Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 4-10 OCAK 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 4-10 OCAK 2021

[su_box title=”ATA SOYER SPO’DAN” style=”soft” box_color=”#60cb31″ title_color=”#080404″ radius=”0″] Boğaziçi eylemlerinin toplumda, özellikle de gençlerde birikmiş öfkenin bir göstergesi olduğu söylenebilir. Nitekim aslında protesto edilen şeyin yalnızca bir rektör ataması olmadığı aşikar. Gittikçe yerleşen bu kuralsızlığa, zaten hiçbir zaman gelişmemiş olan demokrasiye tam bir saldırıya, haydutluğa ve faşizme karşı bir kabullenmemenin ifadesi olduğunu tespit etmek gerekir. Aynı zamanda uzun süredir bastırılan ve yok olmaya yüz tutan üniversite öğrenci hareketinin yeniden doğuş hamlesi olarak da yorumlanabilir. En dar anlamıyla akademik özgürlük talebi, bilginin sınırları yıktığı bu çağda devletin üniversiteler üzerinde bulunan otoritesine itiraz olarak da anlaşılabilir. Ama biz Korona Günlükleri’nin ruhuna uygun olarak bir değerlendirmeyi de bu bileşene eklemiş olalım.

Bu da eylemin bir yanıyla aslında “sosyal mesafe” tanımının egemen sınıf için oynadığı kullanışlı rolü tekrar açığa çıkarmış oluşudur. Öncesinde de benzerlerini daha devamsız ve parlama şeklinde görmüş olduğumuz salgın dönemindeki sokak eylemleri, özelde Boğaziçi eylemi bize bir gerçeği tekrar hatırlatmalı. Mesafe, ikiyüzlülükle uygulanabilecek bir şey değildir. İşyerlerinde, bu işyerlerine giderken kullandığımız toplu taşımalarda, bu işyerlerinden aldığımız ücretle tutabildiğimiz tek gözlü evlerde mesafe diye bir durum söz konusu bile değilken, bize protesto için sokağa çıktığımızda mesafe hatırlatılıyor, “pandemi gerekçesi” ile “müdahale” gerçekleştiriliyor. Ölümü engellenmek yerine yönetilmeye çalışılan bizler, “yeter” dediğimizde salgının sorumluları ilan ediliyoruz. Haydutluk, salgınla nasıl hız kesmiyor ve hatta tam tersine salgını bahane ederek daha sınır tanımaz bir hale bürünüyorsa, ona karşı mücadele de öyle olmak zorunda.[/su_box] [su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK” style=”soft” box_color=”#31cba1″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

İşkenceye karşı sağlıkçı tutumu utan verici bir durumda… İki ayrı cezaevinde tutuklulara uygulanan işkence cezasızlıkla sonuçlandı. Her iki olayda da cezaevi doktorlarının raporları kararlarda etkili oldu. Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre, Diyarbakır 3 No’lu T Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mehmet Sıdık Meşe, 1 Aralık 2020’de 15 gardiyanın işkencesine maruz kaldı. Avukatı aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulunan Meşe, “İstanbul Protokolü”ne göre tam teşekküllü bir hastanede muayene olması gerekirken, savcılık kararıyla hastaneye sevk edilmedi. Adli muayene raporunu cezaevi doktoru düzenledi. Meşe’nin ifade ve adli rapor süreçlerini ise işkence olayında yer alan gardiyanlar yürüttü.

Meşe’nin vücudunda bulunan işkence izleri cezaevi doktorunun düzenlediği raporda yer almadı. Gözündeki şişlik ise “uykusuzluğa bağlı göz çevresinde şişlik” olarak rapora yansıdı. Raporda, “herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı” iddia edildi. Bir diğer işkence olayı Osmaniye Cezaevi’nde yaşandı. Cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele olaylarında sık sık karşılaşılan “kendine zarar verdi” raporuyla işkence cezasız bırakıldı.

***

Kayyım rektör atanmasını protesto ederken gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan 43 öğrenciden biri olan ve polisler tarafından ayağı kırılan Deniz Baran Erbudak, “İlk dizleri ile bastıklarında ayağım kırıldı, daha sonra birden fazla kişi basmaya başladı. Gözaltına alındıktan sonra Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi’ne götürüldüm orada muayene etmeden ‘bir şey yok’ dediler” diye belirtti. Daha sonra Çankaya ilçesi 29 Mayıs Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığını söyleyen Erbudak, tomografi sonucunda bacağında iki ayrı noktada kırık, çapraz bağlarının kopma ve çok sayıda lezyon olduğunun ortaya çıktığını, ilerleyen günlerde ameliyat edilebileceğini ifade etti.

Ankara’da Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör atanmasını protesto eden, İzmir Caddesi’nden eylemin yapılacağı Güvenpark’a doğru yürüyen öğrencilerin önü polis tarafından kesilerek “pandemi gerekçesiyle” müdahale edilmiş, 43 öğrenci de gözaltına alınmıştı. (MA)

***

HDP Milletvekili Musa Piroğlu artan intiharları değerlendirdi. Piroğlu, “İntihar olgusunun temel sebeplerinden bir tanesi iktidarın politikalarıdır. Aile Çalışma Bakanı ‘Türkiye’nin yoksulluk sorunu yoktur’ dedi. İktidar böyle bir gerçekliği yok sayıyor. İnsanlara intiharı bir tercih olarak bunu dayatıyor. Burada intiharı tetikleyen bir başka gerçeklikte toplum ağır bir çöküntü döneminden geçiyor olmasıdır. Bunu değiştirme durumunu insanlar hissedemiyor. Dağınıklık, örgütsüzlük ve bir çeşit tepkisizlik çıkışsızlığı beraberinde getiriyor. Bu insanların psikolojik olarak ağır sorunlarla baş başa kalması ve altından kalkamayacağı durumlara yol açıyor. Bu iktidarın bir tercihi zaten. AKP, patronların iktidarıdır. Zenginlerin iktidarıdır. Bakanından belediye meclis üyesine kadar bir dizi komple zengin iktidarından söz ediyoruz. Piroğlu, açlığa, yoksulluğa mahkum eden sisteme karşı örgütlü mücadele etmek gerektiğinin altını çiziyor. Piroğlu, “Dünyanın her yerinde ekonomik kriz gündeme girmeye başladı. Salgının hemen öncesinde Şili’de başlayan Lübnan’a yayılan açlık isyanlarında olan ‘Bize ekmek yoksa size huzur yok’ sloganı çok açıktı. Şu dönem iktidar ve iktidarın yanındaki sermaye sınıfının huzurunu bozmamız gerekiyor. Yoksa biz ekmeksiz ve aç kalmaya devam etmek zorunda kalacağız” dedi.

***

UNESCO’nun desteklediği yeni bir araştırma, toprak çökmesinin 2040’a kadar dünya nüfusunun beşte birini etkileyebileceğini gösterdi. Yoğun nüfuslu alanlarda veya tarım bölgelerinde suya duyulan büyük ihtiyaç, kişilerin yeraltı sularına yönelmesine neden oluyor. Ancak akifer denen yeraltında suyun biriktiği kısımların doğal yollarla tekrar dolması yetersiz kalıyor. Bu durum toprak çökmesine neden oluyor. Örneğin Endonezya’nın başkenti Cakarta son 10 senede 2,5 metreden fazla çökerken bu durum, Endonezyalı yetkililerin ülkenin başkentini Borneo Adası’na taşıma planları yapmasına sebep oldu. Avrupa’da da durum pek farklı değil. Zira Hollanda’nın yüzde 25’i deniz seviyesinin altında. Ülkerlerde yeraltı sularıyla ilgili düzenlemeler olmaması ve hızla artan insan nüfusu toprak çökmesindeki önemli faktörlerden bazıları olarak göze çarpıyor. Kuraklık ve küresel ısınmayı da hesaba katınca, artan deniz seviyelerinin hiçbir önlem alınmadığı takdirde dünyadaki birçok kıyı kentini şiddetli sel riskiyle karşı karşıya bırakabileceği düşünülüyor.

