Kent mücadeleleri ve sınıf mücadelesi – Miguel Amorós

“Yaşamı değiştirmek için mekânı değiştirmek zorundasınız.”

– Henri Lefebvre

Kendine ait mekânı özgürleştirmeden otantik olmaya çalışan bir kent mücadelesi soyut kalacaktır. Kendi mekânını üretmeyen mücadele sürdürülemez; kendi yaratımından itibaren başarısız olur  ve bir getto olarak sonlanır. Yaşamı değil sadece ideolojiyi değiştirir. Yeni kurumlar yaratmaz, ya da yeni mimari formlarla bir deney yapmaz, ya da özgürleştirici bir kentçilik düşünmez

Doğal mekân yoktur. Tüm mekânlar toplumsal mekânlardır; toplumsal ilişkileri gösterir, kapsar ve saklarlar. Toplumsal ilişkiler uzamsal birer oluşa sahiptirler; mekân içinde tasarlanırlar ve onu üreterek üzerinde iz bırakırlar. Bu toplumsal ilişkiler kapitalist toplumsal ilişkiler olduklarından, toplumsal mekân, sermayenin mekânı, onun eylem alanı ve etkinliklerinin temeli olmaya meyillidir. Sermaye onu, ondan öznel olanı dışarı atarak ve soyut, uyumlu ve ehlileştirilmiş bir özne olarak kurarak yutar, parçalara ayırır ve daha sonra o parçaları tekrar bir araya getirir. Sermaye mekânın birleşimini ve sömürgeleştirilmesini tamamladığında, kent toplumu, sınıflı toplumun yerini alır ve onu aşar. Kendi soyut, araçsal ve manipülatif mekânını ve aynı zamanda, vakitlerini kontrol ettiği bir ahaliyi üretir ve şekillendirir. Bu ahali ve eski proleterler arasındaki fark muazzamdır. Bu ikinciler -piyasanın dışındaki gündelik hayatı başka tür kural ve değerler tarafından yönlendirilen- kendi mekânlarını -işçi sınıfı semtlerini- ellerinde bulundururlar. Yeni ücretli işçi kendi sınıfından özgürleşmiştir; kendisine ancak kent mekânı içinde, gösteri-metasının sınırlarının referansıyla yön verir. Onun gündelik hayatı açıkça ikincisinin yönergelerini yeniden üretir. Kapladığı yer daima yalnızca kazandığı kadar paraya bağlı olduğundan, selefinin aksine, o artık otonom ve tarihsel bir kolektif mekânda değil, içi boşaltılmış, iktidarın işaret ve mesajlarıyla doldurulmuş soyut bir mekânda yaşar.

Bileşik-kent, kent toplumunun kurucu öğesi, üretim güçlerinin kontrolsüz gelişiminin sonucu olan bir mekândır. Bununla beraber, kendi kapsamı içerisindeki tüm siyasal ve toplumsal sorunlar hiddetlenir ve etkisizleşir, çünkü deneyimin kuşatılması ve bellek ve kapanma kaybı sayesinde, toplumsal sorunların algılanması gittikçe daha problematik bir hal almaktadır. Bileşik-kent bozulmuş sınırların ve talimlerin mekânıdır; bellek ve hayaller için değil unutma ve uyku için hazırlanmış bir mekân. Kapitalizm gibi o da krizler üzerine kurulur: Demografik kriz, enerji krizi, finansal kriz, siyasal kriz, kültürel kriz, emek krizi, sağlık krizi, çevre krizi, vb.; kriz onun aracı ve çöküşünü tetikleyici tehdittir. Bu, bütünüyle denetlenen ve gözlemlenen, ahalinin hareketlerinin yönetildiği bir mekân olmasının nedenidir. Bileşik-kentlerde, önleyici gözetim üst seviyede otomatikleştirilebilir; tıpkı metalar gibi nüfus da sürekli gözetimin sağlanabilmesi için takip edilebilir. Bu, çözümsüz komplikasyon ve sorunların belirli bir kritik seviyeye ulaşmış olduğunda zorunluluktur. Giderek daha karmaşık ve merkezi olan dünyanın kontrolü, ancak bireyleri kent tasarımının ve güvenlik teknolojilerinin tarafsız, şeffaf, homojen ve steril hale getirmiş olduğu bir mekân içinde, robotlara dönüştürülmesiyle sağlanabilir. Bu türden bir mekân, stadyum, alışveriş merkezi ve hapishane arasında gidip-gelir.

