İkiliklerden Kurtulmak- Fikret Çalağan*

Hiyerarşik toplumdan bu yana toplumsal tarih, devletli uygarlık ile demokratik uygarlığın mücadelesini içinde barındıran iki uygarlık çizgisinin çelişkiler, çatışmalar ve uzlaşmalarla birlikte yana yana yürüyüşünün tarihidir. Bunun güncel durumunu ise ‘kapitalist modernite’ ile ‘demokratik modernite’ olarak ele almak gerekir. Bu temelde bakıldığında tarihsel ve güncel olarak mücadelenin iki çizgi arasında yürüdüğü açıktır. Biri devletli/iktidarcı uygarlık çizgisi olurken, diğeri ise demokratik uygarlık çizgisidir. Doğal toplumdan bir sapma olan hiyerarşik toplum ve sonrasında iktidar ilişkilerinin her türlü karmaşık şekli ile gelişen kapitalizm ile birlikte toplumun tüm hücrelerine nüfuz eden devletçi/iktidarcı uygarlık çizgisi, toplum karşıtı ideolojik, politik ve kültürel bir hatta kendini örgütlemektedir. Devlet ve iktidar odaklarının toplum kırımına yönelik saldırılarına karşı, sürekli bir direnişle toplumu korumaya, demokratik uygarlığı komünal değerler çerçevesinde yeniden inşa etmeye çalışan demokratik uygarlık güçlerinin mücadelesi de ideolojik, siyasal ve kültürel bir bileşke üzerinden var olmuş ve kendini bugünlere taşımıştır. Varlığını koruma hali sürekli bir oluş haliyle sürmüştür. Oluş süreci, direnişi sürdüren demokratik uygarlık güçlerinin (kadın, etnisite, sömürüye karşı çıkan ezilen sınıflar, kültürler, ekoloji hareketleri vb.) rengini alarak, çeşitlenerek geniş ve esnek bir tarzda süreklilik kazanmıştır.

Politik mücadelenin uzun sürmesi ve zamana yayılması birçok komplikasyona neden olmuş, dogmatik tarzda katılaşmalara da zemin hazırlamıştır. Özellikle devletli uygarlık çizgisinin toplumsal yaşamda hegemonya kurması ve yarattığı kurumsallaşmaların da etkisi ile iktidar her gün hem tepeden hem toplumun kendi içinden yeniden ve yeniden üretilmiştir. Muhalif bütün toplumsal kesimlerin politik esnekliğini ve manevra yapma kabiliyetlerini sekteye uğratmak ve katı-dogmatik bir hat yaratmak için çatışan ikilikler devreye sokulmuştur. Düşünme eylemini ve pratik süreci bu ikiliklere daraltmak konusunda yoğun bir çaba harcanmıştır. Özellikle kapitalizmin gelişimini hazırlayan Kartezyen düşünme biçimi; bunu daha da boyutlandırarak beden ve ruh ayrımından tutalım her türlü ilişki, düşünüş, politika ve eylemi ikilikler ve karşıtlıklar üzerinden ‘birinden birine’ toplumu/bireyi mecbur bırakmaya, alternatif yokmuşçasına yaşamın içinde var olan diğer olasılıkları silikleştirmeye yönelik bir tutum gelişmiştir. Üçüncü yol/seçenek tartışmaları ve kavramsallaştırmaları ikilikler üzerinden yaşanan daralmaya bir çözüm sunma adına farklı politik çevrelerce kendi diskurlarıyla anlam yüklenmeye çalışılarak tartışıldı ve günümüze kadar geldi.