***

Kuraklık, toplum sağlığını önümüzdeki yıllarda en çok tehdit edecek durumlardan biri olacak gibi görünüyor… Kış aylarına karşın beklenen yağışı alamayan İstanbul’un su kaynağı olan barajlardaki su seviyesi ortalaması, yüzde 19,79 ile son 15 yılın en düşük düzeyinde bulunuyor. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) verilerine göre, kente su sağlayan barajlardaki doluluk oranı bugün itibarıyla 19,79 olarak ölçüldü. 2008 yılında ise barajlardaki su oranı yüzde 26,35 olarak gerçekleşmişti.

***

Akgün İlhan: Susuzluk ve Kuraklık

“İçinde bulunduğumuz kurak dönem küresel iklim değişikliğinin bir sonucu. Ancak biz suyumuzu kaybederek, verimsiz kullanarak bunun da üzerine başka olumsuzluklar ekliyoruz. İklim değişikliğiyle uyumlu tarım, su ve kentleşme politikaları üretip hayata geçirmiyoruz. İklim değişikliğini azaltıcı adımlar atmak yerine onlarca kömürlü termik santral açıp küresel ısınmaya neden olan karbon emisyonlarını artıracak faaliyetlerde bulunuyoruz. Yani yaşadığımız kuraklık, iklim değişikliğinin ve her sektörde iklim değişikliğine inat faaliyetlerin sonucu yaşanıyor.

Biz maalesef sadece kentleri besleyen barajların su seviyesi düştüğünde uyanıyor ve “Ne oluyor?” diye soruyoruz. Birkaç gün yağmur yağıp barajlarda su biriktiğinde de uykumuza geri dönüyoruz. Oysa Türkiye ısınıyor, Karadeniz bölgesini bile kuraklık esir almış durumda. Kırsalda yağış yok, tarım emekçileri zor durumda ve verim düşüşleriyle gıdamız daha da pahalanacak. Artık 4-5 senede bir yaşadığımız kuraklığa daha büyük bir açıdan bakmanın zamanı geldi de geçiyor. (Evrensel)

***

Pandemi döneminde cezaevlerinde başlatılan açlık grevi eyleminin daha önceki eylemlerden iki kat risk taşıdığını belirten CİSST Savunuculuk Koordinatörü Berivan Korkut, sorunların çözülmesi için yetkililere diyalog çağrısında bulundu. Tecridin sonlandırılması ve tutuklulara yönelik artan hak ihlallerini protesto etmek amacıyla cezaevlerinde 27 Kasım’da süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemi başlatılmıştı.

***

Nabi Kımran: 21. yüzyıl ve Sosyalizm

Barbarlığa ve yok oluşa sürüklenme ihtimali hiç da az olmayan bir dünyada sosyalizmin kapsamı, temelleri ve ona mecburiyet 20. yüzyılla kıyaslanmayacak oranda güçlenmiştir; söz konusu olan sosyalizmin “mecburen geleceğine iman etmek” değil, barbarlığa ve yıkıma sürüklenmemek için ona olan mecburiyettir. Çürüyen kapitalizmin kuşattığı dünyanın her yerinde, en geri bölgelerden en ileri olanlarına dek her yerde komünistlerin tek bir şiarı olabilir bugün: 21. yüzyılın ufku sosyalizm ve komünizmdir. Her ülke kendi özgün yolundan bu berrak hedefe yürüyerek yıkım çemberini yarabilir. Dünya komünist ve devrimci hareketi içine düştüğü açmazdan çıkıp, öncelikle tüm bu birikimi kucaklayacak bir teorik-politik ufuk, derinlik ve iddiayı kuşanmak zorunda. Bu yönde alınan yol devrim ve sosyalizm potansiyellerinin kaderini; isyan dinamikleriye bütünleşebildiği oranda da dünyanın gidişatını derinden etkileyecektir, ya da…

[su_box title=”MEVCUT DURUM – SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI” style=”soft” box_color=”#cb9d31″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]
Salgın yönetilemiyor! Sağlık emekçileri tükenmeye, ölmeye devam ediyor!  Türk Tabipleri Birliği (TTB), 1 Ocak’tan bu yana 18 sağlık çalışanın Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı.

SES Ankara Şube Eşbaşkanı Kubilay Yalçınkaya, salgın nedeniyle yaşamını yitiren emekçilerin ailelerinden illiyet bağı aranmasının ahlaki olmadığını belirtirken, TTB Merkez Konsey Üyesi Deniz Erdoğdu, virüsün meslek hastalığı sayılması için acil yasa çağrısını yineledi.

***

Corona virüsü nedeniyle hayatını kaybeden ilk kişi olarak kayıtlara geçen kişinin ölüm tarihi Çinli yetkililerin bildirdiğine göre 9 Ocak 2020’ydi. Wuhan’daki sağlık yetkilileri, 61 yaşındaki bir kişinin, daha o tarihte henüz belirlenemeyen bir virüs salgınına bağlı zatürreden 9 Ocak’ta öldüğünü bildiriyordu; 7 kişininse durumu kritikti. ilk kurbanı anmaya hazırlanan Wuhan’da enfekte olan kişi sayısının, açıklanan resmi rakamların üç katı olabileceği öne sürüldü.

PLOS İhmal Edilmiş Tropikal Hastalıklar dergisinde yayınlanan çalışmaya göre geçen Mart ile Mayıs ayları arasında Çin’in çeşitli bölgelerinden toplanan 60 binden fazla sağlıklı bireyin kan örnekleri analiz edildi. Wuhan’dan alınan kan örneklerinin yüzde 1,68’inin, COVID-19 hastalığına neden olan Corona virüsü (SARS-CoV-2) antikoru içerdiği ortaya çıktı. Bu oran, Wuhan’ın bulunduğu Hubei vilayeti genelinde binde 59 ve Çin’in geri kalanında binde 38 olarak belirlendi. Çalışmaya göre esas sayının en az üçte ikisi asemptomatik olduğundan, rakamlar düşük kayda geçti. Klinik vakalar iyileşse bile binlerce kişide enfeksiyonun kalabildiğini öne süren çalışma, virüsün bir toplumda uzun süre hastaneye yatmaya neden olmadan varlığını sürdürme olasılığını ortaya koydu.

Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin Aralık ayı sonunda yayınladığı ayrı bir çalışma da Wuhan’da antikor taşıyan nüfusun yüzdesini daha yüksek bir oranda 4,43 olarak açıkladı ve şehirdeki bir milyon kişiye Corona virüsü bulaşmış olabileceğini bildirdi.

