Korona 7 Günlük (19-25 ekim 2020)

BİZDEN…

Toplum Bağışıklığı Toplumsal Sağlık DEĞİLDİR!

Toplum, Covid-19 hastalığın yaygınlığı, ölümlerdeki artışlar ve bilinmezliğin korkusu ile önceleri kapatılmaya razı olmuşken sürenin uzaması, yoksul ve ezilen toplum kesimlerinin zorunlu olarak kapanma halinden çalışma düzenine geçmesine yol açtı. Gerçi salgının dehşetinin hissedildiği ilk andan itibaren emekçi sınıflar çalışmaya devam etmeye zorlanmıştı.

Kapitalist modernite, onun küresel sağlık sistemi ve ulus-devlet eliyle yürütülen ulusal sağlık sistemleri mevcut salgınla mücadelelerinde toplumu ikna edemeyince toplumda bir yandan pandemiye ilişkin tartışmalar yürütülürken diğer yandan eril-kapitalist düzenin yarattığı sorunları konuşarak yeniye dair arayışlar her geçen gün artmaya başladı.

Yeni bir alt-üst oluşu engellemek için kapitalist egemenler bir taraftan toplumu baskı altına alırken diğer taraftan pandemiden çıkış için aşı ve ilaç propagandasını pompalamayı sürdürdüler. Gelinen aşamada dünyanın büyük çoğunluğunda uygulanan ve Türkiye’de ise adı konulmadan sürdürülen sürü bağışıklığı ile toplumun önemli bir bölümü özellikle de yoksullar- ezilenler, göçmenler için “toplum bağışıklığından bahsedilmektedir. Toplumun önemli bir kesimi için bulaş, hastalık ve iyileşmelerle virüse karşı bağışıklık durumu konuşulurken aşının bulunduğu haberleri ve test uygulamalarının başlamasıyla üst ve orta sınıflar yakın bir tarihte aşı ile bağışıklık umudu ve beklentisi içindedir. Toplumun maruz kaldığı bu eşitsiz sonuçlar ve beklentiler, pandeminin ilk dönemlerindeki tartışmalarda önemli bir yere sahip olan toplumsal sağlık tartışmalarındaki heyecanın yitimine neden olmaktadır.

Korkuların belirli oranda aşılması ile eski düzen alışkanlıklarına geri dönüş ile birlikte var olan düzene ayak uydurma ve bu düzendeki kişisel beklenti ve taleplerle yetinilmeye başlandı.

Tam da burada şu soru akla gelmektedir. Bahsi geçen aşı ve toplum bağışıklığı ile sağlanması beklenen covid-19’a karşı bağışıklık toplumsal sağlık sonucunu doğurur mu? Peki, toplumsal sağlık için tartıştığımız başlıklara ilişkin neler yapmalıyız?

Daha bir netlik kazanmamakla birlikte yaşanacak toplum bağışıklığı, güncel korkularımızı giderecektir, ancak geleceğe dair korkularımızı ve endişelerimizi gideremeyecektir. Çünkü Toplum bağışıklığı sadece Covid-19 hastalığına karşı direnç anlamını taşıyor. Oysa Covid-19 aşıyla ya da hastalığın tüm topluma yayılmasıyla kontrol altına alınsa bile pandemiyi ortaya çıkartan koşullarda hiç bir adım atılmaması nedeniyle yeni pandemilerle karşılaşacağımızdan şüphe yok. Dahası pandemiyi ortaya çıkartan nedensellikler arasında sıralanan ekolojik tahribat, kapitalizmin kar hırsının dizginsizliği, çalışma rejimindeki derinleşen sömürü ilişkileri, yaban hayatına müdahale, azmanlaşan kentleşme, eril tahakküm vb. çok boyutlı sağlıksızlıkların kökeni. Bulaşıcı olmayan hastalıklar (kalp-damar hastalıkları, kanserler, KOAH ve astım başta olmak üzere solunum sistemi hastalıkları, Alzheimer ve diğer sinir sistemi hastalıkları, psikolojik rahatsızlıklar, genetik hastalıklar, düşükler vb. aynı kökten beslenmektedir. Bu bir de tek tipleşen beslenme, hayat tarzı, tecridin tüm topluma yansımasını eklediğimizde toplumsal sağlık için tıbbileşen çözümlere daralmanın anlamsızlığı ortaya çıkacaktı. Pandemi yeni yaşamı dayatıyor, kapitalist moderniteye entegrasyonu değil.

Toplumsal var olma halimiz ancak ve ancak toplumsal sağlığı korumak ve geliştirmekle mümkündür. Bunu ancak kapitalizmle, eril zihniyetle, tekçi devlet anlayışıyla, sömürüyle ve doğaya yönelik her türlü kıyımla mücadeleyi sürdürerek başarabiliriz. Yeni yaşama dair düşlerimizi canlı tutarak, buna ilişkin programlarımızı oluşturarak, eylemselleştirerek ve inşayı sağlayarak başarabiliriz. Toplumsal sağlık için mücadeleye devam etmek gerekir.

SİYASAL SAĞLIK – EKOLOJİK SAĞLIK

Yeni Yaşam çağrısı aynı zamanda sağlık çağrısı olan HDP, 8 yaşında.

HDP’nin 8. yılını kutlama etkinlikleri, son dönemlerde giderek artan baskılara karşın Türkiye’ de yeni bir yaşam umudu taşıyanların kenetlenmesine dönüşmüştür.

HDP’ye ilişkin birçok söz söylendi, yazılar yazıldı. Bunları hep birlikte takip etmeye çalıştık.Bu vesileyle Pandeminin yaşandığı, nedenlerinin konuşulduğu bir dönemde HDP’nin  yeni yaşam çağrısının aynı zamanda bir sağlık çağrısı  olduğu yeniden hatırlatmak Corona Günlükleri için bir görev oldu.

Çünkü HDP yeni yaşam çağrısı ile sağlıklı olma halinin sağlanması, korunması ve geliştirilmesini önceleyen bir yaklaşımı benimser. Sağlıklı olma halinin sağlanmasında sağlık hizmetlerinin katkısının sınırlı olduğuna, sağlık hizmetlerinin dışında kalan devasa boyuttaki çalışmalara dikkat çeker.

Çünkü HDP yeni yaşam çağrısı ile  “insan bedeni ve toplum sağlığı kapitalizmin ve iktidarın insafına bırakılamaz“ şiarını benimser. Sömürüye dayalı kapitalist üretim ilişkilerini, erkek ve devlet iktidarını sağlık açısından tehdit olarak görür. Sağlık hizmetlerinin kapitalist üretim ilişkileri yanında erkek egemen ve devletin baskı aracı olarak kullanılmasına karşı çıkar.

Çünkü HDP yeni yaşam çağrısı ile hastalık üreten, sürekli insan sağlığını bozan ortama; yani zihniyet ve toplumsal yaşam biçimi değişmediği sürece sağlıklı bir topluma kavuşamayacağımız gerçeğine dikkat çeker.

Çünkü HDP yeni yaşam çağrısı ile kapitalizmin yaşamın her alanını, üretimi, kültürü ve ilişkilerimizi disipline ederek, kontrol altında tutarak sağlıksızlık yarattığı, ayrıca bizleri emeğimize, mesleğimize, kültürümüze ve doğaya yabancılaştırarak sağlığımızı tehdit ettiği gerçeğini ifade eder. Kapitalizmin aynı zamanda basitleştirme, standardize etme, homojenleştirme ve değersizleştirme kültürü ile de sağlımıza tehdit olduğunu haykırıyor.