Bu kavramsallaşmalara geçmeden önce sonda söylememiz gerekeni başta ifade etmekte yarar var. Abdullah Öcalan ve onun önderlik ettiği Kürt Özgürlük Hareketi ‘üçüncü yol’ kavramını kullanırken, iki dünyanın yanına bir üçüncü dünya veya iki çizgi yerine uzlaşma amaçlı bir üçüncü çizgi önermiyor. Tam tersine demokratik uygarlık ve devletli/iktidarcı uygarlık olarak iki çizginin var olduğunu söylerken, özellikle devletli uygarlık çizgisinin hakim kılmaya çalıştığı ve daralmaya/ katılaşmaya neden olan ikiliklere sıkışmadan güncel siyasette yol almanın yöntemi olarak üçüncü yolu/ seçeneği tanımlamaktadır. Demokratik uygarlık çizgisini, yeni siyaset mecrası olarak tanımlamaktadır. Daha yalın bir ifade ile söyleyecek olursak üçüncü yol, demokratik siyasetin kendisidir. Kürt Özgürlük Hareketi tarafından tanımlanan üçüncü yol kavramının hareketin hangi tarihsel eylemi ile nasıl bir içeriğe kavuştuğunu değerlendirmeden önce üçüncü yol kavramının farklı kesimler tarafından nasıl kullanıldığına bir göz atalım. Görülecektir ki, bu kavramı her kullanan buna ayrı bir içerik kazandırmış ve bu içeriğe uygun bir eylem geliştirmiştir. Bundan dolayı; kavrama tek düzey bir anlam yükleyip öyle yaklaşmak düşünsel daralmayı ve katılaşmayı doğuracağı için çözüm gücü olmak iddiasının yitimine neden olur.

Üçüncü Yol Kavramının Tarihsel Kullanımları

Bu kavram ‘ne sosyalizm ne kapitalizm’, onların yerine üçüncü yol olarak ‘sosyal demokrasinin’ önerildiği 20. Yüzyılın başlangıcından itibaren sol açısından konuşulan temel kavramlardan biri olmuştur. Ancak bilinmelidir ki bu kavram sol dışında, politik sağ tarafından da popüler olarak görülmüş ve zaman zaman kullanılmıştır. Sosyal demokratlar, her dönem buna bir içerik kazandırmaya çalışırken, sosyalistler de buna karşı eleştirileriyle üçüncü yol kavramına karşı bir duruş geliştirmişlerdir. Bu karşıtlık sol düşün dünyasını öyle bir işgal etmiş ki bugün Kürt Özgürlük Hareketinin üçüncü yolu kavramsallaştırması bile farklı bir içerikle ele alınmakta kavramın kurucu gücü göz ardı edilmektedir. Oysa bu kavram kullanılan burjuva içeriğinden tümden farklı olarak Özgürlük Hareketinde devrimci politik bir eylem olarak kurulmaktadır.

Sosyal demokratlar açısından üçüncü yol serüveni 1900’lü yılların başında sosyalizm ve liberalizm arasında farklı bir yol olarak ifadesini bulmuştur. 2. Dünya Savaşıyla birlikte iki kutuplu bir dünyada sosyalist devrimlerin yaygınlaşması, Avrupa’da başlayan ve birçok ülkeye kırıntı olarak yansıyan sosyal refah devletlerini hüküm sürdüğü bir dönemde sosyal demokratlar, programlarında üçüncü yola yer vererek Keynesyen politikalardan yarar uman bir hat tutturmaya çalışmışlardır. Reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte “piyasa mı, devlet mi?” tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde, sosyal devletin görece sağladığı olumluluklar ve solun devlet ile koparamadığı ilişkileri nedeniyle üçüncü yol tartışmalarına ilişkin solun tutumu farklı bir içerik kazanmıştır. Sosyal demokrasinin yeni biçimi olarak gelişen üçüncü yol, sosyalizm ve kapitalizm arasında bir yol yerine klasik sosyal demokrasi ile yeni sağ arasında bir üçüncü yol tanımlamasına dönüşmüştür. Çek ekonomi uzmanı Ota Šik bunu piyasa sosyalizmi olarak tanımlarken, İsveç sosyal demokratları 1980’li yıllarda geliştirdikleri programın temel çerçevesi olarak üçüncü yol kavramına içerik kazandırmaya çalıştılar. Ancak bugün halen üçüncü yol denilince ilk akla gelen politik figürler Bill Clinton ve Tony Blair olurken, işin teorisyeni ise Anthony Giddens olmuştur.