COVID-19, 2019’un sonunda Wuhan’daki bir balık pazarıyla ilişkilendirildi; ancak Çin’in, şehri ve Hubei’yi karantinaya alması 23 Ocak’ı buldu. Pekin, daha erken harekete geçmediği için hala eleştiriliyor. Bu eleştirileri reddeden Çinli yetkililer ise şimdi virüsün Wuhan’daki salgından birkaç ay önce Avrupa’da dolaştığını gösteren uluslararası araştırmalara işaret ediyor. Yine de Çin, COVID-19’un kökenini araştırmak için bu hafta Çin’e gitmesi beklenen Dünya Sağlık Örgütü’nden 10 kişilik bir ekibin ülkeye girişine izin vermiyor.

***

Covid-19 pandemisi çığrından çıktı. Toplam vaka sayısı 90 milyonu geçerken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyon 933 bin 641 kişiye yükseldi.  dayandı. Toplam vakaların yarıya yakını üç ülkeye ait: ABD (22.7 milyon), Hindistan (10.5 milyon) ve Brezilya (8.1 milyon). Kıtalara göre vaka sayısına baktığımızda Kuzey Amerika 25.9 milyon vaka ile ilk sırayı alıyor, bunu Avrupa (25.7 milyon), Asya (21.4 milyon), Güney Amerika (13.9 milyon) ve Afrika (3 milyon) izliyor.

Covid-19 nedeniyle can kayıplarında da ABD 381 bin 480 kişiyle zirvede yer alıyor. Bu ülkeyi Brezilya (202.7 bin), Hindistan (151 bin) ve Meksika (132.1 bin) izliyor. Kıtalara göre değerlendirdiğimizde en büyük can kaybı Avrupa’da: 586 bin 193 kişi. Bunu Kuzey Amerika (551 bin), Güney Amerika (375.7 bin), Asya (347.5 bin) ve Afrika (72.2 bin)  izliyor.

Hafta sonunun  ilk günü olmasına karşın yeni vaka sayısı ve günlük ölüm sayısı oldukça yüksek: Yeni vaka sayısı 727 bin 131 kişi, bir günde yaşanan ölüm sayısı ise 12 bin 437 kişi. Aktif vaka sayısı ise 23.7 milyona yaklaştı.  Covid-19 pandemisi çok görülmeye, çok öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor.

Günlük vaka bildirimin yüksek olduğu ülkeler şunlar: ABD (249.5 bin), Brezilya (60.1 bin), İngiltere (59.9 bin), Rusya (23.3 bin), Güney Afrika (21.6 bin), Fransa (20.2 bin), İtalya (20 bin), Almanya (19.2 bin), Hindistan (18.8 bin), Kolombiya (15.8 bin), Meksika (14.4 bin), Çekya (13 bin), Arjantin (11.1 bin), Polanya (10.5 bin) ve Endonezya (10 bin).

***

Türkiye’de Covid-19 vaka ve ölümleri azalma eğilimi devam ediyor. Bununla birlikte ölümlerin yüksekliği kaygıları artırıyor. Son 24 saatte 181 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı 22 bin 631 kişiye yükseldi. Yeni vaka bildirimi 10 binin altına inerek 9 bin 537 kişi oldu. Toplam vaka sayısı ise 2 milyon 317 bini geçti. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı bin 103 kişiye geriledi. Günlük test sayısı 184 binin üzerinde. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük olarak aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Worldmeters’a göre Türkiye’de aktif hasta sayısındaki artış devam ediyor. 8 Aralık itibarıyla 104 bin 440 aktif hastaya sahibiz. Bu yükseliş, önümüzdeki günlerde vaka sayısının yeniden artış olarak karşımıza çıkabilir. Ağır hasta sayısı ise üç binin altına indi, 2 bin 903 ağır hastaya sahibiz. Aktif hastaların içinde ağır hastaların payı yükselmeye devam ediyor, dün itibarıyla %2.8 olan ağır hasta oranı dünya ortalamasının altı katına yakın! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz.

***

The Lancet dergisinde yayımlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre, hastanede tedavi gören Covid-19 hastalarının çoğunun altı ay sonra dahi şikayetleri sürüyor. 2020 yılının Ocak-Mayıs ayları arasında koronavirüse bağlı Covid-19 hastalığı nedeniyle tedavi gören kişilerin yüzde 76’sı hastalığın semptomlarından altı ay sonra dahi tamamen kurtulamadı. En çok dile getirilen sağlık sorunu yorgunluk ve kas zayıflığı olurken, bazı hastalar uyku sorunları yaşadığını ifade etti.

***

Geçen haftaya oranla vaka sayısına bakıldığında en fazla düşüşün Bakırköy, Adalar, Avcılar, Bahçelievler ve Sultangazi’de yaşandığını belirten İstanbul Valisi Ali Yerlikaya en az düşüş yaşanan ilçeleri Şişli, Şile, Üsküdar, Zeytinburnu ve Beyoğlu olarak sıraladı.

***

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “SMA Bilim Kurulu’nun gen tedavisi konusundaki son gelişmeleri incelediğini ve 25 Kasım 2020’de yapılan çalıştaydan sonra, bu tedavinin etkinliğine ve güvenilirliğine yönelik ek bir kanıt bulunamadığını” açıkladı.

[su_box title=”TOPLUMSAL MÜCADELE-SAĞLIK MUHALEFETİ” style=”soft” box_color=”#3157cb” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Bu haftanın gündemi Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan atanan AK Parti’nin aktif üyesi Melih Bulu’ydu. 1 Ocak 2021 tarihinde gece yarısı, 1980 darbesi sonrası ilk defa Boğaziçi Üniversitesi’ne kurum dışından rektör atandı.2016’dan itibaren üniversitenin rektörseçimlerini ortadan kaldırmaya çalışan uygulamalar başlamıştı. Seçimden atamaya, yandaşı atamaya ve partide aktif görev alanı atamaya doğru giden üniversitelerimiz özerklik, bilimsellik ve demokrasiden uzaklaştırılmaya devam ediliyor.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bir haftadır Melih Bulu’nun rektörlüğünü ‘KABÜLETMİYORUZ’ diyerek kampüste, sokakta meydanlarda direnerek mücadele ediyorlar. Üniversitenin öğretim üyeleri de kampüs içerisinde protestoya devam ediyorlar.

Melih Bulu’nun ilk icraatı üniversite kapısını kelepçelemek oldu. Kelepçeli kapı bu dönemin demokrasiye tahammülsüzlüğünün fotoğrafı olarak tarihe geçti.

Öğrencilerin mücadele biçimleri GEZİ’den hafızamızda kalan yaratıcılığı ve mücadele biçimi zenginliği ile devam ediyor. En son Mahsuni Şerif’in ‘yuh yuh’ şarkısının sözlerini Melih Bulu ve atayanlara uyarlayarak hep birlikte kampüste söylediler.

Pandemi bahanesi ile öğrencilerin eylemleri Beşiktaş ve Sarıyer’de yasaklandı. Öğrenciler 6 Ocak’ta toplanma çağrısını Kadıköy’e rotayı çevirerek Sarıyer’den, Kadıköy’e geçtikleri her yeri eylem alnına çevirdiler. Pandemide kadınların eylemleri sonrası ilk defa toplumsal muhalefet çok güçlü ve kalabalıktı.

Toplumsal alanda Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri’ne destek her gün büyüyor.Sanatçılar, insan hakları savunucuları, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri, birçok üniversiteden öğrenciler bu antidemokratik uygulamayı kabul etmediklerini ve Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri’nin yanında olduklarını bildiren açıklama eylemler yaptılar.

Santçılar öğrencilerin gözaltına alınması sonrası ‘Demokrasi yalan, faşizm gerçek’ diyerek tepkilerini dile getirdiler ve öğrencilere destek verdiler.

