SAVAŞIN YIKICI SONUÇLARINA KARŞI BARIŞ MÜCADELESİ VE SAĞLIKÇILAR
Dr. Che Guevara, Bolivyada kendilerini yakalayan Albaya, biraz önce infaz edilerek yere uzatılan gerilla arkadaşlarını göstererek şöyle konuşur: “Bu çocuklar, Kübada istedikleri her şeye sahiptiler. Yine de ölmek için geldiler.” Dr. Che Guevara’yı, Bolivya’lı bir asker olan Çavuş Mario Teran otomatik bir silahla tarayarak öldürür. Che, 39 yaşındadır. Şair Nicolas Guillen, Che’nin ölümünün ardından “Bolivya’lı Küçük Asker” başlıklı bir şiir yazar; “Bolivya’lı küçük asker, tüfeğin Amerikan malı, kardeşini vurmak için. Kim bu ölü biliyor musun? Arjantin’li, Küba’lıydı. Bu iş zalimin işi, Bolivya’lı küçük asker. Vakti geldi uyanmanın, dünya ayağa kalktı” diye devam eder.
Che’nin ölümünden 40 yıl sonra, Bolivya’da, Santa Cruz’da, Küba Devleti bir hastane kurar, Dr. Che’nin anısına. O hastanenin göz polikliniğinde Che’yi vuran Çavuş Mario Teran göz ameliyatı olur. Doktorlar da Kübalıdır. Artık yaşlanmış ve görme yeteneğini kaybetmiş olan Çavuş Teran, ameliyatla birlikte tekrar sağlığına kavuşur, görmeye başlar. Dr. Che Guevara 40 yıl sonra “karanlığı” yine yenmiştir işte.
Yukarıdaki anektod ile başlıyordu Amedde Barış için beyaz forumda ‘Ölüme karşı yaşam, siyaha karşı beyaz’ sloganıyla 51 gün sokakta Barış sesini yükseltmeye çalışan barış sağlıkçılarının deklarasyonu. Ve devam ediyordu.
Che’den yaklaşık 50 yıl sonra, Haziran 2013’de, hukuksuzluk ve keyfiliğin kök saldığı Türkiye’de İstanbul’daki Gezi Parkı direnişi başlar ve çok kısa sürede ülke geneline yayılan isyana, Gezi-Haziran İsyanı’na dönüşür. Bu süreçte, orantısız bir şiddete karşı direnirken, yaralanan insanlara, sokaklarda kurulan revirlerde gönüllü sağlıkçılar tıbbi müdahaleler yapacaktır. Zaman içinde de bu sağlıkçılar yargılanacak ve insan hayatını kurtardıkları için cezaya çarptırılacaktır. Gezi doktorlarına dair şu saptama önemlidir; ”…piyasalaşan sağlık sisteminde bütünüyle bireyselleşmeye, rekabete sıkışan hekim hayatı da sokakta karşılıksız dayanışma ve paylaşımın bir parçası olarak da kendi içinde bir değişim yaşadı…”.
İşte o değişim Kobane’de yürütülen gönüllü sağlık çalışmalarıyla devam etti ve bizler, yani barış doktorları, barış hemşireleri, barış teknikerleri ve toplamda BARIŞ SAĞLIKÇILARI olarak; bu mirasın üstünde şekillenen ve devam eden değişimi yaşayan, içselleştiren bireyler ve kurumlar olarak, halkın içinde ama halka rağmen değil, halkın sağlıkçıları olarak var olmaya, duruş sergilemeye çalışıyoruz. Bu nedenle de “ölüme karşı yaşam” ve “siyaha karşı beyaz duruş” sloganlarıyla, mahallede, sokakta, meydanlardayız.
Halkların harekete geçtiği, kendi yaşamına sahip çıkma kararlılığıyla direndiği, bireyi reddetmeden, toplumu öncelediği böyle bir zamanda; sağlık bilgisinin özel mülkiyet ilişkisi içinde piyasalaştırılmasına karşı, bu bilgiyi “egemenlerden çalan” halk çocukları olarak bu bilgiyi tekrar halkla paylaşmayı, halkta gelişen karşılıksız dayanışmaya dahil olmayı hedefliyoruz. Bu çerçevede hayal ettiğimiz toplumda sağlıklı bireylerin Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımındaki gibi bedensel, zihinsel ve sosyal açıdan tam iyilik hali içine sığdırılamayacağını düşünüyoruz. Yaşadığı toplumun mülkiyet ilişkileri, yaşam koşulları, bireyin hayatta var olma biçimi ve bunların toplamı olabilecek şey olan hangi toplum biçiminde yaşadığı, kişinin sağlıklı olma halinde etkilidir. Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanılan son gelişmeler bunun en iyi kanıtları olarak duruyor. Savaş hali durumunda sağlıklı olmaktan bahsedilemez. Özgürlüğün olmadığı, demokrasinin olmadığı bir yerde bırakın sağlıklı olma halini, yaşam hakkından dahi bahsedilemez.
