Salgının Ortaya Çıkışında Kapitalizmin Üretim İlişkileri ve Onun Sağlık Sistemleri Sorumludur, Çözüm Buralarda Aranmamalıdır- Fikret Çalağan*
Kapitalist uygarlık bir kömür-çelik uygarlığıdır. Modernizmin kalkınma ve ilerleme ideolojisinin yansıması olarak gelişen üretim ve üretim ilişkileri doğayı talana dayandığında ekolojik yaşam her geçen gün büyük tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Sermayenin sürekli biriktirme ve tekelleşme istemi ancak sömürünün genişlemesi ve yaygınlaşması ile mümkündür. Bu durum gerek zorla gerekse de ideolojik ve kültürel hegemonyanın yarattığı rıza ile tüm toplumun kapitalist üretim ilişkilerine dahil edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Savaş ve doğanın talanı ile toplumun büyük bir çoğunluğu proleterleştirilmektedir. Adeta yaşamak için çalışmak bir zorunluluk olarak algılanmaktadır. Gelinen aşamada çalışmak zorunlu hale dönüşmüştür. Kendini gerçekleştirmenin bir eylemi/eyleşi olan üretim bu zorunlulukla birlikte insanın kendine ve sonuç olarak topluma yabancılaşmasına neden olmaktadır. Aynı zamanda ekolojik yaşam içinde toplumsal bir varlık olan insan doğaya da yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşma süreçleri geçmiş tüm hiyerarşik devletli dönemlerde de vardı. Ancak kapitalizm bunun en boyutlanmış haline dönüşerek en incelmiş hali ile bedenine yabancılaşmaya dönüşmüştür. Bugün kapitalist üretim ve tüketim mekanizması, yönetim anlayışı, aynı zamanda kapitalist tıp bu bedenine yabancılaşan topluluğun üzerinde yükselmektedir.
Ne kadar çok üretir isek o kadar çok kazanacağız, kazandığımız kadar tüketeceğiz döngüsü, bir körlüğe dönüşmüş durumda. Niye üretiyoruz, ne üretiyoruz, kimin için üretiyoruz, ürettiğimizin insana, topluma ve doğaya yararı ne sorularını sormadan sürekli olarak ve kamçılanmış bir halde üretiyoruz.
Aynı şekilde tüketiyoruz ama, neyi tüketiyoruz, neye yarar, sonuçlarında bedenimiz, toplumumuz ve doğamızın zarar görüp görmediğini sormadan oburlaşan bir tarzda tüketiyoruz. Kapitalist kültür tamda bu sarmalın kendisi olarak ifade edilebilir.
Bu kültürün bir parçası da kapitalist tıp anlayışı ve onun ürettikleridir. Kapitalist kültür kendini inşa etmek istiyorsa öncelikle mevcut toplumu kültürel olarak al aşağı etmesi gerekir, bir anlamda toplumsal kırımı gerçekleştirmesi gerekir. Toplumsal kırım için toplumun kendini var etmesinin aracı olan sağaltım yeteneğinin alıkonulması ve var olan toplumsal tıp/sağlık birikiminin ters-yüz edilerek kendi tıp anlayışını yerleştirmek bir gerekliliktir. Kapitalizmin cadı avlarıyla yaptığı kadın kırımı ile bu işte epeyce yol aldığını söyleyebiliriz. Ama en önemlisi geliştirdiği biyolojik-tıbbi model ile bir mutlaklık yaratmaya çalışmıştır. “Biyolojik-tıbbî model bugün bir modelden çok daha fazla bir şeydir. Tıp mesleği içerisinde bir doğma mevkiini kazanmış, sıradan insanlar içinse ortak kültürel inanç sistemine çekip çıkartılamaz biçimde eklemlenmiştir.”1
Kapitalist tıp anlayışı, üretim sürecinin devamlılığı için çalışanların sağlıklı kalmasını ve sağlıklı nesiller için de yeniden üretimin bir parçası olarak tariflediği sağlık sistemini daha sonraları ulus-devletin hegemonyasının meşruiyetinin bir aracı olarak gördü. Gelinen aşama itibariyle sermaye yeniden üretim olarak kârlı bir alan olarak görülmekte ve programlanmaktadır. Bu dönem sağlığın sermayeleşmesi ve sağlık hizmetlerin bir meta olarak ele alınması kısmen var olan sağaltım anlayışı yerine tümden kapitalist üretim, tüketim ve yönetim ilişkileri sonucu doğan hastalıkların tedavisine daralan bir sağlık sistemi gelişti, yaygınlaştı ve neredeyse tüm dünya yayılmış durumda. Covid-19 pandemisinde önce kapitalist tıp/sağlık sistemleri pandemisinden bahsedebiliriz. Salgınlar tarihini incelediğimizde doğru bir yaklaşımla ele alınarak var olan pandemi ile mücadele edilmezse sonuç alınmadığı gibi başka bir pandemiye davetiye çıkarılır. Kapitalist tıp pandemisi ile mücadelede başarılı olamadığımız için bugün Covid-19 pandemisi ile karşı karşıyayız.
