HDK SAĞLIK MECLİSİNİN “PANDEMİLER YENİ YAŞAMA ÇAĞIRIYOR” SEMPOZYUMU 16-17 EKİM’DE İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞTİ

HDK Sağlık Meclisinin ‘’pandemiler yeni yaşama çağırıyor’’ sempozyumu 16-17 Ekim tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Pandemi koşullarında gerekli tedbirler alınarak gerçekleştirilen oturumlara ilgi yoğundu. Uzun zamandır online buluşmalarla yürütülen tartışmaları yüzyüze gerçekleştiriyor olmanın mutluluğu Barış Manço Kültür Merkezine uğrayan herkesin paylaştığı bir duygu oldu. Oturum başlıklarının altında başlıca notları aşağıda paylaşıyoruz.

Pandemi- Ekoloji

Kapitalist modernitenin karı maksimize etmek için doğayı sınırsız bir kaynak olarak gören yaklaşımı yaşamış olduğumuz ekolojik krizin en önemli sebebi. Türkiye’de Kuraklık, yangınlar ve seller olarak deneyimlediğimiz bu krizi yönetmesi beklenen iktidarın bu krizlerin kaynağı olduğu artık her geçen an netleşmekte. Bir kriz rejimi olan kapitalizm yaşadığı krizi aşmak için kaynakların daha fazla sömürülmesi dışında herhangi bir hamle kabiliyetinden yoksundur. Çoklu kriz olarak tanımlanan bir dönemde ortaya çıkan Covid-19 pandemisinin ortaya çıktığı Wuhan’ın da sermayenin daha sorumsuzca hareket etmek adına oluşturduğu serbest ticaret bölgesi olması asla şaşırtıcı olmadı. Tıpkı domuz gribinin ortaya çıktı ABD Meksika sınırındaki serbest bölge gibi. Kaynaklarının sınırsız sömürüsü için yaratılan bu bölgelerde gerçekleştirilen endüstriye hayvancılık, ham maddeye erişimim ve transfer için hızlı dönüşümler yaşayan bu bölgeler aynı zamanda pandemiler için bir kuluçka görevi görmekte. Yaşamak zorunda bırakıldığımız kentler, sermaye için karlılık alanı iken geri kalan tüm canlılar için hastalık kaynağına dönüşmekte. Yaşamsal ihtiyaçları merkeze alan bir üretim yerine ya ihtiyaçmış gibi hissettirilen veya ihtiyaç olmayan ürünlerin daha fazla ve daha hızlı bir üretimine odaklanmış olan kapitalist sistem pandemileri yönetmek bir tarafa yeni pandemilerin sebebi olarak karşımızda durmakta. Pandeminin tıbbı bir alana daraltılarak değerlendirilmesi, pandeminin kök nedenlerinin ortaya çıkarılmasının önünde en büyük sorun olarak kendini hissettiriyor. Pandeminin ilk aylarında tüm dünyada üretimin nispi olarak durması ekolojik tahribatın hızını bir miktar yavaşlatsa da krizin kaynağına dair tartışmaları zenginleştirmişti. Aşı tartışmalarıyla beraber bu ortam yerini ‘’yeni normal’’ kavramıyla büyüme hedeflerine odaklanan bir üretimle karşımızda durmakta. İktidarların ve sermaye sahiplerinin ekolojik krizi hafifletmek adına 2015’te imzaladıkları Paris Antlaşması nasıl krizi durdurmak bir yana derinleştirdiyse 7-10 Kasım’da Glasgow’da toplanacak Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi de bu krize çözüm olmaktan uzaktır.

Endüstriyel tarım, dünya genelindeki tarım alanlarının en az %75’ini ve doğal kaynakların çoğunu, dünya nüfusunun %30’unu beslemek için kullanıyor. Diğer taraftan dünya genelinde 500 milyondan fazla yerel üretici/köylü, dünya nüfusunun %70’ini doyurabilmek için tarım alanlarının %25’inde üretim yapıyor ve neredeyse hiçbir fosil yakıt ve kimyasal kullanmıyor. Yani endüstriyel tarım, hem kullandığı kimyasallarla ve fosil yakıtlarla doğaya zarar verip, iklim değişikliğini körüklerken hem de ekolojik üretim için ayrılabilecek toprağı ve doğal kaynakları, hem de bu üretimi geliştirmek için kullanılabilecek parayı harcıyor.