Yeni yaşamı inşa aynı zamanda toplumsal sağlığı inşa ile olur. http://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/hdp-saglik-brosuru-2018/

  • Ruhsatları gasp edilen avukat ve stajyer avukat sayısı her gün artarken hukuk örgütleri temsilcileri de duruma tepki gösteriyor. Avukatlık Kanunu’nun 5/3 Maddesi gerekçe gösterilerek haklarında herhangi bir dava ya da kesin hüküm olmadığı halde avukatlık ruhsatı verilmeyen stajyer avukat sayısı 600’e yakın. Ruhsatların verilmemesinin masumiyet karinesine aykırı olduğunu belirten ÇHD İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil şunları söyledi: “Avukatlık Kanunun ilgili maddesi ve fıkrası çok açık bir şekilde masumiyet karinesinin bir ihlalidir. Hakkında bir kovuşturma olmamakla birlikte, soruşturma olan kişilerin de ruhsat başvuruları reddediliyor. Maddenin kendisi temel haklara, uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi kendisini de ihlal eder şekilde düzenlenmiş. Çünkü madde içinde soruşturma hususundan söz edilmemesine rağmen haklarında soruşturma olan stajyer avukatların ruhsatları da verilmiyor”https://siyasihaber5.org/ruhsat-gaspi-yasayan-avukat-sayisi-600e-yaklasti-temel-haklara-uluslararasi-hukuka-aykiri
  • İnsan Sağlığı Toprak Sağlığına Bağlıdır, Bülent Şık
  • Toprak bakteriler, mantarlar, virüsler, omurgasız canlı türleri ve solucanlar başta olmak üzere sayısız canlı türüne yaşam ortamı sağlayan başlı başına bir ekosistemdir. Türkiye’de her yıl tüm Avrupa’da kaybedilen toprağın yarısından fazlası kaybediliyor. Pestisitlerin topraktaki biyoçeşitlilik üzerindeki olumsuz etkileri üzerine çok sayıda araştırma var ancak hem ülkemizde aşırı miktarda kullanılan ve hem de son yıllarda çok tartışma konusu olan bir pestisit olan glifosata odaklanarak bu sorunu dile getirmeye çalışacağım.  Toprak canlılarına zarar verildiğinde ve bu zarar uzun süre devam ettiğinde toprak zamanla bütün üretken gücünü yitiriyor.
  • Sıklıkla dile getirilen ama kanımca toprağa vurgu yapmadığı için eksik olan “tarladan çatala gıda güvenliği” sözü “topraktan çatala gıda güvenliği” olarak anlaşılmalıdır; temel mesele toprağı korumaktır çünkü. https://bianet.org/bianet/tarim/233004-insan-sagligi-toprak-sagligina-baglidir
  • İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nin yaptığı kapsamlı bir araştırmada, dünya genelindeki demokrasilerde yaşayan milenyum kuşağının, yönetim sistemlerinden geçmişteki tüm kuşaklardan daha çok memnuniyetsiz olduğu sonucuna varıldı. Demokrasiye güvendeki çöküşün, özellikle İngiltere, ABD ve Avustralya’daki Anglo-Sakson Demokrasileri’nde görüldüğü ancak aynı yönde eğilimlerin Latin Amerika, sahra altı Afrika ülkeleri ve Güney Avrupa’da da söz konusu olduğu belirtiliyor.  https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54612747
  • HDP, CHP ve DEVA Partisi Birinci Derece Sit Alanı olan Nemrut Krater Gölü’ne betonarme yapılar yapılmasına tepki gösterdi. Muhalefet Nemrut’ta birilerine rant sağlanmaya çalışıldığını düşünüyor. Bitlis’te yer alan Nemrut Dağı Krater Gölü ve Kalderası’nda Ağustos ayında “Tabiat Anıtı Çevre Düzenleme İşi” adı altında Doğa Koruma ve Milli Parklar Van Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan betonarme inşaat, gösterilen tepkilerin ardından durdurulmuştu. Geçtiğimiz günlerde yeniden yapımına başlanan betonarme inşaatın durdurulması için Tatvan Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. https://yeniyasamgazetesi2.com/nemrut-krater-golune-beton-yapilar-yapiliyor-rant-arayisi/
  • Maden, Enerji Ve Çevre Yasası Değişiklikleri Ne Anlama Geliyor? Beyza Üstün
    • Ekoloji politikalarını programında temel siyaset stratejisi olarak belirlemiş HDP’nin bir dönem MYK üyelerinin siyasi müdahale ile tutuklanmasının hazırlanan maden, enerji ve çevre yasa değişiklikleri ile aynı döneme denk gelmesi tesadüf olarak durmuyor. Ormanların, suların, meraların, kıyıların, tarım alanlarının şirketlerin, sermaye birikimine sokulduğu yaşam alanlarına el konulduğu süreçten geçiyoruz. Siyasi iktidar yürüttüğü bu süreci süreklileştirdiği yasa değişikliği çabalarına yenilerini ekleyerek derinleştiriyor. Özellikle kapitalizmin 2008 krizinin ardından içi boşaltılan yasa ve yönetmeliklerle ekolojik sistemler üzerindeki baskının giderek arttığına tanıklık ettik. Yöre halkının yaşam alanlarını korumak için verdiği mücadelelerde ise baskı ve şiddet alana ve mücadeleye yansıdı. Meclis’teki yasal değişikliklerle sonrasında yapılacak yönetmelik değişiklikleri ele alınırken detaylar arasında kaybolmadan ve değişiklikleri düzenleme çabasına girişmeyerek ekoloji politik perspektifle siyasi tutum alınarak yürütülmeli. Yaşanmakta olan ve yaşatılmaya çalışılan siyasi sürecin nereye evrileceğinde bu tutum belirleyici olacaktır.
    • Bugün giderek büyüyen ekoloji mücadelesi, doğru politik hatta ilerledikçe iktidarın siyasi müdahalelerini boşa düşürecektir. Diyalektik yaşamın ve yaşam alanlarının korunmasına işaret ederken, giderek toplumsallaşan bu hat yaşamın güvencesi olarak durmaya devam etmektedir. http://yeniyasamgazetesi2.com/maden-enerji-ve-cevre-yasasi-degisiklikleri-ne-anlama-geliyor/
  • Batman’ın 12 bin yıllık tarihi Hasankeyf ilçesi, tüm tepkilere rağmen yapımı tamamlanan Ilısu Barajı suları altında bırakıldı. Yönetmen Elif Yiğit, tarihin su altında kalması ve binlerce kişinin göç etme sürecini “Heskîf” adlı belgeselle anlattı. Toplumsal hafızanın silinmemesi için belgeseli çektiğini dile getiren Yiğit, sadece tarihi yapının değil insanların tarihle birlikte kültürlerinin de yok edildiğini fark ettiğini söyledi. http://mezopotamyaajansi25.com/KULTUR-SANAT/content/view/113040
  • Bisikletçiler, bisiklet kazalarına tepki göstermek için yarın saat 14:00’te tüm Türkiye’de eylem yapacak. Bisikletli Yaşam Platformu’ndan Mustafa Karakuş, “İki yılda 258 bisikletçi, araç sürücülerinin arkadan çarpması sonucu öldü. 258’inde de araç sürücüleri haklı çıktı. Bu mantık dışı” dedi.

