Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 17-23 MAYIS 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 17-23 MAYIS 2021

Bilginin önlenemez içtensizliği ve elden gelen karamsarlık karşısında bilgi ağacının dalları çürüyor kopuyor tek tek. Bilgi ağacının yaprakları belki de karbon kapitalizmi sonucu mevsimin bahar olduğunu sanıyor erken açıyor henüz mevsimi olmadığı için dalından düşüyor. Bu düşüşü dikkate değer bulamıyor, kuşlar anlıyor böcekler biliyor insan düşünemiyor. Bir vakitler ağaç ama şimdi kolları bacakları simsiyah dallarla iskelet, sivri kulaklı kötü yüzlü odunlar topraktan kopmuş doğaya dönmüş yüzleri.

Bilgi ağacının eski filizlerinin yerini yeni filizlerin alması anlamında Brecht ‘’Ana’’ oyununda ‘’Bizi doğuran anayı bizim de doğurmamız gereklidir’’ mesajını iletir, der Roland Barthes.  Bu mesaj ‘’Ana’’yı geliştirmek içindir.

Ana derki: Okumak sınıf savaşıdır.

Ağaç dalları yeni filizlerin içereceği yeni tümcelerle de kaplanmalıdır. Zira dil kendi nesnesinin göstereni rolünü taşırken tahakkümün amaçlarıyla ideolojik olarak örtüştürülüp imgeleme sızar. Sembolik duvarların üzerine bakışımızı çevirdiğimiz her yönde burjuva ideolojik ahlakıyla yapılmış Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Posterleri duruveriyor. Bu poster sembol olarak asıldığında her duvara geçmişte kalıyorken geleceği de böyle kalması gerektiği yönde öğütleyip geleceği kaplamaya kendine çekmeye çabalıyor. Halbuki ağaçları dikilirken ‘’Ana’’ çocuğunu büyütür, ona dilini öğretir ilk temas duygusunun da yaşandığı karşılıksız verili sevgi üzerinde anlımıza ilk basılı, dikili, asılı grafik Poster de budur. Son nefesimiz de ilk nefesimiz gibi Ana’nın göğsü üzerinde kalmıştır.

Ana derki: Öğren, ey mülteci!/ Öğren, ey hapisteki!/ Öğren ey ev kadını!/ Öğren, altmış yaşındaki/ İktidarı sen alacaksın./ Okulunu ara, bul ey sokaktaki!/ Bilgiyi bul, öğren soğuktan donarken.

Biçim pahalıya mal olur, der şair Paul Valery ama düşünce böyle değildir. Ağaçlar doğasına ve kışına dayanaklı değilse bakımı da ekonomik olmayacaktır, diye araya girer bir bitki proffesorü. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi de edebiyat, kültür-sanat, ekonomi- politik (alt sınıf) ve orta doğu için geçerli değil. Tekin olmayan bir mekanda pek çok kere birey kendini gerçekleştirme istencini yine kendinde bulmuş olduğu arzu ile imkan yüzeyine çıkarmıştır. Siyasi-politik mahpuslar bunun biricik örnekleridirler.

Ana derki: Güneş en büyük proleter yoldaşımızdır, Güneş’e doğru…

Ama daha Nuh’un karaya ayak basması için gönderdiği güzel güvercinin karaya ayak basmadığını görüyoruz. Bizim gibi okyanuslarda salınıp duruyor. Tamam Dağlarımız var ve biz de Dağlardan akan yüksek şelalenin altına sığınıyoruz. Güzel güvercin bir bebeğe dönüşüveriyor, minik bir kelebek oluveriyor. Şairin dediği gibi her an ifadeye bürünebilen o en yaralı ve en inatçı beklediğimiz kayıp bir puzzel parçası.

Dip Not: Brecht’in  Ana adlı tiyatro oyunu Gorki’nin Ana romanının dramatize edilmiş halidir.

[su_box title=”MEVCUT DURUM ” style=”glass” box_color=”#185c8e” radius=”1″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

Sosyal cinayete dönüşen pandemi ölümlerine karşı öfke büyüyor. Yanlış sağlık politikaları ve salgın mücadelesine karşı yaşam hakkını savunmak için demokrasi güçleri harekete geçiyor.

***

Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nde 7 tutukluyla birlikte koronavirüse yakalanan Emine Erol, karantina sürecinde 8 gün bilinci kapalı olmasına rağmen hastaneye kaldırılmadığını söyledi

***

Sağlık Bakan Yardımcısı Tolga Tolunay, Türkiye’deki vakaların yüzde 95’inin Britanya varyantı olduğunu söyledi.

***

Covid-19 pandemisi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 167 milyonun,Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 3 milyon 468 binin üzerine çıktı.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında son bir aydır vaka sayısında ciddi tırmanış gösteren Asya kıtası zirveye yerleşti. Asya kıtasında toplam vaka sayısı 48 milyon 916 binin üzerine çıktı. Asya kıtasında ilk üçü Hindistan (26.5 milyon), Türkiye (5.2 milyon) ve İran (2.8 milyon) paylaşıyor. Asya kıtasını Avrupa (46.2 milyon), Kuzey Amerika (39.5 milyon, 33.9 milyonu tek başına ABD’ye ait), Güney Amerika (27.6 milyon) ve Afrika (4.8 milyon) izledi.

Pandemiye bağlı ölümlerde de Avrupa 1 milyon 60 binini geçen can kaybı ile zirvede yer alıyor. Bu kıtayı Kuzey Amerika (884 bin), Güney Amerika (752 bin), Asya (642 bin) ve Afrika (129 bin) izliyor. Ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olduğu ülke sayısı sekiz: ABD (604 bin), Brezilya (448 bin), Hindistan (299 bin), Meksika (221 bin), İngiltere (128 bin), İtalya (125 bin), Rusya (118 bin) ve Fransa (109 bin).

Dünya genelinde yeni vaka ve can kaybı bildirimleri düşüş eğiliminde olsa da hala yüksek hızda seyrediyor. Son 24 saatte 571 bin 930  kişiye Covid-19 tanısı kondu, 10 bin 853  kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Hindistan zirvedeki yerini korurken Türkiye sekizinci durumda. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Hindistan (243.8 bin), Brezilya (71.3 bin), Arjantin (32.2 bin), ABD (19.6 bin), Kolombiya (1879 bin), Fransa (12.6 bin), Rusya (8.7 bin)  ve Türkiye (8.7 bin).

Not: Dünya ve Türkiye Covid-19 istatistiklerini Worldmeter sitesine göre vermeye devam ediyoruz. Her gün paylaştığımız veri bir gün önceye ait olup ülkelerin bildirimlerine göre şekilleniyor. Veriyi her gün sabit saatte (sabah 06.00) alıyoruz.