Bireylerin kent mekânı içinde neredeyse mekanik bir şekilde ehlileştirilmeleri, işçilerin ve semt mücadelelerinin gerilemesiyle doğrulanır. Ücretli-emek ordusunun bir üyesi olma koşulu, artık bir kimlik oluşturmak ya da bir “dünya”yı tanımlamak için yeterli olmamaktadır. Artık resmi burjuva metropolü içinde, onunla birlikte var olan ve karşısında duran gerçek bir işçi sınıfı şehri yoktur. Bileşik-kentler sırlardan yoksundurlar ve “söyleyecek hiçbir şeyleri” de yoktur. Geçmişte semt grupları, şehrin en ücra bölgelerini temel hizmet ve teçhizatlar talep ederek kent dünyasıyla kaynaşmayı arzuluyorlardı. Kent modelini sorgulamadılar: Merkezi bölgelerle eşitlik temelinde, onun bir parçası olmayı istediler. Ne var ki kent mücadelesi, sadece köleliğin sahne dekorunu değiştirerek şimdi öylece bitemezdi; bileşik-kentin mutlak varlığının kendisini sorgulaması, onu sermaye dışı kılması gerekir. Gelişimcilik-karşıtlığının temel bir ilkesi der ki, sermayeyle dolu bir toplum kent toplumudur. Bu, sermaye dışında bir toplumun neden tarım toplumu olması gerektiğine işaret eder. Bu perspektiften, özgürleştirilmiş bir kent mekânı böylece kent dışı kılınmış bir mekân olmak zorunda kalacaktır. Bu, şehrin ortadan kalktığı anlamına gelmez ki bu bileşik-kent tarafından hâlihazırda tamamlanmıştır. Bu şehir-taşra karşıtlığının pozitif aşılması ve her iki gerçekliğin de biçimsiz bir artık olarak çürümesinin radikal reddiyesidir. Bunun için kent mücadelesinin kazanması gereken projenin ekseni, şehrin geri kazanılması, paradoksal bir şekilde kırsallaşma sürecidir.

Bugün gelişimcilik-karşıtlığı tek anti-kapitalizmdir. Başlangıç noktası kendine yeniden mâl etmenin reddine yol açan ve tüm sosyalist programlarda temel bir nokta olan kapitalist üretimin içsel felaketidir. Ancak eski proletaryanın gerileyişi, onu bu zorunluluğun bilincine varmaktan alıkoyar ve yeni stratejileri açıklama girişimlerini geciktirir. Eğer proletarya tarihsel misyonundan el çekerse, üretim ve bölüşüm araçlarını ele geçirmeyi geri çevirirse, “iş kayıpları”yla sonuçlanacak olan kaçınılmaz gerçekten dolayı, ortadan kaldırılmasına da muhtemel ki karşı olacaktır. Sınıf çıkarlarının buharlaşmasının ardından, hiçbir şey değilse de bireysel ve ticari çıkarların kalmasından dolayı, daha yüksek ücretler ve iş garantisi için mücadele sıklıkla egemenliğin eline oynuyordu; ki bu çıkarlar serbest bir toplumun gereksindiği “endüstriyel silahsızlanma”ya karşı çıkarlar (örneğin, petrokimyasal santrallerde, otomobil fabrikalarında, nükleer enerji santrallerinde, özel güvenlik, inşaat, vb. sektörlerde işlerini kurtarmak için verilen umutsuz bir kavga). Mortgage ödeyen konformist işçi asla işinin doğasını sorgulamaz, o “bir işi herhangi bir iş gibi” görür ve mevcut üretim sistemi ve özgür bir toplum arasındaki bütünsel uyumsuzluğu yok saymayı tercih eder. Bununla birlikte, ücretli-emek ve borçlanma, kent toplumunda geçim kapısının olağan formlarıdır ve bileşik-kentin yayılmacı temposunun uyanışını takip ederler. Bunlar ekonomik büyümeyle ve böylece bölgenin mahvıyla ilişkilidir. Bölgesel çatışma zorunlu olarak ücretli-işçiler, işverenler ve devlet arasında bir ittifaka yol açar (örneğin, Yüksek Hızlı Trenler, otobanlar, baraj ve su yolu projeleri, termal enerji santralleri, konut alanları, golf sahaları ve spor kompleksleri, vb.nin inşaası). Dolaysız çıkarları son derece yakındır; ve savunacakları başka bir çıkarları da yoktur.