MEVCUT DURUM – SALGININ KONTROLÜ – SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

  • Sağlık Bakanlığı’nın ‘öncelik sıralaması’ getirmesi nedeniyle ihtiyaç sahibi binlerce yurttaş grip aşısına erişemezken Türk Eczacılar Birliği’nin (TEB) geçen ay yaptığı, 1,5 milyon doz grip aşısı ithalat anlaşmasının da iptal edildiği ortaya çıktı. Bu anlaşmanın, Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmemesi nedeniyle iptal edildiğini ifade eden CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, aşıların akıbetini de açıkladı: “Aşılar, iktidar partisinin sıklıkla eleştirdiği ‘bürokratik oligarşi’ nedeniyle temin edilememiştir. Bu aşılar, Hollandalı firma tarafından İran’a teslim edilmiştir. Bu gecikme nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yerine İranlılar aşılanıyor. Saray rejiminin çok hızlı karar vereceği, çok esnek olduğu ifade ediliyordu. Ancak, bu rejim yüzünden 1,5 milyon vatandaşımız grip aşısından mahrum kaldı.”
  • Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa’daki vaka artışının kritik bir seviyeye ulaştığı uyarısında bulundu. Avrupa’da koronavirüs vaka sayısı son 10 günde ikiye katlandı. Kıtada şimdiye kadar toplam 7,8 milyon vaka görüldü, 247.000 kişi de hayatını kaybetti.
  • Pandeminin birinci, ikinci dalgası derken dünya genelinde toplam vaka sayısı 43 milyona dayandı, can kaybı ise 1 milyon 154 bini geçti. Vakaların yarısı üç ülkeye ait: ABD (8.8 milyon), Hindistan (7.9 milyon) ve Brezilya (5.4 milyon). Kıta bazında değerlendirdiğimizde vakaların 13.1 milyonu Asya, 10.6 milyonu Kuzey Amerika, 9.3 milyonu Güney Amerika ve 17 milyonu Afrika kıtasından bildirildi.
  • Hafta sonu alışılagelen yeni vaka sayısında düşüşlere rağmen son 24 saatte yeni vaka sayısı 453 bin civarında. Hafta sonları bildirim yapmayan ülkeler (İspanya, İsveç gibi) ve tespit etmedeki yetersizlikler düşünüldüğünde sayının aslında yüksek hızda devam ettiğini söyleyebiliriz.
  • Dünya genelinde yeni vaka bildiriminde ABD zirvedeki yerini koruyor. Günlük vaka bildirimin 10 binin üzerinde olduğu ülkeler şöyle: ABD (79.4 bin), Hindistan (50.2 bin), Fransa (45.4 bin), Brezilya (25.6 bin), İngiltere (23 bin), İtalya (19.6 bin), Belçika (17.6 bin), Rusya (16.5 bin), Polanya (16.5 bin) Çekya (12.5 bin), Arjantin (12 bin) ve Almanya (10.5 bin).
  • Dünya genelinde aktif Covid-19 vaka sayısı 10 milyon 103 binin üzerine çıktı. Bu yükseliş bulaşın artacağı ve pandeminin yüksek hızda devam edeceğinin habercisi.
  • Türkiye’de de salgın kontrol altına alınamıyor. Son 24 saatte 2,091 kişide Covid-19 pozitifliği saptandı, 69 kişi hayatını kaybetti. Aktif vaka sayısı 36 bin 964’e yükseldi. Aktif hastaların 1,699’unun durumu ağır… Test sayısı 113 binin üzerinde.
  • Diyarbakır’da günlük vaka sayılarında artış oldu. Vali Karaloğlu, yoğun bakım ünitelerindeki doluluk oranının yüzde 35’ten yüzde 51’e yükseldiğini açıkladı.
  • Altay kulübünde toplam 34 Kovid-19 vakası çıktı, Altay-Giresunspor maçı ertelendi
  • İstanbul’da salgın alarmı; özel hastanelerin ‘pandemi hastanesi’ olması planlanıyor! İstanbul’daki özel hastanelerde bulunan toplam 13 bin 288 yatağın, 2 bin 689 klinik yatağı ve 634 yoğun bakım yatağı pandemi için ayrılacak.
  • Bilecik’in Gölpazarı ilçesinde yeni tip Coronavirüs (Covid-19) tedbirleri kapsamında ev ziyaretlerinin yasaklandığı açıklandı.
  • Avrupa ve ABD’de ikinci dalga: Vaka sayısı arttıkça önlemler sıkılaştırılıyor. ABD’de ise dün 83 bin rekor vaka bildirilmesi üzerine ‘zorunlu maske’tartışmaları başladı. Fransa’da gece sokağa çıkma yasağı, altı hafta boyunca ülkenin yaklaşık üçte ikisine uygulanacak.  Polonya’daki vaka sayılarındaki artış nedeniyle iki hafta süresince restoran, kafe ve barlar paket servisi dışında hizmet vermeyecek.
  • Belçika’da koronavirüs enfeksiyonlarının günlük 11 bini geçmesi üzerine, hükümet, silahlı kuvvetleri göreve çağırdı. Ordu, “Avrupa’da salgının yeni başkenti” diye adlandırılan Liege’de bir acil durum hastanesi kuracak.
  • ABD’de 83 bin ile günlük koronavirüs vaka sayısında rekor! Geçen hafta ABD’de 441.541 yeni koronavirüs vakası belirlendi. Bu, temmuz sonundan beri kaydedilen en yüksek yedi günlük vaka sayısı. Böylece ABD’de toplam koronavirüs vaka sayısı 8,5 milyona yaklaştı.
  • Covid-19 aşısı ABD seçimlerinin de gündemi oldu. Demokrat Partili başkan adayı Joe Biden, ‘Güvenli ve etkili bir aşı bulunduğunda sağlık sigortanız olsun ya da olmasın Covid-19 aşısı herkes için ücretsiz olacak’ dedi.
  • İtalya’nın Napoli kentinde Covid-19 önlemlerini protesto eden bir grupla polis arasında çatışma yaşandı. Napoli’nin içinde yer aldığı Campania bölgesinde dün geceden itibaren 23.00-05.00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı uygulaması başladı. Campania Bölge Başkanı Vincenzo De Luca dün akşam yaptığı bir açıklamada yeni ek tedbirler de alınması gerektiğini, genel bir karantinanın kaçınılmaz olduğunu söylemesi üzerine yüzlerce kişi salgına karşı alınan bu tedbirleri Napoli’de, Campania Bölge Yönetimi binasının önünde protesto etti.  Göstericiler bölge yönetimi ve ulusal hükümetine karşı sloganlar attı. “Bizi kapatırsan ödemeyi de sen yaparsın” gibi afişlerle kapatma tedbirlerinin yarattığı ekonomik bedelin yönetim tarafından karşılanması talep etti.
  • Avrupa Birliği’nin (AB) yürütme organı olan Avrupa Komisyonu, koronavirüse karşı olası bir aşı bulunması durumunda, birlik üyesi ülkelerde aşının öncelikli olarak sağlık çalışanlarına, 60 yaş ve üzerindekilere, sağlık sorunları nedeniyle risk altında bulunan kişilere yapılmasını kararlaştırdı.

TOPLUMSAL MÜCADELE– SAĞLIK MUHALEFETİ

İşkence ve Baskılar Artıyor, İşkenceye Karşı Çalışma Yürüten Şebnem Korur Fincancı ise Linç Edilmeye Çalışılıyor.

Türkiye’de son zamanlarda daha da artan baskı ve işkencenin gizlenmesi için eş zamanlı olarak insan hakları örgütlerine ve bu konuda çalışma yürütenlere baskılarda artmaktadır. İşkenceyi, faili meçhulleri, tecriti ve savaşı aynı zamanda bir sağlık sorunu ve sağlıksızlık nedeni olarak gören SES, TTB, THİV başta olmak üzere sağlık örgütleri de bu konuda sessiz kalmıyorlar.

Şiddetin, baskının, ölümlerin, işkencenin ve savaşın yaygınlaştığı bu dönemde AKP-MHP iktidarı tam bir sessizlik istiyor;

Diyarbakır Baro Başkan Tahir Elçi’nin vurularak öldürülmesine ilişkin davada hakikati gizlemeye çalışan hâkimin 21 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen ilk duruşmada avukatlarca reddinin talebi kabul edilmedi. Buna sessiz kalınması isteniyor.

