Toplumsal Tıbbın İzinde YENİ BİR BAŞLANGIÇ NOKTASI- Menderes Tutuş

Tıbbi Kriz

 

Kapitalizm artık kendini sağaltma yeteneğini tümüyle yitirmiş bir uygarlıktır. Tüm yaşamın olağan akışını kesintiye uğratan Covid-19 salgını bunu bir kez daha göstermiş oldu. “Büyük insanlık” tüm kürede kol gezen ölümcül bir virüs tarafından aylarca kuşatıldı. Bu sefer tıbbi kriz, görkemli sermaye uygarlığının tam kalbinde patlak verdi, uygarlık krizini derinleştirdi. Kapitalist tıbbın da en az üzerinde yükseldiği uygarlık kadar kırılgan olduğu görüldü. Dev tıbbi cihaz teknolojisi, kesintisiz üreten farmakolojik endüstri, tanı ve tedavi yöntemlerinde parlak buluşlar, her derdin devası gibi pazarlanan devasa sağlık yatırımları çaresiz kaldı. Olagelen tıbbi “güven krizi” daha da derinleşti. Hayatın gerçekliğine uzak hekim reçeteleri halkı canından bezdirdi. Tüketim kültürüne uyum sağlamak ve yaşam süresini uzatmak tıbbın başlıca uğraşıdır. Obezite, yüksek tansiyon, kalp-damar, şeker, depresyon, alzhiemer, kas-eklem, fibromiyalji, kanser gibi kapitalist toplumun yapısal ortamlarından türeyen ve tedavi etmekte başarısız olduğu “kronik dejeneratif hastalıklar” karşısında “klinik tıbbın” yaptığı tek şey “hastalıklarla birlikte yaşamayı” öğütlemektir. Tıp adına tam bir yenilgi ve bir teslimiyet felsefesi!

 

Sık sık “aynı gemideyiz” telkiniyle ezilenleri avutan egemenler, toplumsal devrimci güçlere yol vermektense, hastalıklı, hatta bir “yarı-ölü” (zombi) uygarlığa razı gibi görünüyor. Yenilgi ve teslimiyeti de kâra dönüştürme gayretleri şaşırtıcı olmaz. Salgınları ve yapısal kronik hastalıkları kârlı pazarlara dönüştürerek varlığını bir nebze daha sürdürme peşindeler. Ne de olsa “hastalıklı yaşam” sadece kârlı bir pazar değil, kapitalizmin karakteristik toplumsal özelliğidir. Hastalığın ve sağlığın metalaşması, sağaltımı değil, hastalığı toplumsallaştırmıştır. Kapitalizmin “hayatta kalması” için hastalığı toplumsallaştırmaktan ve sürekli kılmaktan başka çaresi yoktur. Toplumun kendini iyileştirme, sağaltma, kriz çözme kapasitesini tasfiye ederek, denetimi hastanelerin, tıbbi bürokrasinin, sermayenin otoritesine verdi. Hastane, neoliberal tıbbi rejimin kurumsal simgesi haline geldi. Özsaygı, özgüven ve özerklik duygusu içinde kendi sorunlarını çözme olanaklarını insanların elinden çekip aldı.

Tıbbın odağının “hastalık ortamlarından” klinik-tedaviye kayması sonun başlangıcıdır. Kapitalist tıbbın temel çelişkisi, tıbbın toplumsal güçleriyle gerici, faşist, sömürücü, sömürgeci, ırkçı, cinsiyetçi, türcü kapitalist “sağlık yönetimi” arasındadır. Hastalık toplumsallaşırken, toplumun kendini sağaltma yetenekleri baskı altındadır, örgütsüzdür, kriz içindedir. Oysa bugün toplumun ürettiği tıbbi kapasite insanları sağlıklı ve iyilik halinde tutacak güçlü bir kapasiteye sahiptir. Günün temel sorunu toplumun kendini sağaltma yeteneklerinin örgütlenmesidir.

Toplumsal Tıbbın da Krizi: Özeleştiri

Toplumsal tıbbın görkemli tarihinin muazzam birikimlerinin sürdürücüleri olarak en yakıcı özeleştiri konumuz, elbette, bunca güce ve birikime karşın halkın sağlığını güvence altına alamamış olmamızdır.

