Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 7-13 HAZİRAN 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 7-13 HAZİRAN 2021

 

Devrimci kabarış ve geri çekilme dönemleri birbirini izler. Gerek evrensel gerek daha küçük ölçeklerde bu durum hep geçerlidir, kuraldır. Tarih, hemen hemen hiçbir zaman onu yaşayan öznelerin bilinçli kontrolü altında olmadığından bu dönem geçişlerini en fazla geciktirebilir veya yaşanacakları önceden kestirip ona göre pozisyon alabiliriz.

Bu dönemler birbirinden farklı stratejileri ve programatik yaklaşımları gerektirir. Defalarca gördük ki her ikisi de birbirinden zordur. İki ucu da başarılı ve kazanan bir tarzla yürütmek başlıca görevdir. Ele avuca sığmayan bir kitleselleşmeyi, kazanımları gasp edilemeyecek örgütlü bir ilerleyişe kanalize etmek, dağılmayı ve moralsizliği yönetmekten daha kolay değildir. Zira gerçek çelişkiler, çelişkinin bir tarafına tutunup diğerinden uzak durularak aşılamaz.

6. yılını doldurduğumuz 7 Haziran ve ardından gelen Tel Abyad zaferlerini ve sonrasını bu çerçevede ele almak gerekir. Seçim de savaş da hazırlık aşamasında kazanılır, “o an” sadece sonuçlar tescil olur.

“O an” gelinceye kadar doğru program ve strateji, sabırlı ve emin adımlarla uygulanmış, devletin gösterdiği zayıflık ve tereddütlerden faydalanılmış, komplo hamleleri tersine çevrilmişti. Elbette daha iyisi de olabilirdi ama konu bu değil, konu zafer tescil olduğunda her şey tersine dönmüş olması.

Zoru yönetmeyi bilenler kazandıkları yeni kitlelere nasıl hitap edeceklerini bilmiyordu. Onların hedeflerinin ve özlemlerinin ne olduğuna hatta onların kim olduğuna yönelik bir fikirleri yoktu. O yüzden çözümü, bilmedikleri bu şeyleri yerden yere vurmakta, o şeyleri kendilerine benzetmeye çalışmakta aradılar. Başarısızlıkla sonuçlandı.

Zaferi sevenler için süreç daha basit ilerledi. Devrimin disiplin, fedakarlık ve ağır bedeller ödemeyi gerektirdiğini şifahen biliyorlardı ama bunu birinci elden tecrübe etmek onları “incitmeye” yetti.

Güncele dönelim. Şayet bu iki heyet kendi krizlerini aşma yoluna gidebilir de sürece aracılık etmeye hazır hale gelebilirlerse genel ölçekte salgın, yerel ölçekte buna eklenen sünuf-u devletin çatışması kışın bahara dönmeye hazır olabileceğini gösteriyor. Peki bu iki heyet ne yapar da bugünün momentinde 7 Haziran’ın kurban gittiği kaderi yaşamaz ve yaşatmaz, soru bu.

Yerimizin dar oluşunu soruya cevabı kısa kesmek için bahane edelim ve Ali Şeriati’ye gönderme yaparak şöyle diyelim: Birincilere esneklik, ikincilere hedef.

[su_box title=”MEVCUT DURUM ” style=”glass” box_color=”#185c8e” radius=”1″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

Sosyal cinayete dönüşen pandemi ölümlerine karşı öfke büyüyor. Yanlış sağlık politikaları ve salgın mücadelesine karşı yaşam hakkını savunmak için demokrasi güçleri harekete geçiyor.

***

Pandeminin müsebbibi merkezi kapitalist ülkeler yeni pandemileri önlemek için harekete geçiyor. G7’nin, Koronavirüsün yol açtığı yıkımın tekrarlanmasını önlemek için bir dizi taahhüt içeren “Carbis Bay Deklarasyonu”nu tamamlaması bekleniyor. Asıl niyet olsa olsa gerçekleri gizlemek, ekolojik yıkıma yol açan kapitalist zihniyeti temize çekmek olsa gerek! Deklarasyon, cumartesi gecesi sahilde bir barbekünün ardından G7’nin nihai bildirisiyle birlikte pazar günü yayınlanacakmış. Açıklamanın barbekü sonrası olması tamamen kapitalist zihniyeti ele veriyor.

***

Covid-19 vakalarında küresel düzeyde düşüş eğilimi devam ediyor. Bununla birlikte farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 176 milyon 404 bini, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 3 milyon 810 bini geçti. Aktif hasta sayısı 12 milyon 224 bin civarında.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Asya kıtası zirvedeki yerini sürdürdü. Asya kıtasında toplam vaka sayısı 53 milyon 400 bine dayandı. Asya kıtasında ilk üçü Hindistan (29.4 milyon), Türkiye (5.3 milyon) ve İran (3 milyon) paylaşıyor. Asya kıtasını Avrupa (47.1 milyon), Kuzey Amerika (40.2 milyon, 34.3 milyonu tek başına ABD’ye ait), Güney Amerika (30.6 milyon) ve Afrika (4.1 milyon) izledi. Toplam vaka sayısında Türkiye ilk beşte yer alıyor: ABD (34.3 milyon), Hindistan (29.4 milyon), Brezilya (75.8 milyon), Fransa (5.7 milyon) ve Türkiye (5.3 milyon).

Pandemiye bağlı ölümlerde de Avrupa 1 milyon 86 binin üzerinde can kaybı ile zirvede yer alırken ikinci sıraya 941 bin 501 ölüm ile Güney Amerika yükseldi. Bu kıtaları Kuzey Amerika (907 bin), Asya (740 bin) ve Afrika (135 bin) izliyor. Peru ölüm sayısını güncelleyince ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olduğu ülke sayısı dokuza yükseldi: ABD (615 bin), Brezilya (486 bin), Hindistan (370 bin), Meksika (230 bin), Peru (188 bin), İngiltere (128 bin), İtalya (127 bin), Rusya (126 bin) ve Fransa (110 bin).