Savaş çığırtkanlığı ve ırkçılık söylemleri ile halklar düşmanlaştırılmaya çalışılıyor, Konya’da yaşayan ve terzide çalışan 14 yaşındaki çocuk işçi Vail El Mansur, ağabeyi ile işe gittiği sırada ​(21 Ekim 2020) saldırıya uğruyor ve Vail El Mansur bıçaklı saldırı sonucu öldürdü.

Van’ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler tarafından 11 Eylül’de gözaltına alınan Servet Turgut ve Osman Şiban’ın daha sonra helikopterden atılması herkes tarafında bilinmesine rağmen sürekli olarak gerçek gizlenmeye çalışıldı. Ancak  Demokrasi İçin Birlik (DİB) tarafında hazırlanan raporla bu hakikat bir kez daha dile getirildi.http://ozgurdenizli.com/dibten-helikopter-raporu-hala-idari-bir-sorusturma-yok/ . Beklenen bu katliamlara sessiz kalınması.

Pandemi ile birlikte toplumsal sağlığı çokça konuşurken, toplumsal sağlık için olmazsa olmazlar; özgürlük, eşitlik, barış ve demokrasi olarak ifade edilmiştir. Bunun içinde hakikatlerin açığa çıkarılması, egemenler tarafında dayatılan, sömürü, baskı, katliam ve  işkencelerin gün yüzüne çıkarılarak yüzleşilmesi gerekir.

Şebnem Korur Fincancı yaşamı boyunca tamda bunu yapmaya çalıştı. Bunu insan hakları için yaptı, demokrasi için yaptı ve en önemlisi de sağlık hakkı için yaptı. Sağlık için bu kadar caba harcayan birinin geçmişten bu yana işkenceye, yaşam hakkı ihlallerine ve sağlıksızlık yaratan savaşa karşı çıkan TTB’ye Başkan olmasına itiraz niye… Egemenleri anlıyoruz ancak sağlık muhalefeti içinden gelen itirazı anlamıyoruz… Ne zaman egemenin gözünde bakmaktan vazgeçeceğiz. Bu vazgeçiş olmadığı müddetçe toplumsal sağlık mücadelemizde başarı sağlayamayız.

  • Tahir Elçi’den Somalı Madencilere Devlet Ve “Korku İklimi”: Öyle Mi Alay Komutanı? Gökçer Tahincioğlu

Nasıl Hrant Dink, yazısı nedeniyle hedef tahtasına konulup, işaretlenmişse, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi de katıldığı televizyon programında düşüncelerini dile getirdiği için hedef haline gelmişti. Agamben’inkavramsallaştırmasını aktarmak daha uzun bir metni gerektiriyor ama kısa yoldan Elçi’nin o andan itibaren yok edilmesi yaptırıma tabi olmayan insanlardan biri haline getirildiğini söylemek yanlış olmaz. Elçi’nin vurulduğu dönemde, “hendek operasyonları” olarak bilinen operasyonlar yeni başlıyordu. Ve açıkça görülüyordu ki artık, bu operasyonlarda olup bitenler konusunda herhangi bir biçimde hukuki çalışma yapmak isteyen, haklar ve özgürlükler konusunda söz söyleyen, araştırma yapan kim varsa, bunun bedelini ödemek zorunda kalacaktı. Bu bedeli ödeyenlere yapılanları meşru göstermek için büyükçe bir bayrak ortaya çıkartılmış, sloganlar hazırlanmıştı.

Tahir Elçi, yaşamı boyunca korkmadan, bu ülke için mücadele etti. Vatanseverlikten, yaşadığı ülkeyi sevmekten söz edilecekse, asıl bu cümleler Tahir Elçi için kurulmalıydı. Öyle olmuyor, hamaset galip geliyor memlekette. İstenilen, alışılmış birkaç cümleyi sarf edip, yapmadığını bırakmayanlar kazanıyor görünüyor.

Manisa’dan yaşam hakları için Ankara’ya yürümek isteyen, her adımda durdurulan, gaz sıkılan, gözaltına alınan, soğukta bekletilen madenciler için konuşan madenci söylesin son sözü:

“Sanki suçlu bizmişiz gibi, hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor. Yani hesabı sorması gerekenlere gidip hesap sormayanlar bizden hesap sormaya çalışıyor; oysa bizim haklılığımızı herkes biliyor… Yerin yedi kat altında altın teriyle yaşamını devam ettirmek durumunda kalıp kör edilenlerden, sakat bırakılanlardan, ciğerleri çürütülenlerden hesap sormasın devlet! Devlet bunları yapanlardan hesap sorsun gücü yetiyorsa. Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz. Yıllarca arkadaşlarımızın bedenlerinden parçalar kopartıldı o madende, şimdi bize güç göstereceksiniz ha? Ve biz o güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de billahi de korkmuyoruz sizden.”

  • Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yaptığı dönemde, 18 yaş altı 115 çocuğun hamileliklerine ilişkin polise ve savcılığa bildirimde bulunulmadığını ortaya çıkaran İclal Nergiz, anılan dönemde bağlı bulunduğu başhekim yardımcısına karşı da tazminat davası açtı. Küçükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın karar duruşması dün görüldü. Mahkeme, Akça’nın, Nergiz’e 30 bin TL manevi tazminat ödemesine karar verdi.
  • AKP Gençlik Kolları tarafından hazırlanan video sosyal medyada kısa sürede gündem oldu. Tepki çeken videoya yurttaşlar, ‘Ben buyum’ diyerek yanıt verdi. Verilen yanıtlar arasında, erkekler tarafından öldürülen kadınlardan Soma’da hayatını kaybeden madencilere, Gezi direnişi sırasında dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’dan atanamadığı için hayatına son veren öğretmenlere birçok hukuksuzluk, ekonomik kriz ve şiddet örnekleri yer aldı. https://artigercek.com/haberler/akp-sen-kimsin-diye-sordu-yurttaslar-ben-buyum-dedi
  • AKP tarafından Meclis’e sunulan ‘İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında’ kanun teklifiyle 25 yaş altı ve 50 yaş üzeri çalışanlara ilişkin yeni düzenlemeler yapılması hedefleniyor. İktidarın teklifinde yer alan maddeye göre 25 yaşını doldurmamış veya 50 ve üzeri kişiler için yürürlükte olan koşullar aranmadan belirli süreli iş sözleşmeleri yapılabilecek. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na göre düzenleme bütünüyle ciddi hak kayıpları ve ayrımcılık barındırıyor. Teklifin istihdam alanındaki sorunları derinleştireceğini belirten Çerkezoğlu, “25 yaş altı ve 50 yaş üzeri çalışanları kölece bir çalışma ortamına itmeyi hedefliyorlar” dedi. https://www.gazeteduvar.com.tr/cerkezoglu-25-yas-alti-ve-50-yas-ustu-calisanlar-ciddi-hak-kayiplari-yasayacak-haber-1502252
  • Toplumsal Bir Sorun: Metil Alkol Zehirlenmesi, Alkol Tüketimi ve COVİD-19- TTB