Sermaye uygarlığının çözüldüğü, bunun bileşenlerinden biri olarak tıbbi krizin derinleştiği bir tarihsel kırılma noktasında, tıbbın toplumsallaşma derecesi, toplumsal tıbbın yeni bir kurucu süreci için olgunlaşmıştır. Ancak kendini alternatif bir gerçeklik -alternatif bir uygarlık- olarak ilan ve inşa etme noktasındaki “kararsızlık”, içten içe çürüme ve çözülmeyi derinleştirmektedir. Tıbbi örgütlerimiz bu tarihsel dönüm noktasının görevlerini yerine getirmekten çok uzaktır. Yine bir zamanlar sınırları devlet tarafından çizilen, ama devletin bile terk ettiği “kamusal sağlık” ve “kamu hukukunun” sınırları içine sıkışıp kaldık. Emek-meslek-bilim örgütlerimiz yenilenme kapasitesini yitirdi. Tıbbın toplumsal güçleriyle organik bağların zayıflaması, giderek tıbbi örgütlerin olağan bürokratik işleyişine daralma kaçınılmaz hale geldi. Ne yazık ki üyelerin haklarının savunulmasıyla sınırlı ve her şeye karşın onurlu mücadele çizgisi bu gerçekliği değiştirmiyor. İçinde bulunduğumuz yakıcı sorun, tıbbi örgütlerimizde basit yenilenme hamleleriyle üstesinden gelebileceğimiz bir evreyi çoktan geçti. Tıbbın yeni kurucu zeminlerinde yeni bir kolektif kurucu iradenin örgütlenmesine ve yeni bir başlangıç noktasının yaratılmasına ihtiyaç var.

‘Kamusal Tıp’ Hareketlerinin Krizi: Geçmişle Hesaplaşmak

Kamusal tıp, devlet, sermaye, emek arasındaki uzun süreli mücadelelere bağlı olarak yavaş yavaş kademeli olarak gerçekleşti. Birbirinden farklı, hatta karşıt tıbbi görüş ve akımlarca savunulur hale geldi.

Sağlık hizmetlerini “kamusal idarenin güvencesi” altına alan sağlık politikalarının kökü binlerce yıllık güçlü geleneklere dayanır. Tüm büyük kent uygarlıklarında izleri görülür. Eski Yunan ve Roma uygarlıkları “temizliğin” toplumsal sağlık için önemini biliyordu (André Bonnard). Hatta çoğu uygarlıkta temizlik dinsel bir ayin halini almıştı. Mısır’ın amansız saldırılarından çok vebadan çeken Hitit politik iktidar kastları en büyük savaşını sağlıkta verdi. Pislik-kirli su-hastalık ilişkisinin “mikropbilimi” pek gelişmemiş olsa da önemli pratik adımlar atıldı. “Roma Halk Sağlığı” programının temelini devasa “su kemerlerinin” ileri sulama teknolojisiyle donatılmış tarımsal havzaların inşası oluşturdu (C.D. Conner). Mısır Uygarlığı’nın yüzbinlerce yapı işçisine yataklık eden ortak yaşam alanlarının işçi/halk sağlığı bilgilerini ünlü papirüslerde bulmak mümkündür. Tüm büyük Avrupa kentleri, cüzam, veba, frengi, kolera, tifüs, çiçek salgınlarında “kamu idaresini” halk sağlığı tedbirlerini hayata geçirmeye zorlayan hareketlere tanıklık etmiştir. Epidemiyolojik araştırmalar, su, temizlik, kanalizasyon inşasına ayrılan kentsel sağlık harcamaların büyüklüğünden bahseder. Bu kentlerde temel besinler, nitelikli su ve hijyen koşullarından daha iyi bir hekim bulmak mümkün değildir. Kamusal sağlık hizmetlerini gelişiminde 19. yüzyıl sınıf mücadeleleri ve işçi sınıfı hareketi bir sıçrama noktasıdır. Proleter bir içerik kazanan kamusal sağlık politikaları, kendini Avrupa kapitalizmine bile kabul ettirmiştir. Sovyetler Birliği ve onun izinden giden Küba elbette bir zirve noktasıdır. Sovyet sosyalist tıbbı, toplumsal içerikli bir “salgınbilim”, kamusal sağlık hizmetleri ve bir “halk sağlığı” hareketi olarak gelişti. Parasız, güvenceli, evrensel sağlık hakkı, bir işçi sınıfı/halk hareketi, devlet sistemi ve dünya modeli haline geldi.

