Yeni Kapitalizmin Kültürü -Richard Sennett
Ayrıntı Yayınları 4.Baskı
Richard Sennett Yeni Kapitalizmin Kültürü kitabında; kapitalizm toplumun hangi birikmiş değerlerine/üretim/tüketim/ilişki kültürüne saldırarak yönettiği örneklerle açmaya çalışmıştır. Bu hegemonik kültüre karşı nasıl/hangi bir direniş odaklarından doğru mücadele edileceği konusunda tartışma yürütmüştür.
1960 yıllardaki gençlik hareketinin kurumlara, özellikle de büyüklüğü, karmaşıklığı ve bükülmezliğiyle bireyleri demir bir pençe içinde tutuyor görünen büyük şirketlere ve büyük devlete hedef seçmesini önemsiyor, bunların devlet sosyalizmine ve çokuluslu şirketlere eşit derecede sert bir tutumlarını haklı buluyor. Çünkü her iki rejim de birer bürokratik hapishane olduğunun altını çiziyor.
“ Artık geçmiş dönemin kapandığını; yeni kapitalist kültür bunları aşmış; çünkü, sosyalistlerin beş yıllık plan yapma, merkezi ekonomik denetim uygulama kuralları silindi. Çalışanlara yaşam boyu işler sağlayan, yıllar boyunca aynı ürünleri ve hizmetleri üreten kapitalist şirket de yok oldu. Refah kurumları da öyle: Örneğin sağlık ve eğitim hizmetlerinin veriliş biçimi daha az sabit hale geldi ve çapı daraldı. Bugünün yönetenlerinin hedefi, elli yıl öncesinin radikallerininkiyle aynı ;Katı bürokrasiyi yıkmak.”
Ve diyor; “….Benim gençlik dönemimdeki asiler kurumları yerle bir ederek cemaatler –güven ve dayanışma ile yürütülen yüz yüze ilişkiler, sürekli müzakere edilip yenilenen ilişkiler, insanların birbirinin ihtiyaçları konusunda duyarlı olduğu bir komünal alan– üretebileceklerine inanıyorlardı. Hiç kuşku yok ki bu gerçekleşmedi. Büyük kurumların parçalanması pek çok insanın yaşamını da parçalanmış bir halde bıraktı: İş yaşamının talepleri aile yaşamını allak bullak etti ve insanların yaşadığı yerler köyden çok tren istasyonuna benzer hale geldi. Küresel çağın ikonu göç oldu; yerleşmek değil, hareket etmek. Kurumları yıkmak daha çok cemaat üretmedi.”
Geçmişle kalıplarla kalmak sorunu çözmediğini egemenlerin yeni ilişki/kültür ile toplumu yeniden yönetmenin/boyunduruk altına almanın uğraşında olduğunu ifade etmektedir:
“ Eğer geçmişe özlem duyanlardansanız –hangi duyarlı insan değildir ki?– ilişkilerin bu durumu size üzüntü duymak için bir neden daha verir. Arkada bıraktığımız elli yıl hem küresel Kuzey’de hem de Asya ve Latin Amerika’da görülmemiş bir servet yaratma dönemi oldu; bu, devlet ve şirketlerin sabit bürokrasilerinin yerle bir edilmesiyle derin bağlantıları olan yeni bir servetti. Son kuşağın teknoloji devrimi de en çok, merkezi denetimin en düşük düzeyde olduğu bu kurumlarda gelişip serpildi. Böyle bir büyümenin bedeli de kuşkusuz büyük: Çok daha büyük bir ekonomik eşitsizlik ve de toplumsal istikrarsızlık. Yine de, bu ekonomik patlamanın hiç yaşanmamış olmasını dilemek akıldışı olur.
……..
