi, ülkede aşı üretim kapasitesi mevcut olsa bile, bir ülkenin pandemi ile mücadelesine hala zarar verebilir. Ancak fikri mülkiyeti, teknik uzmanlığı ve üretim kapasitesini paylaşma konusundaki ezici ahlaki zorunluluk hala geçerli.

Şaşırtıcı bir şekilde, bazı zengin ülkeler – örneğin Doğu Asya’da – aşı tedariği konusunda da yetersizler çünkü agresif aşı tedariki yerine hayat kurtarmak için katı sınırlama stratejilerine öncelik verdiler. Pandemi stratejileri şimdi, Batı’daki büyük ilaç ve popülerlik politikalarının kaprisine bağlı olarak pamuk ipliğine bağlı.

Sonuç olarak, patentlerden feragat etmeyi ve bilgi paylaşmayı reddedenler, Çin, Hindistan ve Rusya’daki kurumsal ve siyasi oluşumlar zaten boşluğu doldurmaya başladıkları için, yalnızca kendi uzun vadeli çıkarlarına zarar verecektir.

Sessizlik suç ortaklığıdır

Mevcut pozisyonda Covid-19 küresel aşı tahsisi, güce, ilk hamle avantajına ve ödeme kabiliyetine dayanmaktadır. Toplu ölüme kurumsal ve siyasi izin verilmesiyle mümkün olan bu ahlaki skandal, insanlığa karşı bir suçla eşdeğerdir. Yine biz de sessizliğimizle suç ortağıyız. Aşı şirketlerindeki işçiler ve hissedarlar neden sesini yükseltmiyor? “Bilimsel girişimin meyvelerini” herkesin kullanımına sunmak için yaygara koparan akademisyenler nerede? Küresel adalet ve kurumsal hesap verebilirlik talep eden avukatlar nerede? Zengin ulusların hangi liderleri, dünyayı güvenli hale getirerek insanlarını güvenli hale getirmeleri için aşı şirketlerine baskı yapıyor? Bilim insanlarının ve sağlık çalışanlarının aşılara adil erişim için mücadele etmek için tabandan harekete geçmesi nerede?

Küresel aşı eşitsizliği, hızlı aşı geliştirmedeki tüm başarılarımızı alt üst ediyor ve pandemiyi gereksiz yere uzatıyor. Devam eden eşitsizlik, ticari açgözlülüğün ve politik kişisel çıkarın doğrudan bir sonucudur. İnsanlığa hizmet kisvesi altında dezavantajlı ülkelerdeki sayısız ölümleri görmezden gelen şirketler, siyasi müttefiklerinin desteğiyle bir kez daha en iyi yaptıkları şeyi yapıyorlar: İnsan öldürmek.

Hassan, F., Yamey, G., & Abbasi, K. (2021). Profiteering from vaccine inequity: a crime against humanity? BMJ, n2027. https://doi.org/10.1136/bmj.n2027