Home / ARŞİV / Kent ve Sağlık-Fikret Çalağan*

Kent ve Sağlık-Fikret Çalağan*

Demokratik Özerkliğin yoğun olarak tartışıldığı bu günlerde, yaşanan tartışmalarda ve buna dair yazılanlardan çıkardığım önemli başlıklar; toplumun yaşam alanlarının durumu, ilişkileri ve bireylerin özerklikleridir. Burada önemli bir belirleyeninde yaşadığımız kentlerin gelişim dinamikleridir. Bu dinamikler ise kente yaşayan toplumun yaşam alışkanlıkları/gelenekleri, kenti yönetenler, kente biçim veren uzmanlar, devlet ve sermayenin talepleridir. Demokratik bir kente dair bir tartışma yürütülürken şu temel soruya cevap aramakla başlamak gerekir.

Kent, gelişme dinamikleri, gelişme düzeyi ve gelişme yönüyle kimi temsil ediyor? 1999’dan bu yana bölgede bir çok kent “özgür-demokratik ve ekolojik yerel yönetim” anlayışı ile BDP’li belediyelerce yönetilmektedir. Biliyoruz; baskı, şiddet, cezalandırma, tutuklamalar, çalışmaların engellenmesi, ekonomik baskı ile bu yönetim anlayışının gelişmesi engellendi. Ancak bir taraftan da bu kentler “büyümekte” ve “gelişmekte”dir. Peki, bu “büyüme” ve “gelişme” hangi anlayış temelinde yürüyor. BDP ‘li belediyelerde hırsızlıkların önüne geçildi. Halkla doğru bir diyalog kuruldu. Birçok alt yapı sorunu çözüldü (kanalizasyon, su vb.). Bununla beraber kentler büyümekte, genişlemekte (arazi rantıyla birlikte) ve büyük siteler yükselmektedir. Ve gelişen ise tamda bir toplum mühendisliğidir.

James C. Scolt “Devlet Gibi Görmek” adlı kitapta Toplum Mühendisliğinin dört unsuru var diyor. Onları şöyle sıralıyordu: “1- Doğanın ve toplumun idari olarak düzenlenişi 2- yüksek modernist ideoloji 3- Otoriter devlet müdahalesi 4- Takatten düşmüş sivil toplumun hazır olma durumu” ……..

Buradan çıkan sonuç toplum mühendisliğine karşı çıkılmadan “Demokratik Özerklik”liğin gelişimi veya inşası mümkün değil gibi geliyor bana. Bunun için;

  • Doğayı korumak adına kentin genişlemesine yönelik engelleme faaliyeti yürütülmelidir. Toplumun idari olarak düzenlenmesine ise geliştirilecek kent meclisleri ile yaratılacak demokratik bir kent yönetimi ile karşı konulabilir.
  • Bugün bu kenti yöneten belediye yönetimlerinde ve kent yönetimde önemli bir etkisi bulunan orta sınıf, söylem düzeyinde yüksek modernist ideolojiye karşı dursa da; demokratik mücadelenin birikimini okuma yerine daha çok liberalizmin yarattığı hegemonyaya kapılma durumu söz konusudur. Bu birikime (demokratik mücadele) sahip çıkıp ve bunu geliştirmekle ancak ideolojik hegemonya aşılabilir.
  • Otoriter-devlet müdahalesine karşı bir direnç var. Ancak devletin bireysel girişimciliğine, kentin sürekli olarak bir dönüşüme tabi tutulmasına, kentin gelişmesi ve sanayinin cazibeciliği biçimleri ile topluma sirayet etmesine karşı koymada ciddi bir duyarsızlık mevcuttur. Devlet ve toplum ilişkisi sürekli canlı tutulması gereken bir tartışma olarak tutulmalıdır.
  • Takatten düşürülmüş sivil toplumun hazır olma durumu ise başka faktörlerden kaynaklıdır. Toplumun belediye yönetimlerini kendi yönetimi olarak görme yaklaşımı, bu yönetimlerin kusurlarına göz yummayı getirmiştir. Öte taraftan kente biçim veren uzmanlar ve yöneticilerin bazı projelerde halkın değerlerini kullanarak ikna etme anlayışı kentteki kötü gidişe müdahaleyi engellemiştir. Bu durum sağlık-ekoloji-kadın-emekçi ve kent aktivistlerince toplumda yaratacağı duyarlılıkla aşılabilir.

Bir sağlık, emek, kent, ekoloji ve demokrasi mücadelesi aktivisti olarak kente ilişkin gelişimin sağlığa etkilerini açıklayarak yazımı sürdürmek istiyorum. Aşağıda vardığımız sonuçlar; uzun bir süredir kent ve sağlık başlığı etrafında bir çok arkadaşımızla yaptığımızı okuma, gözlem ve değerlendirmelere dayanmaktadır. Bu değerlendirmeleri yakinen izlediğim Diyarbakır üzerinde yürütmek istiyorum;

Amed 1990’larda yaşanan yoğun çatışma sonucunda; büyük göç almış, çarpık kentleşmenin geliştiği, yoksulluğun büyüdüğü, nüfusu kısa sürede çok arttığı bir kenttir. 1999’dan sonra kent belirli bir düzenlilik içinde gelişmeye başladı. Bir çok olumlu gelişimle birlikte; toplumsal ve bireysel algıyı etkileyen olumsuzluklarda gittikçe büyümüştür. Kentin gelişim yönü batıdaki büyük kentlerle (Ankara-İstanbul) yarışma şekline dönüşmesi olumsuzlukları daha da artırmıştır.

