Home / ARŞİV / Toplumsal Mücadeleler ve Korona – Fikret Çalağan

Toplumsal Mücadeleler ve Korona – Fikret Çalağan

Uygarlık krizi olarak ifade edilen bu krizi yeni bir yaşam ve uygarlık için biz değerlendirmez isek, kapitalizmin bu krizini aşma kapasitesine sahip olduğunu ve aşabileceğini bilmemiz gerekir. Sorun bizim ne yapacağımız…

Korona ile birlikte “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” alışıldık cümlesi çok sık kullanılmaktadır. Gerçi bu söz her toplumsal buhran ve kargaşa süreçlerinde dillendirilmektedir. Söze yüklenen anlam; herkesin kendini bir değerlendirmeye tabi tutarak yeni sürece hazırlamasıdır.

Korona sürecine ilişkin sıkça ifade edilen yaşananın bir uygarlık krizi olduğudur. Uygarlığın baskıladığı, yok saydığı, sömürdüğü tüm toplumsal kesimlerin bizzat eylemleri ile yarattıkları bu krizden yeni bir demokratik uygarlık inşası mı çıkacak, yoksa uygarlık sınırlarında kalınarak bazı sınırlı taleplerle mi aşılmaya mı çalışılacak?

Bu sorunun cevabı toplumsal mücadele güçlerinin/ örgütlerinin korona öncesi ve korona sürecindeki durumlarına, çıkış için ne tür bir iddia sahibi olduklarına ve geleceğe ilişkin perspektiflerine bağlıdır. Bu dönemleri ele alırken de var olan örgütsel durumunu, düşünsel durumunu/gelecek ufkunu, ilişkilenme biçimlerini ve eylemlilik tarzlarını değerlendirmek gerekir.

Birkaç başlık

Genel olarak var olan birkaç durumu ifade etmekte yarar var:

-Kapitalizmin sömürüye ve doğa talanına dayalı üretim tarzı gelinen aşama itibariyle, nüfusun büyük çoğunluğunu proleterleştirmesi ile toplumsal bir sınıra ve doğanın tüm kaynaklarının kar için talan edilmesi ile de yerkürenin sınırlarına ulaşmış durumdadır. Bu anlamda toplumsal isyan ve ekolojik kriz büyümektedir.

-Kapitalizmin tüketim ilişkileri ve “sanal toplum” kültürü ile topluma evrensellik adına dayattığı homojen kültür büyük toplumsal yıkımlara neden olmuştur. Diğer taraftan ulus-devletlerin yükselttikleri milliyetçilik ideolojisi ile tek tipleştirme politikaları halkları boğmaktadır. Buna cevaben de her yerden halkların var olma mücadelesi ile kültürel hareketlerin direnişleri yükselmektedir.

-5000 yıllık devletçi uygarlığın geliştirdiği ve kapitalizmle birlikte inceltilerek yaygınlaştırılan, derinleştirilen eril tahakküm artık bir kadın kırımına dönüşmüş durumdadır. Bu kırıma karşı her yerde yükselen ve süreklilik haline dönüşen kadınların direnişleri yükselmektedir.

Hegemonyanın tahkimi

Tüm bu durumlar uygarlık güçleri tarafında da bilinmektedir ve kriz olarak ifade edilmektedir. Bu krizden çıkış için her alanda (ideolojik, kültürel, politik, sosyal, üretim vb.) çalışmalar yürüterek yeni yapısallıklar oluşturma gayretine girmektedir. Yeni yapısallıklarını inşa edene kadar da gelişen kapitalizm karşıtı/alternatifi mücadeleleri çarpıtmak ve en sonunda kapitalizmin içine dahil etme konusunda yoğun mücadele yürütmektedir. Bu konuda ideolojik hatta liberalizmin esnekliği ve yaygınlığı önemli olanaklar sunmaktadır. Yine modernizmin yarattığı kapitalist kültürün hegemonyası, devletin “kamusal hizmet ve güvenlik” açısından zorunlu olduğu genel kabulü ve endüstriyel hegemonyanın varlığı kapitalizm açısından önemli olanaklar barındırmaktadır. Kapitalizmin ve onun ulus-devletleri arasında her ne kadar bir rekabet olsa da hegemonyanın merkezileşmesi ile yaratılan kurumsallıklar bunu aşmaktadır.

