KORONA 7 GÜNLÜK (8-14 ŞUBAT)

[su_box title=”ATA SOYER SPO’dan” style=”soft” box_color=”#cfc308″ title_color=”#080404″ radius=”0″]ATA SOYER SPO’dan Pandemiler Çağında Toplumsal Mücadeleler yy ilk 20 yılında daha önce tüm dünyayı etkileyen salgınlar sıklığı ve etkileri her geçen yıl daha da artmakta. Domuz gribi, kuş gribi, sars, mers, ebola vb. salgınlar dünyanın çeşitli bölgeleri etkilenirken, Covid-19 salgınıyla bütün yerküre salgın gerçekliğiyle yüzleşmek durumunda kaldı. Salgınların sıklığı ve etkilerini göz önünde bulundurduğumuzda artık ‘pandemiler çağı’ gerçekliğiyle baş başayız. Ekolojik, siyasal, patriyarkal, toplumsal ve ekonomik krizlerle tüm toplumsal yapılar, birikimler teslim alınmaya çalışılıyor. Neoliberal politikalarla iktidar ve sömürü ilişkileri daha derinleşirken, kapitalist modernite, yarattığı krizleri aşmak adına çoklu krizleri büyütmektedir. Bir krizler sistemi olan kapitalizm bu işleyişine karşı direniş de aynı kararlıkla büyümektedir. Pandemiden en çok etkilenen ülke olan ABD’de siyahlara karşı yönelen polis şiddetine karşı gelişen ‘Black Lives Matter’ hareketi bunun en iyi örneklerinden biriydi. Pandemiden en çok etkilen göçmenlerin, siyahların, ötekilerin sokaklara taşan öfkesi, Trump’ın seçimi kaybetmesinde önemli köşe taşı olmuştur. Bu eylemler tüm dünyaya yayıldığında, sömürgecilere ait heykellerin yerle bir edilmesi sorunun kaynağına yönelim açısından kıymetli bir deneyim oldu. Tüm meydanları dolduran, siyahlara eşlik eden tüm toplumsal kesimler (özellikle beyazlar) dayanışmanın gücünü göstermiş oldu. Kadınların cinskırımına karşı mücadelesi, Hindistan’da kentlerin kapılarına dayanan çiftçiler, tecrit içinde tecrit dayatılan tutsakların başlatmış olduğu açlık grevleri, Evde kal çağrıları eşliğinde evlerinde katledilen kadınların, İstanbul sözleşmesini savunması, ekolojik yıkıma karşı gelişen köylü direnişleri, fabrikaların önünü terk etmeyen, Ankara’nın yollarına düşen işçiler, işçilerin direnişi engellemek için karşısına çıkan alay komutanından hesap soran madenciler, HDP’nin ekonomik krize karşı iş aş buluşmalarıyla sokağa inmesi direnişin her alanda büyüyeceğinin göstergesidir. Boğaziçi üniversitesine atanan kayyum rektöre karşı öğrencilerin, akademisyenlerin öncülük ettiği ve sonrası bütün toplumun katıldığı direniş, akademik özgürlük kavramının gerekliğini, gündemin ortaya yerine bıraktı. Merkez kapitalist ülkelerde olduğu iddia edilen akademik özgürlüğe de eleştirimizi yapmak zorundayız. Aşı çalışmalarına dahil olan kurumlar arasında Oxford Üniversitesi dışında devlet üniversitesinin olmaması da ciddi bir sorunu işaret eder. Sermayenin baskısı altındaki akademilerin de özgür olmadığını iddia edebiliriz. Aşıya erişimindeki eşitsizlikte tam olarak buradan şekilleniyor. Bu akademik özgürlük tartışmasını bir kenara bakıp Türkiye’deki sürece odaklandığımızda Barış imzacısı akademisyenleri kan banyolarıyla tehdit eden çete liderinden sonra, şimdi de bir başka mafya liderinin, kayyum rektöre destek açıklaması iktidarın içinde bulunduğu durumu gösteriyor. Trump’ın siyahların direnişi karşısında kiliseden umduğu desteğin bir benzerini kayyum protestolarındaki Kabe tartışmalarında da görmek mümkün. LGBTİ bireylerine dönük nefret söylemine karşı yaşam hakkını savunma görevi bütün herkesin sorumluğundadır. Tahakküm ve sömürü ilişkilerini kıracak olan direnişinin karakteridir. Yaşam alanlarımızın tamamında yatay örgütlenmeleri büyütmek, meclisleri çoğaltmak, devleti küçültüp toplumu öne çıkaran bir tarzı esas almak pandemiler çağından yeni yaşama geçişi mümkün kılacaktır.[/su_box]

***

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) LGBTİ+ Meclis Girişimi, son dönemde LGBTİ+’lara yönelik artan nefret söylemleri ve saldırılara ilişkin Beyoğlu’nda bulunan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde toplantı düzenledi. Salona Türkçe ve Kürtçe “Gözaltında işkenceye ve nefrete son” pankartı asıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan Meclis aktivisti Havin Özcan, gözaltı sürecinde maruz kaldığı işkenceyi anlatarak, “Halkı kışkırttığım gerekçesiyle gözaltına alandım. Gözaltında ‘vur emri’ ile işkence gördük. Ters kelepçe uygulaması vardı. LGBTİ+ bir birey olarak bu işkencede cinsiyetçi homofobik söylemlere maruz kaldım. Tecavüz söylemleri ve tehditleri savruldu. Polisler her yerde beni işaret edip gülüyordu. Ama biz yılmıyoruz. Karşımızdaki faşist rejime karşı örgütlü mücadelemiz onları korkutuyor” dedi.

Ardından konuşan Boğaziçi Dayanışması BÜLGBTİ+ kulübü üyesi Ömer Demir de gözaltındaki psikolojik ve fiziksel şiddete dikkati çekerek, işkenceler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını aktardı. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyım rektör Melih Bulu’nun, sosyal medya hesabından LGBTİ+’lara dönük nefret suçu ile iktidarı yeniden desteklediğini dile getiren Demir, “Paylaşıma gelen yoğun tepkilerden sonra ‘ben de LGBTİ+’ları destekliyorum’ dedi. Ama nafile. Biz bunu utanmazlık olarak görüyoruz” diye konuştu.
Yeni Demokrat Kadın aktivisti Sinem Özkan, öğrencilerin terörist ilan edilmesini kınayarak, “Bu süreçte LGBTİ+’lar yaşam mücadelesi veriyorlar ve bu mücadeleden kaynaklı daha fazla baskılanıyorlar” ifadelerini kullanırken baskılara karşı birlikte mücadele çağrısında bulundu.
Son olarak, girişim adına basın açıklamasını yapan HDK LGBTİ+ Meclis Girişimi aktivisti Hejar Çiya, Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan direniş birlikte toplumsal muhalefetin baskılandığına vurgu yaptı. Sokak yasaklamaları ile halkın susturulmaya çalıştığını söyleyen Çiya, “İktidar toplumsal önyargılara dayanarak oluşturduğu nefret atmosferiyle LGBTİ+’ları daha açık bir biçimde hedef haline getirdi. Bu açık hedef göstermenin amacı; sadece devlet şiddetini LGBTİ+’lara yöneltmek değil aynı zamanda toplumda hali hazırda olduğu varsayılan önyargıları nefret olarak yeniden örgütlemektir” diye vurguladı.

Kürt halkına dönük asimile politikaları ve baskılara da değinen Çiya, “Sadece varoluşlarından dolayı Kürtlere yapılan bu yaftalama yöntemi bugün LGBTI+’Iar özelinde de kullanılmaya başlanmıştır” şeklinde konuşurken, bu uygulamalar ile mücadeleden vazgeçmeyeceklerini duyurdu. Boğaziçi direnişinin ilk eyleminde ve 4 Şubat 2021 tarihinde Kadıköy’deki eylemde gözaltına alınanların gözaltına alındıkları ilk andan serbest kaldıkları ana kadar etnik kimlikleri, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden dolayı şiddete maruz kaldıklarını belirten Çiya, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Biz LGBTI+lar olarak, iktidarın ve nefret otoritelerinin ürettiği söylemleri, uyguladığı şiddeti ve varoluşumuzun yok sayılmasını reddediyoruz. Bedenimize de belediyelerimize de, üniversitelerimize de yapılan atamaları kabul etmiyoruz. Sınırsız, sınıfsız, cinsiyetsiz bir dünya için yaşamaya ve yaşatmaya, dayanışmayı beraber örmeye herkesi davet ediyoruz.”