***

TTB-DİSK-TMMOB-KESK ‘Üniversitelilerin Demokrasi Mücadelesinin Yanındayız!’ diyerek basın açıklaması yaptı.

EĞİTİM SEN Eğitim Sen: ‘Boğaziçi Üniversitesi Bileşenlerinin Yanındayız, Birlikte Güçlüyüz’,‘Üniversitelere Vurulan Kelepçelere, Atanan Kayyumlara Karşı Herkesi Demokratik Mücadeleye Davet Ediyoruz!’

KESK İstanbul Şubeler Platformu, Kadıköy’de “kayyım rektör”e tepki göstererek, “Öğrencilere şiddeti, üniversite kapılarına kelepçeyi, kampüse polis çağırmayı üniversiteyi yönetmek sanan kayyımları üniversitelerimizde istemiyoruz” dedi.

Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan 65 işçi, yılın son günü, tazminatsız işten çıkarıldı.İşçiler ‘İşimizi Geri İstiyoruz ‘ talebi ile basın açıklaması yaptı.

***

Kasım ayı ek ödemelerinin yatmaması üzerine SES ‘Biz izinsiz, dinlenmeksizin her zaman canımız pahasına aktif bir şekilde görevlerimizin başındayız. Masa başındaki Sağlık Bakanlığı bürokratlarına sesleniyoruz sıcak koltuklarınızdan ödeme emri genelgesi hazırlamak için neyi ya da kimi bekliyorsunuz?Acilen ve derhal Kasım ayı ek ödemesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve sağlık emekçilerinin mağduriyeti giderilmelidir.Biz sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak; ek ödeme, performans gibi ücret politikalarınıza bir önce son vermenizi ve yoksulluk sınırı üzerinde temel ücret uygulamasına geçilmesini talep ediyoruz.’ açıklamasını paylaştı.

***

İstanbul Tabip Odası ve SES İstanbul Şubeleri de Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi’nde ‘Hakkınız ödenemez dediler, ödemediler. Kasım ve Aralık ayı ek ödemeleri nerede?’ basın açıklaması yaptılar.

***

TTB Sağlık Bakanlığı’na ‘Pandemi ile mücadele eden hekim ve sağlık çalışanlarının ek ödemelerinin acilen ödenmelidir’ çağrısında bulundu.

***

Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) İzmir Halk Sağlığı Meclisi, 2021 yılı bütçesinde sağlığa ayrılan paya yönelik açıklama yaptılar.Meclisüyesi sağlık çalışanları,  “Sağlık haktır, güvenceli yaşam”, “Salgın Koşullarında temel haklarımız ücretsiz olsun” ve “Kovid-19 meslek hastalığına sayılsın” yazılı pankart ve dövizler taşıdı. 

“Çocuklardan gençlere, orta yaştan yaşlılara kadar toplumun tüm kesimleri bu olumsuz koşullardan  fazlasıyla etkileniyor. Bütçe vardır. Özel otoyollara, köprülere, kamu özel işbirliği ile yaptırdığınız projelere akıttığınız milyarlarca TL’nin var da, halkın sağlığı için mi bütçe yok? Bir avuç ayrıcalıklı kesimin servetlerine servet katmak için kullandığınız kaynakları halkın çıkarları için uygulayın. Servet sahibi zenginlere servet vergisi getirin. İzmir Halk Sağlığı Meclisi olarak tüm sağlık çalışanları adına artık yeter yaşamak ve yaşatmak istiyoruz” diyerek tepkilerini dile getirdiler.

[su_box title=”JIN” style=”soft” box_color=”#8d31cb” title_color=”#080404″ radius=”0″]Havin Özcan öğrenci bu hafta Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlerde gözaltına alındı. Havin gözaltındayken yaşadığı cinsel taciz ve işkenceyi anlattı. Sosyal medya üzerinden linç edildi. Gözaltında yaşadıkları ve sonrası toplumdaki nefretin kaynağı erilliğinden ödün vermeyen ulus devlet. Çıplak arama, cinsel taciz kimliksizleştirme ve teslim alma aracı, erkeklik için büyük fetihtir beden.Ona yaptığı her şeyle sınırı aşmış ve artık fethetmiştir, onundur istediği şekilde yönetebilir. Bu fetih harekâtı işgal üzerine kurgulanmıştır, derdi başkasının sınırına girerek kendini güçlendirmektir. Havin hem Kürt hem LGBTI birey hem de mücadeleci, eril devlet aklı için başı ezilmelidir. Biz kadınlar transfobiye, ırkçılığa, faşizme karşı hepimiz Havin’iz.[/su_box]

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2020 yılı raporunu paylaştı. Raporda, ‘Bu yıl 300 kadın cinayeti işlenmiş, 171 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. Öldürülen 300 kadından 182’sinin neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 22’si ekonomik, 96’sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 182 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucudur. Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe; adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam ediyor.’

***

Gülistan Doku’nun kaybolmasının üzerinden 1 yıl geçti. Gülistan Doku İçin Adalet Platformu çağrısı ile ‘Gülistan Doku Nerede? Gülistan için adalet tüm kadınlar için adalet ‘ diyerek Dersim, İstanbul, İzmir, Antalya, Antep, Mersin ve Diyarbakır’da kadınlar alanlardan seslendi.

***

İstanbul’da, Barış İçin Kadın Girişimi; Ankara’da, Ankara Kadın Platformu; Antalya’da, HDP ve HDK Kadın Koordinasyonu, Silopi’deki abluka sırasında öldürülen üç kadın siyasetçi için “Fatma, Seve ve Pakize’yi unutmayacağız, üzgünüz, öfkeliyiz, silahlar sussun, barış konuşsun” pankartlarıyla sessiz eylem ve açıklama yaptılar.

***

Paris’te 9 Ocak 2013’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i anmak için HDKve HDPKadın Meclisleri ile TJA ‘Kürt kadın  siyasetçilerin mücadelesini bıraktıkları yerden devam ettirdiklerini’ belirterek İstanbul ve Hakkari’de toplandılar.

 

İfşa-Suzan Saner

‘İfşa kelimesi gizli bir şeyi açığa vurma, açıklama, yayma anlamına gelir. İfşa feminist bir mücadele aracı olduğunda ise “gizli” olup açığa çıkartılan şey, şiddetin en yaygın görülen hali olan kadına karşı erkek şiddetidir. Feminist ifşa, şiddetten hayatta kalan kadınları ve onların yaşamlarını öne çıkartarak faili gizleyen ve erkek şiddetini mazur gösteren patriyarkal hakikat oluşturma biçimlerine karşı güçlü, bu yüzden de tehlikeli görülen bir mücadele aracıdır.

İnsan eliyle oluşturulan travmaların ortak özelliği gizlilik ve unut(tur)madır (Herman, 1992). Şiddetin teşhiri, karmaşık duyguların uyanmasına ve çeşitli tepkilere neden olur. Açılmak, hem kendini açmak hem de faili işaret etmektir; cesaret ve sorumluluk almayı gerektirir (Altuntaş ve Saner, 2019).

…Feminist ifşanın hedefleri arasında; kurum itibarı nedeniyle cinsel taciz iddialarının üzerinin örtülmemesi, erkek şiddetiyle her ortamda ve fail kim olursa olsun mücadele edilmesi, yakın ilişkilerde “onay kültürü”nün yerleşmesi, cinsiyetler arası yeni bir etik arayışı sayılabilir. Kurumlarda feminist ilkelerle oluşturulan cinsel şiddeti önlemeye yönelik birimler ve tutum belgeleri ise sahip çıkılıp kullanıldığı ölçüde yararlıdır.