Türkiye, Avrupa’da hem genel olarak hem de ağır içicilik açısından en az alkol tüketen ülkedir. Buna rağmen Türkiye’de son yıllarda neredeyse salgın halinde metil alkol zehirlenmeleri yaşanmaktadır. Metil alkol zehirlenmesi nedeniyle ölenlerin sayısı 63 ve 50’ye yakın kişi hastanelerde tedavi edilmiştir. Metil alkol zehirlenmeleri de tüm halk sağlığı sorunları gibi sosyal, siyasal, eğitsel ve ekonomik nedenleri doğru bir şekilde ele alındığında çözülür. Alkollü içecekler üzerinde uygulanan çok yüksek vergi artışları ve etil alkol satışlarındaki yasaklar kişilerin alkol tüketimini istenen düzeyde azaltmamaktadır. Alkol tüketenler evde üretime ve alkol servisi olan işletmeler de kaçak kaynaklara yönelebilmektedir. 1 Ekim’de Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle internetten evsel kullanım amaçlı etil alkolün satışının da yasaklanmasıyla son kayıplardan da anlaşılacağı üzere daha kolay bulunan ve zehirli olan metil alkole yönelim artmıştır. 9 Ekim 2020 tarihinden bu yana gerçekleşen metil alkol zehirlenmelerini bu boyutuyla irdelemek gereklidir. Dünya Sağlık Örgütü, alkolle ilgili yasakların planlanırken ülkelerde kaçak alkol üretim ve satış olanaklarının iyi değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Yasaklar, yüksek vergi artışları ve engellemeler diğer risk etmenleri göz önünde bulundurularak alınmadığında merdiven altı üretimi tetiklemekte, bununla birlikte metil alkol zehirlenmeleri kaçınılmaz olmaktadır. https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=9d2eefc8-12ae-11eb-99a3-303b9a52ca01

  • Ankara Üniversitesinde Sosyoloji bölümünde  araştırma görevlisi olarak çalışırken “Barışa Çağrı Bildirisi”ne imza attığı için ihraç edilen Sosyolog Yasin Durak, Bêrû’nun yasaklanmasını ve son dönemde Kürtçe üzerindeki baskıları değerlendirdi.

İtalyan oyun yazarı Dario Fo’nun oyunun Kürtçesinin yasaklanmasının çok büyük bir tutarsızlık olduğunu söyleyen Durak, oyunun daha önce defalarca sahnelendiğini ve bir sakınca görülmediğini ifade etti. Oyunun “Kamu düzenini bozma” gerekçesi ile yasaklanmasının komik olduğunu sözlerine ekleyen Durak, oyunun yasaklanmasının asıl nedeninin Kürt hareketinin Türkiyelileşme projesinin batıdaki yansımasını engellenmek olduğunu vurguladı. Durak,  “Burada Kürtçeye karşı  açık bir dışlama var. Bu ülkede eğer Türk’seniz Müslüman olmanız beklenir.  Fakat eğer Kürt’seniz Müslüman olmanız da yetmez. Sunni, İslami Türk yöneticilerine teslimiyetinizi her fırsatta bildirmeniz gerekiyor. Bu yeni dönemin yönetim paradigmasıdır. Sadece Kürt kimliği değil, AKP’nin teşvik ettiği tutum ve davranış kalıplarına uymayan pek çok kişi  bir nedenle ‘terör’ yaftasına maruz kalabiliyor” diye belirtti. http://mezopotamyaajansi25.com/KULTUR-SANAT/content/view/113532

JİN

Her an mülteci kadın olma ihtimali ile yüz yüze yaşadığımız bu coğrafyada Sağlığımızı tehdit eden ataerkil kapitalist düzene karşı kadın dayanışmasının gücüyle yürüttüğümüz mücadele aynı zamanda kadınların sağlık mücadelesidir.

 Kadın Dayanışma Vakfı’nın Ankara’da yaşayan Suriyeli mülteci kadınlarla yaptığı görüşmeler sonucunda yayınladığı raporlar, kadın sağlığına yönelik en büyük tehdidin savaş başta olmak üzere tüm boyutları ile eril şiddet olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalan milyonlarca mülteci için gittikleri ülkelerde karşı karşıya kaldıkları ırkçılık ve ayrımcılık, savaşın yalnızca sıcak çatışma bölgeleri ile sınırlı kalmadığını görmemizi sağlıyor. Elbette bu savaş sarmalında en fazla zarar görenler “olağan” koşullarda da eril şiddetle her an yüz yüze olan kadınlar ve LGBTİ+ lar .

Raporda dikkat çeken bir başka nokta ise araştırmayı yapan kadınların yönteme dair yürüttükleri tartışmaları da yansıtan ve feminist yöntem perspektifinden beslendiklerini ifade ettikleri “Araştırmacılar Olarak Deneyimlerimiz” bölümü. Özel olanın politik olduğunu, dayanışmanın ve mücadelenin örülmesinde deneyim paylaşımının kıymetini ve karşılıklı dönüşüm ve güçlenmede kurulan ilişkinin niteliğinin ne denli önemli olduğunu açığa çıkaran feminist perspektif kadın sağlığı içinde hayati bir reçete niteliğinde. Bu sayededir ki karşılıklı olarak hayatlarımıza/ acılarımıza dokunurken şifa buluyoruz. Bu sayededir ki birbirimizden güç alıyor,  sağlığımızı tehdit eden erkek egemen düzene karşı mücadele ediyoruz.

  • Kadın Dayanışma Vakfı Suriyeli mülteci kadınların yaşadığı şiddet biçimlerini, verdikleri mücadeleyi, yasal hak ve dayanışma imkânlarını iki rapor olarak yayımladı: Biri Ankara’da yaşayan Suriyeli Mülteci kadınlarla, derinlemesine görüşmeler ve anketlere dayanan “Ben Susmadım Diğer Kadınlar da Susmasın” başlıklı araştırma raporu. İkincisi ise kadınların yasalar ve kurumlar karşısında yaşadıkları sorunları aktardıkları “Suriyeli Kadınlarla Çalışma Deneyimi” adlı faaliyet raporu. Kadın Dayanışma Vakfı’ndan Esma Nur Kaşram, bu raporların Suriyeli kadınların ülkelerindeki savaş koşullarında, göç sırasında ve Türkiye’de yoğun bir şiddet, cinsel saldırı ve ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya çıkardığını belirtti.                                                                        https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/233155-suriyeli-multeci-kadinlar-susmayacagizhttp://kadindayanismavakfi.org.tr/medya/media/25_1602680258
  • Çocuklara yardım örgütü Save the Children’ın cinsiyet adaleti uzmanı Gabrielle Szabo, örgütün Londra’daki merkezinde yaptığı açıklamada, “Sadece içinde bulunduğumuz sene boyunca, dünya genelinde fazladan 500 bin kız çocuğunun evliliğe zorlanacağından yola çıkıyoruz” dedi.  Save the Children‘ın konuyla ilgili hazırladığı raporun tanıtımında bir konuşma yapan Szabo, pandemiden önce her yıl evlenmeye zorlanan kız çocuğu sayısının ortalama 12 milyon olduğuna dikkat çekerek pandemi süreci ve sonrasında 2025 yılına kadar bu sayıya iki buçuk milyon kişinin daha eklenmesini beklediklerini kaydetti. Szabo, bu rakamın “son 25 yılda görülen en yüksek artış olduğunu” ifade etti. https://www.dw.com/tr/pandemi-zorla-evlilikleri-tetikliyor/a-55123389
  • World Woman Foundation ve Geometry, 60 kadının hikayesinin 60 dakikalık güçlü bir filmde hep birlikte görselleştirilerek her birinin 60 saniyede anlatıldığı global bir dijital etkinlik olan World Woman Hour’da #ShesMyHero kampanyasını başlattı. Bu sosyal etkili hareket, dünyanın dört bir yanındaki kız çocuklarını kendilerine ilham veren kahramanı bulmalarını amaçlıyor. Bu kadınlar ortak noktası basmakalıp düşüncelere karşı savaş vermeleri ve dünyalarını değiştiren fikirleri hayata geçirmek adına hem özel hem de profesyonel hayatlarında karşılaştıkları zorluklara göğüs germeleri. 2030 yılına kadar bir milyon kadın ve kız çocuğunu güçlendirmeyi, onlara destek olmayı hedef alıyor ve edindikleri deneyimlerin yeni nesiller için fark yaratacağına inanıyoruz. https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/233063-60-kadinin-hikayesi-dijital-harekete-donustu
  • 300’ü aşkın bileşenden oluşan ve 150’ye yakın sivil toplum örgütü, meslek odası ve sendika tarafından desteklenmekte olan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), 30 Eylül 2020 tarihinde kamuoyuna açık mektupla TBMM’ye seslenmişti. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması konusunda TBMM’ye düşen görevleri hatırlatmış ve beş madde halinde taleplerini sıralamıştı. O tarihten bu yana TBMM Başkanı Mustafa Şentop’tan kadına yönelik şiddet konusunda olumlu/olumsuz tek bir yanıt almadıklarını söyleyen EŞİK Platformu, TBMM Genel Kurulu’nda kadın cinayetlerinden söz edilen süre sadece 57 saniye! Meclis’in İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına ilişkin denetim görevi ise 15 gündür yerine getirilmediğini belirtti. https://siyasihaber5.org/tbmmde-kadin-cinayetleri-57-saniye-konusuldu