İşte kültür işin içine bu noktada giriyor. Sanatsal değil, antropolojik anlamda “kültür”den bahsediyorum. İçinde yaşadıkları kurumlar parçalanırken insanları hangi değerler ve pratikler bir arada tutabilir? Benim kuşağım, bu soruyu yanıtlamak ve küçük ölçekli cemaatin olumlu niteliklerini daha da geliştirmek için gereken hayal gücüne sahip değildi. Bir kültürü bir arada tutmanın tek çaresi cemaat değildir; çok açık ki, bir kentteki yabancılar, birbirlerini tanımadıkları halde, ortak bir kültür içinde yaşarlar. Fakat destek kültürü sorunu bir büyüklük meselesinden ibaret değildir. “
İstikrarsız, parçalanmış toplumsal koşullarda ancak belli güçleri aşabilen insanlar başarıya ulaşabilir. Richard Sennett bu güçlükleri üç temel başlık altında toplamaktadır;
“Birincisi zamanla ilgili: Görevden göreve, işten işe, bir yerden başka bir yere göç ederken insan kısa süreli ilişkileri ve kendini nasıl yönetir? Kurumlar artık uzun süreli bir çerçeve sağlamaz olduğunda, birey kendi yaşam anlatısını doğaçlamak, hatta süregiden bir benlik duygusundan yoksun yaşamak zorunda kalabilir.
İkinci güçlük yetenekle ilgili: Gerçekliğin talepleri değişirken yeni beceriler nasıl geliştirilir, potansiyel kabiliyetler nasıl günışığına çıkarılır? Pratikte, modern ekonomide pek çok becerinin raf ömrü kısa; teknolojide ve bilimlerde, tıpkı ileri imalat biçimlerinde olduğu gibi, işçilerin ortalama olarak her sekiz, on iki yılda bir yeniden eğitilmeleri gerekiyor artık. Yetenek de bir kültür meselesi. Ortaya çıkmakta olan toplumsal düzen, zanaatçılık idealini, yani tek bir şeyi gerçekten iyi yapmayı öğrenme idealini köstekliyor; bu tür bağlılık ekonomik açıdan çoğu zaman yıkıcı olabiliyor. Modern kültür, zanaatçı- lığın yerine, geçmiş başarıyı değil potansiyel kabiliyeti öven bir meritokrasi fikri geliştiriyor.
Üçüncü güçlük bunun devamı olarak ortaya çıkıyor ve feragatle, yani geçmişi geçmişte bırakmakla ilgili. Dinamik bir şirketin başkanı geçenlerde, onun şirketinde çalışan hiç kimsenin oturduğu koltuğun sahibi olmadığını, geçmişteki hizmetlerin hiçbir çalışanın koltuğunu garanti altına almadığını ileri sürdü. İnsan böyle bir iddiaya nasıl olumlu tepki verebilir ki? Bunu yapmak için, halihazırda sahip olunan deneyimleri hesaba katmayan ilginç bir kişilik özelliğine sahip olmak gerekiyor. Bu, halihazırda sahip olduğu şeyleri kıskançlıkla koruyan 12 Yeni Kapitalizm Kültürü mal sahibinden çok, mükemmel şekilde iş görür de olsa eskiyi elden çıkaran, hep yeni şeylere heves eden tüketicide bulunabilecek bir kişilik özelliğine benziyor.”
Bununla birlikte Richard Sennett kurumların artık “buharlaştığı” tezi ileri sürülüyor. Bu tez bazı açık kurumsal olgular üzerine temellendirilmiştir; “Ömür boyu istihdamın sona ermesi-Tek bir kurumda geçen kariyerlerin azalması-Kamu alanında, hükümetin sosyal yardım ve güvenlik ağlarının daha kısa vadeli ve daha dengesiz hale geldiği-İnsanların birbiriyle alışverişi “ilişkiler” yerine “işlemlerin” aldığı..”
Bazı kuramcıların kurumlar üzerine görüşlerinden alıntılar yaparak : “Weberin modelinde zaman esastır. İşlevler sabittir, statiktir. Hangi makamda kim oturuyor olursa olsun, örgüt dağılmamalıdır. Fakat yapının toplumu köklü değişikliklere götüren hadiseleri atlatacak şekilde tasarlanması noktasında, Weber tarzı piramidin tarihsel bir tınısı vardır.