Küresel düzeyde yeni vaka bildirimi son 24 saatte yeniden 370 bin 741 kişi, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 9 bin 953 kişi. Hindistan’da 81 bin vaka ile son 10 haftanın en düşük günlük vaka sayısı kaydedildi. Pandemi halen Asya, Latin Amerika ve Afrika’da yüksek hızda devam ediyor. İngiltere’de Delta varyantına bağlı yeni vaka bildirimi ve can kaybı yükselme eğiliminde. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Hindistan (81 bin), Brezilya (75.8 bin), Kolombiya (30 bin), Arjantin (18.1 bin), Rusya (13.5 bin), ABD (9.4 bin), Güney Afrika (9.3 bin), Filipinler (8 bin), İngiltere (8.1 bin) ve Şili (7.6 bin).

Not: Dünya ve Türkiye Covid-19 istatistiklerini Worldmeter sitesine göre vermeye devam ediyoruz. Her gün paylaştığımız veri bir gün önceye ait olup ülkelerin bildirimlerine göre şekilleniyor. Veriyi her gün sabit saatte (sabah 06.00) alıyoruz.

***

Türkiye’de ‘’kademeli normalleşme’’ denilerek önlemlerin gevşetilmesine rağmen salgın henüz kontrol altına alınabilmiş değil. Yeni vaka sayısı hala 6 binin üzerinde. Son 24 saatte yeni vaka bildirimi 6 bin 76 kişi. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 75 kişiye yükseldi. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı halen beş yüzün üzerinde (501 kişi). Toplam vaka sayısı 5 milyon 325 binin üzerinde. Toplam can kaybı ise 48 bin 668 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 219 bine yaklaşıyor. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Türkiye’de aktif hasta sayısı yeniden kıpırdanmaya başladı, dün itibarıyla yeniden 78 bin 710  kişiye yükseldi. Bulaştırma potansiyeli yüksekliği dikkate alındığında aktif hasta sayısının hala oldukça yüksek olduğunu hatırlatmak isteriz. Temaslıların gerçek anlamda saptanmasıyla bu sayının ciddi düzeyde artacağını biliyoruz. Ağır hasta sayı 1,009 kişiye geriledi. Ağır hasta oranımız %1.3’e düştü. Bu oran hala dünya ortalamasının iki katı! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu, ölümlerin yüksek hızda devam edeceği uyarısını ısrarla vurguluyoruz.

***

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ayın sonunda aşılamada 20’li yaşlara sıra geleceğini söyledi. Koca 2 metre mesafeyi koruyanların maskeyi çıkarabileceğini de ekledi.

***

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısı Profesör Doktor Kemalettin Aydın, normalleşmeyle birlikte artan insan hareketliliği ve insan kümeleşmelerine işaret ederek, “pazartesi günü vakalar artabilir” uyarısında bulundu. Doktor Aydın yükselişin korkutucu düzeyde olmayacağını düşündüğü belirterek “Olsa olsa 10 bin, 12 binler civarında bir yükselmeye kadar çıkabilir. Ama toplum da buna tedbirini alarak süreci yönetir. Tabi ki burada asıl olan konu, yüklü miktarda aşının Türkiye’ye geliyor olması. Aşının da hızlı bir şekilde aşağı yaş gruplarına doğru inmesi. Aşıya mutlaka gitmemiz lazım” ifadeleriyle sözlerine devam etti.

***

İngiltere hükümeti, kalan son aşama Covid-19 önlemlerinin kaldırılması ile ilgili takvimi dört haftaya kadar ertelemeyi değerlendiriyor. Bilim insanları ilk olarak Hindistan’da ortaya çıkan yeni varyantın önceki varyantlardan daha bulaşıcı olduğunu düşünüyor. İlk veriler bir doz aşının Hindistan varyantına karşı koruyucu etkisinin yüzde 30 civarında olduğuna ama iki doz aşısını da olmuş olanların yüksek oranda korunduğuna işaret ediyor.

Şu ana kadar Birleşik Krallık’ın 18 yaş üzeri yani yetişkin nüfusunun yüzde 45,6’sı (24 milyon insan) iki doz aşısını da oldu. Ve aşılama büyük bir hızla sürdürüldüğünden her hafta ikinci dozunu tamamlayanların oranı yaklaşık yüzde 5 yükseliyor.

***

Rusya’nın vaka sayılarının arttığı başkent Moskova’da gelecek hafta tamamıyla tatil ilan edildi. Ayrıca, başkentteki tüm restoran, bar ve eğlence yerlerinin 20 Haziran’a kadar 23.00’te kapatılmasına karar verildi. Moskova Belediye Başkanı Sergey Sobyanin, “Hastalık oranındaki artışı durdurmak ve hayat kurtarmak için bugün bir karar ile 15-19 Haziran 2021’i tatil günü olacak, bu süreçte çalışanlar ücretli izinde sayılacak” açıklamasını yaptı. Ülkede toplum bağışıklığının sağlanması için gerekli olan aşılanma oranına henüz ulaşılmış değil. Bunun, aşı olmaya şüpheci yaklaşan kesimin geliş olmasından kaynaklandığı belirtiliyor. Virüse karşı aşılanmanın gönüllülük üstünden devam ettiği ülkede bu nedenle, aşı olmanın zorunlu hâle getirilmesi de tartışılıyor.

***

Çinli araştırmacılar yarasalarda, genetik olarak Covid-19 virüsüne benzer ikinci bir virüs bulduğunu duyurdu. Araştırmacılara göre, Çin’in güneybatısındaki Yunnan eyaletindeki bir bölgede yapılan keşif, yarasaların insanlara Koronavirüs yayma potansiyellerinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

 

AŞI TARTIŞMALARI

Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19) salgınını sonlandırmak için G7 ülke liderlerinin ihtiyacı olan ülkelere vadettiğinden 10 kat daha fazla aşıya ihtiyaç olduğu uyarısında bulundu. G7 Liderler Zirvesi’ne ev sahipliği yapan İngiliz Başbakan Boris Johnson, 100 milyon dozu kendi ülkesinden, 500 milyon dozu ise ABD’den olmak üzere, G7 ülkelerinin toplamda 1 milyar doz aşı bağışlayacağını açıklamıştı. DSÖ, aşı tedarikindeki sıkıntılar nedeniyle her 10 Afrika ülkesinden 9’unun eylül ayı aşı hedefine ulaşamayacağını öngörüyor.

***

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca aşı tedariği ile ilgili şu bilgiyi verdi: ‘’Bu ay için planlanan 30 milyon doz BioNTech aşısının yaklaşık yarısı teslim edildi, tedarik süreci planlandığı gibi ilerliyor. Bugün itibarıyla 3.5 milyon doz Sinovac aşısının da Türkiye’ye gelmesini bekliyoruz.’’ Bu kadar doz ile ay sonunda 20 yaş ve üzerini aşılamaya başlayacağız paylaşımı arasında ciddi sorun var.

Koca, üçüncü doz ile ilgili araştırma tasarımı için ise şunları söyledi: Sonbaharla birlikte, ilk aşıların üstünden en az altı ay geçtikten sonra, 3’üncü doz aşıda etkinlik ve koruyuculuk tespiti için gönüllülerden başlanarak şu yol izlenecek: İlk iki dozu Sinovac aşısı olan bir gruba yine Sinovac, bir diğer gruba BioNTech, diğer gruba da yerli aşı yapılacak.’’

***

13 Ocak’tan bugüne birinci ve ikinci doz aşı uygulanan kişilerin sayısı 33 milyon 326 bin 210’a ulaştı. Toplum bağışıklığı için ikinci dozun yapılması gerekiyor. Halen aşıları tamamlanan kişi sayısı 13 milyon 649 bin 907, bu sayı nüfusunun %16.32’sine denk geliyor Hedeflenen %70 tam aşılı nüfustan oldukça uzağız. Yine ikinci dozu illere göre ciddi farklılık gösteriyor. Şırnak’ta %383 iki iken Edirne’de %28,43. Bölge illerinin büyük çoğunluğu %10’un altında. Aşılamadaki bu eşitsiz durum, devam eden çatışma ortamının, kayyımların, anadilinde sağlık hizmetinin olmamasının, yıllarca sürdürülen ayrımcı politikaların yansıması ve derin yoksulluğun yansıması.

***

Safsatalar ve salgın: Pandemi bitecek mi dönüşecek mi? – Esin Davutoğlu Şenol

Pandeminin beş yüz günü bitti. En öğrenmek istemediğimiz şu gerçekle baş başayız. “Benim sağlığım, herkesin yapacaklarına, herkesin sağlığı benim yapacaklarıma bağlı. Ancak hemen salgın başladığında, insanların ülkelerini yönetmek için yaptıkları seçimlerinden biliyorduk ki çoğunluk, toplumsal bir ortak yaşamın gerekleri olarak etik ve adil bir düzeni kapsayan bir değer sistemini istemiyordu. Ülkeleri kendine özgü yöntemler ile” kişisel” olarak yönetecek, kendine hayran, kendine hayran olanlara hayran “narsist” kişileri seçerek, istedikleri dünyaya dair arzularını yansıtıyorlardı. Nasılsa, insan türü olarak dünyayı fethetmiştik ve öyleyse şimdi aramızda krallıklar kurup tüm evrene hükmedebilirdik. Dünyada olanlara baktığımızda, pek çok ülkede seçilmişler salgını, kişisel gücünü artırmak için aracı kılmaya çalışırken, en duyarlı ve kırılgan olanları, toplum düzenini omuzlarında taşıyan en çok çalışanları, yokluk ve yoksunluk içindekileri, kendileri de “muktedir” olabilmek umuduyla kendilerini seçmiş olan duygudaşlık yoksunları ile baş başa bırakıyordu. Distopik bir film karesi gibi, kaderlerimiz birbirlerine zincirlerle bağlıydı ve zincirin kilidi de anahtarı da yalnızca kendini düşünmek ve “efendi” olmak isteyenlerin elindeydi. Oysa yalnızca kendimizi korumak için değil, başkalarını da korumak için maske takmak ve aşı olmak zorundaydık çünkü dünyadaki tek bir hasta kişinin bile yeniden salgını sürdürmeye yeteceğini ya da tekrar başlatabileceğini biliyorduk.

***

Hastalanmayı bin kat, ağır hastalanmayı ve hastaneye yatmayı, ölümü on binlerce kat azalttıkları, yeterli düzeyde aşılamaya ulaşıldıkça toplumsal yaşamın rahatladığı kanıtlarla gösterilmektedir. Aşılarla ilgili yürütülmesi gereken tek tartışma herkese eşit ve hızlı dağıtımın nasıl yapılacağı olmalıdır.

https://www.birgun.net/haber/safsatalar-ve-salgin-pandemi-bitecek-mi-donusecek-mi-348167

 

 [su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK ” style=”glass” box_color=”#073D01″ radius=”1″][/su_box]

PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecride ve cezaevlerinde artan hak ihlallerine karşı başlatılan açlık grevi eylemi 199’uncu gününde.

22 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması ve cezaevlerinde artan hak ihlallerinin son bulması talebiyle PKK ve PAJK’lı tutsakların 27 Kasım 2020’de başlattıkları süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemi 40’ıncı grupla 198’inci gününde devam ediyor.

Açlık Grevini İzleme Heyeti, devam eden açlık grevlerine ilişkin hazırladığı raporda, grevde olan tutsaklara karşı tutumların sertleştiği, baskıların arttığı ve her dönüşüm için ayrı ayrı disiplin soruşturması başlatıldığı belirtildi

***

ÖHD, İHD ve ÇHD Ankara Şubeleri ile TİHV PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin son bulması için yetkililere çağrıda bulundu.

Çağrıda; açlık grevi yapan mahpusların tutuldukları hapishanelerde bağımsız hekimlerce sağlık kontrollerinin yapılması, protokollere uygun şekilde yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması, tıbbi bakımlarının yapılması gerekmektedir. Daha önceki açlık grevi süreçlerinde de tıbbi olarak yapılacaklar ceza infaz kurumlara iletilmiş olup bu prosedürlere uyulması sağlanmalıdır. Hapishanelerde süresiz ve dönüşümlü açlık grevi yapan mahpusların sağlıklarının tehlikeye girmemesi için Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumları hak ihlallerinin sonlandırılması ve tecridin kaldırılması için bir an önce adım atmaya bir kez daha davet ediyoruz denildi.

***

Şırnak’ın Cizre ilçesinde 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen ve 79 gün süren sokağa çıkma yasağı sırasında kamuoyunda “3’üncü bodrum” olarak bilinen binanın zemin katında yaşamını yitirenlere ilişkin Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) açılan dava, 21 Nisan’da reddedilmişti. AYM’nin ret gerekçesi, Resmi Gazete’de yayımlandı. Ret kararına “eksikliğin geçerli sürede tamamlanmaması” gerekçe gösterildi.

***

HDP Ekoloji Komisyonu, Kuraklık Durum Raporu’ nu partinin Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı. Türkiye için 5 Haziran’ın ülkedeki ekolojik krizin açıkça ortaya konup, çözümler üzerine yoğunlaşmaması gereken bir gün olduğunu söyleyen HDP Ekoloji Komisyonu Eş Sözcü Menekşe Kızıldere, sermaye talanının bir aracı haline gelen iktidarın bunu gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Kızıldere, şunları söyledi: “Türkiye’de yaşanan ekolojik krizlerin baş müsebbibi zaten iktidarın kendisidir. Türkiye’de geri dönülmez şekilde zarar gören ekosistemler vardır. İklim krizi ile birlikte Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada hava olayları rejimi değişmiş, mevsimlerde değişme yaşanmış ve hava sıcaklıkları değişmiştir. Türkiye’de total hava sıcaklığı artmış ve bu artık kuraklık krizine dönüşmüştür. Türkiye’de 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde vurgulanması gereken en önemli sorun giderek artan kuraklık sorunudur. Ülkedeki tüm ekosistemler direk ve dolaylı olarak iklim krizi ile birlikte gelen kuraklık krizinin tehdidi altındadır.”

***

 25 Aralık 2019 tarihindeki bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Hatay’ın Kırıkhan ve Reyhanlı ilçelerini kapsayan bir bölge, Hatay Dağ Ceylanı Yaban Hayatı Geliştirme Sahası olarak ilan edildi. Bölgenin 8 kilometrekarelik, yani 700 futbol sahası büyüklüğünde bir kısmı ise 5 Haziran 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile koruma sahasının dışına çıkarıldı. Yani 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde birçok farklı kuş türü ve gazella gazellanın (dağ ceylanı) yaşadığı alan taş ocağına bırakıldı.

***

TMMOB’a bağlı Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, Kimya Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi ve Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi ile TVHB İzmir Veteriner Hekimleri Odası, 7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Günü dolayısıyla yazılı bir açıklama yaptı.

Covid-19 pandemisi başladığından beri 3’üncü kez Gıda Güvenliği Günü’nün kutlandığı belirtilen açıklamada, insanların sağlıklı yaşayabilmesi için yeterli, dengeli ve güvenli gıda ile temiz suya hakça erişiminin hayati önemde olduğunun bu dönemde bir kez daha anlaşıldığı kaydedildi. https://m.bianet.org/bianet/tarim/245235-saglikli-bir-yarin-icin-simdi-guvenli-gida

***

Önümüzdeki aylarda Siirt’te çinko izabe tesisi açılacağı duyuruldu. Bu tesisle Siirt zehirle tanışırken, Hakkari ile Şırnak arasında bulunan 110 km’lik dağlık ve ormanlık alanlar ise maden ocakları ile yerle bir edilecek.

***

Amed’de 3 ilçe ve onlarca mahallenin atık suyu ile nehir yakınlarına kurulu birçok imalathane, çiftlik ve mandıranın kimyasal atıkları Dicle nehrine atılıyor. Herhangi bir arıtmaya tabi tutulmadan nehre verilen atık sular ciddi şekilde kirliliği neden olurken, atıklar hem sudaki canlılara hem de toprağa zarar veriyor.

***

Maraş’ın Çöçelli Köyü yakınlarına 2 çimento fabrikasının ardından bu kez de biyokütle enerji santrali kurulma çalışmasına başlandı. Jandarma santral yapılmasına direnen köylülere saldırdı

 Köyde yaşayan yurttaşlar, “Yaşam alanlarımız yok edilmek isteniyor. Şu anda bile sabah kalktığımız zaman evlerimizin önü, arabalarımızın üzeri sapsarı kül ile kaplı. Bu yetmiyormuş gibi şimdi bir de atıkların toplanarak yakılacağı ve bu enerji üretileceği söylenilen bir fabrika yapılmak isteniyor. Yani kısaca hepimizi öldürmek istiyorlar. Buraya fabrika yapılırsa bizim yaşam alanımız kalmayacak. Çünkü yapılmak istenilen fabrika yerleşim birimi olan Çöçelli Mahallesi’ne (Köy) 350 metre mesafede. Bu kadar yakın bir alana böyle bir fabrika yapılır mı?” diyerek olaya tepki gösterdi.

***

ABD’de bulunan Scripps Okyanus Bilimleri Enstitüsü ile Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) tarafından yayımlanan veriler, karbondioksit konsantrasyonunun Mayıs ayında milyonda 419 parçaya (PPM) ulaştığı ve bu sayının 63 yıllık karbondioksit ölçümleri kayıt tarihi boyunca tespit edilen en yüksek rakam olduğu belirtildi.

Pandemi nedeniyle dünya çapında alınan önlemler kapsamındaki kapanmalar ve araç kullanımının azalması sayesinde geçen yıl karbon emisyonu yüzde 7 gerilemiş ve bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek yıllık düşüş olmuştu.

***

Britanya’daki G7 zirvesinin ikinci gününde kıyı şeridi sörf tahtası ve kanolarıyla protesto düzenlemek için toplanan çevreci gruplarla doldu.

Binden fazla göstericinin katıldığı protestoların organizatörlerinden Amy Slack seslerini duyurmak için bu yöntemi seçtiklerini belirterek şunları söyledi: “Her yıl 400 bin ton lağım ülkemizin kıyıları açıklarında denizlere dökülüyor. Değişim istiyoruz ve bu bizim görüşlerimizi duyurma şeklimiz. Okyanus, sağlam taahhütlerle iklim hareketine dahil edilmelidir. Mevcut haliyle G7’nin gündemi bunun gerisinde kalıyor. Korumamız gereken doğanın aynı zamanda mavi olduğu kolayca unutulabiliyor.”

***

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, Türkiye’deki çocuk işçiliğine dair hazırladığı raporu yayımladı. İşgücü piyasasında güvencesiz, esnek, ucuz emek anlamına gelen çocuk işçiliğinin Corona virüsü salgınıyla birlikte arttığı belirtilen raporda, “Patronların bu dönemlerde ucuz işgücü tercihinin artması, hanedeki yetişkinlerin işgücünden dışlanması da çocuk işçiliğin artmasına sebep oldu” denildi. Ayrıca raporda, son sekiz yılda en az 513 çocuk çalışırken yaşamını yitirdiği belirtildi.

https://isigmeclisi.org/20673-cocuk-iscilik-yasaklansin-son-sekiz-yilda-en-az-513-cocuk-calisirken

 

[su_box title=”JIN ” style=”glass” box_color=”#5100ba” radius=”1″]

Nahide Opuz ve annesini şiddetten koruyamadığı için AİHM, Türkiye’nin şiddet gören bir kadını, savcılığa başvurduğu halde, kocasından korumayarak ayrımcılık yaptığına hükmetmiş ve tazminata mahkum etmişti. Bu davadan sonra İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olan Türkiye, geçen 10 yılda sözleşmeyi uygulamak yerine; politik tutumlarıyla kadına ve LGBTİ+ bireylere karşı şiddetin artmasına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesine sebep oldu.

Kadına ve LGBTİ+lara yönelik şiddetin ve cinayetlerin arttığı, faillerin iyi hal indirimi aldığı- cezasızlıkla sonuçlanan davalarla, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının eğitim müfredatından kaldırıldığı, LGBTi+ların devlet tarafından hedef gösterildiği ve nice haksızlık-hukuksuzlukla geçen 10 yılın sonunda, Cumhurbaşkanı kararı ile 20 Mart’ta İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı alındı ve sözleşmesinin 1 Temmuz 2021’de sona ereceğine ilişkin karar Resmi Gazete’de yayımlandı.

Yüzyıllardır eşitlik hakkımız için verdiğimiz mücadelenin sonuçlarından olan İstanbul Sözleşmesi’ni yok etmek isteyenler; eşitsizliğe, şiddete, cinayetlere, tacize, çocuk istismarına, ayrımcılığa, nefret diline, emek gaspına, evlerin, sokakların, işyerlerinin hapishane haline getirilmesine karşı verdiğimiz mücadeleyi de yok etmek istiyor. İzin vermeyeceğiz, kazandığımız haklarımızdan, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

İstanbul Sözleşmesi uygulanana, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanana ve özgür bir toplum kurulana kadar mücadelemizden de birbirimizden de vazgeçmiyoruz diyen kadınlar; “Kararı tanımıyor, kabul etmiyoruz!” ve “Kararı çek, sözleşmeyi uygula!” demek için 19 Haziran’da, İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açıldığı İstanbul’da, ‘İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz Büyük Kadın Mitinginde’![/su_box]

 

İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula İstanbul Kampanya Grubu, Cağaloğlu’nda bulunan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İl Müdürlüğü önünde bir araya geldi. 19 Haziran’da büyük kadın mitinginde, 1 Temmuz’da Taksim/Tünel’de olacaklarını duyuran kadınlar Müdürlük önünde bir açıklama yaptı. Açıklamanın ardından Sözleşme’nin imzaya açılmasının 10. yıldönümünde yayımlanan İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula Kampanya Grubu’nun manifestosu okundu. Manifestodaki 1 Temmuz çağrısına vurgu yapıldı. Ardından Nahide Opuz kararının yıldönümünde olduğumuz hatırlatıldı. Sözler alınarak sloganlar atıldı.

***

Ankara Kadın Platformunun, geçen yıl İstanbul Sözleşmesi için yapılan eyleme katılan 33 kadın hakkında açılan dava öncesi Ankara Adliyesi önünde yapmak istediği açıklamada polis kadınlara biber gazı sıkarak müdahale etti.

***

Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren Aydan Ezgi Şalçı’nın yarım kalan kitabı  “Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar”  ismi ile arkadaşı Loren Elva tarafından tamamlandı. Kitabın geliri yoksul çocuklara ve tutsak LGBTİ+’lara gönderilecek.

***

Kadın Dayanışma Vakfı, “Pandemi Sürerken Patriyarkayla Mücadelemiz, Dünyadan Feminist Mücadele Deneyimleri” adlı online panel gerçekleştirdi. Panele konuşmacı olarak katılan Hindistan, Tanzanya, Arjantin, Güney Afrika’dan kadınlar, mücadele deneyimlerini anlattı. Kadınlar, ayrıca, kadınların artık ataerkil düzene karşı çıktıklarını da belirtti.

Panelin kolaylaştırıcılığını Nihan Damarlı yaptı. Yeni Delhi’de yaşayan tiyatro ve performans sanatçısı feminist Mallika Taneja ve feminist akademisyen Mahima Taneja “Hindistanlı Kadınlar, Geceleri de Sokakları da Terketmiyor”; Manzese Kadın Kooperatifi’nden Christina Mfanga “Tanzanyalı Kadınların, finans kuruluşlarının sömürüsüne karşı örgütlenme deneyimleri”; Ni Una Menos feminist kolektifinden Cecilia Palmeiro “Arjantinli Kadınların Kürtaj Hakkı Mücadelesi”; Abahlali baseMjondolo hareketinden Zandile Nsibande ise “Güney Afrikalı Kadınların Gecekondulardan Taşan Toprak ve Barınma Mücadelesi” başlıklı sunumlar yaptı. Sunumların ardından yapılan tartışmaya katılan çok sayıda izleyici dünyanın dört bir yanından benzer kadınlık durumlarına ve mücadele biçimlerine dikkat çekti.

***

Papua Yeni Gine’de yıllardır kadınlar “büyücülük yapmak” iddiasıyla katlediliyor. Mart ayından beri en az 5 kadın saldırıya uğradı biri katledildi. 2019 yılında da 6 çocuk, 10 kadın katledilmişti.

İnsan Hakları İzleme Örgütünün Asya’dan sorumlu yöneticisi Stephanie McLennan “Papua Yeni Gine büyü iddiasıyla işlenen tüm suçları, yaralanmaları, ölümleri derhal inceletmeli. Artık caydırıcı önlem almanın zamanı. Durdurmak için çok az şey yapılıyor. Bu olayların altında özellikle sağlık alanındaki bilgisizlik yatıyor. Büyüye inanma gibi yanlış düşüncelerle mücadele edilmeli. Toplum Covid-19’la ilgili daha ayrıntılı ve doğru bilgilendirilmeli. Ayrıca cinsiyet ayrımcılığı da çok büyük bir sorun. Kadınların şiddet eylemlerinin, saldırıların hedefi olduğu açık. Bunun da önüne geçilmesi şart.”

 

[su_box title=”AKADEMİDEN ” style=”glass” box_color=”#8792B0″ radius=”1″]

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal, erken topluluklarda pandemi izlerini anlattı.

Tarih öncesi toplumlarda hastalıkların kanıtlarını ve kalıntılarını biz iki yolla görebiliriz: Birinci yol, kemiğe yansımış olanlar. Ancak bir hastalığın kemiğe yansıyabilmesi için mutlaka o hastalığın kişiyle beraber uzun süre kalması, kronik olması ve kemiklerin ona tepki göstermesi gerekiyor. Bu nedenle biz antropologlar, kemikler üzerine yansımış kronik hastalıkları ya da yarı akut dediğimiz yani kişiyi hemen öldürmeyen ama kişiyle birlikte uzun süre yaşayan hastalıkları görebiliyoruz. Örneğin verem, cüzzam, frengi gibi kronik hastalıklar ancak uygun bir zaman geçtikten sonra kemiğe iz bırakır ve biz geçmişte bu hastalıkların o topluluklarda var olduğunu anlarız. Buna karşın günümüzdeki Covid-19 ya da geçmişteki çiçek, kızamık, kabakulak gibi bireyi kısa sürede etkileyen, kişiyi hastalandıran ve hatta öldüren hastalıklar kemiğe yansımadığı için ilk bakışta onları teşhis edemeyiz; varlığı ya da yokluğu hakkında bilgi veremeyiz.

Kemiklerde bir ize rastlamasak da hastalığın kanıtlarını bulabileceğimiz ikinci bir yol da arkeolojik verilerdir… Enfeksiyonlara dayalı kitlesel ölümler olduğu zaman, ölüler başa çıkılamayacak kadar fazla olursa toplumlar, bir şekilde onlardan kurtulmaya çalışır, toplu mezarlar oluştururlar…. Toplu mezarlıklarda sıra dışı gömüler ve iskeletler üzerindeki makroskobik, yani gözle ya da çeşitli görüntüleme yöntemleri ile görülemeyen enfeksiyon izleri günümüzde antik DNA çalışmaları ile analiz edilebiliyor. Bunu da üçüncü bir yol olarak düşünebiliriz. Bazı virüslerde RNA analizi, bakterilerde DNA analizleri, eğer korundu ise kesinlikle hastalık hakkında bilgi saklayabiliyor.

Yıl boyu göç eden avcı-toplayıcı toplulukların hareketli oldukları için başka gruplarla sık sık karşılaştıkları, temas ettikleri tahmin ediliyordu. Ama genetik çalışmalar hareketli avcı-toplayıcı toplulukların aslında bildiğimizden daha izole olduklarını ortaya koydu.İskeletler üzerinde yapılan analizler, avcı-toplayıcı göçer topluluklarda enfeksiyonların çok nadir olduğunu gösteriyor. Çünkü sürekli hareket halindeler, atıklarını arkada bırakıyorlar. Diğer insan topluluklarıyla nadir karşılaşıyor; hayvanlarla beslenme dışı karşılaşmaları da oldukça sınırlı. Bu açıdan yerleşiklere göre, doğanın içerisinde, ancak birbirlerinden ve enfeksiyon konakçılarından izole yaşıyorlar. Ama ne zaman ki insan yerleşik hayata geçiyor, o zaman nüfus artıyor. İnsanların birbirleriyle teması daha sık olmaya başlıyor. Evsel atıklar ortaya çıkıyor. Sürekli belirli bir bölgede kalan evsel atıklar, bakteriler için yaşam alanı oluşturuyor. İnsan kendi dışkısıyla yüz yüze kalıyor. Sadece evsel atık değil, kendisi de atık oluyor. Ve bu ölü bedenlerin önemli bir kısmını yaşam alanına, kendi mekanının içerisine gömüyor.

Bilinen belki de en erken pandemi, önce epidemik olarak başlayan ama daha sonra bütün dünyaya yayılan veremdir. Veremin insanda ilk kez Neolitik Dönem’de, keçi ve koyunun evcilleştirilmesi ile başladığı düşünülüyor. Ancak, yapılan incelemeler ve modellemeler, Erken Tunç Çağı’yla başlayan kentleşmenin, veremin yayılmasında hayvan evcilleştirmesinden daha önemli bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Tabii evcilleştirme de insandan hayvana ya da hayvandan insana verem mikrobunun gelişmesinde ve yayılmasında çok önemli bir etkiye sahip gibidir. Benim yaptığım analizlere göre verem, kemiklerde iz bırakan ya da her yerleşmede var olan bir hastalık. Gerçek anlamda pandemiye Orta Çağ’da dönüşse de insan topluluklarını bütünüyle etkilemesi Sanayi Devrimi’yle olmuştur. Sanayi Devrimi’nde özellikle ağır çalışma koşulları, kötü beslenme, uzun çalışma süresi, kömürün sanayide kullanılmasıyla hava kirliliğinin artması, hastalığın yayılması için önemli nedenler oluşturuyordu. Ve milyonlarca insan Sanayi Devrimi’nde, verem nedeniyle öldü. Dolayısıyla veremin ilk sıçrayışını kentleşmeyle beraber M.Ö. 4000’lerde, ikinci sıçrayışını Roma Dönemi’nin hemen arkasından Orta Çağ’da, üçüncü sıçrayışının da Sanayi Devrimi’nde olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanın çevresi ile evrimsel ilişkisi değiştikçe yeni hastalıkların, ortaya çıkacağını bilmemiz gerekiyor. Bu çerçevede Covid-19, bir ilk değil, son da olmayacaktır. Ancak Covid-19 pandemisinin bize öğrettiği; serbest piyasa ekonomisi ve kapitalizmin, virüs karşısında diz çöküşüdür. Sosyoekonomik eşitsizliklerin hastalığa yakalanma riskindeki öneminin yansıtıcısı, en alttakilerin kaldıkları çaresizliklerin dışavurumudur, maskenin düşüşüdür. Sıcak para ile dönen düzenin üretim ve paylaşım açısından yeniden düzenlenmesi gerekliliğidir. Bu tür durumlarda bedenimizin nasıl tepki göstereceğinden çok, nasıl bir strateji geliştireceğimiz daha önemli gibi görünüyor…

https://www.gazeteduvar.com.tr/tarih-oncesi-toplumlarda-pandemi-izleri-haber-1524941[/su_box]

 

 

[su_box title=”YENİ YAŞAM ” style=”glass” box_color=”#F23900″ radius=”1″][/su_box]

ENDÜSTRİYEL MİRASI MÜŞTEREK KÜLTÜREL ALANA DÖNÜŞTÜRME MÜCADELESİ / Gazhane’den müşterek haneye

Hasanpaşa Gazhanesi’nin İklim Müzesi ve Kültür Merkezi olarak açılmasının eli kulağında. Bunu büyük ölçüde Gazhane Çevre Gönüllüleri’ne (GÇG) borçluyuz. 25 yıllık mücadeleleri sırasında önayak oldukları dönüşümü Negri-Hardt bilseydi Meclis kitabında örnek diye verirdi. GÇG Gazhane’yi yıkımdan kurtarmakla kalmadı, bir kültür merkezi nasıl müşterek kullanılır, mücadelede mahalle, sanat ve bilim nasıl kol kola ilerler, yerel ile enternasyonal nasıl bir araya gelir, somut örneklerle hayata geçirdi. Şimdi talepleri net: Gazhane, asli öznelerini kapsayan bir meclis tarafından yönetilsin. Mekânın sahibi İBB bunun için kolaylaştırıcı rol oynasın.

“1996’da hem bizim hem de toplumsal dinamiklerin ruhu çok gençti. Aramızda bize kıyasla çocuk yaşta arkadaşlarımız vardı. Onlar büyüyünce yine hareketin içinde yer aldı. Bir “kadın hareketi” değildik. Ama her zaman kadınlar ağırlıktaydı. Bu bize özel bir durum da değil. Genel toplumsal yapıya baktığımızda da şunu görüyoruz: Erkekler alanlardan geriye çekilirken kadınlar öne çıkıyor. Kadınlarda süreklilik ve sabır var. Çoklu düşünme yetileri daha yüksek. Bunları övünmek için değil, somut bir gerçekliği tarif etmek için söylüyorum. Kadınlar gece yataklarına yatmadan önce ertesi günü planladıkları için, sadece GÇG açısından değil, tüm örgütlenmelerde devamlılık mümkün hale geliyor. Genç kuşaklara aktarım konusunda ise diğer örgütlerden farklı davranamadık. Gençleri harekete katmak için özel bir çaba sarf etmedik. Pratik bazen insanı çok yoruyor. Mücadele ederken bir bakıyorsunuz yaşlanmışsınız, arkadan gelen kimse kalmamış. Riskli bir durum ama gerçek. Fakat aramıza yeni arkadaşlar rahatlıkla katılabiliyor. Her zaman yatay örgütlendik. Yataylık katılımı bir yanıyla kolaylaştırıyor, diğer yanıyla zorlaştırıyor. Çünkü çoğumuz gibi yeni arkadaşlar da “bir bilen” arıyor. Birileri örgütleyecek, onlar da eklemlenecek. Biz ise şunu diyoruz: Gazhane kimsenin mülkü değil. Herkes, emeğiyle, becerileriyle buraya katkı verebilir”

https://birartibir.org/kent-hakki/1154-gazhane-den-musterek-haneye

[su_box title=”EKLER ” style=”glass” box_color=”#383B3D” radius=”1″] [/su_box]

Yersiz ideoloji / Besim F. Dellaloğlu

“Geç de olsa vakıf olduğum post-kolonyal kuramlar bu paradoksun altını önemle çizerler. Avrupa’nın kendi dışına doğru genişlerken her yerde kendi ulus-devlet klonlarını nasıl ürettiğini veya buna direnmeye çalışan yerelliklerin nasıl Avrupa ulus-devlet modeline göre yapılandıklarını çok güzel anlatırlar. Yeni yeni keşfettiğim Karatani ulus-devlet’in özellikle dışarıdan olan yönüne, yani bir bakıma uluslararasılığına çok dikkat çeker. Bu kadar uluslararası olan bir şey nasıl aynı zamanda yerli olabilir?”

“Bu topraklarda Apple, Twitter, Facebook, Samsung vb. ne kadar yerliyse, ulus fikri de, ulus-devlet kurumu da ve bu çerçevede yerliliği iddia edilen milliyetçilik ve muhafazakârlık da ancak o kadar yerlidir. Aslında tuhaf olan bu markalara, bu kavramlara, bu kurumlara, bu ideolojilere yerli ya da değil diye bakmaktır. Bütün eleştiri haklarımızı saklı tutarak bütün bunlara bizim de dâhil olduğumuz, bizim dışımızda olmayan, oluşmasında bizim de payımızın olduğu bir dünyanın birer parçası olarak bakabilmektir artık normal olan.”

***

Güvenli bir gelecek her çocuğun hakkı / Özde ÇELİKBİLEK

“Halihazırda dünyanın birçok yerinde ihlal edilen çocuk hakları, Covid-19 salgını döneminde daha da artarak, endişe verici boyutlara ulaştı. Salgın döneminde yayımlanan birçok raporda özellikle yoksul ülkelerde çocuk yaşta evlilik, insan ticareti, şiddet ve çocuk işçiliği sayılarında büyük bir artış olduğu görüldü. Salgın önlemleri kapsamında okulların kapatılmasıyla ile birlikte birçok yerde online olarak sürdürülen eğitime erişmek için gerekli altyapıya sahip olmayan çocukların ev içi ve dışında sorumlulukları arttı, eğitime erişebilen yaşıtlarıyla olan eşitsizlik daha fazla derinleşti. Bununla birlikte birçok çocuğun yemek yiyebildiği yer olan okulların kapanması, açlığı da büyüttü.”

“ILO’nun yayımladığı son raporlara göre Afrika’da 72 milyon çocuk işçi, bugün ekonominin parçası. Afrika’da her beş çocuktan biri, zorla taşocaklarında, tarlalarda ve madenlerde çalıştırılıyor. Gana, Demokratik Kongo Cumhuriyet, Fildişi Sahilleri, Uganda’da 5-17 yaş arasındaki milyonlarca çocuk uzun saatler ve tehlikeli şartlarda çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu durum çocukların halihazırda yoksulluk nedeniyle gıdaya erişememe ve ağır çalışmaya bağlı olarak fiziksel olarak yetersiz gelişme, işitme, görme, kas-iskelet sistemleri, bağışıklık sistemlerinde ciddi bozuklukların oluşmasına adeta ‘uygun’ koşulları sağlarken, çocukların gelişme çağında davranışsal ve duygusal olarak büyük tahribatlara yol açıyor.”

https://www.birgun.net/haber/guvenli-bir-gelecek-her-cocugun-hakki-348106

***

Paris Komünü: Marx, Mao, Yarın / Alain Badiou

“Karl Marx, 1871 yılında Paris Komünü’ne tamamen devlet sorunu ile ilişkili olan bir açıklama getirmişti. Ona göre, Komün, proletaryanın bütün bir toplumun yönüne ya da idaresine dair geçici işlevini benimsediği ilk tarihsel olayı meydana getiriyordu. Komün’ün girişimleri ve açmazlarından, devlet aygıtının “alınmış” veya “işgal edilmiş” olması değil, “parçalanmış” olması gerektiği sonucuna varıyordu.”

“Bu arada, bu analizdeki başlıca hatanın, Mart-Mayıs 1871 arasında günün gereğinin iktidar sorunu olduğu kavrayışı olduğunu belirtelim. Bu nedenle, şu azimli “eleştiriler” klişe haline gelmiştir: Komün, tahminen karar alma kapasitesinden yoksundu; eğer hemen Versailles’a yürümüş olsaydı; eğer Fransa Merkez Bankası’ndaki altınlara el koysaydı, vesaire. Bana göre, bu ‘eğer’ler gerçek bir içerikten yoksun. Hakikaten, Komün ne onlara esaslı bir şekilde yön verecek araçlara ne de büyük ihtimalle onlara ulaşacak araçlara sahipti.”

https://gercegingunlugu.blogspot.com/2021/06/paris-komunu-marx-mao-yarn.html

***

Sürdürülebilir moda: ‘Sorumluluğu tüketicide gören bakış açısı değişim yaratmıyor’

“Petrol endüstrisinden sonra en kirletici ikinci sektör olan moda endüstrisinde sürdürülebilirlik, son 15 yıldır gündemde. Dünyanın pek çok yerinde tedarik zincirlerini, üretim koşulları ve tüketim alışkanlıklarını analiz eden çalışmalar yapılıyor.”

“Yönetim danışmanlığı firması McKinsey & Company’nin araştırmasına göre küresel karbon emisyonunun yüzde 10’undan moda sektörü sorumlu. Araştırmaya göre birbirini tetikleyen aşırı üretim ve aşırı tüketim sonucu 2014’den 2020’ye kadar olan süreçte, yüzde 60 daha fazla tekstil ürünü satın alındı. Kaygı veren bir başka nokta ise alınan tekstil ürünlerinin yüzde 85’inin çöpe gitmesi.”

 

 



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...