Bill Clinton’ın yeni liberal muhafazakarların bazı yaklaşımlarını çağrıştırdığı anlaşılan ‘bildik şekliyle sosyal devlet uygulamalarına son vereceğine’ dair söz vererek açıkladığı ve uyguladığı program piyasa ekonomisinin en vahşi haliydi. Tony Blair ve İngiliz İşçi Partisi, Margaret Thatcher’ın uzun süren iktidarının yarattığı olumsuzlukları aşma iddiasıyla söylemlerine üçüncü yol kavramının elbise olarak giydirerek iktidara gelmiş ancak, Thatcher’ın ekonomik politikalarını devam ettirmiştir. Clinton ve Blair, geliştirdikleri söylem ve politikalarla bu döneme kadar gelişmiş olan sosyal haklara ve sendikal örgütlenmelere kısıtlamalar da dahil olmak üzere daha sert politikalar uygulamışlardır. Esasen her iki siyasetçinin de üçüncü yol dedikleri piyasa ekonomisinin kendisidir. Devlet ile piyasa arasındaki tartışmada piyasa merkezli bir yaklaşımı esas almış ancak devleti de bunu düzenleyen olarak konumlandırmışlardır. Bununla birlikte sosyal demokrasinin artık üçüncü yol olarak tanımlanamayacağı bir döneme girilmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Tam da bu duruma itiraz olarak Anthony Giddens “sosyal demokrasinin yeniden dirilişi” adı altında felsefik ve programsal bir tartışma yürütmüştür. Giddens, ‘üçüncü yol’ kavramını sosyal demokrasinin yeniden canlanışı, sosyal demokratların geçen yüzyıl boyunca pek çok kez üzerinde durmak zorunda kaldıkları konunun günümüzde yeniden ele alınışı olarak yorumlamıştır. Sosyal demokrasiyi, geçen yirmi ya da otuz yıldan fazla süredir kökten değişime uğrayan dünyaya adapte etmeye, edilmeye çalışılan düşünce ve politika üretme bağlamında ele aldığını söylemiştir. Aynı zamanda ‘üçüncü yol’u hem eski tip sosyal demokrasiden hem de yeni liberalizmden farklı bir çaba olarak kabul etmektedir. Küreselleşme sürecinde sosyal demokratlar korumacı politikalar yerine küreselleşme ile uyumlu bir politikanın geliştirilmesini önermektedir. Bu çerçevede üçüncü yol değerlerini tariflerken aynı zamanda üçüncü yol programı açısından da bir öneri sunmaktadır. Giddens; “Yeni liberaller devleti küçültmeyi arzuluyorlar; sosyal demokratlar ise, tarihten getirdikleri bir özellik olarak devletin genişletilmesi taraftarıdırlar. Üçüncü yolun önerisi ise devleti yeniden yapılandırmak yani ‘devlet düşmandır’ diyen sağ ve ‘cevap devlettir’ diyen sol söylemi aşmaktır” diyerek devlet ile piyasanın uyumunu temel bir başlık olarak ortaya koymaktadır. Bunu da “demokrasinin demokratikleştirmesi” olarak kavramsallaştırmaktadır.

Sosyal demokratlar dışında üçüncü yol kavramını kullanmaya çalışan Mahatma Gandi; “ya teslimiyet ya savaş” ikilemine karşı “pasif eylemlilik/sivil itaatsizlik” diyerek üçüncü bir seçenek olarak güçlü ve dönüştürücü bir politik eylem çizgisi önermiştir. Özgürlük Hareketi, bu çizgiyi demokratik siyasetin eylem hattının geliştirilmesi açısından önemli bir deneyim olarak görmektedir.

Yine devrimci bir hareket olan Nikaragua’daki Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN) 1970 yılında askeri eylemleri durdurma kararı almıştır. Dört yıllık eylemsizliğin ardından, 1974’te yeniden eyleme geçen hareketin önderliğinde farklı eğilimler baş göstermiştir. Bu eğilimlerden biri olan ve 1976 yılında Daniel Ortega liderliğinde ortaya çıkan “Tercerista” (Üçüncü Yol) olmuştur. Üçüncü yol eğilimi; “Nikaragua’da devrimci durumun yaşanmakta olduğunu ve gerilla mücadelesinin ateşleyeceği bir silahlı ayaklanmayla FSLN’nin iktidarı ele geçireceğini, gerçekleştirilecek devrimde Somoza karşıtı burjuvaziyle ittifak kurularak ortak ‘demokratik halk hükümeti’ kurulmasını” savunmaktadır. Üçüncü yol çizgisini benimseyenler izlenecek strateji ve taktik ile FSLN’nin 1969 programında ortaya konan “demokratik halk iktidarı” hedefini gerçekleştirecekleri iddiasını ortaya koymuşlardır. 1979’a girildiğinde devrimci mücadele alabildiğine yükselmiş ve FSLN içindeki üç eğilim (Proleter Eğilim, GPP ve “Üçüncü Yol”) birleşme kararı almıştır.