Bismarck’ın kurumları semirtmek için kurnazca bir nedeni vardı: pasifleştirmek; herkese bir vererek çatışmayı önlemek. Dolayısıyla, semiren bürokrasinin siyasi ve toplumsal gerekçesi verimlilik değil, içerme idi.
Weber, bürokrasi, doyumu erteleme disiplini öğretir. ..Vaat edilen doyumlar ve tatminler çoğu zaman asla gelmez. …. Erteleme disiplini öğrenmiş olan biri, o noktanın gelmesine çoğu zaman kendisi izin vermez.”
Alıntıları ile kurumlar ve bürokrasinin yaratığı kültürü ve yıkımı anlatmaya çalışıyor.
Üretim sürecindeki değişimine ilişkinde; “Emek gücünün “geçicileşme ”si, dışarıdan geçici çalışanlar ya da taşeronlar kullanılmasından daha fazlasını ifade eder; firmaların iç yapısı ile ilgilidir…. Etkinlik, faaliyeti değiştirme yeteneğidir.
Kurumların üç yapıtaşı( geçicileştirme- katmansızlaştırma- doğrusal olmayan sıralama) bir arada alındığında, şirketin zaman çevresini daraltır; acil ve ufak görevler odak noktası haline gelir.” Görüşleri ile tek yönlü bakılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Ayrıca “üretimdeki bu yapısal değişimin temel üç üç eksikliği ortaya çıkardığını ; düşük kurumsal sadakat, işçiler arasında enformel güvenin azalması, kurumsal bilginin zayıflaması.” ifade etmektedir. Buda “işe yaramazlık kabusunu modern bir tehdit doğmasını sağlamaktadır. Bu kabusu şekillendiren üç kuvvet var; küresel emek arzı- otomasyon ve yaşlanmanın yönetimi.”
Üretim ve bununla birlikte toplumsal ilişkilerin aşındırılmasında önemli bir uğrakın zanaatçılığın yitirilmesi/yitirtilmesi olarak ele alıyor. Zanaatcılığa dair yoğunca bir tartışma yürütüyor;
“Zanaatçılık…. Bir şeyi o şeyin kendisi için iyi yapmak. Öz-disiplin ve öz-eleştiri tüm zanaatçılık alanlarına sıkı sıkıya bağlıdır; standartlar önemlidir ve kalitenin amaçlanması, ideal olarak, kendi içinde bir amaç haline gelir….. zanaatçılık nesneleştirmeyi vurgular…. Kendi içinde anlamlı bir şey yapmak. Bu nesneleştirme ruhu, alt düzeyden, vasıfsız görünen emekçilerin bile işiyle gurur duymasını sağlayabilir….
Esnek şirket akıllı insanlardan faydalanır; ama eğer bu insanlar kendini zanaatçılığa verirse sorun yaşar….”
..aslında bürokratik makine tamamen ele gelmez bir şeyin peşindedir; insan, örneğin, hangi türden işlerin özerk göründüğünü ölçebilir ama özerk bir edimin spesifik olarak ne olduğunu ölçemez. Zanaatçılık ustalaşmayı ve belirli bir bilgi alanına sahip olmayı gerektirir; bu yetenek türü içeriğe özgü değildir, yani içerik tarafından belirlenmez…”
Bu gün toplumların düşünme biçimine ve eyleyişini en çok etkileyen şeyin belirsizlik olduğu söyleniyor. Richard Sennett kendince buna cevap vermeye çalışıyor;
“Belirsizliklerle başa çıkmanın tek pratik yolu, üzerinde çok fazla durmamaktır. Doğru ve objektif cevap, ergenin zihninin yüzeyindedir. Anlamı deşmek, derinlere inmek, kişiyi vakit kaybetme riskine sokar, ki bu da sınavda başarısız olmak demektir; sınavı zanaatçılık ruhuyla ele alan birini baklayan olası sonuç işte budur. Bu anlamda sınav aslında “kolay”dır; bu safi işlemsel düşünme biçimi, zihinsel yüzelsellik gerektirir.”