Bundan dolayı mevcut pandemi ile mücadele için kapitalist tıp anlayışının üreteceği bir çözüm bulunmamaktadır.
Çünkü;
- Sermaye amaçlı sağlığı ele aldığı için daha çok tıbbi teknolojiye yatırımları önceleyecektir. Pandemi sürecini bunun bir aracı olarak ele alacaktır. Bu yararlı olmadığı gibi yarattığı tahribatlarla beden ve doğa üzerinde yeni bir denetim mekanizmasını doğuracak ve sonuçları da olumsuz olacaktır.
- Genel olarak hastalıklar toplumsaldır, salgın hastalıklar da kendi özelliğinden kaynaklı olarak toplumsaldır. Sağlığın toplum merkezli olması gerekir. Koruyucu sağlık hizmetlerinin esas alınması gerekirken, geliştirilen sağlık sistemleri koruyucu sağlık hizmetlerini önemsizleştirmiş, kapitalist bireysel anlayışı ile sağlık hizmetleri bireyselleştirilmiştir.
- Ekonomi adı altında sermayenin genel çıkarlarını korumak için toplumsal sağlık yerine bu üretim sürecini sürdürme kararlılığı sorunu büyütmeye devam etmektedir. Bu kapitalist sisteminin bir parçası olan DSÖ, Dünya Bankasının ve ulus-devletlerin ekonomik beklentilerini gözeterek süreci yürüttü ve yürütecek, bu anlamda DSÖ merkezli bu süreç sonuç vermeyecektir.
- Toplum bir bütündür. Yaşlara ayırarak ve yalıtarak toplumsal olan salgınla mücadele edilemez. Nüfus üzerinde kontrol amaçlı uygulanan tedbirler toplum yararından daha çok kapitalist üretim ve ulus-devletlerin geleceği içindir. Yaşlılara yönelik kamu hizmetleri yetersizdir ve bu dönem eve kapatılan yaşlılara esinlendirme amaçlı hiçbir destek hizmet verilmemektedir. Bu kapatmanın amacının yaşlıları korumadığı açıktır. Zaten kapitalizm açısında yaşlı nüfus medikal sanayinin tüketimi için bir araç ve pandemi dönemlerinde ise yük olarak görülmektedir. Ancak sokağa çıkma yasağının gerekçesi sağlık sistemi üzerinde daha çok yükün binmesi ile yaşanacak kaosu engellemektir. Üretim sürecinin aksamaması için 20-60 yaş grubunun çalışmasını zorunlu kılmaktadır. Yetmediği için atölyelerde öğrenciler çalıştırılmaktadır. 20 yaş altı kesimlerin sokağa çıkmasının yasaklanmasının nedeni ise kapitalizmin üretim geleceği için yetişmiş ve sağlıklı genç nüfusa ihtiyacının olmasıdır. Bundan dolayı eğitime ara verilmeden evlerde sürdürülmektedir.
Görüldüğü üzere “kapitalizm gölgesinden faydalanmadığı ağacı keser” gerçekliğinde bakarsak kapitalizm ve onun tüm bileşenlerinin toplum açısından bir fayda getirmeyeceği açıktır. Aynı zamanda kapitalist tıbbında yarar sağlamayacağının farkındayız. Ancak yaratılan algı ve korkularla topluma kendisi dışında bir sağlık mümkün değilmiş anlayışını ve kültürünü yaymış durumda. “..onu aşmak için derin bir kültürel devrim gerekecektir. Eğer sağlığımızı düzeltmek ya da hatta korumak istiyorsak böyle bir devrim zorunludur”1
Ve başka bir dünya ve sağlık mümkündür.
*1: Fritjof Capra- Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası- Biyolojik-Tıbbi Model
*Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu Öğrencisi