Dağınık mücadele

Toplumsal mücadele güçleri açısından ise durum çok dağınıktır. Demokratik uygarlık, devletli uygarlık gibi bir aynılaşmayı ve merkezileşmeyi içermemeği gerektirir. Bu onun doğasına aykırıdır. Demokratik uygarlık güçlerinin birbirlerini görerek birlikte yürümeyi başarması gerekir. Bunu sağlamadıkça egemenin yarattığı gözlükle birbirimizi görmeye devam ederiz. Bu durum günün sonunda egemenlere yarayacaktır. Birbirimizden öğrenmeye çalışmadığımız sürece yarattığımız kurumsallıklar ve örgütler karşıtına dönüşecek, eylemselliklerimiz ise bir tekrara dönecektir. Kurumlarımız ve örgütlerimiz sistemin birer aparatına, eylemlerimiz ise aşağıdan iktidarı yeniden örmeye yarayacaktır. Kurduğumuz ilişkiler ise yeni bir toplumsallık yerine kapitalist ilişkilerin toplumun tüm hücrelerine yayılmasına neden olacaktır. Türkiye’deki durum bunun en belirgin örneklerindendir. Demokratik muhalefet genel olarak, bu muhalefetin en güçlü bileşeni olan Kürt hareketi ile ilişkilerini devletin tutumuna göre belirlemektedir. Aynı şekilde Kürt hareketinin demokratik siyaset bileşenleri ile geleneksel toplum sınırlarında ilişkilenmesi gerçek anlamda birlikte yürümenin önünde sürekli olarak bariyerler oluşturmaktadır. Yeni bir toplumsal inşanın mekanı olan Rojava ile kurulan ilişkiler bile devletin belirlediği tutumla değişmektedir. Bu durum aynı zamanda demokratik Kürt siyaseti açısında da geçerlidir. Yan yana yürümeyi başaramadığımız için ilişkilerimiz ve algımız, mücadelemiz önünde engel oluşturmaktadır.

Yüklerimiz engel

Bu hallerimizle, var olan uygarlık krizinin daha görünür olduğu bir pandemi sürecine girdiğimizi söyleyebiliriz. Var olan dağınık halimizle bile uygarlık krizine neden olduğumuzu unutmamak gerekir. Salgın ile birlikte uygarlığa ilişkin söylediklerimiz tüm toplum kesimlerince görülmeye başlandı. Uzun bir süredir yana yana yürüme iradesini ortaya koymaya çalışan toplumsal mücadele hattı ile ekolojik mücadelenin birlikte ve iç içe yürüme olanakları artmıştır. Ancak bazı alışkanlıklarımız ve halen atamadığımız yüklerimiz bizim önümüzde engel olmaya devam etmiştir:

-Devletten bekleme halimiz toplumsal mücadele örgütlerinin salgın ile mücadelede bağımsız programlarını oluşturamamalarına neden olmuştur. Bu durum daha çok devlete ve kapitalizmin uluslararası kurumlarına iş tanımlama ile kendimizi sınırlamamıza neden olmuştur.

-Kurumsallıklarımızın içine hapsolarak var olan rutini sürdürmek ile yetinmemiz, yeni bir örgütsel sürecin gelişimini ortaya çıkaramamıştır.

-Uygarlık pandemi sürecini bir fırsat olarak değerlendirip krizini aşmanın aracına dönüştürmeye çalışırken, bizler ise krizi yeni bir yaşam/uygarlığın inşasına dönüştürmek yerine daha çok talep dilini öne çıkardık.

-Korona süresince mevcut ilişkilerimizi, ürettiklerimizi ve tükettiklerimizi çokça konuştuk; kim için ürettiğimize, neyi tükettiğimize ve sürdürdüğümüz ilişki biçimlerinin neye hizmet ettiğine ilişkin yoğunlaşmalar yaşadık. Ancak bunları yeni yaşam inşasına dönüştüremediğimiz için “yeni normalleşme”de hemen eski yaşamlarımıza geri dönenerek kapitalizmi yeniden üretmeye devam ediyoruz.

-Tabii ki en çok da sağlığı konuştuk. Mevcut sağlık sistemlerini yoğunca eleştirdik, yeni bir sağlık mümkündür dedik. Ancak modernizmin akıl dünyası dönüp dolaşıp yine kapitalist/modern tıbbın sınırlarında düşünmemize neden olduğu için, toplumsal bir sorun olan salgını tıbbileştirmekten kurtulamadık. Belki de sağlıkçılardan çok toplumsal mücadele örgütleri bu sınırlarda gezerek toplumsal mücadele alanında yapılması gerekenleri kendi üzerlerinden atmaya çalışmışlardır.

Yol ayrımı

Her şeye rağmen önemli fikri tartışmalar olmuştur. Bunun yanı sıra pratik tartışmalar da olmuştur. Bu anlamda önemli bir yol ayrımına geldiğimizi söyleyebiliriz. Toplumsal mücadele örgütleri açısından, kendi durumlarımızı gözden geçirerek artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bizim için de geçerli olduğunu unutmamak gerekir. Kapitalizmin de bizim tartıştıklarımızı ve yapıp-eylediklerimizi sürekli olarak izlediği aşikardır. Bunları görerek kendini yeniden kurmaya ve buna “yeni normal” diyerek toplumsal bir algı yaratmaya çalışmaktadır. Ama bilinmesi gereken, sistem açısından bizler yeni bir dünya kuracağız diyerek gereğini yapmadığımız müddetçe değişen bir şey yoktur.