[su_box title=”SİYASAL SAĞLIK- EKOLOJİK SAĞLIK” style=”soft” box_color=”#cfc308″ title_color=”#080404″ radius=”0″]Ülkemizde son yıllarda toplum üzerinde iktidar tarafından giderek dozu arttırılan baskı ve korku iklimi mevcut.  En son Boğaziçi öğrencilerinin direnişinden sonra öğrencileri ve LGBTİ bireylerin de eklenmesiyle dünyada en geniş terörist yelpazesine sahip ülke konumuna geldik. Ülkenin nerdeyse %50 sinin terörist ilan edildiği garip bir durumun içindeyiz.  Muhalif Kürtler ve iktidara karşı mücadele eden örgüt, kurum ve partiler için olağan   olarak kullanılan terörist kavramı ,kadın cinayetlerine ve tecavüzcülerin tutuklanmamasına karşı sesini yükselten kadınlar için, insanca çalışma hakkı talebinde bulunan işçiler için ,Doğanın tahribatına karşı eylem yapan köylüler için, Geçinemiyoruz deyip sesini yükseltmeye çalışan  insanlar için, kayyum özelinde aslında baskıya direnen öğrenciler  için, hakkımızı istiyoruz ve tükeniyoruz diyen sağlık emekçileri için , iktidarın keyfi ve hukuksuz ya da hukuki kılıfa uydurulsa dahi meşru olmayan uygulamalarına karşı sesini yükselten herkes için yoğun olarak kullanılmaya başlandı.  Bu kadar teröristin olduğu bir ülkede marjinal kalan iktidar ve yandaşları olmuş oluyor. İktidarın bu kadar geniş bir kesimi terörist olarak görmesinin altında yatan neden köşeye sıkışmışlığıdır.  İktidarın kendi çıkarı doğrultusunda kurduğu düzenin yıkılma ihtimalidir.  Bugün ülkedeki en büyük sağlık sorunu pandemi değil pandemiyi dahil kendi çıkarları doğrultusunda baskıyı arttırma aracı olarak kullanan iktidardır. Bu sağlık sorunun çözümü olan örgütlülük ve mücadele gün geçtikçe artıyor. Bu mücadeleleri kriminalize etmek için terörist kavramı kullanılmaktadır. Boğaziçi öğrencilerinin vermiş olduğu mücadele de bu açıdan önemlidir. Bunun yanında örgütsüzlüğe karşı örgütlü mücadeleyi ön plana çıkarmak için ESP, Alınteri, DBP, Devrimci Parti, Mücadele Birliği Platformu, Sosyalist Meclisler Federasyonu ve Partizanın öncülük ettiği Birleşik Mücadele Güçleri kuruluşunu ilan etti. Tüm topluma dayatılan tecride karşı cezaevlerinde mücadele ediliyor. Özellikle pandemi sürecinden sonra daha fazla hak kaybına ve erkek şiddetine maruz kalan kadınlar için HDP Kadın Meclisi kadınlar için adalet kampanyası başlattı. Yapılan doğa tahribatına karşı ekoloji platformları kurulmaktadır. Sağlık emekçileri pandemi süreci başlangıcından beri kesintisiz eylem yapmaktadır. Pandemi sürecine rağmen artan örgütlenme ve mücadele bu sürecin tersine çevrilmesinin yapı taşları olmaktadır.   İktidarın uygulamalarına karşı olan herkese atfedilen terörist kavramı bu mücadelelerin artmasıyla etkisiz ve anlamsızlaşmaya devam etmektedir. Devlet şiddetine maruz kalan geniş kitlelerin terörist olarak adlandırılmasının halk nezdinde bir karşılığının olmadığı görülmektedir.[/su_box]

 

Devletin bugün bir şiddet mekanizmasına dönüşüp, toplumun büyük bir kesimiyle savaş halinde olduğunu belirten eski HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Öcalan üzerindeki tecrit için “ulus devlete karşı bir demokratik ulus mücadelesini ortaya koymak” dedi.

***

Yerine kayyum atanan Batman Belediye Eşbaşkan’ı Mehmet DEMİR görülen duruşmada adli kontrol şartıyla tahliye edildi.

***

Boğaziçi Üniversitesi eylemleri 6 haftadır devam ediyor. Akademisyenler, gözaltı ve tutuklama uygulamalarına son verilmesini isteyerek, “Anayasal hakları hiçe sayan bu uygulamalara derhal son verilmesini talep ediyoruz” dedi.

***

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2020 Yılı İnsan Hakları İhlalleri Raporu hazırladı. 2020 yılında yaşanan hak ihlallerine ilişiklin verilerin yer aldığı rapor İHD Diyarbakır Şubesinde düzenlenen basın toplantısında açıklandı. Hazırlanan rapora ilişkin basın metnini okuyan İHD Eş Genel Başkanı Rahşan Bataray, 2020 yılında insan hakları ihlallerinde sistematik bir artış yaşandığını söyledi. İktidarın Kürt meselesine yönelik otoriter ve güvenlikçi yöntemlere başvurma yaklaşımının bölgede ihlallerin artış göstermesinde belirleyici olduğunu hatırlatan Bataray, “Özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen kırsal yerleşim alanlarında gerçekleştirilen askeri operasyonlar nedeniyle yurttaşlar, rutin hayat akışını sürdürememekte ve mağduriyetler yaşamaktadır. Hayvancılık ve tarım gibi temel ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirememektedirler. Güvenlik güçlerince düzenlenen baskınlarda yurttaşlar, işkence-kötü muamele ve haksız gözaltı işlemlerine maruz kalmaktadırlar” dedi. https://artigercek.com/haberler/2020-yilinda-hak-ihaleleri-sistematik-olarak-artti

***

Iğdır’da hem fosil yakıt tüketimi hem tarım arazilerinin yok olması hem de kente sınır Ermenistan’daki nükleer santralden kaynaklı kanser oranlarında artış yaşanıyor

Iğdır son yıllarda hava kirliliği ile anılmaya başlandı. Temiz Hava Hakkı Platformu’nun “Kara Rapor 2020-Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri” raporuna göre kentte yaşayan insanlar son 4 yıldır ülkenin en kirli havasını soluyor. https://yeniyasamgazetesi2.com/kigdirda-hava-kirliligi-alarm-veriyor-kanser-oranlari-artti/

***

Kazdağları’ndan Madra’ya kadar Biga Yarımadası’nda ve çevresindeki tüm ekolojik yıkım projelerine karşı mücadele etmek üzere bir araya gelen örgütlerin ve bireylerin oluşturduğu Kazdağları Ekoloji Platformu (KEP) kuruldu.

YAŞASIN BİRLEŞİK EKOLOJİ MÜCADELEMİZ!

Tüm dünya gibi ülkemiz de ekolojik yıkım ile karşı karşıyadır. Bizlere “kalkınma” propagandası ile dayatılan ekolojik yıkımlar artık “ekokırım” noktasına gelmiştir. Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi üzerine yapılan bilimsel çalışmalar da bu sürecin ekosisteme yapılan müdahalelerden kaynaklandığını göstermektedir.

Sermaye, gıda ve su başta olmak üzere yaşamın sürdürülmesi için zorunlu varlıkları kendi birikim rejimine sokmak için savaşlar, siyasi hak gaspları ve antidemokratik uygulamalara başvurmaktadır. Sermaye doğanın tüm varlıklarını meta olarak görmekte ve el koymaktadır.

Kirazlı altın madeninden Çırpılar kömürlü termik santraline, Tuzla Köyü jeotermal enerji santrallerinden Madra Dağı bölgesindeki madencilik faaliyetlerine ve Madra Barajı havzasına yayılan maden atıklarına, Halilağa Bakır Ocağı’ndan Atıkhisar Barajı dibindeki Koza Altın Madeni’ne, Biga Yarımadasını saran termik santrallerden tüm bölgeye yayılmış rüzgar enerji santrallerine ve metalik madencilikten taş ocaklarına Kazdağları ve yöresi talan ve rant politikalarının işgali altındadır.

Bu uygulamalara karşı ülkemizin her yerinde ekoloji mücadelesi yükselmekte olup, bölgemizde de uzun süredir başarılı bir şekilde sürdürülmektedir. Ekolojik yıkım tehlikesinin daha da arttığı bu dönemde Kazdağları’nda bu mücadeleyi büyütmenin ve birleştirmenin zamanı gelmiştir.

Ekolojik bir yaşamı savunan ve bu yaşamı hayata geçirmek üzere ekolojik dengeyi gözeten, doğal ve kültürel varlıkları koruyan, iklim, gıda ve su krizi gibi sorunlara yol açan ve çevresel yıkıma neden olan politikalara karşı mücadele eden demokratik kitle örgütleri, platformlar, sendikalar, meslek örgütleri, kooperatifler, sivil toplum kuruluşları, partiler ve gönüllü bireyler olarak bir çatı altında bir araya gelmiş bulunmaktayız. Bu çatımızın ismi “Kazdağları Ekoloji Platformu” dur.