  • Kent genişlemeye başladı. Hastaneler kent dışına taşındı. Sağlık hizmetine ulaşım zorlaştı. Bu çalışma Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülmüş olsa da yerel yönetimin burada sorumluluğu az değildir.
  • Kentin genişlemesiyle birlikte büyük siteler kuruldu. Bu siteler aynı zamanda etrafı yüksek duvarlarla örülmüş, buda yetmemiş üstlerine tel örgüleri çekilmiştir. Eskiden bu tür binalarda polis ve askerler otururken şimdi ise kentin nemasını yiyenler ile kentin yönetiminde söz sahibi olan siyasal-demokratik mücadele aktivistleri oturmaktadır. Son yıllarda Amed’e gittiğimde kentteki sınıflaşmadan kaynaklı farklılaşmanın gittikçe arttığını gözlemliyordum. İlk kez toplum bu kadar birbirinden ayrıştırılmıştır. Bu yüksek siteler toplumun siyasal ve ruhsal sağlığını olumsuz etkilemektedir. Çünkü site içindekiler dışında kalanlara bakışı gittikçe farklılaşarak  ve onlardan korunması gereken ötekilere dönüşmekte iken; site dışında kalanlar ise “mücadelenin sonucu bu mu olmalı, benim siyasal temsilcilerim artık benim soframı değil, geçmişten beri sistemle sorunları olmayanların sofrasını tercih ediyor gibi” duygulara kapılmaktadır.
  • Kentte sokaklar öldürülüyor. Büyük parklarla övünen bir yönetim anlayışı ön plana çıkıyor. Büyük parklar aynı zamanda toplumu birbirinden uzaklaştırıyor. Halbuki toplumsallaşmanın en önemli mekanı olan sokaklar yok edildikçe yabancılaşma büyümektedir. Sokaklar toplumsallaşmanın, güvenliğin aynı zamanda siyasal aktivitenin mekanlarıdır. Yeni kent anlayışı çocukların birlikte oynamanın önüne geçtiği için toplumsal ayrışma çocukluktan başlamaktadır. Çocuk sağlığın olumsuz etkilemektedir.
  • Diğer önemli bir sorunda kent inşası ve imarında kültürel birikimi görmeme yaklaşımıdır. Örneğin tüm tepkilere rağmen Kırklar Dağı’nın imara açılması kabul edilebilir değildir. İnsan aynı zamanda kültürel birikimiyle var olduğu ortamda sağlıklı olabilir. “Sağlık hakkı mücadelesi aynı zamanda kültürel bir mücadeledir”. İmar her şey değildir. Bunu R.T. Erdoğan denedi. İstanbul’da Karaca Ahmet Dergahı’nı yıkmak istedi. Başaramadı. Aynı zamanda da Alevilerin uyanışına sebep oldu. Bunları görmeden inşa edilen bir kent gelecek vaat edemez. Demokratik özerkliğe de hizmet etmez.

Kötü evler ve sağlıksız ortamları savunmuyoruz. Ancak toplumun ayrışmasına neden olan, siyasal ve ruhsal iyilik halini olumsuz etkileyen “sitelere” gerek var mı?

Kentin belediye ve siyasal yönetiminde bulunanlar, yönetime talip olacaklar, kente biçim veren uzmanlar, kentin demokratik mücadelesinde bulunan kurumların yönetimleri ve aktivistleri, özellikle üyesi bulunduğum KESK’e bağlı sendikaların yönetimlerinde bulunan ve aktivistleri; ayrıca duyarlılıkları ile kentin vicdanı olan ekoloji-kadın-gençlik mücadelesinin aktivistleri bu sürecin müdahili olmalıdır. Hep beraber Filistin de Hamas gibi “o güvenlikli sitelerde oturanlar (o duvarların arkasında) bizden değildir” diye bilecek miyiz? O yüksek duvarları yıkabilecek miyiz?

*Demokrasi Gazetesinde 2012 tarihinde  yayınlanmıştır.



İLİŞKİLİ İÇERİK

Sağlık ve Politika Okulu yürüyüşüne devam ediyor!

[su_button url=”https://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/basvuru/view.php?id=10110″ target=”blank” style=”flat” background=”#a80b0c” color=”#ffffff” size=”9″ wide=”yes” center=”yes” radius=”0″ icon=”icon: users” icon_color=”#ffffff” text_shadow=”0px 0px ...

Bir yanıt yazın