Sağ açısından birçok ülkede üçüncü yol kavramı kullanılmakla birlikte bunun bir yansıması 1990’da Erbakan’ın Refah Partisi tarafından merkez sağ ve sol arasında iki bloklu siyasete karşı tanımlanmaya çalışıldı. Bu yöntem ile Refah Partisi kısa sürede yine sağdan olmak üzere bir iktidar alternatifi olarak çıkmıştır. En son 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin üçüncü yol söylem ve tutumumu bulanıklaştırmak için Cumhur ittifakı ve Millet İttifakındaki milliyetçilerin ortaklaşması ile oluşacak bir üçüncü yol tartışması kısık olsa da dillendirildi.

Ancak üçüncü yol kavramını politik sağ cenahta en net ifade eden Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç olmuştur. Begoviç’in 1998’de Çağdaş İslam Düşüncesine Bir Katkı Olarak; Üçüncü Yol diye tarif etmeye çalıştığı, İslam idi. “Varlığın temeli olarak ruhu gören idealist Hristiyanlık ve varlığın temelini madde olarak gören metaryalist Yahudilik yerine ruh ve maddenin birlikteliği olarak İslam, üçüncü yoldur. İkisinin sentezi olan İslam, insanın düalist yaratılış yapısından kaynaklı olarak dengenin sağlanması için İslam/üçüncü yol zorunludur” diye önermektedir. Siyasal olarak, İslam ve İslam karşıtı bir dünya ikilemine karşıdır. Yeni dünya düzenine alternatif bir öneri olarak üçüncü yol olarak İslam’ı önermiştir.

Görüldüğü üzere her kesimin bir “üçüncü yol”u var. Sanayi toplumu ile birlikte daha da yaygınlaşan ikiliklere dayalı çözümsüzlükte her kesim, bir şekilde kendi çözümünü “üçüncü yol” ile kavramsallaştırarak, bazen iki kutbun arasında bir durumu, bazen sentez, bazen de kutuplardan birinin yanında 22 oluşunu tariflemeye çalışmıştır. Sol ve sosyalist dünyada üçüncü yol eleştirilerin büyük çoğunluğu ise sosyal demokratların tanımladığı üçüncü yola ilişkin itirazlar şeklinde yükselmektedir. “Devlet küçültülüyor ve piyasaya alan açılıyor”, “sosyal devlet ortadan kaldırılıyor”, “ sosyal demokrasinin sonu” denilerek yapılan eleştiriler aslında sosyalizm adına yola çıkanların daraldığı alanı göstermektedir. Piyasa karşıtlığı üzerinden devleti savunma refleksi sosyalizm idealine ne kadar uzak olduğunun göstergesidir. Bu tartışma uygarlık düzeyinde yürütülmediği ve esas bağlam olarak devleti ele geçiren eşitlikçi ve kurtuluş ideallerini barındırdığı için sonuç olarak kapitalist modernitenin mezhebi olmaktan kurtulamayan bir sosyal demokrasi -reel sosyalizm-ulusal kurtuluş sınırında tartışmak zorunda kalmış olacağız. Bu bizim yeni bir uygarlığın inşasında yol alışımızı engeller. Sosyal demokrasinin ve reel sosyalizmin çözülüşünün sosyalizm açısında hayırlı olduğu açıktır.