Toplumsal kapitalizm kavramını sıkça kullanıyor. Kapitalizmin toplumda kültüre dönüşmesi diye tanımladığı bu kavramı tüketicilerle birlikte toplumda yaratılan kültür ve ilişkileri ele almıştır:
“Toplumsal kapitalizm çağında, ekonomik sistemin zorlayıcı talepleri hınç üretti.
Tüketicilik ilişkilerinde iki unsur: Markalaşma-Güç( kendi kendini tüketen iki tutku)
Markalaşma: reklamcılık aracılığıyla geliştirilir. ….
Günümüzde imalat, otomobillerden bilgisayarlara, bilgisayarlardan giysilere, malların “platform inşası”nı küresel ölçekte düzenliyor. Platform ürünü belirli bir markaya çevirmek için üzerinde ufak, yüzeysel değişikliklerin yapıldığı temel bir nesnedir…..
Modern platform üzerine eklenen değişikliklere altın kaplama deniliyor……
Güç satın alabildiğimiz bir şeydir.
Sermaye piyasalarının doğuşundan beri yatırımcıları yönlendiren, nesnelerin gücüne duyulan akıldışı inançtır.
Güçlü bir makine satın almanınsa başka türlü bir çekiciliği var; günümüzde satılmakta olan küçük güzel bir nesne var ki bu çekiciliği kendinde cisimleşir.
Tüketme tutkusunun iki biçimi vardır. İmaj yaratımına etkin katılım ve güç vasıtasıyla tahrik.
Günümüzde tüketme tutkusu dramatik bir güce sahiptir.
Seyirci-tüketici için sahiplenici kullanım, henüz sahip olmadığı şeylere duyduğu arzu kadar tahrik edici değildir, potansiyelin abartılması, seyirci-tüketicinin tüm özelliklerini kullanamayacağı şeylerin arzulanmasına neden olur…..
Günümüzdeki siyaset; yurttaşların kendi birikmiş deneyimlerine inanmayışının gönüllü olarak askıya alınmasını etkili şekilde kullanır. Edilgen kılınmaktadır…… Tüketici-seyirci-yurttaşın nasıl siyasetten uzaklaştırıp daha edilgen duruma yönelttiği yeni kapitalist kültürde yatmaktadır” diyerek tüketici alışkanlıkları yaratarak yeni bir kültürün nasıl oluşturulduğunu göstermiştir. Bu ilişkiyi bir bant sitemiyle anlatmaya çalışmıştır.
“Tüketici-seyirci-yurttaşa; ürün platformlarına benzer siyaset platformları ve altınla kaplanmış farklar sunulur; ondan “insanın eğri büğrü bir odundan yapılmış olduğunu” hesaba katmaması ve daha kullanıcı dostu politikalara itibar etmesi satışa sunulan yeni siyasi ürünleri sürekli olarak kabul etmesi istenir.”
Devletin rolü es geçmemiş, devlet-siyaset-iktidar-şirket ilişkilerini farklı bir şekilde elealmış;“Bu platformda tek önemli ortak unsur devletin rolüdür.Zayıflamak bir yana, devlet hala yön veriyor. Merkez, kaynakaların devredilmiş kurumlara zerk edilişini denetliyor ve performans izliyor……
İktidar ve otorite birbirinden ayrılıyor….
İş dünyasında olduğu gibi siyasette de bürokrasiler bir yandan yurttaşlarının sorumluluğunu almayı reddederken bir yandan de iktidarı artan şekilde merkezileştiriyor.