Pandemiyle mücadele çerçevesinde Danimarka’da gerçekleştirilen vizon itlafı da pandemi döneminin en çarpıcı fenomenlerinden biriydi. Kürk yapımı için çiftliklere kapatılan vizonlarda korona virüsün mutasyonlara uğradığını iddia eden raporlar sonrasında bu 2 milyon 860 bin vizon katledildi.  Bu çarpıcı örnekten anlaşıldığı gibi kapitalist modernite dünya kaynakları sınırsızca ve sorumsuzca tüketip milyarlarca insanı açlığa mahkum ettiği gibi doğal yaşama verdiği zararlarla pandemiler üreten bir sistem olarak karşımızda duruyor.

Ekoloji mücadelesi pandemilerin önüne geçerek  yaşam inşasında önemli bir köşe taşı olarak kendini hissettirmekte.

Emek- pandemi

Pandeminin ortaya çıktığı ilk zamanlarda en çok duyduğumuz virüsün ayrım gözetmediği, hepimizin aynı gemide olduğu söylemiydi. Tabi ki bunun yalan olduğu çok kısa süre içerisinde anlaşıldı. Pandemi önlemleri çerçevesinde evde kal çağrıları yapılırken toplum evde kalabilenler ve kalamayanlar olarak 2 ayrı katmana bölündü. Evde kalamayanları oluşturan, her koşulda çarkların dönmesi için işliklerin yolunu tutmak zorunda bırakılan emekçiler oldu. Hali hazırda var olan ekonomik krizi aşmak, dünyada nispeten yavaşlamış olan üretimi kendisi için bir fırsat olarak gören iktidar emekçileri açlık ve hastalık arasında seçim yapmaya zorladı. Ve nihayetinde Covid-19 en çok yoksul ve emekçi kesimi etkiledi. Sokağa çıkma yasakları ve kapatmalar üretimin var gücüyle devam etmesi için tasarlandı. Bunun en net sonucunu, kapatmaların yaşandığı dönemlerde yoksul mahallerinde tırmanışa geçen vaka sayılarında görmek mümkün. Barınma ve beslenme koşullarında yetersizliğin üzerine çalışanların eve taşımak zorunda kaldıkları virüs, pandeminin yoksulları daha çok etkilemesinde en önemli etken olmakta. Gözetim toplumu yaratmanın önemli tartışmaları da bu dönemde yaşandı. Mobil uygulamalar veya elektronik kelepçelerle çalışanların takibi, cami avm ve okuldan oluşan çalışanların aileleriyle birlikte yaşayacağı izole çalışma kampları (akla nazi dönemindeki çalışma kamplarını getiren) emek sömürüsünden emek yağmasına doğru keskin bir geçiş anlamına gelir. Online çalışma ile çalışma alanını eve taşıyarak 24 saat esaslı bir çalışmayı dayatmaları, her an erişilebilir olunması talebi ve artan iş yüküyle boğuşmak zorunda bırakılan emekçiler. Çalışma rejimindeki bu dönüşümler sermaye için maliyetleri azaltma (ofis, kırtasiye enerji vb giderler) karlılığı arttırmak için büyük imkanlar yaratmış olacak ki; büyük şirketler pandemi bitse dahi online çalışmaya devam etme planlarını açıkladılar.

Cinsiyetçi iş bölümüyle kadınlar çalışma hayatını daha erken terk etmek zorunda bırakıldı. Pandemiyle beraber tekrar önemi anlaşılan bakım emeği yine kadınların üzerine yığıldı. Kamusal alandan el çekmek zorunda bırakılan kadınlar, en çok şiddete, tacize ve tecavüze uğradıkları evlere kapanmak zorunda kaldılar. Güvenli alanlar olarak düşünülen evler birer suç mahalline dönüştü.