Hedeflediğimiz toplum ile içinde var olma mücadelesi yürüttüğümüz toplumsal yapı arasındaki makas farkını göz ardı edemeyiz. Dünyanın bir savaş filmi platosuna dönüştüğü güncel durumu inkâr etmiyoruz. Bu nedenle, mevcut durumu tanımlamanın acil bir ihtiyaç olduğunu öngörmekteyiz. Bölgemizde uzun süredir yürütülen vekalet savaşları çığırından çıkmış durumdadır. Bu savaşın en büyük ve geniş cephesinin Kürt coğrafyası olduğunu acı bir şekilde deneyimliyoruz. Türkiye’de Kürt kentleri savaşın en çok ısındığı bölge konumunda yer almaktadır. İki bin on beş yılının güz aylarında bazı Kürt illerinde halk meclisleri tarafından öz yönetim ilanları devlet tarafından şiddet kullanılarak sonlandırılmaya çalışılıyor. Kürt halkı buna barikatlarla direnince, kentler, sokağa çıkma yasakları adı altında, günlerce hatta aylarca abluka altına alınmakta, abluka altındaki yerlerde yaşayan insanlar, en temel insan haklarından mahrum kalmaktadır. Yaşam hakkı ve sağlık hakkının gasp edilmesine gerekçe olarak, direnme hakkının kullanımının gösterilmesi ironiktir. Abluka altında yaşayan insanlar, yaşam, temiz su ve gıdaya ulaşım, sağlık ve bilişim haklarından mahrumdur. Abluka bir yönüyle alanın içindeki insanların haklarını gasp ederken, diğer yandan abluka dışındaki insanların özgür düşünme ve sıradanlığını imkansızlaştırarak, ikili abluka fonksiyonu görmektedir. İnsanlar kendi yurtlarından, evlerinden çıkarılmış, göçe zorlanmıştır. Göç etmeyen ya da edemeyen herkes terörist olarak yaftalanmış, öldürülmeleri meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Hastaneler ve okullar yeni nesil askeri karargahlar haline getirilmiştir. Savaş hukuku bile çiğnenmektedir. Sağlık Bakanlığı, Savaş ve Propaganda Bakanlığına dönüşmüş, sağlıkçıların tarafsızlığı zedelenerek sağlıkçılar hedef haline getirilmiştir. Topluma bir zehir gibi enjekte edilen otoriter, tekçi bakış açısı dayatılmıştır. İnsanlar din, dil, ırk, siyasi görüş ve mezhep farklılıkları üzerinden ayrıştırılmakta, dayanışma kültürü yok edilmeye çalışılmaktadır. İnsanlığın tarihi ve ekolojik değerlerine saldırılmakta, yok edilmeye çalışılmaktadır. Sağlıklı olma halinin imkansızlaştığını söylemek mümkündür. İnsanlık Kuzey Kürdistan’da hasta yönetimlerce infekte edilmeye çalışılmaktadır.
İçinde yaşamaya çalıştığımız bu savaş ortamında, biz barış sağlıkçıları, bu hastalık haline tanı koymak ve devamında tedavi etmekle yükümlüyüz. Bu çerçevede halkın içinde kalarak, “Barış için Beyaz Forum” adıyla örgütlenmeye, bu forumlarda hastalığın teşhisini sağlayacak verileri deşifre etmeye çabalıyoruz. Savaş veya çatışma alanlarında ihtiyaç duyan herkese, gerekli sağlık bakımını sunmak için sağlıkçı ekiplerimiz olması gerektiğini söylüyoruz. Varmak istediğimiz nihai nokta, ablukaların kaldırılması, savaşın sonlandırılarak ölüm ve yaralanmaların son bulması, anlaşmazlıkların diyalogla çözülmesi için siyaset kurumunun bir an önce aktif rol almasıdır. Ancak savaşın son bulmaması halinde ise tüm risklerine rağmen, sağlıkçı sorumluluğumuzu yerine getirebilmemiz için tarafların, çatışma alanlarına girmemize izin vermesidir.