YENİ YAŞAM

  • “Kendimizi sorgulama ve dönüştürme yükünü, eşit ilişkiler içinde olduğumuzu varsaydığımız başkalarının sırtından kendi omuzlarımıza almak için yola çıkıyoruz” diyen erkekler Eleştirel Erkeklik Datça İnisiyatifi’ni (EeDi) kurdu. Çıkış bildirisi yayınlayan insiyatif “Eril dünyanın paydaşları ve suç ortakları olarak vermemiz gereken bir hesap, kendisinden özgürleştirilmesi gereken bir “erkekliğimiz” olduğunu ve bu özgürleşmenin yolunun, önce yüzleşmekten ve hesaplaşmaktan geçtiğini biliyoruz” ifadelerini kullandı. https://yesilgazete.org/blog/2020/10/05/elestirel-erkeklik-datca-inisiyatifi-kuruldu-biz-sizin-bildiginiz-erkeklerdeniz/
  • Eğitim alanında yaşanan ve salgın sürecinde kriz haline gelen sorunlar ile siyasi iktidarın eğitim alanında yapmayı planladıklarına karşı, Eğitim Sen’in çağrısıyla çok sayıda kurumun temsilcisi 23 Ekim 2020’de Mülkiyeliler Birliği’nde bir araya geldi. Yapılan değerlendirmeler ve tartışmalar sonucunda, Eğitim-Sen ‘in önerisi olarak eğitim alanında yaşanan eşitsizlikleri ve sorunları kayıt altına almak, siyasi iktidarın eğitim alanında yürüttüğü faaliyetleri izlemek ve yaşanan sorunlara çözüm üretilmesini sağlamak amacıyla “Eğitim İzleme Kurulları” oluşturulmasına karar verildi. Birçok kurumun imzacı olarak desteklediği açıklama “En kısa sürede illerde ve ilçelerde kurulacak “Eğitim İzleme Kurulları” ile eğitim alanında yaşanan tüm eşitsizlikleri, sorunları ve mağduriyetleri kayıt altına alacağız. Kayıt altına aldığımız sorunların, nedenlerini ve sonuçlarını anlamaya çalışacağız. Çıkardığımız sonuçlar ve geliştirdiğimiz önerilerle yaşanan tüm sorunlara çözüm üretmeye çalışacağız. Sorunları çözmesi gereken tüm kamu kurumlarının görev ve sorumluklarını yerine getirmesi için üzerimize düşeni yapacağız. Kısacası eğitim alanında sorun yaşayan tüm kesimlerin sesi olup, yanı başlarında olacağız.” şeklindeydi. http://egitimsen.org.tr/egitimde-esitlik-ve-haklarimiz-icin-bir-aradayiz/

AKADEMİDEN

21 Ekim’de British Medical Journal’da (BMJ) yayımlanan editoryalde (Doshi, 2020), COVID-19 hastalığına karşı yürütülen aşı çalışmalarına dair eleştiriler yer alıyor.

Makalede Faz 3 aşamasına geçmiş olan 7 adet çalışmadan hiçbirinin aday aşıyı enfeksiyonun kişiden kişiye bulaşını azaltma veya ciddi COVID-19 enfeksiyonu (hastaneye yatış, yoğun bakıma yatış, ölüm) riskini azaltma yönünden test etmediği, çalışmaların genelde düşük risk gruplarından kişiler ile yürütüldüğü ve bunlardaki hafif semptomatik hastalığa yönelik aşının test edildiği belirtiliyor.

Araştırma projelerini yürütenlerin bir kısmı, yapılan röportajlarda diğer türlü bir çalışmanın çok zor, uzun süreli olacağı ve bir çok cana mal olacağı görüşünde. Herhangi düzeyde bir kanıt olmamasına rağmen hafif semptomatik hastalığı önlemeyi başaran aşının can kaybını da azaltacağını belirtiyorlar. Fakat Faz 3’e ulaşan çalışmaların tamamının bu hedefle yürütülüyor olması akla farklı sorular getiriyor.

En azından ilk üretilecek olan aşıların aslında düşük risk grubunda olanlara yönelik olacağı anlaşılıyor. Nitekim egemen sınıflar arasında, düşük risk gruplarının tüm temas önlemleri bir kenara bırakılarak eski normale dönmeleri gerektiğini savunan azımsanmayacak bir grup mevcut. Buna “odaklanmış korunma” (Kulldorff et al., 2020) ismi verilmiş. Yüksek risk altındaki gruplar ile düşük risklilerin birbirinden izole edilip düşük riskliler arasında salgının kontrolünün terk edilmesi ile toplumda vaka sayısının artışının sağlanması ve bunun sonucunda toplumsal bağışıklık düzeyinin (sürü bağışıklığı, herd immunity) sağlanacağı öne sürülüyor.

Bu yaklaşımın bilimsel verilere dayanmadığı ve açıkta bıraktığı birçok nokta bulunduğuna yönelik Lancet’te 15 Ekim 2020’de yayımlanan başka bir yayın (Alwan et al., 2020) da mevcut. Yazarlar “odaklanmış korunmanın” pratikte mümkün olmadığı, hastalığı geçirmenin ne tür bir bağışıklık bıraktığı dahi bilinmeden bu yönlü bir programı uygulamaya koymanın son derece tehlikeli olduğunu belirtiyor.

Başa dönecek olursak düşük risk gruplarında etkili bir aşının “odaklanmış korunma” stratejisini daha uygulanabilir kılacağı anlaşılıyor.

Elbette kehanetlerde bulunmak bizim işimiz değil, bu kadar bilinmezin olduğu bir konuda hangi stratejinin ne sonuçlar doğuracağı da bilinemez. Fakat yavaş yavaş anlaşılıyor ki, pandemi sonrası dünyaya geçişte egemen sınıfların en azından bir kısmının planı ile örtüşen aşı denemeleri ve akademik fikirler ortaya çıkıyor. Ezilenler adına bir programdan bahsetmek ise henüz mümkün değil.

Doshi, P. (2020). Will covid-19 vaccines save lives? Current trials arent designed to tell us. BMJ, m4037. https://doi.org/10.1136/bmj.m4037

Kulldorff, M. et al., 2020. Great Barrington Declaration And Petition. [online] Great Barrington Declaration. Available at: <https://gbdeclaration.org> [Accessed 25 October 2020].