9 Şubat tarihi itibariyle, bir süredir sabırla inşa ettiğimiz Kazdağları Ekoloji Platformu’nun kuruluşunu ilan etmekten mutluluk duyuyoruz. Kazdağları’nda ve Kazdağları çevresinde ekolojik mücadeleyi yılmadan sürdüreceğimizi duyurmak isteriz.

TAHAKKÜM VE HİYERARŞİNİN HER TÜRÜNE SON

Yeni bir toplumsallığı nasıl öreceğimizin ipuçlarını ekoloji mücadelesi bize sunmaktadır. Platform olarak, her türlü eşitsizliğe, sömürüye, türcülüğe, cinsiyetçiliğe, tahakküm ve hiyerarşinin her biçimine özellikle de cinsiyet kimliği ve yönelim ayrımına karşı koyacağız. Kararlarımızı hep birlikte, meclisimizde önümüze koyduğumuz ilkesellik çerçevesinde alacağız.

Ekolojik yaşamdan ve üretimden yana olan platformumuz, isimlerin değil mücadelenin ön planda olduğu, ataerkiye karşı toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alan bir mücadele pratiği ortaya koyarak bölgesel ve küresel yıkım projelerine karşı etkin ve demokratik bir duruş sergileyecektir.

EKOLOJİK YAŞAM MÜMKÜN

Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirerek, ekolojik bir yaşamın ve üretiminin inşaası için çeşitli projeler ve etkinlikler gerçekleştireceğiz. Bilimsel ve sanatsal çalışmalarla da bu projeleri güçlendireceğiz. Kazdağları ve yöresinin yaban hayatını, gelecek neslin yaşam hakkını şirketlerin kâr hırsı ile yok etmesinin karşısında, kurda kuşa yaşam kaynağı olan bereketli topraklarımızı, ormanlarımızı, su kaynaklarımızı yok edecek, havamızı, suyumuzu, toprağımızı kirletecek her türlü faaliyetin karşısında Kazdağları’nın her ağacını tek tek savunacağız.

Kuruluşu itibariyle & kurumsal ve & bireysel bileşeni olan platformumuz yeni katılımlara açıktır. Kazdağları Ekoloji Platformu’nun kuruluşunun ekoloji mücadelemize daha fazla güç kazandıracağına olan inancımızla, tüm yaşam savunucularını mücadelemize omuz vermeye ve Kazdağları’na sahip çıkmaya çağırıyoruz.

KAZDAĞLARI HEPİMİZİN

KAZDAĞLARI EKOLOJİ PLATFORMU

***

HDP’den yapılan açıklamada son iki günde aralarında avukatların da olduğu 143 kişinin gözaltına alındığı belirtildi. Açıklamada, ” Partimize ve demokratik kurumlara yönelik bu gözaltı furyasının hukukla açıklanabilir hiçbir yanı yoktur” denildi.

***

Bursa’nın Yenişehir ilçesine bağlı Kirazlıyayla Köyü’nde Meyra Madencilik’in çinko-kurşun-bakır zenginleştirme tesisi ve atık barajı yapımı ÇED olumlu raporunun iptaline yönelik açılan davada, bilirkişi heyetinin olumsuz raporuna rağmen mahkeme tarafından verilen karar doğrultusunda devam ediyor.

ÇED raporunda belirtilen gerekli izinler alınmadan faaliyete başlamayacağı sözünü veren şirket buna rağmen faaliyetini sürdürüyor. Heyelan bölgesi olarak geçen alanda şirketin yol çalışması yaptığı Sarıyer Deresi mevkiinde ağaçlar kesilince az miktarda gerçekleşen yağışın ardından heyelan meydana geldi.

BursaPort’tan Pelin Akdemir’in haberine göre köylülerden Ali Osman Sakız, derenin bir kısmının kapandığını, “Yol yapmışlar, dere şu an kapanmış durumda. Ormanlık alanda çalışmaları için izin almışlar fakat dereyi bu şekilde kapatma hakları yok. Önceden köylüler ilçeye gitmek için yol yapılmasını istediklerinde heyelan bölgesi denilerek izin verilmemişti” şeklinde anlattı.

[su_box title=”MEVCUT DURUM- SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI” style=”soft” box_color=”#089dcf” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!  Türkiye’de ilk vakanın ilan edildiği 11 Mart 2020’den bu yana 369 sağlık emekçisi Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi.

***

Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Akın, Öyle bir mutantla karşılaştık ki yayılımı Vuhan’dan dünyaya dağılan virüse göre çok hızlı. 33 ilde saptadık. Yarın bir başka rakamla karşılaşabiliriz” dedi. Akın şöyle konuştu: “Hastalığın şiddeti değişmiyor ama yüzde 1 ölüm varsa 100 kişiden birini kaybedebilirsiniz, ama vaka sayısı 100 bin olursa bin kişiyi kaybedersiniz; onun için de ölüm sayısının artmasından, yoğun bakımlara yüklenilmesinden bir parça tedirginiz. Şu an yük taşınıyor. Çünkü vaka sayısı kontrol edilebilir ölçüde ama kontrol edemediğimiz yeni mutant vakaları artıyor. Bunu kontrol etmek için çaba harcamak lazım. Burada devlete iş düşüyor, yönetimlere iş düşüyor ama vatandaşa da iş düşüyor.”Akın, mutasyonlu virüsle enfekte olmuş ve hastaneye yatmış bir kişinin, yine Coronavirus’lü bir kişi ile yan yana yatırılmadığını söyleyerek, “O ayrı bir yerde yatıyor. Hastane düzeyinde bu önlem var. Tedavi modelinde bir değişiklik yok, aynı tedaviyi uyguluyoruz. Vatandaşlarımızın maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyacağını düşündüğümüz için toplumda özel bir değişiklik yapmadık. Ama virüsün yarattığı yük ile elde ettiğimiz bazı bilgilere göre oynama yapılabilir. Danimarka’nın, Almanya’nın çeşitli sıkıntılar var, Hollanda epeyce sıkıntıda. Bunları da takip ediyoruz. İngiltere çok sıkı önlemler alarak, vaka sayısını ciddi olarak düşürdü. Demek ki sıkı önlemlere ihtiyaç olabilir. Türkiye’nin şu anda herhangi bir yön değiştirmeye ihtiyacı yok. Ama dediğim gibi bunu bugünden söylüyoruz. Yarından sonraki rakamlar neler düşündürür bilmiyoruz” dedi. https://artigercek.com/haberler/bilim-kurulu-uyesi-akin-mutant-virusun-yayilimi-vuhan-dakine-gore-cok-hizli

***

Mutasyonlu korona virüsünün neredeyse tüm ülkeye yayıldığını söyleyen İran Sağlık Bakanı Nemeki, “Yaşanan olaylar, mutasyonlu virüsün neredeyse tüm ülkeye yayıldığını kanıtladı. Bu durum, ciddi tehlike alarmlarından biridir” diye konuştu.

***

Covid-19 salgınının kaynağını araştırmak üzere Çin’in Wuhan kentine giden DSÖ ekibinde yer alan bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dominic Dwyer, Pekin hükümetinin önemli verileri paylaşmayı reddettiğini söyledi. Dwyer, salgının erken döneminde kaydedilen 174 vakaya ait ham verilerin talep edildiğini ancak kendilerine yalnızca özet bilgilerin verildiğini aktardı.

***

Covid-19 pandemisi çok görülmeye, çok öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 109 milyonu, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 2 milyon 400 bini geçti. Bulaş tehdidi olan aktif hasta sayısı halen 25 milyon 420 bin civarında olup düşme eğiliminde olmasına karşın oldukça yüksek sayıda olduğunu hatırlatıyoruz.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımı şöyle: Kuzey Amerika (32.3 milyon, 28.2 milyonu tek başına ABD’ye ait), Avrupa (32.1 milyon), Asya (24 milyon), Güney Amerika (16.9 milyon) ve Afrika (3.8 milyon).

Covid-19’a bağlı ölümlerde kıtaların sıralaması değişiyor: Avrupa (764 bin), Kuzey Amerika (715 bin), Güney Amerika (441 bin), Asya (385 bin) ve Afrika (98 bin). Ölümlerin en çok görüldüğü ülkeler: ABD (496 bin), Brezilya (239 bin), Meksika (173 bin), Hindistan (156 bin) ve İngiltere (117 bin).

Yeni vaka sayısı ve ölüm sayısında düşme eğilimi devam ediyor. Dünya genelinde son 24 saatte yeni vaka sayısı 372 bin 367 kişiye geriledi. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 12 bin 346 kişi. ABD’de yeni vaka sayısı yeniden 100 binin altına yeniden indi. Günlük yüksek olduğu ülkeler şunlar: ABD (86.3 bin), Brezilya (45.6 bin), Fransa (21.2 bin), Rusya (14.9 bin), İtalya (13.5 bin), İngiltere (13.3 bin), Hindistan (12.2 bin) ve Meksika (10.4 bin).

***

Türkiye’de Covid-19 salgını bir türlü kontrol altına alınamıyor Son 24 saatte yeni vaka sayısı 7 bin 706 kişi oldu. Toplam vaka sayısı ise 2 milyon 580 bine dayandı. Ölüm sayısı 100’ün altına inse de hala ciddiyetini koruyor Son 24 saatte 93 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı 27 bin 377 kişiye yükseldi Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 671 kişi. Günlük test sayısı çok düştü, 123 binlere indi. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük olarak aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Worldmeters’a göre Türkiye’de aktif hasta sayısında istatistiki hata bertaraf edil, aktif hasta sayısı 84 bin 100 kişiye yükseldi. Ağır hasta sayısı 1,235 kişi. Aktif hasta sayısında düşüş ile birlikte zaten yüksek olan aktif hastaların içinde ağır hastaların payı da haliyle daha da büyüdü. Halen %1.5 olan ağır hasta oranı dünya ortalamasının (%0.4) yaklaşık dört katı! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyoruz.

***

Mutasyon geçiren virüsle beraber vaka sayılarında artış beklenirken, yüz yüze eğitimin kısmen başlamasının etkilerini Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Nejla Kurul ile konuştuk. Kurul “Okulların çocuklar ve öğretmenler için en güvenli alanlar olması için önlemler almak gerekiyor” diyerek öğretmenlerin öncelikli aşılama grupları içerisinde yer almasını istedi.  Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, Covid-19 salgınının etkilerini, mutasyon nedeniyle birkaç yıl daha hissedeceğimizi belirterek “Salgının bulaş hızı çok arttığında kısıtlamalar artacak kuşkusuz, bundan okullar da etkilenecektir. Ancak ilk kapatılacak mekanların okulların olmaması gerekiyor” dedi. Okullar kapalı iken hastalanan öğretmenlerin sayısının bilinmesinin çok önemli olduğunu kaydeden Kurul, “Bir ilimizde okullar kapalı iken öğretmenlerin üçte birinin hastalandığını öğrendik. Öte yandan öğrenciler yaklaşık 1 yıldır okula gidemiyorlar. Çocuklar okullardan daha az önlem alınmış kalabalık alanlara çıkabiliyor; birkaç kişinin çalıştığı küçük evlerinde yeterince önlem alınmadan yaşayabiliyorlar. Okulların çocuklar ve öğretmenler için en güvenli alanlar olması için önlemler almak gerekiyor” diye konuştu.

https://www.evrensel.net/haber/425844/egitim-sen-genel-baskani-nejla-kurul-okullarin-guvenli-olmasi-icin-onlemler-alinmali

***

Gaziantep’te pandemi süreciyle birlikte dar boğaza giren hizmet sektörü esnafı tükendi. Dayanacak güçlerinin kalmadığını belirten esnaf, kısıtlamalarda uygulanan çifte standarda da tepki gösterdi. Kayseri’de de işletmelere ‘Sesimizi duyan var mı?’ yazılı pankartlar asan esnaf, mekanların açılması çağrısında bulundu.

***

Zonguldak’ta, 15 Şubat günü başlaması planlanan yüz yüze eğitim, yoğun kar yağışı beklentisi nedeniyle 1 gün ertelendi.

***

İngiltere Sağlık Bakanı Matt Hancock, The Telegraph gazetesine yaptığı açıklamada, Covid-19 aşılarının uygulanması ve yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesiyle salgının “tedavi edilebilir” bir seviyeye ulaşacağını umduğunu kaydetti. Ülkede yaygın Covid-19 aşılamasına hızla devam edildiğini ve eylüle kadar tüm yetişkinlerin aşılanmasını hedeflediklerini vurgulayan Hancock, aşıları ve yeni tedavi yöntemlerini “özgürlüğe” ve “normal bir hayata” geri dönüşün anahtarı olarak niteledi. İngiltere Sağlık Bakanının sözleri pandeminin müsebbibi kapitalizmin ve kapitalist devletlerin ‘eski normal’ çağrısı diye okuyabiliriz. Sömürü ve tahakküme dayalı kapitalist modernite Covid-19 sonrası döneme hazırlık yaparken, toplumsal muhalefet güçleri olarak ufkumuzu daha görünür kılmalıyız.

***

Fransa’da son haftalarda intihar eden ya da intihar teşebbüsünde bulunan öğrencilerdeki artış tartışılıyor. Pandemi döneminde unutulan, hiçbir yardımdan faydalanamayan gençler bir çıkmaz içinde ve birçoğu ancak gıda yardımı yapan kurumlara başvurarak karnını doyurabiliyor. Öğrenci sendikası UNEF, hükümetin bu konuya duyarsız kalmasını kınayarak yeni yardımlar yapılması çağrısında bulundu.

https://www.evrensel.net/haber/425844/egitim-sen-genel-baskani-nejla-kurul-okullarin-guvenli-olmasi-icin-onlemler-alinmali

 

[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” style=”soft” box_color=”#cfc008″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Aşı takvimine göre şu ana kadar tamamlanmış olması gereken 80-85 yaş üstü yurttaşların ilk doz aşılanması hala sürüyor. Aşı olabilmek için randevuları yakınlarının yardımı olmadan alamadıklarını belirten yurttaşlar, ALO 182’ye ulaşamamaktan yakınıyor.

***

Bursa Tabip Odası, “Aşıla” sistemi ile MHRS uygulamasının çöktüğünü, ALO 182’ye ulaşılamadığını belirterek şehirde iki gündür korona virüsü aşılama çalışması yapılamadığını bildirdi. Açıklamada aşılama için yeterli fiziki şartların sağlanamadığı, randevu alınmasında sıkıntılar yaşandığı ve standartlara uymayan kişisel koruyucu malzemelerle aşıların lojistiğinde yaşanan sıkıntılar da dile getirildi. Sağlık Bakanlığı’nın günlük aşılama kapasitesini 1,5-2 milyon olarak duyurduğu hatırlatılarak söz konusu rakama 1 ayda ancak ulaşılabildiği vurgulandı.  Sağlık Bakanlığı’nın günlük aşılama kapasitesini 1,5-2 milyon olarak duyurduğu hatırlatılarak söz konusu rakama 1 ayda ancak ulaşılabildiği vurgulandı.

***

CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, Çin’den sipariş edilen Coronavirus aşısının ‘aracısız’ olduğu sözlerini anımsattığı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, “Birinci aşılarda firmanın adı yazıyor. Bugün uygulanan aşılarda ise Keymen İlaç etiketi var. Madem herhangi bir ilaç şirketi aracı değil, neden o zaman Keymen İlaç’ın burada etiketi var?” sorusunu yöneltti.

***

Yeni varyantlar aşıları etkiler mi?

Geliştirilen aşıların koronavirüsün mutasyon türlerine karşı ne denli etkili olabileceği tartışılırken, Alman uzmanlar sorulara verdikleri yanıtta iyimser konuşuyor.

Alman İmmünoloji Topluluğu Genel Sekreteri Carsten Watzl, durumun endişe verici olmadığını, çünkü bu bakımevinde aşının mutasyona karşı etkili olduğunun görüldüğünü belirtiyor. Bakımevinde hastalık ağır geçmedi. Gießen’de görev yapan virolog Friedemann Weber ise aşının görevinin tam da bu, hastalığın ağır geçmesini engellemek olduğunu söyleyerek, “Varolan aşılar şu ana dek ağır hastalık seyri ve ölümlerinden koruyor” diyor.  Aşılar hâlâ en azından kısmen yeni mutasyon türlerine karşı etkili olabiliyor. Uzmanlar bu aşıların yeni mutasyon türlerine karşı uyumlu hale getirilmeleri söz konusu olduğunda bunun özellikle Biontech, Moderna veya geliştirilmekte olan CureVac gibi RNA (mRNA) teknolojisi kullanılan aşılarda daha hızlı işleyeceği görüşünde. Watzl, pandeminin Almanya’da aşılama yapılması halinde sona ermeyeceğini, bunun için bütün dünyanın aşılanması gerektiğini hatırlatıyor. Virolog Friedemann Weber de Watzl gibi bunun için küresel bir aşı programının hayata geçirilmesinin önemine dikkat çekiyor. Mutasyonlara karşı en etkili silah toplum bağışıklığı. Almanya virolog Friedemann Weber bu hedefe Sonbahar’da ulaşıbileceğini söylüyor. O süreye dek aşı üretimine hız verileceğini hatırlatıyor. B.1.1.7. gibi mutasyon türlerinin baskın hale gelmesi durumunda ise nüfusun yüzde 80’inin bağışıklığa sahip olması gerektiğini belirtiyor.

https://yeniyasamgazetesi2.com/yeni-varyantlar-asilari-etkiler-mi/

***

Covid-19 aşılarının güvenilirliği nasıl kontrol edilebilir? – Nicholas Wood, Kristine Macartney

Rekor sürede geliştirilen Covid-19 aşıları, toplumsal alanda güvenilirlik tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bu alanda gözlem ve takip yürüten kurumlar aracılığıyla olası yan etkileri tespit ederek, ülkeler bazında ve dünya genelinde bir bilgi ağı kurmak ve sorunların üstesinden gelmek mümkün.

Dünya genelinde hâlihazırda aşılanmış olan milyonlarca insandan elde edilen verilere bakıldığında, Covid-19’a karşı kitlesel bir aşılama programının hepimize sunacağı potansiyel faydalar, potansiyel yan etkilerden çok daha fazla gibi görünüyor. Bununla birlikte, aşılar da dahil tüm ilaçların bir yan etki potansiyeline sahip olduğunun farkındayız. Öte yandan, zaten kurulu olan güvenlik gözlem sistemimizi kullanarak ve bunu geliştirerek, olası güvenlik endişelerini süratle tespit etme konusunda ‘en üst seviyede’ teyakkuzda olacağız. Bu durum, aşılamanın hemen sonrasında ve uzun vadede böyle sürecek.

https://www.gazeteduvar.com.tr/covid-19-asilarinin-guvenilirligi-nasil-kontrol-edilebilir-haber-1513244

[su_box title=”SAĞLIK MUHALEFETİ- TOPLUMSAL MÜCADELE” style=”soft” box_color=”#cf1d08″ title_color=”#080404″ radius=”0″]Maskeler konuşuyor eylemiyle pandemi döneminde yaşadıkları sorunlara dikkat çeken, hakları için de nöbet tutan sağlık emekçileri, Ankara şehir hastanesi önünde direnen Ankara tabip odası- SES Ankara- Dev-sağlık İş üyesi sağlık emekçileri, cezaevlerin esir tutulan sağlık emekçileri… Pandemiden en çok etkilen sağlık emekçileri mücadeleyi her alanda yürütmeye ve büyütmeye kararlı görünüyor. 2018 yılında, TSK ve TSK’ya bağlı çetelerin Afrin işgali sırasında ‘savaş bir halk sağlığı sorunudur dediği için soruşturmalar, gözaltı ve en sonunda kapatılma tehditleriyle karşılaşan Türk Tabipler Birliği (TTB) pandemi döneminde ülkenin en güvenilen kurumlardan birisi oldu. Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden, Halk sağlığını dikkate alan, sağlıkta dönüşüm politikalarının yarattığı hasarı deşifre eden, devletin pandemi yönetimdeki başarısızlığının toplumla paylaşan, bunu düzeltilmesi için tüm örgütsel yapısını seferber eden örgütün bu mücadelesi bu güvenin kaynağıdır. Bu mücadeleye karşı iktidarın cevabı ise varlığı şüpheli gizli tanıklar eliyle TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi Şeyhmus Gökalp’ı esir almak oldu. 3 aya yakın bir şekilde haksız, hukuksuz bir şekilde tutuklanan Şeyhmus Gökalp 10 Şubat 2021 de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu kararın alınmasında sağlık muhalefetinin direnişi belirleyici oldu. Bu direnişi de güçlendiren en önemli etken de yazının başında bahsettiğimiz toplumsal güven ve örgütsel tutum oldu. Hiç şüphesiz ki bu baskılar toplumun sağlık hakkına saldırıydı. Sağlık muhalefetinin göstermiş olduğu bu direniş de bu baskıları boşa çıkarmıştır. Mücadelenin sağlık emekçileriyle sınırlı tutulmayıp, tüm toplumu kapsaması gerektiği bir kez daha anlaşılmıştır.[/su_box]

***

SES Genel Merkezi, Maskeler konuşuyor eylem ve etkinliklerimizin son haftasında sağlık çalışanlarının sağlığı başlığı altında 6331 sayılı İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulanmasını/uygulanmamasını, işçi sağlığı ve güvenliğine nasıl yaklaşmamız gerektiğini, iş yeri çalışmalarımızdaki yerini ve önemini hafta boyunca yaptığımız eylem ve etkinliklerle kamuoyu ile paylaştık

Sağlık çalışanları ağır ve tehlikeli iş kolunda çalışmaktadırlar. İş kolunun ağır ve tehlikeli olması; çalışma ortamlarının çalışanın güvenliği için alınması gereken önlemlerin de çok büyük bir dikkat ve özenle ele alınması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. 2012 yılında yürürlüğe giren 6331 sayılı İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu işçi sağlığı ve güvenliği kapsamında çıkarılan bir kanun olmasına rağmen, sağlık çalışanlarını bile korumaya yetmemiştir. Pandemiden dolayı yaklaşık 150bin sağlık çalışanı enfekte olmuş ve maalesef 369 (14 şubat 2021 tarihi itibariyle güncel rakam ) sağlık emekçisi arkadaşımız da hayatını kaybetmiştir. İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kamu hastanelerinde ve özel hastanelerde sözde ve kâğıt üstünde uygulanmakta ve yüzlerce sağlık emekçisi hayatını kaybetmesine rağmen hastaneler denetlenmemektedir.

Hastane yangınları, sağlıkçı intiharları, kronik rahatsızlıkları olan, engelli ve hamilelerin çalıştırılması, şiddetin ve mobbingin artması, penceresiz güya akıllı binalarda temiz hava alamadan, gün yüzü görmeden uzun çalışma saatleri, iyileştirme yapmak için mühendislik önlemleri almak yerine çalışana daha fazla angarya yüklemeye çalışan yöneticiler…ve dahası.. Çalışma ortamlarımızın güvenli olmadığının, ispatına gerek bile duymuyoruz. https://ses.org.tr/2021/02/calisma-alanlarimiz-yasam-alanlarimizdir-saglikli-ve-guvenli-ortamlarda-calismak-istiyoruz-2/

***

Fransız STK’ları tarafından 2018’de başlatılan tarihi iklim davası l’Affaire du Siècle’de, Paris İdare Mahkemesi, Fransa’nın iklim kriziyle mücadele etmek için yeterli iklim eyleminde bulunmadığını tespit etti. Mahkeme, Fransız hükümetine emisyon azaltımlarını artırması için ek önlemler alma talimatı verdi. 2019’da Hollanda’da Urgenda davasındaki dönüm noktası niteliğindeki kararın ve İrlanda Yüksek Mahkemesinin 2020’de Ulusal İklim Davası‘na ilişkin kararının ardından, Fransa, vatandaşları iklim krizinden korumada başarısız olan üçüncü AB Üye Devleti oldu.

Bu ulusal davaların yanı sıra, 27 AB Üye Devleti ve İngiltere, İsviçre, Norveç, Rusya, Türkiye ve Ukrayna’ya meydan okuyan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde devam eden Portekizli çocukların davasında da önemli bir ilerleme var. Mahkeme, tüm bu ülkelerde “derin emisyon kesintileri” emri verecek. Kısa bir süre önce mahkeme bu davaya “ortaya çıkan konuların önemi ve aciliyetine” dayanarak bir öncelik statüsü verdi. İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davaların sadece %15’i bu aşamaya ulaşıyor ve çok daha azı bu kadar acil muamele görüyor.

Climate Action Network Avrupa Direktörü Wendel Trio, “İklim davaları, Avrupa ülkelerini 2015’teki Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerine göre hareket etmeye zorluyor. Bu davalar zaman alır, ancak hükümetleri mahkeme emriyle iklim eylemini artırmaya zorlar. Önümüzdeki 10 yıl, kolektif çabalarımızın küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamaya yeterli olup olmayacağını ve dolayısıyla kaybedecek vaktimiz olmadığını belirlemek için çok önemli. Bu yıl AB, mümkün olan en yüksek eylemleri uygulamak ve vatandaşları iklim değişikliğinin kötüleşen etkilerinden korumak için sosyal ve ekonomik olarak kabul edilebilir, Paris’le uyumlu bir iklim politikası mimarisi için çalışmalı” dedi.

***

54 yıl önce grev alanında kuruluşunu ilan eden DİSK, yıldönümünü Baldur işçilerinin direniş alanında kutladı.

[su_box title=”JİN” style=”soft” box_color=”#c308cf” title_color=”#080404″ radius=”0″]Pandemi ve Kadın Mücadelesinden örnekler  Kadınlar tarihin her döneminde zamanın getirdikleriyle mücadele ederken bir yandan da kadın olmanın mücadelesini vermek zorunda kalmıştır. Geride bıraktığımız bir yılda da bütün dünya covid sindemisi ile sarsılırken kadınlara ve haklarına yönelik saldırılar yine hız kesmeden devam etti. Pandemi kadınların hayatını oldukça zorlaştırdı.  Artan işsizlik de kadınlar erkeklere oranla daha çok işsiz kaldı, işsiz kalmayan kadınlar ise daha çok çalışmak zorunda kaldı. Bu dönem iş yükü en çok artan iş kollarında biri olan sağlık alanında kadın çalışanların çoğunlukta olduğunu biliyoruz. Yine pandemiyle beraber okulların kapanması ve 65 yaş üstü insanların sokağa çıkmasının kısıtlanmasıyla ev içi görünmeyen emek ihtiyacında ciddi artış oldu. Kadınlar bir yandan iş ortamında artan yükle mücadele ederken bir yandan da çocukların bu yeni okul ve yaşam düzenine adapte olması için ciddi emek harcadı. Bu yeni düzenin getirdiği sağlıksızlıkların sonuçlarıyla da yine kadınlar yüzleşmek zorunda kaldı.  Bütün bu zorluklar, değişimler yetmezmiş gibi bir de ülkemizde ve dünyada kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri cinskırımı diye adlandırabileceğimiz bir düzeye ulaştı. Her gün ortalama 3 kadının katledildiği kapitalist ataerki düzeninde bazı kadınlar özsavunmayı seçerek şiddet gösteren erkekleri öldürdü ama yüce adalet düzenimiz üstüne düşeni yaparak yaralarını sarmadan hakim karşısına çıkardı bu kadınları. Tüm bu olumsuzluklar ve artan otoriterleşmeye rağmen sindemi süresince sokağa çıkan, seslerini duyurmaya çalışan, mücadeleyi bırakmayan en etkin ve umut verici mücadeleyi yine kadınlar verdi. Ülkemizdeki yürütülen mücadelelere bakarsak sindemi öncesinde ve başlayan ve hala tartışılmaya devam eden İstanbul Sözleşmesine yönelik saldırılara karşı çıkılarak hayatın her alanında İstanbul sözleşmesine sahip çıkan toplantılar eylemler webinarlar yapıldı. İstanbul sözleşmesi toplumun tamamına anlatılmaya çalışıldı. Birçok sivil toplum örgütünün kadın komisyonlarından oluşan Eşik Platformu cinskırımına dikkat çekmek ve İstanbul sözleşmesinin aktif uygulanması için meclisi göreve çağırdığı ve meclisteki milletvekilllerinin kadın cinayetleri ve kadınları ilgilendiren yasa sayısı ve mecliste toplam kaç dakika konuşulduğunu ifşa eden raporlar yayınlandı. Ünlülerin çektiği videolarla bu raporları sürekli gündem de tutmayı hedefliyorlar.     Dünyaya baktığımızda ise kürtaj hakkının birçok ülkedeki kadınların gündemini oluşturduğunu gördük. Polonya da binlerce kadın sokağa döküldü kürtaj yasası mecliste görüşülürken çünkü zaten kürtaj sadece tecavüz durumunda ve fetüste medikal bir sıkıntı olması durumunda yasalken geri kalan diğer durumlarda 15 yıl hapis cezası olması nedeniyle binlerce kadın uygunsuz ve sağlıksız şartlarda kürtaj yaptırarak sağlıkları ciddi şekilde riske atılmıştır. Yine benzer bir durumda ise bu defa kadınların mücadelesi sonuç verdi ve Arjantin’de 14.haftaya kadar kürtaj yasallaştı.   Yine bu dönemdeki yüz güldürücü haberlerden bir diğeri Bolivya’daki Kültürler, Sömürgeciliği ve Erkek Egemenliğini Ortadan Kaldırma Bakanlığının kurulmuş olması. Bakanlığın adı aslında mücadelenin nasıl örüleceği konusunda oldukça ön açıcı. Biliyoruz ki doğanın ve kadının sömürüsü kapitalist modernitede omuz omuza yürüyor bu yüzden mücadelesinin de bütünlüklü verilmesi çok önemli. Aslında bakıldığında kadınlar bu süreçte sadece kendi haklarını savunmadı. Yaşamın kıymetini ve anlamını en iyi bilen kadınlar Amerika’yı kasıp kavuran ‘Black Lives Matter’ sloganı altında siyahilerin şiddete ve ırkçılığa uğramasına karşı çıkan halkın öncülüğünü yaptı. Faşizmin ve sömürünün en yoğun yaşandığı Kürdistan’a baktığımızda pandemi sürecini bahane ederek kadının oluşturduğu bütün yaşamsal alanları hedef göstererek toplum iradesini yok saydığı bir süreçten geçmekteyiz. Evlere kapanılan bu süreçte bile kadına ve gençlere yönelik saldırıların, taciz ve tecavüzlerin hız kesmediği bu süreç bizlere gösterdi ki asıl amacı toplumun öz gücü olan kadın ve gencin iradesiz kılınmasıdır. Bunu özelde Kürt kadınları üzerinden uyguladığı politikalarda göstermektedir. Özgür Kürt kadınının yaratımı olan TJA’nın başlattığı hamlelere yönelik hem TJA’yı hem TJA aktivistlerini hedef alarak yaratımları kırmaya çalışmaktadır. Bu kırımlara yönelik kadınların geliştirdiği ‘em xwe diparezen’ (kendimizi savunuyoruz) hamlesi tüm toplum için ön açıcı niteliktedir. Bundan önce de değişim ve özgürlük için sende ayağa kalk’ hamlesi de gösteriyor ki kadınlar öncülüğünde geliştirilen hamlelerin aslında tüm toplum için bir yarının olduğuna dair mücadele edilmesi gerektiğinin kanıtıdır. 21.yy’ın bir kadın devrim çağı olacağının somut mesajını başta Rojava’da; Ortadoğu da uzun yıllardır savaşan erkek yapılı emperyalist güçlerin temsili olan DAİŞ’e karşı savaşan kadınlar verdiler.  Artık yok sayılmaya, tecavüze uğramaya, baskıya ve iradesiz kılınmaya razı gelmeyen kadınlar xwebun haline gelip bu yüzyılı da kadının katledildiği bir yüzyıl olarak tarihe geçmesine izin vermeyeceklerini gösterdiler. Başta kendini ve cinsini bilmekle erk zihniyetten kopuşlarını başta kendilerinde sonra da toplumda adımlarını attılar. Bu hamleleri kırmaya ve kadın mücadelesine yönelik iktidarın gündemleştirdiği politikalar asıl sorunu çarpıtmak amacıyla yapıldığını gösteriyor. Başta İstanbul sözleşmesine yönelip bu sözleşmenin eşcinselliğe teşvik ettiğini savunup kaldırmak için zemin yaratmaktadır.  Kayyım atayarak başta Kürt bölgelerinde halkı iradesiz bırakıp sonra da üniversitelere de kayyım rektör atayarak toplumun yarını ve öz gücü olan gençleri iradesiz bırakmayı hedeflemektedir.  Son olarak gündemleştirdiği anayasa değişikliği önerisi aslında nasıl bir anayasa geleceğini de bariz pratiklerinde de görmekteyiz. Kadınlar ve geçler nezdinde şeriat yasalarını aratmayacak, Kürt halkı nezdinde ise şark ıslahat planının bir tekrarı olacağını yaptığı baskı ve katliamlardan görülmektedir. Bugüne kadar süregelen katliam ve baskıların yanında var olan bir kadın ve toplum mücadelesi de olmuştur. Tıpkı Kürdistan da bu kadar baskıya ve zulme karşı gelişen güçlü direnişler bugün tüm ezilen halklar için bir ilham kaynağı olmaktadır. Bu direnişlerin devamı olan  21.yy’ da başta Leyla Güven’ in öncülüğünü yaptığı tecrite karşı başlatılan açlık grevleri bugünde  halkın üzerinde, kadının üzerinde ve gençliğin üzerinde oluşturulmaya çalışılan tecridin kabul edilmediğini gösteriyor. Ne kadar baskı ve zulüm olursa olsun zihinlere ve iradeye yönelik hiçbir tecrit kabul edilmeyecektir. Çünkü süregelen bir özgür yaşam ve bu yaşamı yaşayan  özgür insan gerçekliği de varlığını hep korumuştur.[/su_box]

 

Bolivya “Erkek Egemenliğini Ortadan Kaldırma Bakanı” Sabina Orellana Cruz, gazeteci Duygu Demirdağ’ın sorularını yanıtladı: “Bütün kıtalarda erkek şiddetini engellemeye çalışmak zorundayız. Sömürgeci düşünce ve kurumlarını da her alanda kırmak zorundayız” dedi. Tüm dünya kadınlarına seslenen Sabina Orellana Cruz, “Kadınların erkeklerden şiddet gördüğü yerde, iyi yaşamak söz konusu olamaz. Bu anlayıştan hareketle bunun üzerinde çalışmamız gerektiğine inanıyorum. Bunu tüm kıtalarda engellemeye çalışmak zorundayız. En başta bu devletlerin sorumluluğudur. Aynı zamanda sömürgeci düşünce ve kurumlarını da her alanda kırmak zorundayız” dedi. İster kırsaldan ister şehirden, İster Bolivya’dan veya Bolivya dışından olsun, bütün kadınlara söyleyeceğim şu: Kadınlar kim olduklarını unutmamalı, geldikleri yeri kaybetmemeli ve kazandıkları görevleri üstlenmekten korkmamalılar. Kadınlar daha az yozlaşıyor, biz yozlaşmış değiliz. Üstlendiğimiz görevlerde daha samimi ve sorumluyuz. Hepimiz kadınların ekonomik özerkliklerine, vücutlarının bağımsızlıklarına ve siyasi özerkliklerine sahip olmaları gerektiğini söylemek istiyorum. En önemli şey korkulardan arınmaktır. Çok özgüvenli bir tarzda uygulayabileceğimiz herhangi bir görev veya sorumluluk, kadınların özgüvenleri çok önemlidir. Bu bir diyalog meselesi, erkeklerle diyalog kurmak ve konuşmak ve erkeğin kadının kararına nasıl saygı duyacağını bilmesi gerekiyor, en azından Bolivya’da bu anlamda ilerleme kaydettik. Diğer kıtaların bazı bölgelerinde kadınların hala çok bastırıldığını biliyorum ve çözüm bence aynı. Kadınlar erkeklere boyun eğerse ya da tam tersi, kadınlara boyun eğilirse asla iyi bir yaşamdan söz edemeyiz. Çünkü chacha varmi diyor ki; erkekler ve kadınlar şiddet olmadan birlikte ve uyumlu bir tarzda yaşıyor. Kadınların erkeklerden şiddet gördüğü yerde, iyi yaşamak söz konusu olamaz. Bu anlayıştan hareketle bunun üzerinde çalışmamız gerektiğine inanıyorum. Bunu tüm kıtalarda engellemeye çalışmak zorundayız. En başta bu devletlerin sorumluluğudur. Aynı zamanda sömürgeci düşünce ve kurumlarını da her alanda kırmak zorundayız.” http://siyasihaber6.org/bolivya-erkek-egemeligini-kaldirma-bakani-cruz-butun-kitalarda-erkek-siddetini-engellemeliyiz

***

Ulusaşırı Hayati Otonom Mücadeleler (Essential Autonomous Struggles Transnational) ağı, “Emeğimiz hayati, yaşamlarımız hayati” diyerek 8 Mart’ta kapitalist, patriyarkal ve ırkçı şiddete karşı mücadele veren herkesi greve katılmaya çağırıyor. Manifestonun tamamını olduğu gibi paylaşıyoruz.

 

Bizler tüm dünyayı pandemiden kurtarmak için hayati rol oynayan kadınlarız. Hayati işleri yapıyoruz, ancak kendimiz sefil koşullarda yaşıyoruz: Emeğimiz düşük ücretlendiriliyor, hak ettiği değeri görmüyor; haddinden fazla çalışıyoruz ya da işsiziz; fazlasıyla kalabalık yerleşimlerde yaşamaya, oturma izinlerimizi ve resmi belgelerimizi sürekli yenilemeye zorlanıyoruz. Evlerimizde ve işyerlerimizde eril şiddete karşı her gün mücadele veriyoruz. Bu şiddet ve sömürü koşullarından bıktık ve sessiz kalmayı reddediyoruz! Orta, Batı ve Doğu Avrupa’da mücadele eden kadınları, göçmenleri ve emekçileri bir araya getiren bir ağı hep birlikte örgütlemeye başladık: Ulusaşırı Hayati Otonom Mücadeleler (E.A.S.T.) ağı. 8 Mart’ta kapitalist, patriyarkal ve ırkçı şiddete karşı mücadele veren herkesi greve katılmaya çağırıyoruz!

8 Mart’ta üretimde ve yeniden üretimde emeğimizin sömürülmesine karşı grevdeyiz! Hemşireler, temizlik işçileri, öğretmenler, market işçileri, lojistik işçileri, mevsimlik işçiler, ücretli ve ücretsiz ev işi ve çocuk, hasta ve yaşlı bakımı emekçileri olarak bizler, hayati önem taşıyan emeğimizle toplumu ayakta tutuyoruz. Bilhassa okulların ve kreşlerin kapanmasıyla, ev işleri ve çocuk bakımı bizim omuzlarımızda. Pandemi sürecinde pek çoğumuz işimizi kaybettik, çünkü bakmaktan sorumlu olduğumuz çocuklarımız ve yapmamız gereken ev işleri vardı. Evlerde ve işyerlerinde yaptığımız iş hayati, ancak bu işlere düşük değer biçiliyor.

8 Mart’ta artan patriyarkal şiddete karşı grevdeyiz! Hükümetler pandemiyi patriyarkal şiddetin kıskaçlarını güçlendirmek için bir fırsat olarak kullanıyor: Polonya’da kürtaj hakkını daha da kısıtlama teşebbüsleriyle, Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kalkışmasıyla; Macaristan’da trans haklarına yönelik kısıtlamalarla ve LGBTI+ karşıtı gündemlerle. “Evde kalıp güvende olmamız” söylenirken çoğumuzun bir evi bile yok. İstismarcı partnerlerle ve ailelerle yaşayan, izolasyonda iyice artan ev içi şiddetle mücadele eden pek çoğumuz için evler güvenli alan olmaktan uzak. Bizleri toplumun köleleri, evlerde ikincil, emek piyasasında sömürülen olma rolüne sıkıştırmaya yönelik açık bir saldırı var.

8 Mart’ta ırkçı ve sömürüye dayalı göç rejimlere karşı grevdeyiz! Pandemi süresince Doğu Avrupalı bakım işçileri ve mevsimlik işçilerin, hayati işleri yerine getirmek için Batı ülkelerine erişmesine “izin verildi”; ancak işçiler bunu koruma ya da sosyal güvence olmadan, kendilerini riske atarak yapmak zorunda kaldılar. Emeğimiz Batı’nın (sağlık) sistemini ayakta tutarken, Doğu’da aşırı çalıştırılan ve eksik donanımlı emekçilerin omuzlarında sağlık sistemleri çöküyor. Avrupa Birliği içinde ve dışında göçmen ve mülteciler, fazlasıyla kalabalık koğuşlarda, kamplarda, yaşamaya terk ediliyor ve yerel topluluklara verilen parasal yardım hakkına asla erişemeden, güvenli olmayan işlerde çalışıyor. Avrupa’nın eşitsiz bölünmüş haritasında göçmenler, sömürünün en ağır bedelini ödedikleri gibi, pandeminin de en ağır bedelini ödüyorlar.

Sömürülmeyi ve ezilmeyi reddediyoruz! Geçmişteki ve süregelen mücadelelerden ilham alarak, Uluslararası Kadın Grevi’nin, Polonyalı kadınların grevinin ve Arjantin’de kürtaj hakkı için verilen feminist mücadelenin izlerini takip ediyoruz. Bulgaristan’da, Gürcistan’da, Avusturya’da, Romanya’da, Birleşik Krallık’ta, İspanya’da, İtalya’da, Almanya’da ve Fransa’daki hemşirelerin, doktorların, çocuk bakım emekçilerinin, lojistik işçilerin, mevsimlik işçilerin, protestolarını ve grevlerini örnek alıyoruz. Romanya’da eğitimde ‘toplumsal cinsiyet’ tartışmalarını yasaklayan kanuna karşı verilen mücadeleden, göçmenlerin ulusaşırı hareketlerinden, Siyah yaşamlar için yapılan gösterilerden öğreniyoruz. Bu kolektif mücadele deneyimlerini ve statükoya meydan okumaları ileri taşıyarak, 8 Mart günü kadınları, emekçileri, göçmenleri, LGBTI+ları hayati grevimizde bize katılmaya çağırıyoruz. Grevimizle, mevcut tahakküm koşullarını parçalamaya ve yeniden inşa edeceğimiz hayatın öznesi olmaya kararlıyız! Grevimizle şu talepleri yükseltiyoruz:

Bütün biçimleriyle patriyarkal şiddetten kurtulmak! Kadına yönelik şiddeti münferit bir olay olarak değil, bizleri bakıcı rolüne sıkıştırmak isteyen bütün bir patriyarkal sistemin bir parçası olarak görüyoruz. Şiddet ve istismar yoluyla bize dayatılan hayati iş yükünü sırtlamayı reddediyoruz. Ultra-muhafazakâr hükümetlerin saldırılarına karşı çıkıyor, her ülkede güvenli, yasal ve ücretsiz kürtaj ve doğum kontrolü hakkı talep ediyoruz. LGBTI+ topluluklara yönelik siyasi ve hukuki saldırıların derhal son bulmasını talep ediyoruz.

Herkes için daha yüksek ücret! Ücretlere dair feminist mücadelemiz yalnızca cinsiyete dayalı ücret uçurumuna karşı mücadeleden ibaret değil; cinsiyetler ve etnisiteler, uluslar ve bölgeler arasında katman katman ücret hiyerarşileri yaratan ve bunları yeniden üreten kapitalist koşullara karşı. Zenginler pandemiyi daha fazla servet biriktirmek için bir fırsat olarak görürken, kemer sıkma yükünün altında bırakılan bizler olduk. Yeter! Yalnızca cinsiyetler arasında ücret eşitliği değil, bütün emekçiler için daha yüksek ücretler talep ediyoruz! Refahın hem ulusal hem ulusaşırı düzeyde yeniden dağıtılmasını talep ediyoruz! Gelin bizim olanı geri almaya başlayalım!

İyi finanse edilmiş ve kapsayıcı, ulusaşırı refah! Onyıllardır refah kesintilerinin mali yükünü kadınların ve göçmenlerin üzerine yüklemeye devam eden ekonomiyi yeniden yapılandırma planlarını reddediyoruz. Refah, yardımlar ve sosyal güvence için mücadeleler arasında ulusaşırı bağlantılar, ilişkiler kurmak istiyoruz. Refah koşulları ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, her yerde cinsiyete ve ırka dayalı iş bölümüne ve farklı uluslardan kadınlar arasında hiyerarşiler yaratan ücret farklarına dayanıyor. Bu hiyerarşileri, global patriyarkal refah ekonomisine karşı ortak bir mücadeleye dönüştürmek istiyoruz!

Bütün göçmenlere, mültecilere ve sığınmacılara Avrupa’da koşulsuz oturma izni! Hükümetlerin ve patronların göçmenlere oturma izni alabilmek ya da yenileyebilmek için temin etmesi imkânsız olan ekonomik ve kurumsal şartlar dayatarak şantaj yapmasını reddediyoruz. Bu durum göçmenleri, özellikle de AB dışından gelenleri, kabul edilemez koşullarda çalışmaya zorluyor.

Herkes için daha iyi ve güvenli barınma! Pandemi 2020 Mart’ında başladığında hâlihazırda ciddi bir barınma krizinin içindeydik. Pandemi boyunca evlerimiz, irademizin ve rızamızın da ötesinde siyasallaştı! Herkes için yeterli, mali olarak erişilebilir, aşırı kalabalık ve güvencesiz koşullardan uzak barınma talep ediyoruz! Ev içi şiddete maruz kalanlara derhal yeni konut sağlanmasını talep ediyoruz!

Hayati grevimizle, hayatlarımızın ve mücadelelerimizin hayati olduğunu göstermek istiyoruz! Dolayısıyla güçlerimizi sınırların ötesinde birleştirmemiz gerekiyor. 8 Mart’ta herkesi hayati emeğin gücünü görünür kılmaya ve pandemi sonrası düzeni inşaya yönelik şartlarımızı öne sürmek için hayati emeği silah olarak kullanmaya çağırıyoruz!

Herkesi işyerlerinde veya işyeri dışında grevler, gösteriler, yürüyüşler, birliktelikler, sürpriz performanslar, sembolik eylemler örgütlemeye, renkli bandanalar takmaya, ses çıkarmaya çağırıyoruz. Kadın grevine destek vermeleri için sendikalar üzerinde baskı kuralım! Gelin, farklı mücadelelerimizi görünür kılma ve onları sınırlar ötesinde birleştirme yollarını hep birlikte hayal edelim!

Vizyonumuzu ve taleplerimizi paylaşan bütün kadınları, göçmenleri ve emekçileri, 21 Şubat 2021’de hayati grevimizin ufkunu derinleştireceğimiz halk meclisimize katılmaya çağırıyoruz!

Bu manifestoyla özdeşleşen herkesi imza vermeye ve daha fazla kadına, göçmene ve işçiye ulaşabilmesi için yaygınlaştırmaya ve kendi dillerine çevirmeye çağırıyoruz. https://gazetekarinca.com/2021/02/8-mart-icin-hayati-grev-manifestosu/

***

Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktvisti Naşide Toprak, komployu kınayarak, komplonun aynı zamanda bütün kadın özgürlükçü kazanımlara bir saldırı olduğunu ve buna karşı hayatın her alanında mücadele edeceklerini kaydetti. Öcalan’ın “Kadın özgürleşirse, toplum özgürleşir” sözünü hatırlatan Toprak, Öcalan’ın kadın perspektifini şu şekilde değindi: “Yaşamın her alanında kadın sirayetinin yankılarını, toplumsal rolünü ortaya çıkarma da bir yöntem ve yol göstericidir Sayın Öcalan’ın kadın perspektifi. Demokrasilerin, ekolojik yaşamın, toplumsal değerlerin, ahlak kavramının, etik ve estetik anlayışın olmazsa olmazı kadınlardır. Bu bilinci oluşturan ise Sayın Öcalan’ın yazıları, kitapları, yaşamı ve perspektifidir.”

Tecridin insanlık suçu olduğunu söyleyen Toprak, “İmralı’da bir tecridin uygulandığı gerçekliği ortadadır. Bu tecridin bilincinde olan milyonlarca insan, ‘Öcalan benim irademdir’ diyor ve açlık grevlerine giriyorlar. Bu bir inancın, bir mücadelenin tezahürüdür. Bütün insani ve hukuki haklarından mahrum bırakılmış bir halk önderi gerçekliği ortadır” diyerek tecridi kabul etmediklerini dile getirdi. HDP Genç Kadın Koordinasyonu üyesi Beritan Yaşar da Öcalan’ın erkek egemen zihniyetin yaratımı olan “köleleştirilmiş kadın” figürüne karşı mücadele verdiğinin altını çizdi. Komployla birlikte Öcalan’ın halklardan kopuşunun amaçlandığına değinen Yaşar, “Bu amaç doğrultusunda 22 yıldır tecridin birçok boyutu devreye koyulmuştur. Bugün mutlak tecrit uygulanarak Sayın Abdullah Öcalan yaşamdan soyutlanmak isteniyor. Kürt sorununun çözümü noktasında çözümsüzlük dayatılmakta” diye belirtti. https://yeniyasamgazetesi2.com/242354-2/

[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”soft” box_color=”#080ccf” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Sciencemag’de geçtiğimiz günlerde yayımlanan bi habere göre (Langin, 2021), araştırmalar salgın döneminde kadın akademisyenlerin yayın sayılarının dramatik olarak düştüğünü gösteriyor. Habere göre bu durum salgının başlarında bir kısım akademisyenlerce (ve aslında bizlerce de) öngörülmüştü. Son zamanlarda çeşitli kanıtlar da ortaya çıktı. Bazı alanlarda araştırmalar, salgının ilk birkaç ayında yayınlanan makalelerdeki kadın yazarların oranının ciddi olarak düştüğünü gösteriyor. Geçen ay Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu çalışma raporu olarak yayınlanan 20.000 doktoralı kişinin katıldığı küresel bir ankete göre anne olan akademisyenler, babalara kıyasla araştırmalara katılım saatlerinde %33’ten daha fazla düşüş yaşadı. Mayıs-Temmuz 2020 arasında gerçekleştirilen ankette, anne olan akademisyenlerin yine babalardan daha fazla ev ve çocuk bakımı görevi üstlendikleri gösterildi.
Zaten mevcut olan eşitsizliklerin bu tür kriz anlarında daha da derinleşmesi, kat edilmiş gibi görünen mesafelerin de sağlam temellere oturmamış olduğunu gösteriyor.

Langin, K. (2021). Pandemic hit academic mothers especially hard, new data confirm. Science. https://doi.org/10.1126/science.caredit.abh0110

Nature’ın bir haberine göre (Mallapaty et al., 2021) Dünya Sağlık Örgütü’nün Wuhan’da salgının kaynağını araştırmaya giden ekibi, çalışmasını tamamladı. Kaynağın ne olduğu henüz bulunamadı. Fakat ekip önemli bir konu olan virüsün laboratuarda üretilmiş olduğu hipotezinin neredeyse kesin bir şekilde yanlışlanabileceğini belirtti. Kuvvetle muhtemel bir hayvandan insanlara tek seferlik geçiş ile enfeksiyonun ortaya çıktığı üzerinde dururlarken, bunun hangi hayvan olduğu ise belirsizliğini koruyor.
Salgının başından beri, devlet ve sermaye karşıtı mücadeleyi ezilenlerin tarafında sekteye uğratmaktan başka bir işe yaramayan komplo teorileri ve zenofobinin aynı zamanda temelsiz de olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Mallapaty, S., Maxmen, A., & Callaway, E. (2021). ‘Major stones unturned’: COVID origin search must continue after WHO report, say scientists. Nature. https://doi.org/10.1038/d41586-021-00375-7