Sağlık emekçileri pandemi koşullarında yıkımın en büyüğünü göğüslemek zorunda kaldılar. Pandemi yönetimini sarayda toplayan, meslek örgütlerini ve sendikaları dışlayan, alınan kararlara hiçbir şekilde dahil edilmeyen binlerce sağlık emekçisi aradan geçen sürede ciddi bir yıkımla karşı karşıya. Emeklilik, izin, tayin vb yasaklarla çalışmaya zorlanan sağlık emekçileri ciddi bir tükenmişlik içindeler. Sağlık emekçileri, Khk’larla derinleşen güvencesiz çalışma ve yandaş sendikalarla örgütlenmenin engellemesinin en acı sonuçların yaşamaya devam ediyor.

Tüm toplum ciddi bir proleterleşme dalgasıyla karşı karşıya. Ve beraberinde sınıfın karakterini de belirliyor. Güçlü kollarıyla simgeleşen emekçi figürü yerini üretimin tüm alanlarında kendini gösteren Salgın proletaryası, yeni proletarya, bilgili proletarya, endüstri 4.0 proletaryası, kadın proletarya ve göçmen proletarya olarak devam ediyor. İşçi sınıfının geçirdiği bu dönüşüm örgütlendiği takdirde büyük devrimlerin habercisi olarak kendini hissettiriyor. Bu örgütlü yapı  iktidara ve sermaye sınıfına gereksinim duymadan, ihtiyaç odaklı üretimiyle yeni bir toplumsallığın inşasını sağlayabilir. Pandemiler tarihinde bu dönüşümleri etkilerini görmek mümkün. Nasıl ki veba feodalizm sonunu getirip, kent mimarisini şekillendirip, halk sağlığı hizmetlerinin temeli oluşturduysa, Covid-19 pandemisi de kapitalist modernitenin sonunu getirme potansiyelini sahiptir. Bu dönüşümde sağlığın toplumsallaşması tartışmaları kıymetlidir. Sağlık bilgisinin toplumsallaşması ve sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesi iki önemli hedeftir. Sağlık bilgisinin taşıyıcısı konumunda olan şifacı kadınlardan alınıp önce kiliseye sonrasında akademiye tekeline geçen ve son olarak da sermayenin el koyduğu bu kadim bilgi yeniden sahibi olan toplumla buluşmasını sağlamak gerekir. Muhalif kesim tarafından bile Bilimsel üretimin her alanının sorgulanıp sağlık alanına dair bilginin sorgulanmaması bu alanda akademinin ve sermayenin manipülasyon yeteneğini gösterir. Sağlık hizmetlerinin demokratikleşmesinden kasıt ise iktidar üreten tüm ilişki biçimlerinin sorgulanmasıdır. Sağlık alanında varolan hiyerarşik yapı (başhekim, hekim, hemşire temizlik personeli vs.) sağlık endüstrisinin alanda kurduğu devasa yapı, akademinin yarattığı iktidar odağı, tedavi edici hizmetlerin koruyucu hizmetler üzerinde baskısı mücadele hattımız tanımlar.   

‘’Rojavada komünal olanın inşası’’ sunumu ise 2 günlük sempozyumun en heyecan verici kısmıydı. Tek adam rejimi altında pandemiyi deneyimlemiş bir kitlenin rojavada bu sürecin nasıl örgütlendiğine dair kafasında var olan soruların büyük bir kısmının cevap bulduğunu söylebilirim. Sağlık emekçileri ve toplumun katılımıyla oluşan sağlık meclislerinin pandeminin kontrolündeki rolü başarısı, ambargo ve savaş koşullarında dahi yaşamsal ihtiyaçların üretilmesinde hiçbir sorunun yaşanmaması, komün ve meclis çalışmalarına kesintisiz devam edilmesi bu ortak çalışmanın sonucudur. İhtiyaçların belirlenmesi, üretimin planlanması sonuçların değerlendirilmesi ve yeni dönemin tekrar kurgulanması gibi bir dinamik döngüyle işleyen kooperatif tipi üretimin yaratıcılığı ve zenginliği Rojava Devriminin en güçlü yanı. Komün ve meclislerde bir araya gelen, Siyasi olarak farklı düşünen insanların yaşamlarıyla ilgili ortak kararları hayata geçirme iradeleri bize ilham olması gereken başka bir boyutu. Rojava devrimini savunmanın en önemli görevi de tüm yaşam alanlarımızda komün ve meclis fikriyatını hayata geçirmek olmalı…

 Pandemi Sürecinde Hak ihlalleri ve Ayrımcılık,

Tecrit içinde tecrit yaşatılan mahpuslar, 65 yaş üstü yaşlılar uygulanan ayrımcı yasaklar, ülkeler arası pazarlıkların nesnesi haline getirilen ve her zaman ırkçı saldırılarla muhatap bırakılan göçmenler bu pandemi sürecinde en ağır hak ihlallerine yüzleşmek zorunda kaldılar. Başta İmralı adası olmak üzere tüm cezaevlerinde pandemi döneminde mahpuslara dayatılan kabul edilemez uygulamalar, cezaevlerini pandeminin en sert yaşandığı yerlere çevirdi. Görüş kısıtlamaları, keyfi cezalar sağlık hizmetlerine erişim, hali hazırda var olan ihlalleri daha da derinleştirdi. Buradan kaynağını alan tecrit fikri tüm topluma hızlıca yayıldı. Cezaevlerinde yaşanan ihlallere karşı yapılacak mücadele pandemiyle mücadeleni en önemli ayağı olarak kendini dayatmakta.

Sempozyumda en çok dikkat çeken başlık ise göçmenlerin yaşadığı ayrımcılıklar oldu. Ekolojik kriz, savaşlar ve ülkelerdeki siyasi krizler sonucu yollara düşen milyonlar tarihte eşi görülmemiş bir göç hareketliliğine sebep olmakta. Göçmenlerin ucuz iş gücü olarak kullanılması ve yaşanan ekonomik krizlerin göçmen karşıtlığını kışkırtması iktidarlar eliyle gerçekleşmekte. Tüm dünyada göçmenlerle beraber oluşturulacak mücadele hattı krizlerin çözümünde tetikleyici potansiyelini göstermekte. Bu aynı zamanda ırkçı politikaların önüne geçmek ve sorunun kaynağına dair çözümleri bulmamızı kolaylaştıracaktır.

Pandemi ve kadın

Beyaz yaşlı erkeğin yarattığı hastalığın kadınlar üzerindeki yıkıcı etkileri…

Eril politikalarla doğayı ve emeği sınırsız bir kaynak olarak gören kapitalist moderniteye en güçlü direniş yine kadınlardan gelmekte. Cinsiyetçi iş bölümü ile emeği değersizleştirilen, kamusal alanı terk etmesi istenen kadınlar pandeminin en ağır yüklerini göğüslemek zorunda bırakıldı. 

Yeni yaşamın inşası

Sovyetler birliğinin dağılması sonrası yıkılmaz ve ebedi bir sistem olduğunu iddia eden kapitalizm 21 yy’la birlikte pandemiler çağına girmiş durumda. domuz gribi, ebola, mers vb salgınlarla pandemilerin ne kadar sıklaştığı ortada. Son olarak Covid-19 pandemisiyle beraber kağıttan bir kaplan olduğunu gösteren bu sistem yarattığı devasa sağlık endüstrisiyle bile çözümden ne kadar uzak olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Sürekli yıkım getiren bu sisteme karşı neler yapmalıyız tartışması olarak yeni yaşamın inşası bize çeşitli ödevler getirmek;

Sorunların doğru tanımlanması belki de ilk önemli adımız olacak. Pandeminin tıbbileştirilmesinin önüne geçen bu tartışmalar kök nedeni daha kolay bulmamızı yardımcı olacak.

Örgütlenme tarzı; tüm ezilen kesimleri kapsayan bir örgütlülükle çözümün muktedirden beklemeyen, tahakküm ilişkilerini her alanda ters yüz eden bir yöntem kazandıran bir tarz olarak karşımızda duruyor. Parçalı görünen mücadele alanlarını ortaklaştırmak bu mücadelenin önemli bir ayağı. HDK alan meclislerinin (emek, kadın, ekoloji, yaşlılar ve emekliler meclisi) ortak tartışma zeminlerini ve örgütlenme alanlarını tanımlaması güçlü bir hamlenin ortaya çıkmasına vesile olabilir.