Öcalan, üçüncü yolu önerirken demokratik uygarlık çizgisinin güncel siyasal eylemine bir arayış için ikiliklerin katılaştırdığı toplumsal, siyasal ve kültürel alanı esnek ve estetik bir tarzda ele alarak yeni yaşamı inşanın eylem hattı olarak tariflemektedir. Teorik çerçevesini ise demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmadan almaktadır. Üçüncü yol/seçenek, hareketin toplumsal eyleminde şekillenerek adım adım belirli somutluklar kazanarak bugüne kadar gelmiştir. Üçüncü yola, bir çözüm arayışının yanı sıra mücadelenin adımları olarak da bakmak daha sağlıklı olacaktır.

Üçüncü Yol’un İçeriğinin Şekillenişinde Kesitler

Birinci Kesit: Özgür Halk

İki bloklu dünyanın olduğu bir dönemde filizlenen Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi adından anlaşılacağı üzere bir ulusal kurtuluş hareketi olmakla birlikte, toplumsal özgürlük alanına dair söylemleri ile enternasyonal bir karakter de taşıyordu. Buna uygun ilişkilerini de kurmaya çalıştı. Ulusal kurtuluş devrimlerinin bu dönemde aldığı biçim, sömürgeciliğe karşı kurtuluşun yetmediği, esaret/ kurtuluş ikiliğinden devrimin içeriğinin özgüllüğüyle daha fazla doldurulması gerekliliğinden hareketle Özgür Halk kimliği olarak şekillenmiştir. Buna bağlı olarak bir toplumsal özgürlük felsefesinin adım adım geliştirilmesi ile birlikte eylemini ve kurumsallaşmasını yaratmıştır. Kadın Hareketi bunun en önemli eşiğidir.

İkinci Kesit: Savaş-Barış Düzlemi

Sürekli çatışma halinin yarattığı toplumsal yıkımın yanı sıra, bu ortamda her gün kendini yeniden var eden resmi ideoloji olmuştur. Ezen ve ezilen ikileminde bir yanıyla milliyetçilikle tarafgir ettiği “Türklük” ile karşıtlaştırarak geliştirdiği “Kürtlük” ikiliğinin kurduğu hegemonya ile resmi ideoloji tüm alanlara nüfuz etmiştir. Yaratılan bu ikiliğe bağlı katılaşmanın aşılması için Kürt Özgürlük Hareketi, savaş yerine öz savunma temelli direnişi geliştirip aynı zamanda belirsiz bir barış tanımı yerine devlet ile demokratik özerklik hukuku ile bir arada olabilirliği tanımlarken barışı yeni bir yaşamın inşasının olanağı olarak ele alınmıştır. Savaş-barış düzleminin tanımlaması ile demokratik siyasetin kendini geliştirme olanaklarının yaratılması için bu düzlemin geliştirilmesine ihtiyaç vardı. 1993’le başlayan bu süreç çatışma-çelişki-ilişkilerle önemli olanaklar sunmuştur. Lakin demokratik siyasetin aktörlerinin buna uygun teorik bir alt yapılarının olmayışı, “çatışma-çözüm diyalektiği” ni işletememeleri, sömürgeci hukukun etki alanından çıkamama ve mekanik bir anakroniyle hareket etmeleri olanakların yeterince değerlendirilemediği tarihsel bir eşiğin ıskalanmasına da sebebiyet vermiştir. Sosyalist çevrelerin de savaş-barış ikileminde yaşadığı bu dar bakış açısı sürekli olarak bu düzleme kuşkucu ve mesafeli bir yaklaşıma cevaz vermiştir.

Üçüncü Kesit: Üçüncü Alan Olarak Sivil Toplum

2000’lerde İmralı süreciyle birlikte demokratik siyasetin daha da geliştirilmesi için yoğunca bir çalışma yürütüldü. Abdullah Öcalan, İmralı’da hazırladığı savunma metinleri ile demokratik uygarlık manifestosunun ana çerçevesini hazırladı. Özgürlük Hareketi, bu tartışmaları geliştirerek ona uygun belirli kurumsallaşmalara giderek ön açıcı bir tavır sergiledi. Lakin oldukça ironik bir biçimde demokratik siyasetin önündeki en büyük engel “geleneksel politik toplum” olmuştur. Oysaki politik toplum, “ulus devlet-devlet kurumları, siyasal partiler, vatandaşlık ve buna karşı bir savunma mekanizmasına dönüşen cemaat-aşiret- aile-etnisite olarak şekillenen geleneksel toplum arasında baskılanmış toplumun yeni bir örgütlenme alanı olarak” tariflenmişti. Ve bu alan üçüncü alana içkin kılınmıştı.

Üçüncü alan, geleneksel toplum ve “geleneksel politik toplum” yerine kendini her alanda örgütleyen iç içe geçen geniş bir sivil toplum örgütlenmesi olarak ele alınmıştı. Tariflenen sivil toplum, toplumsal olanın politikleştirildiği ve politik olanın toplumsallaştırıldığı toplum içine yayılmış ve çeşitlenmiş örgütlenmeler ve kurumsallıklar olarak tanımlanmıştır. Eylem çizgisi sivil itaatsizlik olarak belirginleştirilmiştir. Sivil toplum esnek bir örgütlülük ve geniş bir teorik birikime dayanması ile var olan bu ikilikten sıyrılarak toplumun yeniden kendini güçlü kılacağı demokratik inşa ile gelişecek bir toplumsal form olarak ifade edilmiştir. Bu konuda epeyce bir yol alınmakla birlikte derinliği olmayan örgütlenmeler, çeşitlilik yerine birbirine benzeyen kurumsallıklar ve bir türlü terk edilmeyen ezberci kalıpçı zihniyet yapılanması, liberal eylem alışkanlığı ile bu süreç istenilen düzeyde bir toplumsal örgütlülüğe dönüşemedi. Yaşanan bu deneyim yeni süreçlerin hazırlanması ve nitel bir dönüşüm için önemli bir nicel birikim zemini sunmuştur.

Sosyalist sol, üçüncü yolu yeni liberalizmle birlikte gelişen ve devlet eliyle sivil toplumun örgütlenmesi olarak tanımlanan sivil toplumculuk ile ilişkilendirerek üçüncü alana kuşkulu yaklaşımı mesafeli/uzak bir duruşu mukim kılmıştır.

Tüm bu tarihsel kesitlerde görüldüğü üzere tüm kavramsallaştırmalar yalnızca bir tanımlama değil aynı zamanda belirli bir toplumsal eylem ve tarihsellikte içerik kazanarak gelişen kavramlardır. Aynı zamanda toplumsal eylemden kaynaklı olarak dinamik bir süreci barındırmaktadır. Üçüncü yol tartışmaları da tam da bu dinamik süreç üzerinde şekillenmiştir.

Demokratik çözüm süreci ile birlikte Türkiye’de yaşanan yoğun siyasal sürece eşlik eden ve Ortadoğu coğrafyasında zuhur eden “Arap Baharı”nın konjonktürel çerçevesiyle ete kemiğe bürünen üçüncü yol kavramı, Ortadoğu halklarının “isyan baharı” diye tanımlanan döneminde ezilenlerin politik perspektifini geniş bir açıyla örgütleyebileceği esnek, dinamik ve meşru bir uzam olarak ortaya konuldu. Çünkü yükselen isyanın güçlü bir örgütsel zemine ve birikime sahip olmaması bir taraftan Ortadoğu’daki despotik devletlerin baskısına uğrarken diğer taraftan ise emperyal güçlerin yönlendirmesi ile birlikte, isyan ya bastırıldı ya da dönüşüme uğratılarak egemenlerin çatışmalarının aracına dönüştürüldü.

Uzun yıllardır dört despotik devlet ve uluslararası emperyalist güçlere rağmen Ortadoğu sahasında siyasal bir aktör olarak var olan Özgürlük Hareketi, yaşanan bu sürece cevap olmak açısından üçüncü yol/seçenek siyasetini önerdi. Üçüncü dünya savaşının mekanına dönüşen Suriye’de, Rojava devriminin kazanımlarını korumak ve aynı zamanda çatışan güçlerden birinin yanında ya da karşısında olmamak olarak tanımladığı üçüncü yol rejim ile çatışmamayı sağlarken selefi güçlerinin Rojava’ya girişini engellemiştir. Güçlü bir teorik paradigmadan beslenen Rojava devrimi, geliştirdiği demokratik siyaset ile demokratik uygarlık inşası ve bu inşanın kurucu gücü/öznesi olan kadın devrimi ile yoğrulması Ortadoğu devriminin ön adımları olmakla birlikte evrensel bir karakter de kazanmıştır. Bu anlamda üçüncü yol, Rojava öznelliğinde devrimci bir öz ve biçim kazanmıştır.

Türkiye’de ise kaba olarak kendini merkez sağ ve sol diye tariflemekle birlikte birbirine benzeyen despotik, tekçi, eril zihniyete sahip iki blok arasına sıkışmış bir siyasetin varlığı, demokratik siyasetin kendisini var etmesinin önündeki en büyük engeldir.

Sosyalistlerin ve diğer toplumsal örgütlenmelerin örgütlülük düzeyi alternatif yaratmaktan uzak olduğu için bu sistemden kurtulmak isteyen ve yeni bir yaşamı inşa etmek için “başka bir seçenek mümkün” diyenlerin yeni bir odak oluşturması gerekir. Bu odak, demokratik siyasette toplumsal düzlemde ifadesini bulan HDK ve güncel siyasete tercüme edilmiş hali olan HDP’dir. Mezkur iki kurum sürekli bir oluş haliyle üçüncü seçeneği temsil etme iddiası ve yükümlülüğü ile karşı karşıyadır.

Bu anlamıyla Özgürlük Hareketi ve birlikte yol yürüdüklerinin ifade ettiği üçüncü yolu, burjuva içeriği ile tanımlanan, onun bir kolu olarak devam eden burjuva siyasetin kavramsallığı ile karıştırmamak gerekir. Özgürlük Hareketinin teorik arka plan ve devrimci eylem ile içeriğini dinamik olarak ördüğü kavramları anlamlandıramamaktan kaynaklı bu durum ciddi bir engele dönüşüyor. Bu aynı zamanda birbirini anlamama halinin yansımasıdır. Çatıştırılmış, karşıtlaştırılmış ikiliklere dayanan daraltılmış siyaset tarzı; yozlaşmayı, çözümsüzlükle birlikte çürümeyi geliştirirken aynı zamanda iktidarı her gün yeniden-yeniden üretmek dışında bir yol sun(a)mamaktadır.

Sonuç olarak; Doğu-batı, birey-toplum, ilerici-gerici, sağ-sol, küresel-yerel ikilikler anlamayı zorlaştırdığı gibi düşünce dünyamıza vurduğu ketlerle sürekli olarak kendini tekrar eden ve egemen olanı yani iktidarı üreten bir sarmalın içinde dönüp durmamıza neden olacaktır. Bunun yerine yaratıcı çözümlerin olduğu devrimci eylem içinde her gün yeniden kendini inşa eden bir yola ihtiyaç vardır. Bu yol piyasanın gücü ve onun koruyucu meleği olan devletin gücü ile yürünecek bir yol değildir. Bu yol, toplumun kendini yeniden inşanın aracı olarak görüp, öz örgütlemeleri olan komün ve meclislere dayalı örgütlenmenin yoludur. Bu yol, toplumu korumak aynı zaman sürekli bir oluş hali için olanak sağlamaktır. Öncelikle kendini örgütleyen, dönüştüren kendisi ile birlikte yanındakini ve karşısındakini dönüştürmeyi amaçlayan topluluklara dayalı bir mücadele hattı ve diskurudur bu yol. En genel adıyla “üçüncü yol”dur. Üçüncü Yol, demokratik siyasetin tüm bu anlaşılmama haline ve çözümsüzlüğe cesaretle çözüm arayışının adıdır.

Yararlanılan Kaynaklar:

  • Abdullah Öcalan –Demokratik Uygarlık Manifestosu
  • İmralı Görüşme Notları • Anthony Giddens –Üçüncü Yol “sosyal demokrasinin yeniden dirilişi”
  • İlkay Meriç-Nikaragua Devrimi ve Sandinizmin Dünü, Bugünü
  • Çiğdem Demircan -Üçüncü Yol ve Yolun Sonu
  • Nejat Uğraş- ‘Üçüncü Yol’a Revan Olmak
  • Muhafazakar Düşünce Dergisi 48. Sayı; Çağdaş İslam Düşüncesi

*Demokratik Modernite 32. Sayı