Alwan, N. A. et al. (2020). Scientific consensus on the COVID-19 pandemic: we need to act now. The Lancet. https://doi.org/10.1016/s0140-6736(20)32153-x

EKLER

Alberto Fernandez hükümetinin ilk bir yılında krize verdiği tepkiyle de beslenen hoşnutsuzluk artıyor, Marcos ARIEL, Arjantin

Arjantin toplumunun geniş kesimlerinde temelde işçi sınıfı, gençlik ve kadın hareketi arasında olumlu beklentiler oluşturan Alberto ve Cristina Fernández’in seçilmesinin üzerinden bir yıl geçti. Ancak son birkaç ayda, ekonomik kriz ve salgın büyüdükçe, Fernandez’i ülkenin içinde bulduğu içler acısı durumdan giderek daha fazla sorumlu tutan kendi sosyal ve seçmen tabanında bile aşınma hissedilmeye başlandı. Bunun nedeni salgın veya karantina değil, hükümetin ekonomik, sosyal ve sağlık krizine verdiği tepkilerdir.

INDEC’in (Ulusal İstatistik ve Sayım Enstitüsü) yakın tarihli bir raporu, artan gıda fiyatları, işten çıkarmalar (yasak olsa da) ücretlerin artmaması ve sosyal yardım noksanlığı nedeniyle artan yoksulluk ve sefaleti çok net gösteriyor. 18 milyondan fazla yoksul ve yaklaşık 5 milyon sefalet içinde insan, ekonomideki % 19,1’lik düşüşün dışavurumudur. İşsizlik % 13,1 arttı ve enflasyon % 42,8’de seyrediyor. Dünyanın “El Argentinazo” olarak bildiği sosyal bir patlamayla sonuçlanan 2001 krizine benzer seviyelerde yoksulluk yaşıyoruz.

Bunun karşısında devlet başkanı sadece, devlet yardımı olmasaydı durumun daha kötü olacağını söyledi. İşçilere verilen tek devlet yardımı, yaklaşık 9 milyon kişiye ulaşan Acil Aile Geliri idi. Temel gıda sepetinin değeri 40.000 Arjantin pesosu iken, aşağı yukarı 10.000 Arjantin pesosu kadar olan bu gelir, sekiz ayda yalnızca üç kez ödendi, yani hükümet ilan edilenin yarısını bile ödemedi.

Sonuç olarak, salgın sırasında zengin ve yoksul arasındaki uçurumda acımasız bir sıçrama oldu, böylece nüfusun en zengin % 10’u, en fakir % 10’unun aldığının 25 katını elinde topladı

Ancak “argentinazo” nun dersleri hala hafızada ve kolektif eylemde mevcuttur. Bunu Buenos Aires vilayetindeki Guernica toprağını işgal eden ve Kirchnerist vali Axel Kicillof’un tahliye tehditlerine direnen 2500’den fazla evsiz ailede görüyoruz. 20.000 kişiyi okulların özelleştirilmesine karşı harekete geçiren Mendoza’daki öğretmenlerin muazzam mücadelesinde. Vazgeçilmez, ancak bu hükümetin tek kullanımlık olarak baktığı sağlık çalışanları harekete geçmeye başladı. Jujuy eyaletinde kadın cinayetlerine karşı kitlesel seferberlikler. Ya da çevrenin tahrip edilmesine karşı harekete geçen ve Çin ile domuz eti üretimi için mega fabrikaları hedefleyen anlaşmayı bir an için askıya alarak zafere ulaşan muazzam toplumsal hareket. Bu mücadeleler daha güçlü değilse, bunun nedeni hükümete güvenmeye devam eden sendika federasyonları ve onların liderlikleridir. http://www.sosyalistalternatif.com/arjantin-derinlesen-kriz-hukumeti-zayiflatiyor-marcos-ariel/

OECD: Corona Göçü Frenliyor

Coronavirus salgınından en çok etkilenenler göçmenler oldu. Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) raporu, salgın sırasında sağlık hizmetleri, perakende ve sevkiyat gibi temel ihtiyaçlar açısından önem taşıyan sektörlerin ayakta kalmasını sağlayanlar arasında göçmenlerin önemli payı olduğunu ortaya koydu. İlk dalganın zirve döneminde bile hasata yardım için yabancı işçilere seyahat kısıtlamalarından muafiyetler getirildi.

OECD ortalamalarına göre doktorların yüzde 24’ünü, hasta bakıcı ve hemşirelerin de yüzde 16’sını oluşturan göçmenler, virüse karşı mücadelede de en ön saflarda yer aldı. Müşterilerle daha yakın temas içinde olmaları ve genelde kalabalık evler ve yerleşimin yoğun olduğu semtlerde yaşamaları nedeniyle virüse yakalananlar arasında da göçmenlerin oranı ortalamanın üstünde. OECD ülkeleri arasında yapılan bir araştırma, göçmenlerin virüse yakalanma riskinin, yerleşik halkın iki katı olduğunu ortaya koyuyor.

Göçmenler, salgının ekonomik etkilerinden de en çok etkilenen grup. Çoğu göçmen gastronomi, otelcilik ve turizm gibi salgının etkileri nedeniyle ayakta kalma mücadelesi veren sektörlerde çalışıyor.

Göçmenler pandemi nedeniyle eğitimde yaşanan aksamalardan da en fazla etkilenen grup. Okullarda bilgisayarlı uzaktan eğitime geçilmesinden en olumsuz etkilenenler göçmen çocukları. Genelde evlerin daha küçük olması, ailenin bilgisayar alacak maddi durumunun bulunmaması, ev ödevlerine yardımcı olma konusunda dilsel sorunlar yaşamaları gibi etkenler göçmen çocukların dezavantajlı duruma düşmesine neden oluyor.

OECD raporunda göç, “bizi birbirimize bağlayan”, “yaşamımızın ayrılmaz bir parçası” olarak nitelendiriliyor. OECD’nin istihdam ve toplum bölümü yöneticisi Stefano Scarpetta, pandeminin, beraberinde getirdiği izolasyonla aslında “birbirimize ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu” öğrettiğine dikkat çekiyor. Pandemi ve yarattığı sonuçların göç ve entegrasyon konusundaki kazanımların bir bölümünü ortadan kaldırma riskine işaret eden OECD yetkilisi, hükümetleri göçmenlerin toplumla bütünleşmesini “herkese yarar sağlayacak uzun vadeli bir yatırım” olarak görmeye çağırdı. https://amp.artigercek.com/haberler/oecd-corona-gocu-frenliyor

Covid sonrası kapitalizm nasıl olmalı? , Klaus Schwab

İkinci Dünya Savaşı’nın sona erişinden beridir yaşanan hiçbir olay Covid-19 kadar derin bir küresel etki yaratmamıştır. Küresel salgın, nesillerdir görülmemiş ölçekte bir halk sağlığı ve ekonomi krizini tetikledi, ayrıca eşitsizlik ve gücün belli merkezlerde toplanması gibi sistem kaynaklı sorunları daha da şiddetlendirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki birkaç on yıl içinde, dünya, yoksulluğun ortadan kaldırılması, çocuk ölümlerinin azaltılması, yaşam beklentisinin artırılması ve okuryazarlığın yaygınlaşması doğrultusunda benzeri görülmemiş ilerlemeler kaydetti. Bu ilerlemeler, günümüzde, savaş sonrası gelişmelere ve insanlığın ilerlemesi için gereken diğer birçok tedbire yön veren uluslararası işbirliği ile ticaret ve onların yararları konusunda tekrar ortaya çıkan şüphelere karşı korunmalı ve savunulmalıdır.