İyi bir politika, tüm yurttaşların ortak bir projede birleştiklerine inandığı bir politikadır. Toplumsal kapitalizm ( sovyetler-sosyal demokrasi)bu ortak projeyi askeri modele dayalı kentsel kurumlar vasıtasıyla yarattı;toplumsal kapitalizmin kusuru, dayanışmanın oluşturduğu demir kafesti….
Yeni kurumsal düzen, kendi aldırmazlığını çevredeki bireyler ya da grupların özgürlüğü olarak etiketleyerek, sorumluluktan sıyrılıyor; yeni kapitalizmden türeyen siyasetin kusuru aldırmazlıktır.
Siyasette şirketler gibi dört temel olguya dayanır; altın kaplama, markalaştırma- yetememezlik- zanaatçı gibi düşünmeyi bırakmak.”
Reel sosyalizm bürokrasinin ağırlığı altında boğuldu. Kapitalizm ise yeni bir kültür yaratarak ve karşıtlarını içerleyerek devam etmektedir. Sosyalizm yeni bir inşa için yolunu aramaya devam etmektedir. Toplum var oldukça toplumsallık olan sosyalizm iddiası devam edecektir. Richard Sennett bu arayışa kendi cephesin ve kültürle ilişkilendirerek bazı öneriler sunmaktadır;
-Kapitalist anlatıya karşı toplumsal anlatıların güçlendirilmesi, ilerletilmesi ve süreklileştirilmesi;
-Yaşanan farklı hadiseler arasında ilişkilerin kurulması, birleştirilmesi ve bütünlüğün kurulması;
-Deneyimlerin biriktirilmesi ve dersler çıkarılmasının önemli olduğunu ifade ediyor.
Ve kendince emek alanında yeni örgütlenme için önemli üç girişimden bahsediyor:
*Britanya ve ABD’de kısa vadeli, esnek örgütlerde eksik olan süreklilik ve sürdürebilirliği işçilere sağlamayı amaçlayan” paralel kurumlar” ın kurulmasıdır. Sendikaların yeniden düşünmeye sevk eden- geleneksel sendikal hareketi zorlayan örgütlenmeler.(united Auto Workers sendikası)
* İş paylaşımı; (Hollanda- zamanın esnekliği- işin var olması inancı)
*Temel geçim gelirinin verilmesi; uzun süreli zaman planlanmasını sağlar; sigorta,dadı devlet de ortadan kalkar ( Kuzey Avrupa-Claus Offe ve Van Pariiji
Yeni Kapitalizm kültürüne karşı koyulacak üç değeri öne çıkarıyor; Anlatı(deneyim)- İşe yararlılık(yaşlılık- ev işi- bakım işi)- Zanaaatçılık.
Ve devam ediyor:
“Zanaatçılık ; bir şeyin kendisi için iyi yapma arzusudur. Bütün insanlar bir şeyi iyi yapmanın verdiği tatmini yaşamak ve yaptığı şeye inanmak ister. Yeni düzen iş, eğitim, siyaset alanlarında bu arzuyu tatmin etmez, edemez.( kök salınmasını engeller- hareketlidir)
Zanaatçılık, yeni ve eğitim kurumlarının ve de siyasi kurumların gerektirdiği idealleştirilmiş benliğe meydan okur. Bu, değişim konusunda usta bir benliktir, bir süreç ustasıdır.” Diyerek sürekli olarak zanaatçılığı öne çıkarıyor.
En son aşağıdaki tutumu ifade ederek kapitalizmin yeni kültürüne bir karşı duruşu ifade etmektedir.
“Giderek daha da yüzeyselleşen bir kültür vasıtasıyla kazanılmış iktidarın oluşturduğu yeni bir düzen. İnsanlar yaşama ancak ve ancak bir şeyi o şeyin kendisi için iyi yapmaya çalışarak demir atabileceğine göre, işyerindeki, okullardaki ve siyasetteki yüzeyselliğin zaferi bana kırılgan görünüyor. Bize sonraki temiz sayfayı açacak olan belki de aslında zayıflatılmış kültüre isyan etmektir.”
Fikret Çalağan-Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu