Ata Soyer’in Kaleminden TTB Kitabı Çıktı.
Ata Soyer Sağlık Ve Politikaları Derneği tarafında yayına hazırlanan geçmişten bu güne sağlık tartışmalarını öğrenmek ve hatırlamak isteyenler açısında önemli bir kaynak olmuş.
Kitap yayınlanan Ata Soyer makaleleri ile Ata Abinin güçlü anlatımı ile yaşanan süreçleri hatırlamakla kalmıyor. Güçlü anlatımıyla o günleri yaşamamızı sağlıyor. Aynı zamanda yazıları okunca sanki Ata abi karşımda o heybetiyle konuyu anlatıyormuş gibi. Bu durumu yaşatan Ata Soyer Sağlık Ve Politikaları Derneğine teşekkürü borç biliyorum.
Kitapta yayınlanan makalelerden;
1-Beyaz Eylemler Kitabına Giriş yazısı ile beyaz eylemler hangi dinamizmin üzerinde ortaya çıktığını ve bu beyaz eylemlerin örgütlenme süreçleri, eylemlerin ortaya çıkardığı yeni dinamikleri anlatmaya çalışmıştır.
2-TTB ve TTB Kongre süreçlerine ilişkin makaleleri TTB süreçlerine ilişkin bilgi verirken aynı zamanda zengin örgütsel deneyimler paylaşması önemli/öğreticidir.
3-TTB ve Kamu sağlık çalışanları sendikaları başlığında ise hekimlerin sınıfsallığı, sendikalara yaklaşımı, sendikaların kuruluş sürecinde yaşananların anlatımı gerçekten her sağlık emekçisinin okuması için önemli bir kaynak niteliğindedir.
4-Özellikle Profesyonelden Proletere, Hekimler; Değişen ne? Profesyonellik tartışmaları, yine hekimleri tarihsel olarak bu konudaki serüveni, mesleklerin devlet ve egemenler açısındaki önemi konusunda önemli veriler sunmaktadır.
Dernek Sekreteri Gültekin Karaca yazdığı sunuş yazısı kitap içeriğini özet olarak çok güzel vermiştir.
Sonuç olarak kitap here sağlık emekçisi açısın bir başucu kaynağı niteliğinde olduğunu düşünüyorum.
SUNUŞ
Embriyoloji, tıbbın konusunu oluşturan insana bakışımızı belirler. Daha sonra organ, uzuv ya da metabolizmalara indirgenen bakış açısıyla köreltilse bile bu bilim sayesinde insanın tarihsel bir sonuç olduğunu öğreniriz. Embriyoloji hekime bilgiden çok bir yaklaşım tarzı, bir yöntem kazandırır. Böylece yaşamın tümüne tarihsel ilişkilerin içinden bakarız. Türk Tabipler Birliğinde içinde büyüdüğümüz ve büyütttüğümüz geleneğin alameti farikası bu olsa gerekir. Bu sayede dünde mayalanmış bugünü düne, bugün mayalanan yarınını bugüne bakarak anlamaya çalışırız. Bunun adı politik olanın bilimle kavranışıdır. Şimdi bu yönteme daha çok ihtiyacımız var. Her gün gerçek üstü bir dünyaya uyandığımız duygusuyla güne başlarken kaybettiğimiz yön duygumuzu ancak doğru bir pusula ile bulabiliriz. Sadece tarih denilen pusulanın oku gerçeği gösterir. Ve gerçeğe, hep gerçeğe doğru ilerledikçe bu herşeyin kokuştuğu dünyanın ötesinde henüz keşfedilmemiş yeni ve cesur dünyaya ulaşabiliriz. Ata Soyer bu yolculuğun dümencilerinden biriydi. O gitti. Ancak bugün körleşme yaşayan bu toplumda onun geride bıraktığı pusulaya hala çok ihtiyacımız var.
Her şey 24 Ocak kararlarıyla başladı desek yeridir. Kendi yağıyla kavrulan ekonomi anlayışından, artık kendi yağıyla kavrulamayacağını anlayan ekonomi anlayışına yani dünya pazarıyla entegre ekonomiye geçiş bu tarihle milatlanabilir. Bir kez kilit taşı yerinden oynarsa diğer tüm taşlar hareket eder. Dünya pazarında rekabete açık olmak ulus içi iş bölümü, demografi, sınıfların aldığı biçim, yönetme biçimi, yani hemen herşeyi değiştirir. Olan biten de budur. Metalar rekabete fiyatlarıyla girer. Fiyatları rekabet edebilir düzeyde tutmanın ise iki yolu vardır: İlki yüksek teknoloji ile emek üretkenliğini artırmak, diğeri ise emek gücü maliyetlerini düşürmek. Dünya pazarının dalgalı sularına açıldığımızda bu iki kalemden ilkine sahip değildik. Doğal olarak yüksek teknoloji ile üretim yapılan metaların pazarı haline gelmemiz kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Keza tarımsal üretimde de gerek mülkiyet yapımız (parçalı toprak mülkiyeti), gerekse kullandığımız tekniklerin geriliği zamanla etkisini gösterdi. Böylece köy ve kasabalardan kentlerin varoşlarına çoğu zaman iktidarlarca desteklenen bir göç başladı. Yaklaşık elli yılın sonunda toplam ülke nüfusunun neredeyse yarısı yaşadığı toprakları ve yaşam biçimini terk edip bilinmez bir geleceğe yelken açmıştı. Göç ile gelenleri geldikleri şehirlerde kendilerini oraların yerlisi olarak gören ve sınıf kimliğini bu bilinçle donandırmış işçilerle, bu güçlü akını soğurmakta yetersiz sermaye sahipleri karşıladı. Emek göçü hemen her zaman ücretler üzerinde düşürücü bir baskı yaratır ve emeği böler. Bu bölünme aynı zamanda statü, iş güvencesi, örgütlenme hakkı vb farklılıklara tekabül ediyor ve emek akışkanlığının önündeki engeller nedeniyle dengelenmiyorsa sınıf içi rekabet sınıf içi öfkeye dönüşür. Öfkenin tarafları kısa sürede netleşir. Bir yanda taşeronun turuncu tulumu diğer yanda iş güvenceli mavi ve beyaz yaka, bir yanda betonarme apartman diğer yanda gecekondu, bir yanda yıllık tatilini bir haftalığına da olsa güney kıyılarında geçirenler, diğer yanda mevsimlik hizmet işçileri, her gün işe gitme ayrıcalığı, her gün iş arama kabusu vb. Öfke örgütlenmesi kolay bir duygudur. Sınıfın bir kesiminin öfkesi, sınıfın diğer kesiminin haklarına saldırıya yönlendirildiğinde sihirli formüle ulaşılmış olur. Eşitliğin bir tarafına her koşulda düşen emek maliyetlerini yazmak artık mümkündür.
Varoşların ve kaderi o varoşlara akmak olanların öfkesi bir kez sermayenin emek yoğun sektörlerde rekabet zorunluluğunun çaresi haline dönüştüğünde emeğin kazanılmış haklarına yönelen her saldırı bir yandan sermayenin karlarına kar katarken diğer yandan kışkırtılmış öfkenin doyurulmasının histerik çığlıklarıyla karşılanır. Böylece bir yandan İzmir İktisat Kongresi kararlarıyla bir sermaye sınıfı yaratmak için kurulan tüm işletme ve kurumlar sermayeye devredilip, rekabet koşullarına açılırken, diğer yandan da sermaye işçisiz olmayacağına göre, bu işletmelerle var olan işçilerin ve işçiliğin de tasfiye edilmesi gerekir. İşçi sınıfının bir kesimi diğer kesimi üzerinden kendi geleceğinin imhasının payandası haline dönüşür.
