Home / ARŞİV / Hastaneler Ne İşe Yarar?- Fikret Çalağan

Hastaneler Ne İşe Yarar?- Fikret Çalağan

Hastaneyi ilk gördüğümde 11 yaşındaydım. O gün bu gündür bu soruyu kendime soruyorum. Kentin ortasına yerleşmiş bu büyük yapı, girişindeki parıltılı, çalışanların beyaz giysilerine rağmen, içindeki kapalılık durumuyla hep ürkütücü gelmiştir bana. Yutan özelliği daha baskındır. Çevresine yaydığı pis kokular ve çöpüyle adeta temel kötülüklerin çekim merkezi olmaktadır. Kurulduğu andan itibaren kentin doğal gelişim dengesini bozmakta, emlak piyasasını hareketlendirmekte, mafyavari ilişkilerle toplumsal bir gereklilik olan barınmayı ticarete dönüştürüp kirletmektedir. Barınma hakkının yok olmasıyla birlikte “sağlıklı toplum” için kurulduğu iddia edilen hastaneler, sağlıksızlığı geliştiren temel döngünün mekânsal bileşkesi olmuştur.

Bir yandan her yerleşim yerinde mantar gibi hastaneler yükseliyor, diğer taraftan hastalıklar azalmak yerine sürekli artıyor. Gittikçe artan hasta sayılarıyla tüm toplum hasta kimliğine bürünüyor. Hastalıkları azaltmak yerine hastalıkları arttıran hastaneler niye var? Herhangi bir iyileşme durumu yaşanmadığı halde hastaneye bir kez uğrayan müptelası oluyor. Küçükken hasta olan yaşlı bir yakınımıza neden hastaneye gitmiyorsun diye sorduğumda; “Başıma bela almak niyetinde değilim, benim şimdi bir hastalığım var, oraya gidersem onlarca hastalığım çıkacak ve bir daha yakamı kurtaramayacağım. Artık mutlu olma şansımı yitiririm” demişti. Bu söylem sürekli aklımda yer etti. Bu nedenle meslek tercih ederken ailenin etkisiyle sağlık meslek lisesine gittim ama hastaneyle ilişkisi olmayan bir bölüm seçtim. Mesleğe başlayınca ilk işim SES üyesi ve aktivisti olmaktı. SES mücadeleci kimliği ve toplumsal sorunlara duyarlı bir sendika olması nedeniyle; sağlık çalışanlarının ekonomik, özlük, demokratik taleplerine ilişkin mücadele ile toplumun “sağlık hakkı” mücadelesini iç içe yürütmektedir. Doğal olarak bende sağlık hakkı mücadelesinin bir aktivisti olmaya çalıştım. Hastanelerle ilgilenmek bir zorunluluktu. Sağlık hizmetlerinden yararlanmanın önündeki engeller söz konusu olduğunda ilk başlık hastanelerin özelleştirilmesi sorunu olmaktaydı. Temel sloganımız “Hastaneler Halkındır Satılamaz” dı. Ancak ne hastaneler hiçbir zaman halkın oldu, ne de satılıyordu. Bu anlamda bu sloganı doğru bulmuyorum. Çünkü AKP,  yani liberalizmin üç atını (Sermaye-Endüstriyalizm- Ulus Devlet) muhafazakâr partisinin aracına koşmuş bu hükümet tam tersine en küçük ilçede bile büyük devlet hastaneleri inşa ediyor. Tabi hemen yanında özel hastaneler de inşa ediliyor. Bunun yanında yeşil kart sahiplerine ilaç verme uygulamasını da görünce Acaba biz AKP ye haksızlık mı yapıyoruz (!) diye düşünmeden edemiyorum. Liberal ekonomiyi benimseyen ve muhafazakârlığı toplumu bu ekonomik ilişkinin içinde tutmak için kullanan bir hükümet neden hastanelere ve sağlığa bu kadar bütçe ayırıyor. İlk akla gelen toplumla kuracağı bağ ve muhafazakârlığın gereği olabilir. Ancak hastanelerin tarihsel ve güncel rolü doğru temelde ele alındığında hiç te öyle olmadığı ortaya çıkar. Sağlığa bu kadar yatırım yapmasının nedeni liberalizmin bir yansımasıdır.

Hastaneler tarihsel ve güncel olarak; tıp bilimi ve mesleği için nesnel, zenginler için yaşamsal, iktidar için ise, denetleme, düzenleme, gözetleme işlevine yarar sağlayan kompleks mekanlardır. Hasta tıp mesleği için deney-gözlem olanağı sağlayarak bilgi elde edilen bir nesne, elde edilen bu bilgi varlıkların doğru tedavisi için denenmiş bilgi, devlet için toplum denetimi, toplamda bir sermeye birikim aracı olmakla birlikte yoksulluğun sürekliliği ve denetimidir. Bununla beraber mekâna hapsedilmiş birey ile toplumsal doku parçalanmakta, iyileşmenin toplumsal bağlamı yok edilmeye çalışılmaktadır.

Hastalıklara ilişkin bilginin yeterli doyuma ulaştığı ve büyük oranda bu işlevini tamamladığı dönemde ise hastaneler, yeni işlevlerini yerine getirmek üzere ilaç endüstrisinin ve medikal tıbbın ürünlerinin denendiği ve tüketildiği mekânlara dönüştürülmüştür. Hastanelerin yaygınlaştığı oranda artan her yatak bir bireyin toplumdan koparılması, aynı zamanda şefkat, özen, itina, yardımseverlik, dayanışma, dostluk içeren toplumsal erdemlilik (1) özelliklerinin yitirilmesi demektir. Bu yolla tıbbileşme yaygınlaştırılmaktadır. Bağımlılık arttığı oranda birey/toplum hastanenin müdavimi olmakta, yoksullaşmakta ve tüketici olmaktadır. Kapitalist toplum tüketimin büyük önem kazandığı bir toplumdur. Uluslararası sermaye için gittikçe en karlı alan haline gelen tıp endüstrisi ürünlerinin tüketimi önem kazanmaktadır. Bu sürekli olarak hastalık artıran bir döngüdür. Bu nedenle ister devlet hastanesi,  ister özel hastane olsun iyileştirme özelliği yoktur. Aynı zamanda yoksullaştırıcıdır. Hastanelerin çokluğu refahın değil yoksulluğun büyüklüğünü gösterir. Bu anlamda denilebilir ki AKP Hükümeti liberal bir hükümet olarak yoksullaştırma politikalarında başarılıdır.

Tıp sosyolojisinin öncülerinden M.Faucault bu duruma isyanını “ insanoğlunun güç işlerinin yoğunluğu ve ölüme götüren hastaneyi tanımayacağı ideal bir devlet bir yerlerde olmalıdır” (2) biçiminde dile getirmiştir. Ne yazık ki devletli yapılarda bu mümkün değildir. Devlet denetlemeyi, kontrol altında tutmayı, gözetlemeyi geliştirdiği için buna benzer yapılara ihtiyaç duyar. Devletli yapılar arasındaki fark mekânın biçimselliğindedir. Medikal tıp tekellerinin hâkim olduğu bizimki gibi devletler parçalanan toplumun tüm duygularını sermayeye çevirmektedir. Vefasızlığın ve suçluluğun örtülmesi, aynı zamanda yaşamın son anında bir gereklilik olarak daha fazla para harcamayı dayatan yoğun bakım üniteleri en temel sermaye birikim mekânları olmuştur.

Sonuç olarak; bir insanın sağlıklı kalabilmesi ve hastalıktan iyileşebilmesi için özgür olmaya ihtiyacı vardır.  Birçok özelliği ile toplumu ve bireyi hasta eden devletten ve onun tıbbi denetim aracı olan hastaneden kurtulması gerekir. Bu durum “hastalığın hastalığı ve yoksulluğun sürekli yoksullaşması zincirini koparır” (3)

Politik toplum ile topluma ait özerk yaşam alanları önem kazanmaktadır. Hastane yerine topluluk içinde iyileşme önemli bir yöntemdir.

Son olarak hastaneleri konuşmuşken güncel bir konu üzerinde de bir iki cümle ifade etmek istiyorum. Sağlık bakanı niye değiştirildi? Neden iki Recep’in çatışan hayalleri(!). Başbakan kendi hayali olan kampüs hastaneler projesi için “tam gün yasasından “  vazgeçti. Tabi kendi projesi için istekli olmayan Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ’dan da. Uluslararası sermayenin talebi olan kampüs hastaneleri için şimdilik hekim elitleri ile çatışmayı erteledi. Gerçi Kapitalist Modernite için meslek elitleri bir engel değil kolaylaştırıcı rolü üstlendikleri için çatışma anlamlı da değildir. Kampüs hastaneleri, hastanelerin oluşturduğu kötülüklerin en üst boyuta ulaşmasıdır. Kompartmanlanmış hastalıklar ve hastalar, tıbbi medikal ve ilaç endüstrisi ticaretinin boyutlanması, hastalık oluşturucu etkenlerin artırılması, yoksulluğun boyutlandırılması, emek sömürüsünün ve meslek içi elitizm ile denetimin artması, kentin daha fazla kanserleşmesi en nihayetinde toplumun daha fazla gözetlenmesi, denetlenmesi, sınıflandırılması, düzenlenmesi anlamına gelir.

Tüm bu olumsuzluklar doğru ele alındığında aynı zamanda yeni bir mücadele dinamiğini de içinde barındırmaktadır.10.02.2013

 

0



İLİŞKİLİ İÇERİK

Sağlık ve Politika Okulu yürüyüşüne devam ediyor!

[su_button url=”https://atasoyersaglikpolitikaokulu.org/basvuru/view.php?id=10110″ target=”blank” style=”flat” background=”#a80b0c” color=”#ffffff” size=”9″ wide=”yes” center=”yes” radius=”0″ icon=”icon: users” icon_color=”#ffffff” text_shadow=”0px 0px ...

Bir yanıt yazın