Sonuçta, feminist mücadelenin büyük bir kısmı aslında patriyarkal sistemin şiddetini ifşa etme mücadelesidir. Feminist tarih, şiddet içeren bağlardan kopuşun ve bağları onararak yenilenmeak için kadınların güçlerini birleştirmelerinin tarihidir (Ahmed, 2018). Travmatik yaşantı tarihselleşerek iyileşir ve Angela Davis’in dediği gibi “özgürlük mücadelesi süreklidir”.

https://feministbellek.org/ifsa/

Kadının beyanı esastır-Cemre Baytok

‘Bugün kadının beyanı esastır tartışmalarının en sık yaşandığı yer (#MeToo hareketiyle birlikte küresel olarak da) sosyal medyadaki ifşalar. İfşa başlı başına bir konu ama, kısaca bir ifşa mektubunun yaşanan biricik bir şiddet olayını aktarmaktan fazlasına hizmet ettiğini söyleyebiliriz. İfşaların ifşaları doğurduğunu, benzer konularda sessiz kalan birçok insana ilham verdiğini görüyoruz. Sonucunda hikâyeler de artabilir, yapılan şikâyetler de. Yukarıda bahsi geçen erkek şiddetinin farklı biçimleri arasında bağlantılar kurulabilir, birinin diğerini mümkün kıldığı ifade edilebilir, ortaya çıkan bu hikâyeler (yani beyanlar) –hukuken karşılığı ne olursa olsun-, kadınlar arası dayanışma kurabilir, erkek şiddetinin sosyal ortamlarda dışlanmasının önü açılabilir. Öte yandan, sosyal medyadaki ifşalara bakıldığında, erkeklerin birbirlerinden neler öğrendiklerini ve erkek dayanışması cemaatlerinin nasıl oluştuğunu da görmek mümkün. O halde başa dönersek ilke sabit olsa da, açığa çıkardıkları sabit değil. Beyan, dinleyicisine patriyarkanın güncel biçimine dair önemli veriler sunuyor ve kadınlar arası deneyim aktarımına zemin sağlıyor. 1990’larda kadınlar dayağı tanımlarken, 2000’ler başında ilişkide cinsel saldırıyı, 2010’larda flört şiddetini veya ısrarlı takibi tanımlıyor.

Erkek egemenliği, tüm bu sistematikliği içinde kabul edilmediğinde, hızlıca “ya yalan söylüyorsa” pozisyonuna atlanabilir. Bu reflekste ezme ezilme ilişkisi görülmüyor, esas ile doğru yer değiştiriyor ve anlatılmak istenen duyulmuyor. Ayrıca bu refleks, beyan sürecinin, beyanda bulunan kadının hayatını nasıl zora soktuğunu, kadının yeni mağduriyetler ve maruz kalmalara karşı kendini sürekli savunmak zorunda bırakıldığını ve kadınların bu yıkıcı sürece keyfi olarak girişmeyeceğini de görmezden geliyor.

Bu ilkeye karşı çıkılarak hesaplaşılan feminizmin kendisi. Kadının beyanını esas almaya direnmek, esasen feminizmi tanımamak ve erkek şiddeti ile ilgili tartışmaların da bir “uzmanlık” (yani bilgi ve deneyim birikimi) konusu olduğunu, bunun feminizmin konusu olduğunu reddetmek anlamına geliyor.’

https://feministbellek.org/kadinin-beyani-esastir/

Kadın ve medya: ‘Haberlerde şiddet pornografisine girilmemeli’Özlem Kara

Kadın hareketinin Türkiye’deki etkisini arttırmasıyla ve sosyal medya sebebiyle medya kuruluşlarının kendilerine, dillerine, kullandıkları görsellere dikkat ettiklerini belirten Burcu Karakaş, “Kadının medyadaki temsili konusunda her şeye rağmen iyileşme olduğunu düşünüyorum. Bundaki en büyük pay kadın hareketinin. Kadın hareketinin gücü sayesinde, medyanın söyleminin de iyileştiğini ifade edebilirim” dedi. Kadın cinayetlerinin, gazetelerin üçüncü sayfalarından manşetlere taşındığını ifade eden Karakaş, “Kadın cinayetlerinin politik olduğu söylemiyle beraber kadın cinayeti haberleri üçüncü sayfalardan manşetlere taşındı. Bu da medya kuruşlarının artık bu cinayetleri adli vaka olarak değil, politik bir durum olarak görmesiyle oluştu. Bu farkındalığın sonucunda da medyanın küçücük verdiği kadın cinayetleri haberleri, bir kadın daha öldürüldü manşetleriyle vermeye başladı” dedi.

https://www.izgazete.net/amp/kadin/kadin-ve-medya-haberlerde-siddet-pornografisine-girilmemeli-h59167.html

[su_box title=”YENİ YAŞAM” style=”soft” box_color=”#cb31ad” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Hindistan, ülke tarihinin en genç belediye başkanını konuşuyor. Kerala eyaletinin başkentinde belediye başkanlığına, ‘aile boyu’ komünist olan 21 yaşındaki Arya Rajendran seçildi. Hindistan Komünist Partisi-Marksist (CPI-M) üyesi Arya, siyasete girme nedenini “Ben onurlu bir işçinin onurlu kızıyım. Bu işçi, köylü ve sıradan insanlar hareketine katılmamın nedeni bu” sözleriyle anlattı.

Geçtiğimiz ay düzenlenen yerel seçimlerde Kerala eyaletinin başkenti Thiruvananthapuram’ın belediye başkanı seçilen Hindistan Komünist Partisi-Marksist (CPI-M) üyesi Arya Rajendran, 2020’nin son günlerinde yemin ederek görevine başladı. Arya’nın, sağlık sisteminin geliştirilmesine, refahın artırılmasına çocuk işçiliğinin azaltılmasına, kadınların güç kazanma mücadelesine ve çevre sorunlarına odaklanan bir gündemi var.(Gazete Duvar)

***

Kobani’de kadın katilini halk yargıladı:

Kobanê’de Hûda El-Elî ve çocuğunu işkenceyle katleden Hisên Ebdo Ebas, yargılandığı halk platformu tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Kuzey ve Doğu Suriye’nin Kobanê Kantonu’nda Hûda El-Elî(27) ve çocuğunu 22 Şubat 2020 tarihinde işkence ederek öldüren Hisên Ebdo Ebas (53)  kurulan halk platformu tarafından yargılandı. Elî ve çocuğunu recm eden fail Ebas, olayın ardından Kobanê’deki asayiş güçlerine teslim olmuştu. O tarihten bu yana süren mahkemede ise failin halkın karşısına çıkarılarak yargılanması talebi çıkmıştı. Ebas hakkında verilecek ceza için Baqi Xidio Kültür Merkezi Salonu’nda halk platformu kuruldu. Kobanê’de ilk kez gerçekleştirilen platformda, halk Ebas hakkında müebbet hapis cezası kararı verdi. Fırat Adalet Meclisi Yönetimi tarafından kurulan platforma, Kobanê Özerk yönetimi, Kongreya Star, Sara Kadın Örgütü, Mala Jin gibi kurum ve örgütlerin yanı sıra katledilen Elî ve katleden Ebas’ın aileleri ile Kobanê halkı katıldı. Platformun divanında 1’i kadın olmak üzere 3 kişiden oluşan mahkeme heyeti yer alırken, iddia makamı ise 3 kişilik bir heyetten oluşturuldu. Saygı duruşu ile başlayan platformda, fail Ebas halk karşısına çıkarıldı. Ardından mahkeme heyeti platformun ne olduğunu, neden yapıldığını ve amacının ne olduğunu anlattıktan sonra iddia makamı katliamın nasıl gerçekleştiğini ve katliama dair bilgileri halka sundu. DAİŞ’in Kobanê’ye saldırdığı dönemde kadın ve çocuğunun Danimarka’ya gittikleri, Ebas’ın Elî’yi Danimarka’dan tekrar Kobanê’ye katletmek için getirdiği de aktarıldı. Katliamın planlı ve kasten olduğunu tüm detayları ile anlatan iddia makamı, katliamdan sonra çekilen fotoğrafları da platform üyelerine sundu. Daha sonra failin avukatı Mehmet Nuri Berkel’e söz verildi. Berkel’in savunması sırasında halktan tepkiler geldi. Ardından konuşan mahkeme heyeti ise, kendi görüşlerini aktararak, kanunlara göre 3 seneden ömür boyu hapis cezasına kadar ceza verme haklarının olduğunu belirtti. Heyet; daha sonra platform üyeleri ve halkın katliama ilişkin sorularını aldı. Soru cevap kısmından sonra, fail Ebas da konuştu. Ardından mahkeme heyeti halka ve platform üyelerine ne kadar ceza verilmesi gerektiğini sordu. 10, 15, 18 yıl ve müebbet hapis cezalarının verilmesi talep edildi. Yapılan oylamada ise en çok müebbet cezasının verilmesi istendi. Oylama sonucu 10 yıl için 10, 15 yıl için 13, 18 yıl için 3, müebbet için de 42 kişi elini kaldırdı. Yapılan yargılamada Ebas halk tarafından müebbet hapis cezasına çarpıtıldı. Ayrıca Ebas’ın geriye kalan iki kızı için de 30 milyon Suriye lirası verilmesine de hükmedildi.

***

Kitlesel aşılama 1950’lerde Glasgow’da çiçek hastalığı salgınını nasıl durdurdu?

Çiçek bugün yok edilmiş bir hastalık ama 20. yüzyılda tahminen 300 milyon insanın ölümüne yol açan bu hastalık bütün dünyaya korku salmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok ciddi bir salgın hastalık yaşanmamıştı ama Hint denizci Musa Ali’nin Glasgow’a gelişiyle birlikte bu değişecekti. Musa Ali, zatürre teşhisi ve suçiçeği hastalığı şüphesiyle Glasgow’daki Knightswood mahallesinde bulunan salgın hastalıklar hastanesine yatırıldı. Bilahare Ali’nin suçiçeği değil çiçek olduğu, kentte toplam 19 kişinin hastalanmasına ve 6 kişinin ölümüne yol açacak olan çiçek salgınını başlattığı anlaşıldı. Ölen doktor, dört hemşire ve bir çamaşırcı olmak üzere 6 kişinin tümü hastanede Musa Ali ile bir aşamada doğrudan teması olan kişilerdi. En önemlisi ölenlerin hiçbiri daha önce çiçek aşısı olmamıştı ve büyük bir salgın patlak vermesi ihtimali sağlık yetkililerini kapsamlı bir kampanyaya yöneltti.

Ülkenin dört bir yanındaki 200 civarındaki hastaneye ziyaretler tamamen yasaklandı ve kısa sürede hastalananlar ile teması olma ihtimali bulunan 1971 kişiye ulaşıldı. Bunlar arasında hastalananların aileleri ve yakınlarından bindikleri otobüsün biletçisine kadar herkes vardı. Hastalarla teması olduğu düşünülen kişiler bölgelerindeki hastanelere götürülerek kontrolden geçirildiler, evleri ve giysileri dezenfekte edildi. Ama asıl mücadele yöntemi olarak mümkün olduğu kadar çok insanı kısa süre içinde aşılamaya karar verildi. Ve bu işi yürütmek üzere Glasgow’da 7 acil sağlık kliniği oluşturuldu. Bu klinikler günde 12 saat duraklamadan çalışarak saatte 600 kişiyi aşıladılar. İlk 12 gün içinde kentte 250 bin kişi aşılanmıştı. Bu sayı 300’bine ulaştığında ise salgının tamamen bitirildiği ilan edildi.

Çiçek salgınında ilk hayatını kaybeden, ilk hasta Musa Ali’yi hastaneye kabul eden sağlık görevlilerinden 29 yaşındaki doktor Janet Fleming olmuştu. Doktorun ölümü üzerine başlatılan aşılama kampanyasında sadece South Lanarkshire kasabasında nüfusun dörtte üçüne denk gelen 40 bin kişi aşılandı. Gerek Glasgow gerekse Hamilton’da Mart ayında başlayan salgının 17 Nisan itibarıyla sona erdiği açıklandı. Dönemin gazetelerinin birinci sayfalarında aynı zamanda ilk hasta Musa Ali’nin iyileşip hastaneden alkışlar arasında taburcu edildiği haberi de yer alıyor. Tıpkı bugün iyileşen Covid hastalarının yoğun bakım ünitelerinden çıkarılırken alkışlandığı gibi.

[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”soft” box_color=”#cb3163″ title_color=”#080404″ radius=”0″]Bulletin of Latin American Research adlı dergide, 27 Aralık’ta yayımlanımış bir görüş yazısında (Gomez, 2020) Meksika ve Kolombiya’da salgın başladıktan sonra, hali hazırda bulunan uyuşturucu kartelleri ve mafya örgütlenmelerinin toplum içerisinde dayanışma yoluyla nüfuslarını arttırdıklarını vurguluyor. Devletin zaten sınırlı olan etkisini bölgelerinde gerilettiklerini, hatta bazı konularda yerel yöneticilerle açık işbirlikleri geliştirmiş olduklarına değiniliyor.

Örneğin, makaleye göre, 24 Mart 2020’de Kolombiya’da tam kapanma başladığında, kartellerin merkezlerinden biri olan La Loma’daki tüm kombolar (küçük çete gruplarına verilen ad) sokağa çıkma yasaklarını uygulamaya koydu ve ateşkes anlaşmaları yapıldı. Ek bir önlem olarak, bu kombolar, yerel toplulukların kısıtlamalara ve sağlık önerilerine uymasını talep edecek ve insanlara tahsis edilen zamanların dışında evlerini terk etmemelerini sağlayacak şekilde kilit yerlerde kontrol noktaları kurdu. Sonrasında belediye meclisi yerel halka yeterli desteği sağlayamadığında, bu gruplar el dezenfektanı, gıda paketleri ve ilaç dağıtmak için kapı kapı dolaşmaya başladı ve bölge sakinlerden ellerini yıkamalarını talep etti. Hatta ilerleyen dönemlerde Kolombiya medyası, La Loma’nın bulunduğu şehir olan Medellín belediye meclisinin, diğer mahallelere de benzer desteği sağlamak adına, yardım dağıtma ve sağlama konusunda, şehir genelindeki farklı kombolarla işbirliği geliştirdiğini yazdı.