Sağlık çelişkilerle dolu bir üretim alanıdır. Üretim emek yoğundur. Hasteneler bir an hasta yakınlarından arındırılsa dışarıdan on altıncı yüz yıl fabrikalarına benzer. Emek, destek birimler göz ardı edilirse, vasıflı emektir. Ancak hızla bu vasıflarından soyunmaktadır. Dün ihtiyaç duyulan stetoskop, oftalmoskop, abeslang vb gibi emek aletlerinden tetkik ve tedavide kullanılan yüksek teknolojili, robotik emek araçlarına geçiş yaşanmaktadır. Bu gelişim verili üretim ilişkileri içinde sağlık hizmeti üretiminin sermayenin konusu haline gelmesini olanaklı ve zorunlu kılar. Küresel pazarlara açılmanın aynı zamanda küresel sermayeye açılmak anlamına da geldiği göz önüne alındığında sağlıkta sermayeleşme için tüm koşullar hazırdır. Arkasına örgütlenmiş öfkenin desteğini alan bir iktidar için sağlıkta dönüşüm pek çok fırsat sunar. Piyasa koşullarına açılan hastanelerde elde edilecek başarı (ki bunun ölçüsü müşteri memnuniyeti olarak alınmaktadır) uygulanan toplam modelin ideolojik desteğini sağlayabilir. Duble yolları yapan, büyük kentleri yüksek katlı binalarla donatan vasıfsız geçici emek büyük hastane komplekslerini de inşa edebilir. Sağlık işçilerinin emekleri ucuzlatıldığında sektör sermaye için karlı olabilir ve ayrıca sağlık metasının birim maliyetleri düşürülürse toplam ulus içi emek gücünün değerinde indirim sağlanabilir. Sağlık turizmi yoluyla sağlık hizmet metası bir ihraç ürünü haline getirilebilir. Böylece merdiven altı polikliniklerle başlayıp, özel muayenehanelerin kapatılmasıyla devam eden, SSK’ların devriyle eşik atlayan süreç bugün şehir hastanelerine kadar ilerlemiştir. Sermaye mantığının sınırları gerçeklikle nasıl mı örtüşür? Bunu bize bilim ve tarih söyleyecek. Hekimler ve diğer sağlıkçılar mı? Onlar tüm tanrısal zırhlarından soyunmuş, ölümlülerin dünyasında emeği emek pazarı koşullarınca belirlenen, yoğun iş yükü altında zaman zaman eski mutlu günlerin hayalini kuran, bu hayallere fazla daldığında kalite kontrol birimleri, CIO’lar, insan kaynakları tarafından uyandırılan, artık hiç bir koruyucu zırhı olmadığı poliklinik ve hastane kapılarında bekleyen kışkırtılmış öfke tarafından anımsatılan fanilerdir. Bir tanrıya yüksekte olduğu için dokunulamaz. Bir faniye ise birlik olduğunda. Hekimler de çok geçmeden bunu kendi deneyimleriyle öğreneceklerdir.
Hekimlerin fanileşme yani işçileşme sürecini kapsamlı bir biçimde ilk tartışanlardan biri sanırım Ata Soyer’di. Henüz bu anlatılan tarih yaşanmadan yıllar önce derneğimize ismini, ufkunu ve kitaplarını kazandıran pek çoklarımızın Ata abisi şöyle soruyordu: ¨ Önce ‘başka bir dünya istiyorsak başka bir tıp vardır mantığı’, Sonra, bu hekimler, hangi tarihsel süreçte, hangi eğitim ortamında yaşadılar, yaşıyorlar’ sorusu. Bunun üzerine, ‘bu hekimlerin sınıfsal, statüsel durumu nedir, ne yönde değişmektedir?’ tartışması¨[1]. Bu başlıklar çerçevesinde farklı emek kategorilerini tek tek ele alıyor, tıp tarihinin içerisinde hekim emeğinin izlerini sürüyor, soruna farklı yaklaşımları serimliyor ve sonuçta bize geleceğimiz üzerine, yaşadığımız hayat dışında başka bir ufuk sağlıyordu. Değişiyorduk, onun anlatımıyla proleterleşiyorduk. Bir kişi bir bilgiyi açığa çıkartıyor, görünür kılıyor, aktarıyor ve öğretiyorsa iyi bir bilim insanı, akademisyen, öğretmen vb olabilir. Ancak aynı kişi ulaştığı bilginin pratik karşılıklarını takip ediyor, onu hayata uyguluyor, ete kemiğe büründürüyorsa o kişi devrimcidir. Ve yine bu kişi bu pratiği başkalarının da pratiğine dönüştürüyorsa o kişi önderdir. O da, öyleydi. SES’te, TTB’de bulunduğu bütün mecralarda bir iz yarattı. Takip edebileceğimiz, okullarda öğretilmeyen farklı bir bilimle üretilmiş bir iz. Şimdi yaşanan tarih bize bu izin ne denli derin kazındığını gösteriyor.
Örgüt birikmiş, kristalize emektir. İronik biçimde sermaye de, Cengiz Aytmatov’dan öğrendiğimiz kadarıyla sevgi de emektir. İnsanlar ilişkilerini sadece emekle biriktirebilirler. Ve yine örgüt dayanışma, umut, cesaret gibi soyut kavramların maddileştiği araçlardır. TTB kimi zaman günlük rutinin içinde eriyip giden, varlığını hissetmediğimiz toplam emeklerimizin kristalleşmiş halidir. Bize o an hiç üretken gelmeyen toplantılar, tartışmalar, konuşmalar, sayfalar dolusu yazı, ekranlardan gecelere süzülen ışık, ülkenin farklı coğrafyalarından akıp bir odada toplanan kalabalıklar, kimi zaman coşkulu, kimi zaman yıkık dökük eylemler vb bu örgütün hücrelerinde biriktirdiğimiz emektir. Ve en son Merkez Konsey üyelerimiz özelinde hepimize yönelen saldırının ardından gördük ki bu emek umuttur, dayanışmadır, cesarettir. Umut, dayanışma, cesaret öyle bir anda; en pervasız, fütursuz, ilkel bir saldırının karşısında sessizce şehir şehir, oda oda, sandık sandık bir isyan oylamasıyla somutlanmıştır. EDTTB listelerine atılan her oyla hekimler gözaltına alınan Merkez Konsey üyelerimizin, gecelik fermanlarla öğrencilerinden, hastalarından, hayatlarından kopartılan akademisyenlerimizin, dört duvar arasına hapsedilen Onur’umuzun arkasında mevzilenmişlerdir. Her oy intiharlarla son bulan çaresizliğin, sıradanlaşan şiddetin, hiçleşmenin, uzun uykusuz gecelerin, erimenin, tükenmenin çığlığı olmuştur.
TTB ilk kuruluşundan bugüne değişen hekimlikle birlikte yapısını, işlevini ve görevlerini değiştirebildiği için hala ayaktadır. Bu vasıf onun yapısında sorgulayan, eleştiren emeğin maddeleşmesinden kaynaklanır. Yeni bir saldırının eşliğinde, yeni bir kavşakta olduğumuz su götürmez. Sermayenin ihtiyaçları ile işçileşen hekimlerin ihtiyaçları arasındaki çatışma yeni bir eşik yaratıyor. Böyle dönemlerde her zaman yaptığımız gibi, Ata Soyer ve pek çok diğerlerimizin öğrettiği gibi geldiğimiz tarihsel aşamayı bilimle, objektif olarak ele almamız, anlamaya çalışmamız ve anladıklarımızla bir hat kurmamız gerekiyor. Biz Ata Soyer Sağlık Ve Politika Araştırmaları Derneği olarak başlangıç için Ata Soyer’in bıraktığı izi takip etmenin uygun olabileceğini düşündük. Bu nedenle geçmişte Ata Soyer tarafından TTB hakkında yazılardan oluşan bir derleme hazırladık. Artık tanrılar çağı çok gerilerde kaldı, şimdi fanilerin dönemindeyiz. Fanilerin gücü ve dokunulmazlığı birlikteliklerinden, örgütlülüklerinden geçer. Şimdi birliğimizin somut ifadeleri olan örgütlülüklerimizi tartışmanın tam zamanıdır.
[1] Hekimlerin Sınıfsal Kökeni, Hekimlerin Toplumsal Sınıfsal İdeolojik Kökeni Ve Dünyada Hekim Örgütlenmesi Örnekleri Sorun Yayınları Ekim 2005