Kent mücadelesi geçmişin işçi mücadelesinin yerini alır, sermaye kusursuzca tüm emeğe ilişkin talepleri birleştirmeye yetenekli olmasından, toplumsal sorun bir emek sorunu olarak ortaya çıkarılamaz, ama bir kent sorunu olarak ortaya çıkarılmalıdır. Kapitalist rejimin çelişkileri artarak iş yerinde daha az görünür, kent çatışmasını besleyen gündelik hayatta ise yaygın ve görünür bir hale gelir. Sermayenin soyut mekânı kitle yaşamı üretiminin fabrikasıdır. Gündelik hayat, teknoloji, tüketicilik ve gösteri tarafından işgal edilmiş, sömürgeleşmiş bir sektördür. Özel, yalnız ve hapsedilmiş bir yaşamdır; emeğin bir uzantısıdır, işle özdeştir. Bu kent mücadelesinin bir fabrika mücadelesi karakteristiğine sahip olmasının nedenidir; ancak daha fazla teknolojik donanmış özel yaşam talep etme olmadan ve zamanı iyice makul işlevsel alanlarına bölünmüş olmakla, ama sermaye dışında, zamanının özgürce kullanımı düzenleyerek. Bu, yeniden fethedilmesi ve bir içerikle doldurulması gereken mekân için mücadeledir. Kent mücadeleleri yeni bir özneyi, reddederek kabullenen değil kabullenerek reddeden yeni bir proletaryayı ortaya çıkarır; işçi sınıfının koşullarını evrenselleştirmenin peşinde koşmayan ama onu hemen reddeden bir proletarya. Eğer emeğin kendisini sorgulamaz ise, sermayeyi de sorgulamaz: gerçek anti-kapitalizm anti-işçicidir. Kolektif bir öznenin ya da ona karşılık düşen aynı şeyin, bir sınıfın kendisini kurması için, düşman sınıfa karşı güç kazanacağı kendi özgül mekânını yaratması gerekir. Ücretli-işçiler, motorcular ve tüketicilerle dolu  sermayenin mekânı bu amaç için uygun değildir. Dönüştürülmelidir ve bunun olması için yapılacak ilk şey, onu piyasanın kıskacından kurtarmaktır. Emeğin, tüketimin, dolaşımın, boş zamanın, vb. mekânı olmaktan çıkmalıdır. Yeni kurtarılmış mekânda, ahalisi yeterli ölçüde otonomiye erişmelidir (gıdaya, giyinmeye, ayakkabılara, eğitime, ulaşıma, sağlığa, öz-savunmaya, enformasyona, vb.ye ilişkin olarak). Otonomi kapitalizmin ve varolması için gereken anti-kapitalist sınıfın olumsuzlanması için önkoşuldur. Bağımsız lojistiğin gelişmesi, zamanı kontrol eden ve mekânı yöneten ayrı bir kolektiviteyi garanti altına alacaktır. Bu, sırasıyla bölgenin parçalarını kurtarmadan olanaklı mıdır? Bileşik-kentlerde ve kent sistemlerinde örneğin sağlık ya da enformasyona dair görece bir ölçüde otonomiye erişilebilir, ama otonomi hazırlığının olduğu, hiç kimsenin doğrudan kendi gıdasını üretemediği bir yer, üreticilerle ilişkilerin kurulmasını gerektirir. Bu durumda gıda bağımsızlığı kent mücadeleleri ve bölge savunması arasındaki ilk bağlantı olacaktır. Bu ilk adımlar başarıyla atılmış olsa bile, yine de sorun, daha henüz ortaya çıkmaya başlamıştır. Kent toplumu konutları daha pahalı hale getirmeye, kent bahçelerini kaldırmaya, ortak kullanım alanlarını yok etmeye ve yaşamı muhaliflere daha zor kılmaya eğilimlidir. Bu, kendi içine kapanmayı fazlasıyla güçleştirmeye ve kurtarılmış mekânları küçük gettolara indirgemeye eğilimli olduğu anlamına gelir. Bu koşullar altında yeterli ölçüde ayrılık ve kendini dışarıda bırakma olanaklı mıdır? Bu, bütünüyle belirli sonuçlara bağlıdır. Bileşik-kentlerde ve hatta daha çok kırsal çevrede, krizlerin daha da büyümelerine yardım eden, paradan arındırılmış gayri-resmi ekonomik bir mekân oluşturan dünya piyasasının kendisi, ayrılık ve dışlamanın en kudretli gücüdür. Dahası işe gelmeme gibi emeğin sabotajının ihtiyatlı formları genelleşir. Yine de bu son çerçeve içerisinde, oldukça yeterli bir düzeyde kültürel ve siyasal bir otonomiye ulaşılabilir mi? Bu gerçekten devrimci bir öznenin kurulmasının alanı olabilir mi? Yeniden özne olarak kurulan, mücadele eden topluluktur, ancak hep birden değildir. O sadece belirli bir zaman aralığı için, potansiyel olarak bir topluluktur, çünkü kent mücadeleleri onların birleşmesine neden olsa da, henüz bunu güçlendirmek için yeterli bir derecede varolamazlar. Bu aralık sırasında kent mücadelesi, gelişmekte olan sınıf mücadelesidir; oluşmakta olanın hâlihazırda oluşmuş olanla karşılaştığı bir sınıf. Öznenin kendisini bütünüyle doğrulaması için, kendisini kapitalist ilişkilerden koparmalı ve kendi otonomisini kurmalıdır ve bu ikincisi karşı-kurumlarda kendisini göstermelidir ve bölge sathına yayılmadığı sürece olanaklı değildir. Emek ve kültürü etkileyerek ayrılma süreci, bölgesel ayrılma süreciyle birleşmelidir. Ücretli-emeğin ve gösterinin reddiyesi bölgenin yayılmacı parçalarının piyasasından çekilmeksizin gerçekten etkili olamaz. Başlangıçta, özgürlük tarımsal temeller üzerinde inşa edilmektedir.

Kendine ait mekânı özgürleştirmeden otantik olmaya çalışan bir kent mücadelesi soyut kalacaktır. Kendi mekânını üretmeyen mücadele sürdürülemez; kendi yaratımından itibaren başarısız olur  ve bir getto olarak sonlanır. Yaşamı değil sadece ideolojiyi değiştirir. Yeni kurumlar yaratmaz, ya da yeni mimari formlarla bir deney yapmaz, ya da özgürleştirici bir kentçilik düşünmez. Kendisini, mobingkarşısında ufak didişmelerde, kamulaştırmalarda, kentsel gelişmede, mahkeme kararıyla tahliyelerde, rüşvet skandallarında, taraflı planlamada, gözetlemelerde, kentsel heykellerde, vb.de gösterir, ancak sonuçları çizmez, kent toplumunu bir bütün olarak sorgulamaz ve bir bütün olarak bir başka toplumsal model olarak ele almaya yeltenmez. Bilinçli mücadeleler bunu yapabilirken, kolektif bir özne işleyemez. Bir kent mücadelesi ancak gündelik hayatını kapitalist buyrukların ötesinde yürüten bireyler topluluğunu bir araya getirme kabiliyetini yakalarsa etkili olur. Piyasa, süratle mücadelenin serbest çatışmalarla sürmesi gerektiğinden, “kentsel dönüşüm” ve kasaba ve şehirlerin müzeleştirilmesi (yeniden geliştirme, altyapı, rehabilitasyon, yeniden inşa etme, modernizasyon) ve sabit kent otoyolu ve ulaşım altyapı projelerini (kavşaklar, tüneller, üst geçitler, çevre yolları, bağlantı yolları, eklentiler ve kazı işleri) kabul etmenin hiç de zor olmadığı, kaybedilmiş araziyi geri kazanır. Kent mücadelesi toprak üzerine fiyat etiketi koyulmasına ve reel emlak kârları dolaşımına karşı bir direniş hareketi, ayrımcı yeniden gelişime, gösterişli ve şatafatlı fallik mimariye, idari otoriteciliğe karşı bir barikat; kısacası, mekân ya da meta dünyasıyla savaşta bir savaş alanıdır. Bir plan kurmak ve kent toplumuna alternatif bir model önermek zorundadır; ki bu merkezi olanı dağıtan ve komüniter, resmi-olmayan ekonominin önerdiği olanakların avantajını alan ve kapitalist mimari ve kentçiliğin eleştirisini geliştiren (ama bu tasarrufu olmayan kaynaklara gereksinim duyan) biridir. Bunun teorik-pratik kırılganlığını aşmak için, başka cephelerden müttefikler bulması gerekir; bölgenin savunulmasına yol açan bir amaç. Kent mekânının özgürleşmesi, özgür bir bölgeyi gereksinir.

Bölgenin nüfusunun azaltılmış ve arttırılmış olması kent alanlarına dayandığı sürece, bölge için mücadele bileşik-kentleşmenin ve onun uydularının sahnesinde bir savaşımdır; ancak bu kelimenin tam anlamında bir kent mücadelesi değildir, çünkü kırsal çevrede vuku bulmaktadır. Bugün hepsi ulaşımı, hidroliği, enerjiyi ya da iletişim ağlarını içersin ya da içermesin, kentleşmeciliğe, nükleerleşmeciliğe, endüstriyel tarım ve altyapı projelerine karşı bir direniş olarak şekilleniyor. Bu planlamaya ve planlama tarafından hizmet edilen ve onları sermayeye dönüştüren amaçların belirlediği yasallaştırmaya karşı bir saldırıdır. Bölgenin savunulması, otonomi için mücadele, ilerleme karşıtlığıdır. Bu daha önce hiç olmadığı kadar mekân dünyasına tercüme edilmiş gerçek bir sınıf mücadelesidir. Dolaşımın bir aracı haline gelen soyut mekânın yayılmasını ve piyasaya karşı olan özgürleştirilmiş bölgelerin komüniter ilişkileri içinde kendini kurma girişimlerini önler. Bölgenin savunulması kent sorununun eksenini oluşturur, çünkü sermayeyle ilişkili bölge artık basit bir mekân rezervi değil, bireysel kârların ana kaynağı ve bir iş “depo”sudur. Kapitalist dolaşımın yeni formu, hammadde fiyatlarının artışı, büyük altyapı projeleri inşaası, yenilenebilir enerji projeleri, çöplerin geri dönüşümü, toprağın turistik dönüşümü, kırsal turizm, vb.  temelinde başlar. Artan oranda daha değerli bir toplumsal refah sisteminin parçalanmasının ve son derece güçlü bir aracı rolüyle birlikte bir emek piyasasının kısıtlayıcı düzenlemelerin kaldırılmasının daha fazla sorun olmaması, ama “sürdürülebilir ekonomi”nin finanse edilmesinin, ya da başka bir ifadeyle, “yeşil” yeniden dönüşümün bedelinin nüfusa ödetilmesinin olmasıyla, bu yeni aşamada devlet kaybettiği önemini geri kazanır. Bu yeni piyasa çevreciliği, egemenliğin ekonomik temellerinde değişiklik yapmayı değil, onları sağlamlaştırmayı amaçlar. Öyleyse, bölgeye, israfa ya da tüketiciliğe karşı saldırıya bir son vermek için herhangi bir öneriyi şarta bağlamaz, ama aksine, amacı onların devamlılığını garanti altına almaktır. “Sürdürülebilirlik” aynıdan fazlası, hatta bir başka renge boyanmış olması anlamına gelir.

Şiddetli kıtlıklar geride kaldığında, toplumsal çatışma kendisini bütünüyle ekonomik etkinlik içerisinde değil ekonomi ve ekonomiye karşı direnen her şey karşısında ortaya koyar. Baş karşıtlık üretim ortamında ya da hizmet sektöründe değil onların dışında ve onlara karşı ortaya çıkar – gündelik hayatta, çalışma dışında ve çalışmaya karşı yerlerde. Böylece devamsızlık, kendini dışında bırakma ve işbirliği, kritik bir önem kazanır. Teorik paradigmanın değişimi -proletaryanın sonu, kapitalist toplum ilişkilerinden kopması, ilerleme karşıtlığı- hiçbir şekilde radikal mücadelenin bırakılması ya da tüm devrimci perspektifin terk edilmesi anlamına gelmez, çünkü karşıtlıklar ortadan kalkmamıştır; hatta azalmamıştır bile. Kabaca yer değiştirmiş ve şiddetlerini arttırmışlardır. Bu paradigma değişimi, ideolojik itiraflar olmadan eleştirel bir düşünme uğraşı ve karşı koyma ve yere geri dönme temelinde pratik bir yeniden-uyum gerektirir. Ancak terketme ve yeniden yerleşme sürecine az önem verildiği sürece, toplumsal çatışma bir belirsizlik içinde seyredecektir, çünkü sağlam yıkıcı eleştiri yeterince ilerleyemez ve karşıtlıklar gölgelerin arasında kalır. Bu teorik belirsizlik durumu, hakiki Martici-işçici ideoloji için pek az uygundur, ama yerine, tasarıları mücadeleyi etkisizleştirmeye hizmet eden, sivil toplumcu hareketin -ki onlar pragmatik ve reformist olarak görülmek isterler, çünkü dolaşımın öncüsüdürler- tehlikeli ölçüde ilerlemesine izin verir. Sivil toplumcu hareketin sahte-hareketleri kapitalist sistemin çelişkileriyle yüzleşmezler, onun yerine devletin tarafsızlığından ve başka türlü bir kapitalizm olasılığından (başka türlü bir gelişme, başka türlü bir küreselleşme, başka türlü bir siyaset ve hatta başka türlü bir sendikacılıktan) bahsederek gizlerler. Bu hareketin çeşitli maskeler altında -ekolojizm, alternatif-küreselleşmecilik, gelişme-karşıtlığı, kentçilik, alternatif sendikacılık- göze çarpan etkisi, onları kent mücadelesi ve her şeyden önce düşünce alanında verilen bölgesel savunma için gerekli kılar. Gerekli pratik onlarsız ilerleme kaydedemez. Devrimci özne asla sistemin müsamahasıyla, neşeli katılımcı bir yurttaş formunda değil, ama sistemin dışında ve ona karşı, öfkeli firari bir proleter formunda ortaya çıktığına göre, kafa karışıklığı törenleri mümkün olduğunca def edilmeli ve sahtekarlar teşhir edilmelidir.

*Kaynak: Sendika Org.