Yayın, bu durumun La Loma’ya özgü olmadığını ve Kolombiya ve Meksika’nın birçok bölgesinde benzer durumlar yaşandığını öne sürüyor. Yöntem ve amaçları benimsemek mümkün olmasa da, sınırlı anlamda örnek oluşturması açısından ilginç bir deneyim.

Aynı derginin aynı tarihli başka bir yayınında (Gil ve Undurraga, 2020), Şili’de yapılan araştırmalar örneklendirilerek, salgın yönetim stratejilerinin neden beklendiği kadar olumlu sonuçlara yol açmadığı tartışılıyor. Bu noktada sosyal problemlerin biomedikalize edildiği eleştirisi baş köşeyi tutuyor.

Yayının sonuç kısmının çevirisini aktarıyoruz: “Aşırı kalabalık ve yetersiz hijyen koşulları, yirminci yüzyılın başlarında Şilili seçkinler tarafından sosyal sorunların kökeni olarak ilan edildi. Elitler enfeksiyondan korkuyorlardı ve çalışan yoksullar için barınma koşulları, başlangıçta bir sosyal adalet sorunu olmaktan çok bir sağlık sorunu olarak çerçevelendi. Bugün, sorun bir kez daha büyük ölçüde biyomedikal terimlerle çerçeveleniyor. İlk başta, Şili’deki karar vericiler ve yetkililer, Santiago’nun en zengin bölgesindeki kısmi kapanmanın ilk başarısı nedeniyle pandemiyi kontrol edebileceklerine inanıyorlardı. COVID-19 salgını, nüfusun diğer yarısının (aslında çok daha büyğk olan yarısının) nasıl yaşadığını açıkça ortaya çıkardı. Sonuç olarak insanlar birbirine her anlamda bağımlıdır; toplulukların refahı, tüm üyelerinin sağlıklı olmasına bağlıdır.”

Gomez, C.T. (2020), Organised Crime Governance in Times of Pandemic: The Impact of COVID‐19 on Gangs and Drug Cartels in Colombia and Mexico. Bull Lat Am Res, 39: 12-15.

Gil, M. and Undurraga, E.A. (2020), COVID‐19 Has Exposed How ‘The Other Half’ (Still) Lives. Bull Lat Am Res, 39: 28-34 [/su_box]

[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI ve EKLER” style=”soft” box_color=”#cb7a31″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

“Aşı milliyetçiliği pandeminin uzamasına sebep olacak”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, 36’sı yüksek, 6’sı orta gelirli olmak üzere 42 ülkede Covid-19 aşılamalarının başladığını belirterek, “Düşük ve orta gelirli ülkelerin çoğunun henüz aşı almadığına dair açık bir sorun var.” dedi.  DSÖ eş güdümünde yürütülen Covid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) içindeki zengin ve orta gelirli ülkelerin, aşı firmalarıyla ilave ikili anlaşmalar yapmasına tepki gösteren Ghebreyesus, “Bu, potansiyel olarak herkes için (aşı) fiyatını artırıyor ve en yoksul ve en marjinal ülkelerdeki yüksek riskli kişilerin aşı alamadığı anlamına geliyor.” uyarısında bulundu. Ghebreyesus, “Hiçbir ülkenin ayrıcalığı yoktur. Bazı ülkeler henüz aşıya ulaşamamışken diğerleri kendi vatandaşlarının tamamını aşılamak için sırayı bozmamalı. Aşı milliyetçiliği hepimizi incitiyor ve kendi kendimizi mahvediyor” dedi. Dünyada bugüne dek 39 ülkede 18 milyon 900 bin kişiye aşının ilk dozu uygulandı. Aşılamanın başladığı ülkeler arasında Türkiye yer almıyor. Aşılama çalışmasında yaklaşık 7 milyon dozla ABD ilk sırada yer alırken, nüfusuna oranla en çok aşı İsrail’de vuruldu.

DSÖ Başdanışmanı Bruce Aylward ise zengin ülkelerin aksine dünyanın büyük kısmında Kovid-19 aşılama çalışmalarının başlamadığına işaret etti.

Aylward, “Dünyadaki yüksek gelirli ülkelerin yüzde 50’si bugün aşı yapıyor Düşük gelirli ülkelerin ise yüzde sıfırı. Eşit olmayan bir erişim var. Orta gelirli ülkelerin ise yüzde 6’sı aşılanıyor. Haritanın rengini değiştirmemiz gerekiyor.” değerlendirmesinde bulundu.

DSÖ, Küresel Aşı ve Bağışıklama İttifakı (GAVI) ve Salgın Hastalıklara Hazırlık İçin Yenilik Koalisyonunca (CEPI) yürütülen ortak girişimle, 2021’de orta ve düşük gelirli 92 ülkeye 1,3 milyar doz Covid-19 aşısı dağıtılması planlandığını duyurmuştu.

***

Türk Tabipleri Birliği’nin verilerine göre 339 sağlık çalışanı salgın nedeniyle yaşamını yitirdi. İstanbul, Ankara, İzmir tabip odaları sağlık çalışanlarında aşılamanın bir an önce başlaması için çağrıda bulundu.

***

Avrupa İlaç Ajansı “süper şırınga” ile koronavirüs aşı şişesinden çekilebilen doz sayısını beşten altıya çıkardı

***

Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısı yaptıracağını söyledi. Papa, “Birilerinin neden ‘Hayır, aşı tehlikelidir’ dediğini bilmiyorum. Doktorlar, bunu size iyi olabilecek, herhangi bir öne çıkan tehlikesi olmayan bir şey olarak öneriyorlarsa neden almayalım ki? Aşıyı reddetmek intihar gibi. Bugün aşı yaptırılmalı. Ahlaki açıdan herkesin aşı olması gerektiğine inanıyorum. Bu, etik bir seçenektir çünkü mevzubahis olan sağlığınız ve yaşamınız ama aynı zamanda başkalarının da hayatıyla oynuyorsunuz” diye konuştu.

***

Ukrayna’da dağıtılan sahte koronavirüs (Kovid-19) aşısı ülkede kriz yarattı. Ukrayna Güvenlik Servisi’nden (SBU) yapılan açıklamada, Pfizer-BioNTech aşısı adı altında usulsüz olarak ülkeye getirilen bazı tehlikeli ilaçların dağıtımının yapıldığının belirlendiğini açıklandı. Konuya ilişkin soruşturma başlatıldığı ifade edilirken, söz konusu maddelerin sağlık kuruluşlarında veya başka yerlerde kullanımıyla ilgili denetimlerde bulunulduğu belirtildi.

***

Çin aşısında 65 yaş tartışması. Covid-19’a karşı uygulanacak Çin aşısında 65 yaş muamması bilim insanlarını ikiye böldü. Sağlık Bakanı Koca, aşılamanın önünde engel olmadığını açıklarken, TTB Covid–19 İzleme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sinan Adıyaman 60 yaş üzerindekilere Pfizer-BioNTech aşısının yapılmasının daha doğru olacağını söyledi. Prof. Dr. Kayıhan Pala “Sinovac aşısı 65 yaşa yapılırsa ben ‘gidin aşıyı olun’ demem” derken, Prof. Dr. Murat Akova ise aşının 60 yaş üstü kişilerde bir sorun oluşturmayacağını ifade etti.  ( https://www.gazeteduvar.com.tr/cin-asisinda-65-yas-tartismasi-hekimler-de-ikiye-bolundu-haber-1509691 )

Çin-Sinovac aşısıyla ilgili sorunlar – İlker Belek

Aşının faz-3 ara dönem sonuçları ortada yok

Bir aşının yan etki ve koruyuculuğuna, dolayısıyla yaygın kullanılıp kullanılmayacağına karar vermek için kritik nokta faz-3 çalışmasının sonuçlanmasıdır. Şu anda mevcut aşıların-aşı adaylarının hiçbirisinin faz-3’ü tamamlanmadı. Faz-3 süreci 1-2 yıllık zaman alacak. Çünkü, aşının koruyuculuğuna ve ne kadar süreyle tekrarlanması gerekeceğine karar verebilmek için gönüllülerin en az bir yıl izlenmesi gerekecek.