Aynı zamanda, dünya, salgın öncesi dönemin belirleyici meseleleri olan ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ ve sayısız ekonomik faaliyetin dijitalleşmesi üzerine de odaklanmalı. Son teknolojik gelişmeler, aşıların hızlı gelişimi de dahil olmak üzere bize mevcut krizle yüzleşmek için gereken yeni tedavileri ve kişisel koruyucu ekipman araçlarını sağladı. Araştırma ve geliştirmeye, eğitime ve yeniliğe yatırım yapmaya devam ederken, aynı zamanda teknolojiyi kötüye kullananlara karşı tedbirler yaratmamız gerekiyor.

Bununla birlikte, küresel ekonomik sistemimizin diğer anlamını yitirmiş yaklaşımlarının da açık bir zihinle yeniden değerlendirilmesi gerekecek. Bunların başında neoliberal ideoloji geliyor. Serbest piyasa fanatizmi, işçi haklarını ve ekonomik güvenliği erozyona uğratmış, dibe doğru giden bir kuralsızlaşma yarışı ve yıkıcı vergi çekişmesini tetiklemiş ve devasa ölçekteki yeni küresel tekellerin ortaya çıkmasına olanak yaratmıştır.https://www.gazeteduvar.com.tr/covid-sonrasi-kapitalizm-nasil-olmali-haber-1502231

Las Tesis Yargılanıyor: ‘Suç Bizde Değil, Suçlu Sizsiniz’

İzmir’in Alsancak ilçesinde 15 Aralık 2019 günü yüzlerce kadının katılımı ile gerçekleştirilen Las Tesis performansından bir gün sonra İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından 24 kadın hakkında yakalama kararı çıkarılmış ve kadınlar evlerinde gözaltına alınmıştı. Kadınlar, “TCK 301 ve 2911 sayılı yasalara muhalefet” suçlamasıyla soruşturma kapsamında ifade verirken, haklarında İzmir 7’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. İlk duruşması pandemi sürecine denk gelen davanın ertelenen duruşması 10 Kasım’da görülecek. Las Tesis performansında geçen “tecavüzcü sensin, öldüren sensin, polisler, hakimler, devlet ve başkan” sözleri suç unsuru olarak nitelendirildi. Ayrıca performansın ardından atılan “Yaşasın kadın dayanışması”, “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet gelsin cop inadına isyan inadına özgürlük” “Kadınlara değil katillere barikat” sloganları da suç kapsamına alındı.

CHP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil’in “Kadın milletvekilleri olarak şiddet gören öldürülen tüm kadınlar adına size iki çift lafımız var” diyerek Las Tesis’in, Türkçe’ye uyarlanan sözlerini söylemeye başlaması üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tepki göstermişti. Kadın milletvekillerinin Las Tesis protestosuna İçişleri Bakanı Soylu, “Eğer bu Meclis, ‘Bunları söylemeye devam etsinler’ derse ben İçişleri Bakanı’yım, kanuna rağmen, Anayasa’ya rağmen en geniş hakkımı kullanacağım”demişti.

Bakan Soylu’nun Meclis’teki sözlerine dikkat çeken Akbaba, sözlerle tüm kadınların açıkça tehdit edildiğini ifade ederek, “Dünyanın dört bir yanında kadınların sesleri Şilili kadınların sesleri ile karışıp ayakları gri kaldırımlarda ritim tuttu.  15 Aralık Pazar günü Alsancak’ta toplanan yüzlerce kadın İzmir’den Las Tesis’e ses verdi. Polisin tacizine rağmen erkek şiddetine hiçbir zaman gerçeği işaret etmekten çekinmeyen parmaklarımız ile “Tecavüzcü sensin, öldüren sensin, polisler, hakimler, devlet ve başkan” diyerek haykırdık.

Sözlerine, özellikle pandemi döneminde yaşananları hatırlatarak devam eden Akbaba, “Evlilik yoluyla çocuk istismarını aklayan, istismar faillerine ve kadın katillerine af getiren ve yüzlerce kadın ve çocuğu evde korku ile yaşamaya mahkum eden, HSK’nın 30 Mart kararı ile zaten uygulanmasında sorun olan 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi’ni rafa kaldıran, sonra kutsal aile, toplum ahlakı direk kadınlar için yaşamsal olan İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmaya çalışan iktidarınız, erkek şiddetiyle katledilen kadınların ne giydiği, ne içtiği ve nerede olduğunu ile ilgilenen, iyi hal ve tahrik indirimi ile kadın katillerini ödüllendiren erkek adaletiniz, kadınları faille uzlaştırmaya çalışan ve defalarca koruma kararı talep etmesine rağmen korumadığınız, AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde ölü bulunan Nadira’yı dosyası kapatıp cinayeti örtbas eden katledilen kadınların sorumlusu yargınız, katilleri engellemek için değil kadınları engellemek için karşısına dikilen, Gülistan Doku’nu baş zannısı olan Zeynal’ın babası polis olduğu için onu koruyan polisiniz, biz öldürüldükten sonra üzülmenin ötesine geçmeyen bakanlarınız ve tüm bunları meşrulaştırmak için kullandığınız medya organlarınız hepiniz suçlusunuz” diye konuştu. http://siyasihaber5.org/las-tesis-yargilaniyor-suc-bizde-degil-suclu-sizsiniz

HDK Ve HDP’nin Tarihsel Başarısı – Ertuğrul Kürkçü

HDP Türkiye’nin üçüncü politik gücüdür. HDP günümüzde, AKP-MHP’nin faşizme yürüyüşü önündeki en kararlı siyasi direniş mevzisi; Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve sosyal özgürlük güçlerinin stratejik ittifakının ifadesi olan “Üçüncü Kutbun” parlamento ve genel siyasal yaşamdaki karşılığıdır.  HDP toplumsal olan ile siyasal olanın; parlamento ile sokağın; metropol ile sömürgenin; Türkler ile Kürtlerin; birlik ile çokluğun karşılıklı ilişki ve çatışkılarından doğan enerjiye bir siyasal mecra sunmayı da başardı.

HDP yürüyüşünü, çevresinde toplanan çokluk ve çeşitliliği kendine özgü işleyiş kuralları ve karar alma süreçleriyle bir arada tutarak sürdürüyor. Bu kendine özgülükler bir “çocukluk hastalığı” değil. HDP’ye dışarıdan bakanların “bileşen hukuku” diye küçümsemeye kalktığı kurallar, topluluklar karşısında bireyleri, erkekler karşısında kadınları, yaşlılar karşısında gençleri, büyük kentler karşısında küçük kentleri, çoğunluk karşısında azınlıkları güçlendiriyor. Bu yapı ve işleyiş son beş yıldır her geçen gün daha çok kabaran şiddet ve baskı karşısında HDP’nin gücünü ve dayanıklılığını koruyabilmesini sağlıyor. HDP’nin gelişmesi ve başarısı onu oluşturan bütün öznelerin birbirlerinin ihtiyaç, çıkar ve meşruiyetlerini tanımalarını şart koşuyor. HDP’nin bugüne kadar hep gelişerek gelmesinin, bileşenlerin birbirine karşı hiçbir şekilde oynatılamayışının, fesatla çökertilemeyişinin demirden mantığı bu “çoklu özne” gerçekliğinden doğuyor.

Ve, Kürtlerin özgürlük hareketi ve mücadelesi. Onlar ve onların iradesi olmasa HDP’de ifadesini bulan stratejik ortaklık kurulamazdı. Ancak, HDP’de cisimleşen Kürt iradesi de “kendi kaderini tayin hakkı”nı “ayrılık” değil, Öcalan’ın “paradigma”sı doğrultusunda “yeniden kuruluş” ekseninde formüle etmiş olmasa, HDK ve HDP bugün oynayabildikleri özgün rolleri oynayamazlardı. Bu tercih, şimdiye kadar pratikte doğruladı.