***

Türkiye’de yeni vaka sayısı ve can kaybı yüksek hızda devam ediyor. Son 24 saatte yeni vaka sayısı 8 bin 697 kişi oldu. Covid-19 nedeniyle 231 kişi hayatını kaybetti. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 835 kişiye geriledi. Toplam vaka sayısı 5 milyon 179 bine yaklaşırken toplam can kaybı 46 bin 71 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 217 bin civarında. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Türkiye’de dün aktif hasta sayısı 119 bin 466  kişiye geriledi. Bulaştırma potansiyeli yüksekliği dikkate alındığında aktif hasta sayısının hala oldukça yüksek olduğunu hatırlatmak isteriz. Ağır hasta sayımızda azalma eğilimi devam ediyor, dün 1,876 kişiye geriledi. Ağır hasta oranımız %1.6’ye yükseldi, bu oran dünya ortalamasının ,k, buçuk  katından fazla! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu, ölümlerin yüksek hızda devam edebileceği uyarısı ısrarla vurguluyoruz

***

Malezya’nın Sarawak eyaletinde araştırmalar yapan bilim insanları, çoğunluğu  5 yaşın altındaki küçük çocuklarda olmak üzere toplamda 8 kişide köpeklerde görülen Coronavirus türüne rastladı.

***

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, vakaların hâlâ yüksek olduğunu ifade ederek “Haziranda tam açılma akıllıca olmaz” dedi. Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz da günlük ölümlerin 200’ün üzerinde olduğuna dikkat çekerek “Vaka sayılarında da 1 Mart’ın öncesine dönememiş durumundayız” diye konuştu.

***

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, salgınla mücadelede toplumsal hareketliliği kısıtlamanın bulaşıcılık zincirini kırmak için önemli olduğunu vurguladı. Ancak Türkiye’de toplumsal hareket kısıtlamalarının çalışma hayatına dair çok etki göstermediğini anlatan Yavuz, “Çünkü çalışma yaşamına dair bir kısıtlama yapılmadı. Adına tam kapanma denilen süreçte bile çalışan nüfusun büyük bir kısmı çalışıyordu zaten. Ekonomik ve sosyal destek verilmediği için halkı evde tutamadık. Dolayısıyla önlemlerle toplumsal hareketlilik kısıtlanmış gibi görsek de aslında bu çok az bir kitleye karşılık geliyor. Olumlu kısımları var kısıtlamaların ama daha geniş kısıtlamalar yapabilseydik, destekler ve geniş kısıtlamalarla birlikte aşılamayı da arttırabilseydik önlemlerin faydasını daha çok görecektik” diye konuştu.

***

Turizm Gastronomi Yeme İçme Eğlence İşletmeleri Derneği Adana Şubesi yaptığı açıklamada, yeme içme ve eğlence sektörünün, kısıtlamalardan en fazla yara alan sektör olduğunu söyledi.

***

Covid-19 rehberinin ‘Çocuk Hasta Yönetimi ve Tedavi’ bölümündeki güncellemeyle 12-15 yaşındaki çocuklara da önerildi. İlaç önceden 15 yaş üstü çocuklarda kullanılabiliyordu.

***

Hindistan hükümeti, sosyal medya şirketlerine koronavirüsün “Hindistan varyantı” ifadelerinin tüm paylaşımlardan çıkarılması talimatı gönderdi. Hindistan Bilgi Teknoloji Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) koronavirüsün “Hndistan varyantı” olarak anılan varyantının B.1.617 olarak tanımlandığını ve isminin bu şekilde kullanılması gerektiğini; buna “Hindistan” adının verilmesinin yanlış olduğunu duyurdu.

***

Hakkari Yüksekova’da sağlıkçılara gönderilen mesajda “Ortamda bulunan kişilere amirinizin geldiğini hissettirmeniz, saygı göstermeniz gerek, tekrarlanmasın, affı olmaz!” denildi.

AŞI TARTIŞMALARI

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 270 milyon doz aşı için anlaşma olduğunu belirterek “270 milyon doz nüfusumuzun 3 katından fazla aşı. Bu güce güvenin” dedi. Koca paylaşımının devamında ise, “Sırası gelen vatandaşlarımızın aşı olması halinde bu yaz salgının yıkıcı etkisi sona erecek” açıklamasını yaptı.

***

Kadın konukevleri, şiddet önleme ve izleme merkezleri, çocuk bakım kuruluşları, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, sosyal hizmet merkezleri ve il müdürlükleri çalışanları aşılanacak.

***

Dünya genelinde yeni tip Koronavirüs’e (Covid-19) karşı bugüne dek 1 milyar 600 milyon dozdan fazla aşı uygulandı. Türkiye, 27 milyon 730 bin doz aşıyla en çok aşı yapılan 9. ülke oldu. Nüfusa oranla her 100 kişide en fazla doz aşı yapılan ülke Seyşeller olurken uygulanan doz sayısının ülke nüfusunu aştığı ülkede, her 100 kişiye düşen doz sayısı 134,39 oldu.Bu ülkeyi 122,90 ile San Marino, 121,91 doz ile İsrail, 120,76 ile BAE, 102,76 ile Malta, 90,81 ile Bahreyn, 90,35 ile Şili, 87,17 ile İngiltere, 84,35 ile Maldivler, 84,20 ile ABD, 80,59 ile Macaristan, 77,98 ile Moğolistan, 77,53 ile Katar, 73,04 ile Monako ve 72,91 ile Uruguay takip etti.

***

“”Haziran’da gelecek 30 milyon doz aşıyı hızla yaparsak biraz daha kontrollü bir şekilde açılmaya gidebileceğiz. Hele ki 120 milyon doz aşı Eylül’e kadar gelirse, herhalde toplum bağışıklığını sağlamış oluruz Ekim’e kadar” değerlendirmesinde bulunan Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, “Tünelin ucundaki ışığı ekimde görüyorum” dedi.

***

Seyşeller dünya üzerinde, nüfusunun en büyük kısmını aşılayan ülke konumuda. Fakat son zamanlarda koronavirüs vakalarında bir artış görülüyor.

Afrika kıtasının doğu kıyısı açıklarındaki 115 küçük adadan oluşan Seyşeller’de nüfusun yüzde 60’dan fazlası Covid aşısının iki dozunu da oldu. İlk etapta Birleşik Arap Emirlikleri tarafından bağışlanan Çin aşısı Sinopharm kullanıldı.

Bunu daha sonra Hindistan’da üretilen ve Covishield adıyla dağıtımı yapılan Oxford-AstraZeneca aşısı izledi ve son olarak da yakınlarda Rus Sputnik V aşısı kullanıma girdi. Seyşeller Sağlık Bakanlığı 10 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, yeni vakaların yaklaşık üçte birini iki doz aşısını da tamamlamış kişilerin oluşturduğunu söyledi. Nüfusunun önemli bir kısmının aşılarını tamamlayan diğer ülkelerde yeni vakalar çok daha düşük seyrediyor. Seyşeller Sağlık Bakanı Dr Gedeon, vakalardaki artışın ekonomik faaliyetlerin artmasından kaynaklanıyor olabileceğini düşünüyor.

***

Dünyada çocuk yaştakilere Covid 19 aşısının yapılmaya başlanması, etik olarak tartışma konusu olmuş durumda. ABD, 12 – 15 yaş aralığındaki 600 bin çocuğa Pfizer aşısı yapıldığını duyurdu. İleri yaştakilere kıyasla, çocukların Covid 19’u hafif veya asemptomatik geçirmesi olasılığı çok daha yüksek. Tıp dergisi Lancet’te yayımlanan ve yedi ülkede kapsayan bir araştırmaya göre, Covid 19’a yakalanan her bir milyon çocuk için ölüm yaşanma verisi 2 çocuğun altında çıkıyor. Çocukları aşılamanın olumlu yanlarından biri de, başka hayatlarla olan ilişkisi ve hatta hayat kurtarma olasılığı bulunması. Grip için hali hazırda kullanılan benzer bir yaklaşım bulunuyor. İngiltere’de 2 ila 12 yaş aralığındaki çocuklara, büyük oranda büyük anne ve babalarını korumak için, bir burun spreyi veriliyor. Bir görüşe göre, aynısı Covid 19 aşıları için de geçerli ve toplum bağışıklığını sağlamak noktasında bu yararlı olacak. Covid 19 aşıları, virüsün yayılmasını engellemekte de çok olumlu sonuçlar veriyor. Çalışmalar, aşının tek dozunun bile, virüse yakalama oranını yarı yarıya azalttığını, dahası virüse yakalanılmış olsa dahi bulaştırma olasılığının yine yarı yarıya düştüğünü gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Genel Sektreteri Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus zengin ülkelerin çocuklar ve ergenleri aşılamayı bırakıp ellerindeki aşıları yoksul ülkelerle paylaşması gerektiğini söyledi. Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, daha da ileri giderek, zengin ülkelerde çocukların aşılanmasının ahlaki bir çöküş olduğunu söyledi.

***

AB ülkelerinde yaşayanlar 1 Temmuz’dan itibaren koronavirüse karşı aşılandıklarını, testlerinin negatif çıktığını ya da son 6 ayda Covid-19 geçirdikleri için kanlarında antikor oluştuğunu gösteren bir sertifikayla AB içinde sorunsuz seyahat edebilecek.

***

IMF Başkanı Georgiev, 2021’in sonuna kadar dünya nüfusunun 40’ını, 2022’nin ilk yarısına kadar ise nüfusun yüzde 60’ını aşılama hedefiyle 50 milyar dolarlık destek paketini duyurdu. 50 milyar dolarlık paketin 35 milyar dolarının zengin ülkeler ve bağışçılar tarafından, 15 milyar dolarlık kısmın ise ulusal hükümetler ile uluslararası bankaların sağlayacağı düşük faizli kredilerle finanse edileceği kaydedildi. G20 ülkelerinin, 22 milyar dolarlık hibe ihtiyacını karşılamaya ‘sıcak baktığı’ ancak 13 milyar dolarlık ek destek ihtiyacı olduğu aktarıldı. IMF Başkanı, bu yıl içerisinde yoksul ülkelere 1 milyar doz aşı yardımı yapılacağının öngörüldüğünü, korona virüsünün yeni varyantları gibi ortaya çıkan risklerle mücadele için ise 2022’nin ilk yarısında 1 milyar doz daha üretilmesi gerektiğini söyledi.

[su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK ” style=”glass” box_color=”#073D01″ radius=”1″]

Şunu biliyoruz: Patron mutluluğu bir suç örgütünün, devletin silahlı kanadıdır.

Bir silahtır mesela Kod:29. SGK tanımına göre “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller olarak geçen bir Patron Mutluluğudur.

Kod:46 : Pandemi de sokağa çıkma yasaklarında ceza yememek için köşelerden  gölgelerden ve konformistlere, iktidar yandaşlarına görünmeden güvencesiz ve güvensiz işe aşa giden sigortasız onbinlerce emekçinin hırsız damgasıyla işinden ekmeğinden kovulmasının Patron Mutluluğudur.

Doğa talanına dur demek için halk tarafından kurulan ekolojik çadırlarının etrafında betonlaşmış silahlı militarizm, kâr ve yeşil paradır mutluluğu patronun.

Düşük ücretlerle uzun çalışma saatlerinde geçirilen vardiyalar Patron Mutluluğudur.[/su_box]

Lazzarato’ya göre, 1970’lerin başından itibaren post-endüstriyel üretim sürecinde “metaların bilişsel (informational) ve kültürel içeriğini üreten emek” anlamına gelen “maddi-olmayan emek” ön plana çıkmıştır. Lazzarato’ya göre bu kavram emeğin iki boyutuna işaret eder. Bir yandan, metaların “bilişsel içeriği”nin üretimi, sanayi ve hizmet sektörlerindeki büyük şirketlerde çalışan işçilerin emek süreçlerinde sibernetik ve bilgisayar kontrolü gerektiren vasıflara sahip olmaları anlamına gelir. Öte yandan, metaların “kültürel içeriği”nin üretimi ise, sanatsal ve kültürel standartları tanımlama, modalar, zevkler, tüketici normları ve  kamuoyu oluşturulması gibi işleri yapabilmeleri anlamına gelir. Bu süreçte kol emeği “entellektüelleşirken”, kafa emeği “kitleselleşmiş” ve bu ikisi arasındaki ayrım önemsizleşmiştir. Aynı süreçte her iki emek türü de esnekleşip güvencesizleşerek yeni bir sınıfsal temelde buluşmuştur. İşte bu buluşmanın adı “prekarya”dır.

1999-2000 yıllarında Milano’da kurulan Chainworkers Crew (Zincir İşçileri Ekibi), bu anlamıyla prekarya kavramını temel alan bir politik hareket başlatmıştır. Chainworkers hareketi, iki tür işçi kesimini güvencesizlik temelinde biraraya getirmeyi ve aralarında bir dayanışma ağı kurmayı amaçlamıştır: chainworkers (zincir işçileri- büyük alışveriş merkezlerinde, süpermarket zincirlerinde, büyük perakende satış zincirlerinde, fast-food ve benzeri zincirlerde çalışanlar) ve brainworkers (kafa işçileri- medya, bilgi teknolojileri gibi sektörlerde yüksek ücretle ama güvencesiz olarak “yaratıcı işlerde” çalışanlar). Hareket, bir örgütlenme aracı olarak subvertising (reklambozum) diye adlandırılan, şirket reklamları ile siyasi reklamların parodilerinin yapılmasına dayalı kültürel direniş sanatı ile anarko-sendikalizmin geleneksel formlarını (fast-food zincirlerine taşımacılık yapan kamyonların önünün kesilmesi, müşterilerine bildiri dağıtılması gibi doğrudan eylemleri) birleştirmiştir. Hareketin önderlerinden Alex Foti bu örgütlenme tarzını seçme nedenlerini şöyle açıklamaktadır: “Neoliberalizmin ‘yeni esneklik’ politikalarının bedelini ödeyen genç işçilerin belleklerinde sınıf mücadelesinin hiçbir izi olmadığı için, onlara mücadeleyi bu gibi yollarla çekici hale getirmeye çalıştık.” Bu amaçla sendikanın “kafa işçilerinden” olan grafik tasarımcıları, websitesilerini gençlerin ilgisini çekecek şekilde tasarlamış, hatta precariopoly adında 20,000 kişinin katıldığı dijital bir yürüyüş düzenlemişlerdir. Böylece büyük alışveriş zincirlerinde neredeyse cezaevi koşullarında çalışan, ancak bu koşullara direnmek için hiçbir kültürel referans sistemi bulamayan genç “zincir işçilerine” kendilerini ifade etme olanağı sağlamışlardır. Öte yandan aynı süreç, “yaratıcı işlerde” çalışan kesime de “işçi” olduklarını hatırlatmıştır. Foti’ye göre, ücretleri, eğitim düzeyleri ve yaşam standartları ne kadar farklı olursa olsun bu iki kesimin “güvencesizlik” temelinde biraraya gelmesi, neoliberalizmin son yirmi yılında istihdamın en hızlı arttığı iki sektörün – bilgi ve hizmet sektörlerinin – iki farklı kutbunda çalışanlara (bir uçta teknisyenler, programcılar, diğer uçta kasiyerler, şöförler, pizza dağıtıcıları) toplumsal görünürlük ve işçi sınıfı kimliği kazandırması açısından çok önemlidir.

Prekarya Kavramının Kökeni ve Politik Bir Harekete DönüşümüPrekarya kavramının kökeni, Türkçeye “güvencesizlik” olarak çevirebileceğimiz 17 précarité kavramına dayanmaktadır. Précarité kavramı, ilk kez Fransa’da bir grup sosyolog tarafından, işsiz ve düzensiz çalışanların mücadelelerindeki ortaklıkları vurgulamak amacıyla kullanılmıştır. Précarité sözcüğünün etimolojik kökenleri, Latincede “dua etmek” anlamına gelen precor sözcüğüne dayanmakta; dolayısıyla “dua etmeyi” gerektirecek kadar çaresizlik ve belirsizlik içeren evrensel bir insanlık durumuna gönderme yapmaktadır. 18 André Malraux, edebiyat yazılarında l’homme précaire (güvencesiz insan) ifadesini bu anlamda, uygarlık karşısında insanlığın durumunu betimlemek için kullanmıştır. Kavramı çalışma yaşamıyla ilişkili olarak kullanan ilk sosyolog ise Pierre Bourdieu’dür. Bourdieu, 1963’de Cezayir’deki çalışma koşulları üzerine yaptığı araştırmada düzenli ve düzensiz işlerde çalışan işçilerin yaşam koşulları arasındaki ayrımı vurgulamak üzere précarité kavramını kullanmıştır. 19 Bir başka Fransız sosyolog Agnès Pitrou, 1978’de yaptığı çalışmada précarité kavramını devletten sosyal yardım alamayan ailelerin güvencesiz yaşam koşullarını, çocuklarının geleceğinden duydukları endişeleri anlatmak için kullanmıştır. 20 Bourdieu’nun 1998 yılında “güvencesizliğin her yerde” olduğunu vurgulamasıyla birlikte, précarité kavramı genel olarak çalışma ve yaşama koşullarındaki belirsizliklere gönderme yapan bir kavram olarak yerleşiklik kazanmıştır. Ancak kavramın politik bir içerik kazanarak yaygınlaşması, 2000’li yılların başında Avrupa’da güvencesiz çalışmaya karşı yeni bir toplumsal hareketin yükselişiyle birlikte başlamıştır. Söz konusu hareketin teorik öncülleri ise İtalyan otonom Marksist geleneğinden gelen sosyolog Maurizio Lazzarato’nun 1996 yılında kullandığı “maddi olmayan emek” (immaterial labor)  kavramlaştırmasına dayanmaktadır. Lazzarato’ya göre, 1970’lerin başından itibaren post-endüstriyel üretim sürecinde “metaların bilişsel (informational) ve kültürel içeriğini üreten emek” anlamına gelen “maddi-olmayan emek” ön plana çıkmıştır.  Lazzarato’ya göre bu kavram emeğin iki boyutuna işaret eder. Bir yandan, metaların “bilişsel içeriği”nin üretimi, sanayi ve hizmet sektörlerindeki büyük şirketlerde çalışan işçilerin emek süreçlerinde sibernetik ve bilgisayar kontrolü gerektiren vasıflara sahip olmaları anlamına gelir. Öte yandan, metaların “kültürel içeriği”nin üretimi ise, sanatsal ve kültürel standartları tanımlama, modalar, zevkler, tüketici normları ve  kamuoyu oluşturulması gibi işleri yapabilmeleri anlamına gelir. Bu süreçte kol emeği “entellektüelleşirken”, kafa emeği “kitleselleşmiş” ve bu ikisi arasındaki ayrım önemsizleşmiştir. Aynı süreçte her iki emek türü de esnekleşip güvencesizleşerek yeni bir sınıfsal temelde buluşmuştur. İşte bu buluşmanın adı “prekarya”dır. Devam etmeden önce, birbiriyle yakından ilişkili olan “esneklik” ve “güvencesizlik” kavramları üzerinde kısaca durmakta yarar vardır. Esneklik kavramı, sermayenin işçileri istediği zaman, istediği kadar ve istediği biçimde istihdam etme serbestisine sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla esneklik somut ifadesini, işgücü piyasasının kuralsızlaştırılması ve parçalanması yoluyla kısa süreli, yarı-zamanlı, geçici, sözleşmeli, mevsimlik, düzensiz çalışma gibi farklı istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılmasında bulur. Güvencesizlik ise, temelde iş güvencesinden ve sosyal haklardan yoksun olma ve bu nedenle sürekli olarak gelecek kaygısıyla yaşama  anlamına gelir. Bu anlamda, sadeceçalışma koşullarındaki değil, bir bütün olarak yaşama koşullarındaki belirsizlikle tanımlanır. Örneğin, güvencesizler nerede iş bulabilirlerse oraya taşınmaya  ve bütün hayatlarını ona göre değiştirmeye hazır olmak zorundadır. Bu durum emek güçlerinin sadece üretim alanında değil, yeniden üretim alanında da denetim altına alınması anlamına gelir. Benzer biçimde güvencesizler, kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili olsun ya da olmasın, her türlü işi kabul etmek zorundadır. Bu durum ise hem emek güçlerinin değersizleştirilmesi, hem de kişisel bütünlüklerinin bozulmasına yol açar. Bu anlamda güvencesizlik, bütün esnek istihdam biçimlerini enlemesine kesen türdeşleştirici bir niteliktir. Başka bir deyişle, esnekleştime ve güvencesizleştirme süreçleri, neoliberal dönemde tarihsel olarak çakışmış olsa da, sınıf oluşumu üzerinde zıt etkilere sahiptir. Esneklik işçi sınıfını bölerken, güvencesizlik birleştirici potansiyele sahiptir. Metin Özuğurlu’nun “yaşamları parçalanırken yazgıları birleşenler” ifadesi bu durumu çok iyi anlatmaktadır.

https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/271/662

İsrail ile Hamas arasında devam eden çatışmalar nedeniyle siviller can vermeye ve evlerini terk etmeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na (UNRWA) göre, 42 bin kadar Filistinli evini terk etmek zorunda kaldı. Evlerini terk edenlerin UNRWA’nın Gazze Şeridi’nde bulunan 50 okula sığındığı belirtilirken, 2 bin 500’den fazla insanın da evsiz kaldığı belirtildi.

Metropol Araştırma Şirketi’nin Nisan ayında gerçekleştirdikleri araştırmadan bazı detaylar paylaştı. Buna göre, katılımcıların yüzde 17’si şu anki geliriyle tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabildiğini, yüzde 54’ü de sadece beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini belirtti. Temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 27 oldu. Aynı soru, geçen yılın Nisan ayında yöneltildiğinde “Temel ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum” diyenlerin oranı yüzde 24,2 olarak belirlenmişti.

Koronavirüs (Covid-19) salgını Türkiye’de başladığı günden beri cezaevleri büyük risk taşıyor. Alınmayan tedbirler nedeniyle ise aynı koğuşta bulunan tutuklular koronavirüse yakalanıyor. Son bir hafta ise cezaevlerinde 5 tutuklu koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi.

Dünyaca ünlü sanatçı Steve Cutts’ın, Party For The Animals’ın bilimsel bürosu olan Nicolaas G. Pierson Vakfı için yaptığı animasyonun Türkçe dublajlı versiyonu Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) tarafından hazırlanarak yayınlandı. Salgın hastalıkların doğaya ve hayvanlara olan davranışlarımızla ilişkisini açığa çıkaran “A Viral Spiral (Hastalık Sarmalı)” adlı animasyon, kontrol edilmiş verilerden ve bilimsel olarak desteklenen bilgilerden oluşuyor.

Salgın hastalıkların doğaya ve hayvanlara olan davranışlarımızla ilişkisini açığa çıkaran “A Viral Spiral” adlı animasyon, yeryüzündeki yaşamın yalnızca yüzde 0,01’ini oluşturan insanların yabandaki tüm memelilerin yüzde 80’inden fazlasını yok ettiğini ortaya koydu.

https://bianet.org/bianet/hayvan-haklari/244350-insanlar-yabandaki-tum-memelilerin-yuzde-80-ini-yok-etti

Tarım ve Orman Bakanlığı 6. Bölge Müdürlüğü, “13 parti halinde toplam 45 adet yaban keçisi ve hatalı boynuz şelek yaban keçisi acente kotalarının avlattırılması işi” için ihale duyurusunda bulundu. İhale kapsamında öldürülmesi istenen 45 yaban keçisinin ikisi, Isparta’nın Sütçüler ilçesinde,  geriye kalanı ise Antalya’nın Akseki, Kaş, İbradı, Gazipaşa, Alanya, Döşemealtı, Finike ilçelerinde ve bu ilçelerin çeşitli köylerinde bulunuyor.Bakanlığın duyurusu sosyal medyada tepkiye neden olurken, ihalenin iptal edilmesi çağrısı yapıldı.

[su_box title=”JIN ” style=”glass” box_color=”#5100ba” radius=”1″]

Kadınlar pandemi döneminde git gide iş gücünden uzaklaştı. Ama çalıştığı saatler azalmadı. Evde artan bakım hizmeti nedeniyle emeğinin karşılığını almadan daha  fazla saat çalıştı. Erkekler de tüm gün evdeyken kadınlar evdeki işin yüzde70 ini yaptı.  Aynı ev  içinde yaşayan kadın ve erkek yoksulluktan farklı derecelerde etkilendiği çok açık. Bunlara ek olarak faillerle beraber eve hapsolan kadın daha  fazla şiddete maruz kaldı.

Bundan önceki  krizlerde kadınların daha fazla işe girdiğini de görürdük ama covid19’a bağlı izolasyon kadınların iş aramasını da işe girmesini de engelledi.  Kadın yoksulluğu git gide artmaya devam etti. Salgından önce kadınlar için yoksulluk oranının 2019 ile 2021 arasında yüzde 2,7 azalması bekleniyordu ancak tahminler şu anda salgın ve etkileri nedeniyle yüzde 9,1’lik bir artışa işaret ediyor.

Patriyarkal kapitalizmin patriyarkal ,ekonomik , ekolojik kriziyle de mücadele ederek bu dönemi atlatmaya hayatta kalmaya çalışan kadınları tanıyoruz , mücadelerine şahit oluyoruz. Olağanüstü koşullarda bile İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettirmeye çalışan , kadınların karşılıksız bakım emeğini arttıran sömürge devlet düzenine itirazlarını büyüten yeni yaşam hayali kuran kadınların yanındayız. Dağlarını ,ovalarını ,derelerini talan eden sermayeye direnen , ağaçların başına birer jandarma diken devlete- askere direnen kadınların hayata sahip çıkma doğaya sahip çıkma mücadelesiyle yan yanayız. [/su_box]

İstanbul Sözleşmesi yoksullukla mücadele için de elzem-Evrim Kepenek

Derin Yoksulluk Ağı’nın araştırmacılarından Nilüfer Çomak, derin yoksulluğu, “kişilerin açlık sınırı altında olup en temel haklarına dahi erişemediği sosyal dışlanma ve ayrımcılığın sebep ve sonuç olduğu bir yoksulluk hali olarak” tanımlıyor.

“Kadın yoksulluğu”nu da saha gözlemlerine göre toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı sonuçlar nedeniyle kadınların derin yoksulluğun şiddetli koşullarına daha fazla maruz kalması olarak tanımlayan Çomak’a göre kadınların yoksulluk döngüsünü kırması erkeklere oranla çok daha zor:

Pandemi dönemi öncesinde de yoksulluk koşullarında yaşayan, güvencesiz işlerde çalışan kadınların koşullarının pandemi sürecinde daha da kötüleştiğini anlatan Çomak, temizlik işçiliği, kağıt/hurda toplayıcılığı gibi dış mekanda çalışılması gereken günlük ve güvencesiz işlerde çalışan birçok kadının pandemi döneminde çalışamaz duruma geldiğine vurgu yapıyor.

https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/244314-istanbul-sozlesmesi-yoksullukla-mucadele-icin-de-elzem

SORUNLAR VE ÖNERİLER: YOKSULLUĞUN KADINLAŞMASI-4

5 soruda regl yoksulluğu

Regl yoksulluğu, regl olan bireylerin bu dönemde kullanmaları gerek menstrüel hijyen ürünlerine çoğunlukla maddi yetersizlik nedeniyle erişememe sorunudur. Bu sorun yalnızca hijyenik ped veya tampon gibi ürünlere erişimsizlikle sınırlı kalmıyor elbette.

Temiz suya, çöp kutusuna veya temiz, güvenli bir tuvalete erişimsizlik de regl yoksulluğunun başka boyutlarını oluşturuyor.Menstrüel ürünlere erişimsizlik enfeksiyonlar gibi çok ciddi sağlık problemlerine yol açabiliyor ve regl olan bireylerin özsaygısını da olumsuz yönde etkiliyor.Bu yoksulluğun en önemli sebeplerinden biri de menstrüel ürünlerin çoğunlukla regl olmayan erkeklerin kararını verdiği çok yüksek vergi oranları ile vergilendirilmeleri.

Örneğin Türkiye’de bu temel tüketim ürünleri sanki bir lüks tüketim ürünleriymiş gibi %18 KDV ile vergilendiriliyor. Özellikle yoksulluk sınırının altında yaşayan, düzenli geliri olmayan insanlar için oldukça pahalı ve erişilmezler.

https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/244384-5-soruda-regl-yoksullugu

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Yanık, Meclis Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılması Komisyonu’na bilgi verdi.Yanık, kadına yönelik şiddette dünya rakamlarını hatırlatarak, “Gelir, yaş veya eğitim durumuna bakılmaksızın kadınlar, mevcut veya eski eşi ya da birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. 15 yaşından büyük yaklaşık her 3 kadından 1’i yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel ve cinsel şiddetin birine ya da her ikisine maruz kalmaktadır. 15 yaşından büyük yaklaşık her 5 kadından 1’i son 12 aylık dönemde fiziksel ve cinsel şiddetin birine ya da her ikisine maruz kalmaktadır. Eşi veya birlikte olduğu kişinin şiddetine maruz kalma riski yaş ilerledikçe azalmaktadır. En büyük risk altında olan grubu 15-29 yaş aralığındaki kişiler oluşturmaktadır” dedi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, 2021 yılında yalnızca 95 kadının öldürüldüğünü iddia etti. KCDP verilerine göre ise 2021 yılında en az 154 kadın katledildi

Kobanê Davası’nda hesap veren değil, hesap soranız

¨KADINLARIN SÖZÜ/Mehtap Sert

Siyasi iktidar kadını yaşamın her alanından silmek için yargıyı bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır. Dosyanın hakimi tarafından sözleri kesilip, mikrofonları kapatılarak, konuşan arkadaşlarımızın seslerinin kendilerine gitmesi engellenerek adil yargılanma hakları ihlal edilmektedir. Tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkemede etkin savunma hakkını kullanamamaktadırlar. Mahkemeye ve adalete olan tutumlarına rağmen eril yargının saygı sınırlarını aşan tavırlarına maruz kalmaktadırlar. Mahkeme heyetinin ve siyasi iktidarın gözetmediği gerçek ise HDP’li kadınların, bedel ödeyen mücadelelerinde sadece süreçlere dahil olan değil; aynı zamanda haksızlık karşısında sorgulayan, yargılayan bir mücadele geleneğinden gelmeleridir.

https://yeniyasamgazetesi2.com/kobane-davasinda-hesap-veren-degil-hesap-soraniz/

Feminizmi sömürgesizleştirmek: Brezilya perspektifi- Ani Phoebe Hao

Feminist hareketler arasında kesişimselliğin ve daha fazla dayanışmanın önemine ilişkin çok şey söylendi, ancak kesişimsellik bizi mutlaka feminist hareketlerin ve çalışmaların sömürgeleştirilmesi üzerine düşünmeye zorlamıyor. Feminizmi sömürgesizleştirmek (decolonize) ne anlama geliyor? Feminist hareketleri ve pratiklerimizi sömürgesizleştirmeden, feministler arasında kesişimselliği ve ulusötesi dayanışmayı gerçekten başarabilir miyiz?

 https://catlakzemin.com/feminizmi-somurgesizlestirmek-brezilya-perspektifi/

***

Küba’da cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve farklı aile yapılarına atıfta bulunan Anayasa’nın ardından yeni Aile Yasası taslağının Temmuz’da Ulusal Meclis’e sunulması bekleniyor. Vázquez Seijido, tüm bu yasama süreçleriyle birlikte daha büyük engel teşkil edenin ve asıl zorluğun sosyokültürel değişim, toplumda egemen anlayışların, mitlerin, stereotiplerin ve önyargıların olduğunu ve aşılması için verilecek mücadelenin önemini vurguladı.

Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkaran Cumhurbaşkanı kararnamesinin iptali için Danıştay’da dava açan Mor Çatı, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte kalmasının hayati önemde olduğuna dikkat çekti. Mor Çatı’dan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: Mor Çatı olarak bu davayı açıyoruz çünkü 30 yılı aşkın süredir on binlerce kadının ve beraberindeki çocuğun deneyimleri ile edindiğimiz bilgiler ışığında, kadına yönelik şiddetin ve şiddetin sonucu olan etkilerin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte kalması ve koşulsuz olarak uygulanmasını elzem görüyoruz. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin fesheden idari işlem olan Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın iptal edilmesi, Sözleşme’den çekilme kararının 1 Temmuz’da yürürlüğe girmesine engel olmak için derhal kararın yürütmesinin durdurulması, kadınların hayatta kalmaları, şiddetten uzakta hayat kurmaları ve anayasada güvence altına alınmış temel hak ve hürriyetlerini kullanabilmeleri için hayati öneme sahiptir.

[su_box title=”AKADEMİDEN ” style=”glass” box_color=”#8792B0″ radius=”1″][/su_box]

İspanya’dan araştırmacılar, insanları hem Oxford – AstraZeneca hem de Pfizer – BioNTech COVID-19 aşıları ile aşılamanın SARS-CoV-2 virüsüne karşı güçlü bir bağışıklık tepkisi oluşturduğunu tespit etti.

18 Mayıs’ta çevrimiçi bir sunumda açıklanan, 600’den fazla kişinin katıldığı deneyin ön sonuçları, farklı koronavirüs aşılarını birleştirmenin faydalarını gösteren ilk veriler oldu.

Güvenlik kaygıları nedeniyle, birçok Avrupa ülkesi AstraZeneca tarafından geliştirilen aşının ilk dozunun yapıldığı kişilere ikinci dozları için başka bir aşı yaptırmalarını önermektedir. Araştırmacılar, bu tür karıştır ve eşleştir COVID-19 aşılama rejimlerinin, çeşitli aşıların dalgalanan arzıyla karşı karşıya olan ülkeler için aşılama çabalarını basitleştirirken, tek bir aşının iki dozundan daha güçlü, daha sağlam bağışıklık cevabını tetikleyeceğini umuyorlar.

Nisan ayından itibaren İspanyol CombivacS denemesi, hücrelere SARS-CoV-2 proteini üretmek için talimatlar veren için zararsız bir şempanze adenovirüsü kullanan Oxford-AstraZeneca aşısının ilk dozunu almış olan 663 kişiyi örneklem olarak aldı. Katılımcıların üçte ikisi, ilk dozlarından en az sekiz hafta sonra, Pfizer ve BioNTech tarafından yapılan mRNA bazlı aşıyı vurulmak üzere rastgele seçildi. 232 kişilik bir kontrol grubu ise herhangi bir rapel almadı. Pfizer-BioNTech rapeli, Oxford-AstraZeneca ile dozlanan katılımcıların bağışıklık sistemlerini aşıyor gibi göründü. Bu ikinci dozdan sonra, katılımcılar öncekinden çok daha yüksek düzeyde antikor üretmeye başladı ve bu antikorlar, laboratuvar testlerinde SARS-CoV-2’yi tanıyıp inaktive edebildi. Takviye aşı almayan kontrol katılımcıları ise antikor seviyelerinde hiçbir değişiklik yaşamadı.

Araştırmacıların farklı aşıların karıştırılması ilk defa uygulanmıyordu; bu, Ebola gibi diğer hastalıklara karşı uygulanan heterolog başlangıç bilinen bir strateji. Boston, Massachusetts’teki Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi’nde Viroloji ve Aşı Araştırma Merkezi direktörü Dan Barouch, “Bu yanıtlar umut verici görünüyor ve heterolog prime-boost rejimlerinin potansiyelini gösteriyor” diyor.

Xing, daha önceki deneme verilerine göre, Pfizer rapeli sonrası antikor yanıtının, çoğu kişinin Oxford – AstraZeneca aşısının iki dozunu aldıktan sonra oluşturduğundan daha güçlü göründüğünü söylüyor. Ancak bu tepkilerin, ikinci bir dozdan sonra özellikle güçlü bir antikor yanıtını tetikleme eğiliminde olan Pfizer – BioNTech’ler gibi iki doz mRNA aşısı alan kişilerde görülenlerle nasıl karşılaştırıldığı açık değil.

Imperial College London’da bir immünolog olan Daniel Altmann, bu tür karşılaştırmalar yapmanın elma ve portakalları karşılaştırmak gibi olduğunu söylüyor. Karıştır ve eşleştir stratejisine güçlü bir bağışıklık yanıtı, “temel immünolojiden tamamen tahmin edilebilir”, diye ekliyor.

Ancak, insanların bağışıklığı uzatmak veya ortaya çıkan koronavirüs varyantlarına karşı korunmak için üçüncü bir doza ihtiyaç duyması durumunda ne olacağı merak ediliyor. Oxford-AstraZeneca gibi virüs bazlı aşıların tekrarlanan dozları, bağışıklık sistemi adenovirüse karşı bir yanıt oluşturduğundan giderek daha az etkili olma eğilimindedir. RNA aşıları, tersine, eklenen dozlarla daha güçlü yan etkileri tetikleme eğilimindedir.

Geçen hafta, aynı iki aşının kombinasyonlarını analiz eden Com-COV adlı bir Birleşik Krallık araştırması, karıştır ve eşleştir gruplarındaki kişilerde, ateş gibi aşıya bağlı yaygın yan etkilerin, aşı yapanlara göre daha yüksek oranlarda görüldüpünü buldu. İspanyol CombivacS denemesinde ise hafif yan etkiler yaygındı ve standart COVID-19 aşı rejimlerinde görülenlere benzerdi.

[su_box title=”YENİ YAŞAM ” style=”glass” box_color=”#F23900″ radius=”1″][/su_box]

İkizdere’de direnen kadınlar: Cengiz, dozerini al da git!

İkizdere’de kadınlar, “Kararlıyız, direneceğiz” diyor ve ekliyor: Biz siyaset yapmıyoruz, yaşam alanımızı savunuyoruz”

Bölge halkının verdiği bilgiye göre, bölgede Cengiz İnşaat’a ve başka şirketlere ait taş ocakları da var. Dolayısıyla yol boyunca gördüğünüz şey hem güçlü bir doğa hem de o doğayı yok edecek olan maden arama çalışmaları oluyor.

Tıpkı bir Ahmet Kaya şarkısı gibi ilerliyoruz “yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe…”

Köylülerden Ayşe Baş “ “Benim buradan başka gidecek bir yerim yok. Çoluk çocuğumu burada büyüttüm. Biz kaç kuşak burada yaşıyoruz. Yaylalarımız var, yazın hep buralardayız, güz gelince herkes dağılır. Mısır ekmeği pişiririz, turşu kavururuz.

“Bizim derdimiz siyaset değil. Biz yaşadığımız yeri savunuyoruz. Kararlıyım direneceğim.”

[su_box title=”EKLER ” style=”glass” box_color=”#383B3D” radius=”1″] [/su_box]

Dijital Kolonyalizm: Amerikan Emperyalizminin Evrimi-Michael Kwet

Milyarderler 2020’de kârlarını iyice katladı. Jeff Bezos’un kişisel serveti 113 milyar dolardan 184 milyar dolara yükseldi. Elon Musk ise, 27 milyar dolardan 185 milyar dolara çıkan servetiyle Bezos’u gölgede bıraktı. Big Tech şirketlerini yöneten burjuvazi için hayat çok güzel.

Şirketlerin iç pazarlarda artan hâkimiyeti pek çok eleştirel analize konu olsa da, bilhassa Amerikan imparatorluğunun sözü geçer entelektüelleri, bu şirketlerin küresel etki alanına pek değinmiyorlar. Oysa, işleyişlere ve rakamlara bakıldığında görüleceği üzere, Big Tech şirketleri sadece kapsamları bakımından küresel olmakla kalmıyor, esasen kolonyal mahiyet taşıyorlar ve ABD’nin egemenliğindeler. Bunun adı “dijital kolonyalizm”.

Klasik anlamıyla kolonyalizm, geçmiş yüzyıllarda ne denli hâkim ve yaygınsa, bugünün dünyasında da dijital kolonyalizm, bilhassa Küresel Güney için, o denli hâkim ve kuşatıcı bir tehdit oluşturuyor. Derinleşen eşitsizlik, devlet-şirket gözetimi ve gelişmiş güvenlik teknolojileri ve askerî teknolojilerin artması bu yeni dünya düzeninin sonuçlarından sadece birkaçı. Kimilerine yeni gibi gelen bu durum, onyıllardır küresel statükonun değişmez bir parçası. Buna karşı güçlü bir hareket örgütlenmediği sürece durum daha da vahimleşecek.

https://www.e-skop.com/skopbulten/dijital-kolonyalizm-amerikan-emperyalizminin-evrimi/6150

Fikret Başkaya: Kapitalizm – Devlet – Mafya… 

Mafya lideri Sedat Peker’in yaptığı peş peşe açıklamalar, ‘organize suç örgütü’ denilenleri yeniden gündeme taşıdı… Bu konudaki ‘tartışmalar’ hiçbir zaman sorunun kaynağına inmiyor, bir hamaset olmanın ötesine geçemiyor… Amaç kitleleri aldatmak-oyalamak, sorunun üzerine gidiliyor izlenimi yaratmak… Dikkat edilirse, kamuoyu ‘skandaldan’ ancak mafyatik örgütler arasında bir sürtüşme, ya da Susurluk vakasında olduğu gibi, bir kaza sonucu haberdar olabiliyor. Oysa, mafyatik örgütler, kibarca ‘organize suç örgütü’ denilenler, arizîve istisna değil. Doğrudan kapitalizmin mantığının ve işleyişinin ürünü…

Kapitalizm hızla çürüyor, çürüdükçe, her şeyi bir tsunami gibi kaplayıp, çürütüyor… Velhasıl şeyleri adıyla çağırmadan ve kapitalizmden vakitlice çıkmadan, yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmak asla mümkün olmayacak… Kimse kendini aldatmasın…

https://www.acikgazete.com/fikret-baskaya-kapitalizm-devlet-mafya/

Kıyyım estetiğine giriş- Selim Temo

Son dönemde birbirinden kopya çeke çeke heykel sanatını dirilten kayyımları  hiçbir şey sayamayız; çünkü aslında bir şey değiller ya da çok da şey değiller. Bir süre bunlara “kayyûm” dendi ama İslâm tasavvufuna göre “Kayyûm”, Allah’ın 99 adından biridir. Baktılar olmuyor, “kayyum” demeye başladılar ki o da “cami hademesi” demek. Düşüş sert olunca bu kez “kayyım”ı uydurdular. Kayyım için ise, bazı kaynaklarda “Hz. Muhammed’in bir sıfatı” deniyor; al küfriyyâttan küfr beğen! Aslında en doğru sözcük, “gasıb”tır; zira, “bir şeye hile ve zorla el koymuş”tur. Madem sözcüklerin “gösteren” olmaktan çıktığı bir çağdayız, o halde bu zevâta kuyyum, gayyum, gaydırı guppak filan da denebilir. Biz “kıyyım”ı tercih edeceğiz.

https://www.gazeteduvar.com.tr/kiyyim-estetigine-giris-makale-1522618

Boşluk- Emek Erez

Hayatın anlamsızlaştığı, değer verdiğin ne varsa tek tek elinden kaydığı, seni sen yapan, “ben” olabildiğin, kendini tanımlayabildiğin her şeyin bir savruluşun içinde adını koyamadığın bir şeye dönüştüğü bir ortamda, anlamlandıramadığın, yapma kudretinin günden güne tüketilmesiyle, ayaklarını yerden kayıyormuş gibi hissettiren bir duygu boşluk. İnsan türünün dünyada olduramadıklarından, seyirci konumunu aşamamasından, devamlı dehşete, şiddete tanık olup edilgin bir duruma geçmesinden kaynaklanan bir his olarak da görülebilir bana kalırsa. Elinde bir dünya var ama yaşamak istediğin, nefes alabildiğin bir yer değil artık, dahası böyle olmaması gerektiğini biliyorsun; çözümler bulmaya çalışıyorsun ama yapma gücü bulamıyorsun, kendi kendine konuşuyormuşsun hissine kapılıyorsun çünkü yaşananlara müdahil olamamanın getirisiyle, çaresizlik duygusunun da işin içine girmesiyle, kendini mevcut ve ait hissetmediğin bir anda takılıp kalıyorsun.

İnsanın yapma kudretini olumsuz etkileyen duyguların aksine “boşluk”ta çıkışsızlığın daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguda odaklanılması gerekenin ne olduğuna dair kesin bir nesne yok.

https://www.gazeteduvar.com.tr/bosluk-makale-1522927

Filistin: Kazanan, kaybeden, değişmeyen

Arap ülkeleri açısından kendi baskıcı rejimlerini ayakta tutmak için Filistin’e gereksinim ortadan kalkarken, Türkiye’de otokrasi kendini yeniden üretmek için Filistin’e sarıldı.

Netanyahu başbakanlığındaki İsrail’in kaçıncı Gazze saldırısı? Hamas’ın denetimindeki Gazze’den İsrail’in nüfus merkezlerine ve bu defa Kudüs’e de kaçıncı füze yağmuru? Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin kaçıncı “sert” tepkisi ve diplomatik etkisi veya etkisizliği? Filistin sorununda çözümsüzlüğün kaçıncı onyılı? AB’nin bir ortak dış politika “fakiri” oluşunun kaçıncı kez ikrarı? Farklı olan, İsrail’in –yine bu defa- iç savaş eşiğine mi gelmesi ve kurucu kimyasının bozulması mı?

https://www.gazeteduvar.com.tr/filistin-kazanan-kaybeden-degismeyen-makale-1523036



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...