Paylaşım savaşı

Egemen sınıflar açısından uzun bir süredir netleşen durum, bu dünyayı bizimle paylaşmak istemedikleridir. Başka dünyaları aradılar bulamadılar, bugün bu dünyada kendilerine ait bizden ayrıksı bir dünyayı kurmak istiyorlar. Bu anlamda aynı gemide olmadığımız netleşmiştir. Kısmen de olsa birlikte yaşamanın olanakları diye görülen yasalar ve kurallar, tümden yok sayılarak müthiş bir kuralsızlaştırma ile bizlere yönelik baskıları artırmaya çalışıyorlar. İklim krizi inkarcılığı ile var olan doğa talanına devam edeceklerini açıkça dillendiriyorlar. Tüm bunlarla birlikte toplumsal yüklerden kurtularak seçkin yaldızlı kalelerini kurmaya çalıştıkları açıktır. Bu da göstermektedir ki kapitalizm açısından yeni bir sosyal/refah devleti söz konusu değildir. Öyle ki sol içindeki bazı akımlarca yapılan sosyal devlet çağrısı ve “yeni kamuculuk” tartışmaları, kendilerini kandırmak dışında bir şey ifade etmemektedir.

Solun rutini

Toplumsal mücadeleler ve sol açısından bu yeni dönemde iki yol görülmektedir. Rutin olan ile yetinip, talep dilinin güncelliğinin sağladığı olanakları kullanıp popülist bir dil ile kendini görünür kılarak bir siyaset izlemek birinci yol olarak görülmektedir. Bu siyaset yapma biçimi yeni bir yaşam iddiasını taşımaktan uzak olmakla birlikte karşıtlık ilişkisi içinde var olmaya çalışmaktır. Egemen siyaset ve siyaset figürleri de popüler siyaseti güttüğü için bu yöntem belirli bir düzeye kadar kendini var edecektir, ancak toplumsal mücadeleye katkısı bulunmamaktadır.

Eylem hali

Kurucu siyaset olarak da ifade edeceğimiz diğer yol ise yeni bir toplumsallık ile birlikte yeni yaşam iddiasını ortaya koyarak yerel mücadele odaklarını evrenselle buluşturup öz yönetimlere dayalı ekoloji, demokrasi ve kadın özgürlüğünün içiçeliği ile yeni bir uygarlığın inşasının siyaseti olacaktır. Bu yol da esas olarak sosyalizm mücadelesini yürütmektir. Sınıfsal, erkeklik, ekolojik ve medikal düzeyde yaşanan bir uygarlık krizine bu bütünlükte demokratik uygarlığın inşası ile çıkış aramak gerekir. Bunun için her yönüyle demokratik siyaseti geliştirerek, onun eylemi ile yürümek gerekir. Son dönemlerde her türlü baskıya rağmen sağlık emekçilerinin eylemlilikleri, kadın eylemlilikleri, HDP nin demokrasi yürüyüşü ve onu takip eden baroların yürüyüşünü önemli adımlar olarak ifade edebiliriz.

Sosyalizmde ısrar

Demokratik siyaset iktidar üretmeyen bir kurumsallıkla birlikte güçlü demokratik eylem hattı geliştirerek kurucu misyonu oynayabilir. Bu da ancak düşünsel netlikle olur. Söylemini açık ve güçlü söyleyerek toplumsal arayışa cevap olmak gerekir. Demokrasinin savunusu olarak özyönetimi savunmak, milliyetçilik hezeyanlar ile yeniden devletçi ideolojilerin köpürtülmesine karşı durmak gerekir. Farklılaşmalara dayalı ortaklıkları öne çıkararak, dar yapılar içine hapsolmayı reddetmek gerekir. Sosyalizmde ısrar etmek gerekir. Kadın mücadelesi ve direnişçiliğinin öncülüğünde bir yol yürüyüşünü esas almak gerekir. Başta hemen yanı başımızda sürmekte olan Rojava devrimi olmak üzere dünyada var olan toplumsal mücadelelere açık olmak ve onlarla dayanışma içinde olmak gerekir.
Uygarlık krizi olarak ifade edilen bu krizi yeni bir yaşam ve uygarlık için biz değerlendirmez isek, kapitalizmin bu krizini aşma kapasitesine sahip olduğunu ve aşabileceğini bilmemiz gerekir. Sorun bizim ne yapabileceklerimizle alakalıdır…

*Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu Öğrencisi



İLİŞKİLİ İÇERİK

Sağlık ve Politika Okulu yürüyüşüne devam ediyor!

[su_button url=”https://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/basvuru/view.php?id=10110″ target=”blank” style=”flat” background=”#a80b0c” color=”#ffffff” size=”9″ wide=”yes” center=”yes” radius=”0″ icon=”icon: users” icon_color=”#ffffff” text_shadow=”0px 0px ...