Hedeflediğimiz noktalara ulaşmaya çalışırken, dayanaklarımızı; insan hakları, tıbbi etik ve uluslararası insancıl hukuk olarak belirliyoruz. Tüm insanların barış içinde yaşama hakkı, sağlık hakkı, barış hakkı, gıdaya ve temiz suya ulaşım hakkı, barınma hakkı ve iletişim hakkına sahip olması gerekir. İnsanlar din, dil, ırk, cinsiyet, etnik yapı ve siyasi görüşüne bakılmaksızın sağlık hakkına sahip olmalıdır. Tıpta hasta ve sağlıklı insan olabilir, düşman, terörist, polis, asker veya sivil gibi kavramlar tıbba ait terimler değildir ve sağlık bu terimler üzerinden tanımlanamaz. Uluslararası insancıl hukuk ise çatışma ve savaş alanlarında uygulanacak hukuktur. 1949 ve 1977 Cenevre sözleşmeleri ve ek protokolleri gereği sağlıkçıların savaş alanlarında, siviller ile savaşma yeteneğini kaybetmiş savaşçılara sağlık bakım ve yardımı yapma sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk nedeniyle sağlıkçıların çatışma ve savaş alanlarına girme hakkı bulunmaktadır. Bu çerçevede, dokunulmaz sağlık sembolleri vardır. Sağlık sembollerinin olduğu hastane gibi yerlerin içinde ve çevresinde askeri bir gücün konuşlanması yasaklanmıştır. Buna uyulmadığı durumlarda sağlıkçılar ve kurumları hedef haline gelecektir. Bu çerçevede Kürdistan’da devlet silahlı güçlerinin hastanelerin içine ve çevresine konuşlandırılması bir ihlaldir. Sağlıkçıların hedef alınarak başından vurulması ihlaldir ve savaş suçu olarak görülmelidir.
Sonuç olarak, bizler barış sağlıkçıları olarak, Kürdistan’da yürütülen savaşın durmasını, insan hak gasplarının sonlandırılmasını, uluslararası insancıl hukuka riayet edilmesini ve sorumluluklarımızı yerine getirmemiz için bizlere çatışma alanlarına girmek için izin verilmesini, sağlıkçıların dokunulmazlığına riayet edilmesini talep ediyoruz. Bu talebin Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve tüm dünyada görünür olmasını istiyor ve sağlıkçıların sorumluluk ve haklarını bilmesi gerektiğine inanıyoruz’ diye devam ediyordu.
Ve Forum eylemini bitirip Barış mücadelesini sürdürme kararlığımızı vurgularken bir kez daha savaş çığırtkanlıklarına karşı sağlıkçıların Barış sesine haykırdık. Ve dedik ki:
‘’Bugün yaşadığımız coğrafya, savaş ve barış ikileminin derinleştiği, ölümlerin istatiksel veri halinde rutinleştiği bir dönemden geçmektedir. Kültürel, dinsel ve etnik ayrımların ölüm nedeni halini aldığı ve büyük göç dalgaları sonucu insanlık dramlarının yaşandığı bu dönem, faşizmin yeniden üretildiği bir hale dönüşmektedir. Kürt coğrafyası ise bu kaosun merkezine, faşist dalganın ve hukuksuzluğun zeminine çekilmeye çalışılmaktadır. Ayları bulan ablukalar sonucunda hedef gözetilerek sağlıkçılar da dahil olmak üzere yüzlerce insan katledilmiş, yaralılar yakılarak infaz edilmiş, cenazeler günlerce sokak ortasında bekletilmiş, tüm bu insanlık suçları dünyanın gözü önünde işlenmiştir.
Bizler; bu şiddete ve yok ediciliğe karşı 51 gün önce vicdanımızın sesini haykırabilmek için sessizce başladık “Barış için Beyaz Forum”a. Başlarken “ölüme karşı yaşam, siyaha karşı beyaz duruş” saflığında cümle kurmuştuk. Her şeyden önce insan olarak içimizi yakan bu zulmün sağlıkçı kimliğimizle üzerimize sorumluluklar yüklediğinin farkındaydık. Bizler sessizliğe dayanamadık ve sesimizi çıkarmaya niyetlendik. Halen ablukada olan ve sayısız kere bombalarla, tanklarla dövülen Sur ‘a girmek istedik. İnsanlık onurunu kurtarmak için, meslek onurumuzu yaşatmak için orda olalım istedik ancak giremedik.
Bekledik ve buradayız dedik. Bunu bizleri engelleyenlere göstermek için nöbete durduk, önlüklerimizle insanlığa, yaşama selam eyledik. Beyaz önlüklerimize karşı tehtidkar uygulamalara boyun eğmedik ve korkmadık. Cizre de sağlıkçı duruşu ile Aziz arkadaşımızı vurdular, ağladık ama vazgeçmedik. Kurduğumuz nöbet çadırına karşı gösterilen saldırganlığı dahi sağlıkçı kimliğimizin olgunluğuyla bertaraf etmesini bildik. Bu aslında neyi niçin hedeflediğimizin iyi bir göstergesi olmuştu. Biz yaşamın yanında yaşatmanın gayretiyle yer alıyorduk.
51 gün boyunca 200 metre uzağımızda bomba ve silah sesleri altında “nasıl barış olur” konuşmasını forumlarda tartıştık. Kendimizi de katarak sağlıkçılar nasıl barışa katkı sunar diye düşündük. Savaşı durdurabilecek gücümüz var mıdır diye sınadık kendimizi. Sokağı bırakmadık. Soğuğa, “terörist sağlıkçılar” tehtidlerine, aktivistlerimizin hedefleştirilmesine inat varlığımızı korumasını bildik. İnsancıl hukuk çerçevesinde ve tıp etik değerlerinin ölçüsünde sivil yaralılara ve savaşma yeteneğini kaybetmiş savaşçılara müdahale etmemiz gerektiğini her seferinde hatırladık ve hatırlattık.
Yayınladığımız deklerasyon metni ile dayanaklarımızı sıraladık. Neden buradayız sorusuna herkes için cevaplar aradık. “Barış için sağlıkçılar” la başladık “Barış sağlıkçıları” kavramıyla bütünleştik.İnsanlık değerleri ile kendimizi anlattık. Che yi , Geziyi hatırlattık. Kobani de sağlıkçıların alanlarda yarattığı evrensel değerleri sahiplenerek şekillendirdik dilimizi.
Cizre’de “vahşet bodrumu”na karşı isyan ettik. Sağlık koridorunun açılması için ambulanslarla yollara çıktık. Ancak ölümleri engelleyemedik. Bu kadim toprakların kadim halkı adına ölümlerin bitmesi ve barış mücadelesi için bilendik. Cizre’de yeni bodrumlarda yeni vahşetleri görmek zorunda kaldık. İnsanlık adına isyan ettik. Yaşayanlarla sorunu olanların ölülere yaptıkları zulme tanık olduk. Tüm bunlara göz yumanların gözlerimize nasıl bakacaklarını düşündük. Bugüne geldik, yüreğimiz ağırlaştı. Kulaklarımızda kurşun ve bomba seslerinin yankıları devam ederken artık barışa nöbet durmanın imkansızlığı içimizi kavurdu. Bu kadar yıkım, bu kadar zulüm içinde geçmişin barışının hükmü kalmamıştı. Zaman barışı yeniden inşa etme zamanıydı.
Bizler “barış için sağlıkçılar” olarak çıktığımız yolda edilgen durumumuzu aşıp “barış sağlıkçıları” olarak devam edeceğiz. Barışın yeniden inşası için yaratılan yıkımın giderilmesine omuz vermeye çalışacağız. Cizrede, Silopide, Nusaybinde, Dargeçitte, Surda, Şırnakta bu zulme tanıklık eden halkın içinde var olmaya çalışacağız.
“Barış için beyaz forum” bu topraklardaki en uzun sağlık eylemi olarak biçim değiştirerek devam edecek.
Gün “insanlık için sağlık” fikrinin doğal evrimine katılmak, tarihe not düşmek ve “insanlık için sağlık” fikrinin tam olarak yaşama işlendiği devrimsel bir dönüşümün öznesi olma günüdür. Barış sağlıkçıları bu özne olma noktasından asla geri durmayacaktır.
Yaşamdan yana olan mesleğin mensupları olarak ölümleri durduruncaya kadar yaşatmak için daha çok çabalayacak, bu kadim topraklara barışı hakim kılana kadar daha çok emek vereceğiz.İnadına yaşam inadına yaşatmak’’ diye noktalanıyordu.
Devletin savaş ve savaşı gittikçe tırmandıran politikaları, uygulamaları can almaya devam ediyor. Hayatın normal akışının mevcut savaş durumu dolayısıyla kesildiği ve normalleşmeye dönük adımların dahi atılmadığı bu süreçte; işyerlerimizin asker ve polis tarafından işgal edilmesine, her an baskı ve tehditle karşı karşıya olmamıza, oldukça zorlu koşullarda çalışmak zorunda bırakılmamıza ve en önemlisi can güvenliğimizin devlet eliyle ortadan kaldırılmasına rağmen, büyük bir özveriyle hasta ile yaralı arasında ayırım gözetmeksizin yaşatmaya ve yaşamaya çalışıyoruz. Çalışmaya da devam edeceğiz. Ancak bizler yaşatmaya adanmış bir mesleğin mensupları olarak gecemizi gündüzümüze katıp yaşam için çabalarken, her biri bu ülkenin vatandaşı olan binleri bulan gencecik ölümlere tanıklık etmek istemiyoruz. Metastatik kanser hastasının ömrünü 2-3 ay uzatacak kemoterapi uygulamalarını yaparken hemen yanı başımızda yüzlerce yıllık kadim Surlar bombalanıyorken, içerisinde kadınlar ve çocuklar da dahil insanlar katlediliyorken, her gün şehirde bombalar patlıyorken hekimlik yapmanın, sağlık emekçisi olarak yaptıklarımızın anlamsızlaştığını hissediyoruz. Yaşananların büyüklüğü karşısında yapılanların,yaptıklarımızın yetememesinin acısını içimizde hissediyoruz. Başta çocuk ve kadınlar olmak üzere sivillerin katledilmesine, sağlık hizmetlerine ulaşımın engellenmesine seyirci kalmak istemiyoruz.
SAVAŞ KOŞULLARINDA SAĞLIK EMEKÇİLERİ NELER YAŞADI…
Savaş ile birlikte o dönemin Sağlık Bakanı bir hekim olduğunu unutarak yaptığı açıklamalar ile (örneğin ‘şefkat elimizi cebimize koyduk, kudret elimizi çıkardık, operasyonlarda yüzde 80 başarılıyız, bu operasyonlar 3 yıl sürecek’ gibi) adeta sağlık değil savaş propaganda bakanı olduğu hissi uyandırdı bizlerde. Hastanelerimiz karargâha dönüştürüldü. Şırnakta Aziz Yural arkadaşımız yaşadığı sokakta bir yaralıya müdahale ederken hedef alınarak katledildi. Beytüşşebap’ta Şeyhmus Dursun arkadaşımız kaymakamın özel talebiyle yaralı almaya giderken özel hareket noktasından ambulans taranması sonucu katledildi. Cizrede Eyüp Ergen hastane nöbetinden evine dönerken katledildi.Bu arkadaşlarımız yaşatmaya çalışırken, devletin kolluk güçleri tarafından hedef gözetilerek öldürüldüler. Çatışma bölgelerinde Hastaneler özel harekat polisleri/askerleri tarafından birer karargah gibi kullanıldı/kullanılıyor.Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok uluslararası sözleşme gereği her türlü savaş ve çatışma koşullarında sağlık çalışanlarının ve hastanelerin korunması gerekirken savaş süreci ile birlikte hastaneler bırakın korunmayı birer çatışma mekanı haline dönüştürüldü. Hastane bahçeleri panzerler tarafından işgal edilip, acil servisler boşaltılarak özel harekat polisinin üssü haline getirildi. Ablukaların yaşandığı ve halen sürdüğü yerlerde ablukalar nedeniyle yurttaşlar sağlık hizmetine erişemedi/erişemiyor. Bu süreçlerde Bebekler aşılan(a)madı, kadınlar evlerde doğum yapmak zorunda kaldı, eczaneler açılamadı, yaralanmalar da dahil olmak üzere hiçbir acil durumda bile sağlık hizmeti sunulamadı. Bu nedenle ilk etapta hayati olmayan yaralanmalar bile ölümle sonuçlandı. Bu durum bazı yerlerde halen benzer biçimde devam ediyor.Tıbbi müdahale yapılabilmesi ve çatışma alanından çıkartılarak hastaneye yatırılabilmesi için haklarında AİHM’den tedbir kararı alınmış olmasına rağmen yaralı haliyle günlerce sokakta bekletilen 16 yaşındaki Hüseyin Paksoy’un aşırı kan kaybından dolayı hayatını kaybetmesi ve yine açılan ateşlerle ambulansa ulaşması günlerce engellenen üniversite öğrencisi Cihan Kahraman‘ın iç kanama sebebiyle yaşamını yitirmesi basına yansıyan çok az örnekten biridir.Çatışmaların yaşandığı çevredeki yerleşim birimlerine ve hastanelere kurşunlar isabet etti/etmektedir. Ablukaların kaldırılması talepleriyle yapılan eylem ve protestolarda halk orantısız biçimde devlet şiddetine maruz kadı.Protestolarda yaralananlar gözaltına alınma korkusu ile hastanelere başvuramadı.Tüm bu süreç boyunca Barış sesini yükselten ve savaşa karşı bir duruş sergileyen sağlık emekçileri ,çeşitli gazete, TV ve sosyal medyada hedef gösterildi. Soruşturma, tutuklamalar ve baskılar ile sindirilmeye çalışıldı/çalışılmaktadır. Ağrı Tabip Odası Başkanı Dr. Ulaş Yılmaz ve 13 arkadaşı Suruç katliamını protesto ettikleri bir basın açıklamasına katıldıkları gerekçesiyle valilik tarafından görevlerinden uzaklaştırıldı. Henüz 1,5 aylık bir hekim olan Dr. Abdullah Köçeroğlu domates üzerinden militanlara ameliyat öğrettiği gerekçesiyle tutuklandı. Bu süreçte onlarca tıp öğrencisi tutuklandı/tutuklanmaya devam ediyor. Yüzlerce sağlık emekçisi arkadaşımız hakkında soruşturma açıldı. Onlarca sağlıkçı sürgün edildi. Gazete ve TV’lerde terörist sağlıkçılar yaftası ile hedef gösterildi. Savaş tüm komplikasyonları ile can almaya devam etti. Kulp-Lice yolunda görev yaptığı yerden dönen Dr.Abdullah Biroğlu aracı taranarak katledildi.
Bu süreçte Savaşın yoğunlaştığı, saldırıların yoğun şekilde devam ettiği bölgelerde yaralanan ve tedavi için çeşitli sağlık kuruluşlarına götürülen kolluk güçlerinin tedavi ve bakımlarının sağlık emekçileri tarafından bilinçli olarak yapılmadığına dair çeşitli asılsız iddialar ortaya atıldı. Söz konusu sağlık kuruluşlarının verileri bu iddiaları yalanlamasına rağmen bu iddiaların ardından sağlık gereksinimi olan kolluk güçleri devlet ve üniversite hastanelerine getirilmemeye askeri hastaneye götürülmeye başlandı. Askeri hastaneye batı illerinden sağlıkçılar getirildi;bu durum sağlık emekçilerine dönük asılsız ithamlara neden oldu/olmaya devam ediyor. Devletin bilinçli bir tercihinin sonucu olan bu durumun ardından hekim arkadaşlarımızın Askeri Hastaneye görevlendirmelerin yapıldığı ve bu görevlendirmeye icabet etmemek için rapor alındığı şeklindeki asılsız haberler yapılmaya devam edildi.Son olarak Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki hekim arkadaşlarımıza yönelik havuz medyası ve sosyal medya üzerinden yürütülen karalama ve hedef gösterme, hakaret ve tehdit odaklı açıklamalar, asılsız haberlerle bu kadarı da olmaz dedirtti. Bu durum kim olursa olsun, din, dil, ırk, renk, üniforma ayrımı yapmaksızın bizlere gereksinimi olan herkese eşit sağlık hizmeti sunan/sunmaya devam eden sağlık emekçileri arasında Doğu-batı, Kürt-Kürt olamayan sağlık emekçisi ayrımına yol açtı. Sağlık çalışanları arasında çalışma barışı bozuldu. Çatışma ortamından ve şövenist dalgadan etkilenen birçok sağlıkçı bölgeden tayin istemeye, bölge dışında bir yerde çalışma arayışına girdi.