Şimdi şiddetli bir salgın döneminde olduğumuz için faz-3’lerin tamamlanması beklenmeden, ara dönem sonuçları açıklanıyor. Yetkili kurumlar aşı firmalarının sunduğu bu sonuçlara göre acil kullanım onayı veriyorlar. Ancak ara dönem sonuçlarının açıklanmasının da bir kuralı var.

Türkiye asgari vaka sayısına ulaşamadan ara dönem sonucu açıkladı

Ara dönem sonucunun açıklanabilmesi için aşı ve plasebo gruplarını içeren gönüllüler grubunda asgari sayıda vaka gözlenmesi gerekir. Örneğin Sinovac aşısının Brezilya’daki ayağında bu sayı 60, Türkiye ayağında ise (araştırma protokolünde yazmamakla birlikte, araştırmanın yürütücülerinin söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla) 40 olarak belirlendi. Pfizer-BioNTech ara dönem sonucunu 170 vakaya ulaştığında açıkladılar. Türkiye koruyuculuk oranını %91 olarak verdiği tarihte, 14 gün arayla iki kez aşı yapılmış ve aldığı ikinci dozdan sonra en az iki hafta süre geçmiş gönüllü sayısı yalnızca 1.322 ve bu grupta hastalananların sayısı da yalnızca 29 idi. Yani Türkiye asgari vaka sayısına (40) bile ulaşmadan koruyuculuk oranı açıkladı. Dolayısıyla Türkiye’de açıklanan veriler Türkiye’ye özel bir ara dönem sonucu olarak bile kabul edilemez, %91’lik koruyuculuk oranına hiç güvenilemez.

28 gün arayla uygulama kararı yanlış

Aşının firmanın önerdiği ve faz-3 çalışmalarında da uygulandığı şekilde 14 gün değil de 28 gün arayla yapılması yönünde verilen karar ise tam bir felakettir. Evet, Sinovac firması faz-2 aşamasında araştırma grubunu 4’e bölerek, aşıyı iki farklı dozda (3 ve 6 mikrogram) 14 ve 28 gün arayla denemiş, 28 gün arayla uygulamanın biraz daha fazla derecede (%92’ye karşılık %98) immün yanıt (serokonversiyon) oluşturduğu sonucuna ulaşmış, ancak buna rağmen ikinci dozu 28. güne ertelemenin ilk dozdan sonra oluşan immün yanıtın azalmasına yol açabileceği ve böylece salgın ortamında 14. ve 28. günler arasındaki 14 günlük gecikmenin salgının şiddetlenmesine hizmet edebileceği ihtimallerini dikkate alarak, faz-3 çalışmasında aşının 14 gün arayla denenmesine karar vermiştir. Faz-3’ün yürütüldüğü 4 ülkede de aşı 14 gün arayla iki kez uygulanarak yan etki ve koruyuculuğu test edilmektedir. Hal böyleyken, yalnızca 600 kişi üzerinde yapılmış faz-2’den hareketle iki aşı uygulaması arasındaki süreyi 28 güne çıkarmak bilim dışı bir tutumdur ve bu uygulamayla aşının koruyuculuğunun ne kadar olacağını bilmek imkansızdır. Eğer faz-2 sonucuna göre aşıların uygulanması olanaklı olsaydı faz-3 diye bir şeye hiç gerek kalmaz, hiç kimse bunca emek ve para harcamazdı. Eğer Sağlık Bakanlığı ikinci dozu 28. günde uygulamayı planlıyorsa, bu uygulamanın etkililiğini kanıtlayan bir faz-3 klinik araştırması yapmalıdır.

( https://drilkerbelek.blogspot.com/2021/01/cin-sinovac-assylailgili-sorunlar.html )

Doç. Dr. Temmuz Gönç Şavran: “Birey artık aşı olmamanın toplumsal sonuçlarıyla ilgilenmiyor”

…Modern toplumda eylemlerimizin çoğu rasyonel, ama her rasyonel davranış amaca yönelik değil. Değere yönelik rasyonel davranış olarak adlandırılan bir eylem kategorisi var. Aşı karşıtlığında bu eylem tipini sık görüyoruz. Bazı çalışmalar şunu gösteriyor, çocuk aşıları konusunda özellikle geliri ve eğitim düzeyi yüksek aileler, yeni bir çevreye girdiklerinde aşı karşıtı olmanın bir grup değeri olduğunu görüyor ve daha önce bu konuda düşünmemiş olsalar da birden aslında aşı karşıtı olduklarını keşfediyorlar. Burada vurgulanan kendini toplumun geri kalanından bu açıdan ayıran bireyler olmak. Bu davranış günümüzde pek çok grupta itibar kazandıran, sembolik sermayeyi gösteren bir davranış olarak kabul ediliyor…

…Aşıya yönelik tutumlar ve davranışlar kimliklerin, toplumsal sınıfların ve sosyal ilişkilerin sonucunda oluşuyor. Bireylerin bu konudaki düşünceleri genellikle bir bilimsel değerlendirmeyle değil, kendi kültürel ve sınıfsal anlam sistemleri içinde, habitusları içinde büyük ölçüde kişisel bilinç dışında oluşuyor. Aşı karşıtlığı örneklerinde aşı olmamak medikal alandan geri çekilmek anlamına değil, sosyal bir alana dâhil olmak anlamına geliyor…

“aşı pasaportu” “bağışıklık belgesi” gibi konular üzerine: 

“… Sosyoloji ortaya çıkışından beri halk sağlığını çok önemsiyor, ama tıbbın hayatın her alanında karşı çıkılamaz bir otorite olması çeşitli açılardan sorunlu. Bu uygulamalar bilginin yeni türlerini denetim altına alan, hiçbir direniş noktasına yer bırakmayan uygulamalar olarak karşımıza çıkar ve yeni ahlaki pozisyonlar, insanların etiketleneceği yeni kategoriler oluşur. Bu kategoriler üzerinden de yeni baskı eksenleri oluşur. Kaldı ki bu belgeler için de karaborsa oluşabilir, bu belgeleri edinmek hem ekonomik hem de bürokratik nedenlerle toplumun her kesimi için mümkün olmayabilir.

Sağlıklı olma hedefi Judi Zeh’in Temize Havale adlı romanındaki gibi sürekli gözetlenen bir topluma dönüşmemize neden olmamalı. Aşı olmayanları da ayıracak mıyız, alerji gibi biyolojik nedenlerle olmayanlar ile ahlaki veya kültürel nedenlerle olmayanları ayırıp biyolojik nedenleri olanlara hiyerarşide daha üst bir yer mi vereceğiz? Bu tip zorlamalarla yapılacak değişikliğin beklenmeyen sonuçları da olur…”

https://www.gazeteduvar.com.tr/doc-dr-savran-birey-artik-asi-olmamanin-toplumsal-sonuclariyla-ilgilenmiyor-haber-1509670



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...