Bugün “kamusal tıp”, işçi sınıfı hareketinin zorlamasıyla artık devletin hastalıklara karşı mücadelede tam sorumluluk almak zorunda kaldığı bir sağlık programıdır. Kamusal sağlık ve onun bir bileşeni olarak “halk sağlığı” evrensel bir sistem olarak tüm dünyada geçerlidir. Kamusal tıbba başlı başına olumlu bir içerik yüklemek doğru olmaz. Kendisine öncülük eden devrimci sınıfın-cinsiyetin-etnisitenin ona kazandırdığı özgün içeriğe bağlı olarak kamusal tıp özgül politik bir nitelik kazanır. Burjuva kamudan, ırkçı kamudan, proleter kamudan ya da feminist kamudan söz edilebilir ancak. Örneğin “sosyal güvenlik sistemi”nin dev bir sektöre dönüşmesiyle kapitalist ülkelerde de yerleşik bir sistem haline gelen “kamusal sağlık hizmetleri”nin, sağlık piyasasındaki toplumsal eşitsizlikleri gidermediği tüm çıplaklığıyla görülüyor (Roy Porter).

Dahası kamusal sağlık hareketleri “devleti” kamusal tıbbın odağına taşıdı. Sağlık yönetiminin “demokratikleştirilmesi”, “halkın sağlık hakkı” ve “sağlığa erişim” hakkı merkezi talepler dizgesi haline geldi. Bürokratik-profesyonel sağlık yönetimini sınırlamayı amaçlayan politik programlar, halkın tıbbi kararları denetim talebi, sağlık hizmetlerinin antidemokratik bir şekilde merkezileştirilmesini eleştirip herkese parasız, nitelikli sağlık ilkesini öne çıkaran talepler düzen-içi bir mücadele çizgisine oturdu. “Adil bir sağlık hizmeti elde etme hakkı” ile sınırlı kaldı. Oysa sağlık hizmetlerinin içeriği baskıcı ve yabancılaştırıcı burjuva sınıf yapısı tarafından şekillendiriliyordu (İvan İllich). Tüm onurlu birikimine karşın; kamusal sağlık politikaları, kapitalist devletin ve kapitalist tıbbın ötesine geçemedi.

Tıbbın Yeniden Toplumsallaştırılması: “Toplumsallaştırma Kategorisi”

Yeni bir uygarlık inşasının temel kategorisi “toplumsallaştırma kategorisi”dir. Sağlam, güvenilir bir başlangıç noktadır. Özyönetim, özerklik, özsavunma, özkurtuluş ilkeleri, toplumsallaştırma kategorisinin bütünleyeni olarak anlam kazanacaklardır. Tıbbın yeniden toplumsallaştırılması, hastalıkla savaşımın ötesine geçerek hastalık ortamlarının sağaltılması, sağaltımın toplumsallaştırılması anlamına gelir. Sağlık yönetiminin tıbbın toplumsal güçlerinin eline verilmesi, yani “sağlığın özyönetimi” demektir. Tıbbın tüm baskı, sömürü, tahakküm ve egemenlik ilişkilerinden arındırılarak, yeniden ve daha ileri bir formda toplumsallaştırılmasıdır. Cinsiyetçi, dinsel, ırkçı/şoven, türcü, sömürücü, sömürgeci egemenlik ilişkilerinden arındırılmasının somut mücadele hattı, tıbba, yeni bir hareket çizgisi, strateji, örgütlenme ve eylem çizgisi kazandıracaktır.

Tıbbın Egemenlik İlişkilerinden Arındırılması

Cinsiyetçilikten Arındırma

Eril tıbbın binlerce yıllık bir tahakkümünün kırılmasını feminist harekete borçluyuz. Feminist hareket, tarihinin kimi dönemlerinde bir “kadın sağlık hareketi” olarak gelişmiştir. Yıllarca kadının patolojik bir cinsiyet (rahim-uterus-hysteria) olarak lanse edilmesine karşı direnişe geçti. Kadın Ebelerin Kolektif Hareketi, asalaklara ve doğum lavtasının kötüye kullanımına karşı yüzlerce yıllık direniş öyküleriyle doludur. 20. yüzyıl tarihi kadın bedeni üzerindeki egemenlik kavgasının ve kadın bedeninin din, sermaye ve bilimin eril egemenliğinden arındırılmasının tarihidir. “Doğum kontrol” ve “kürtaj” sert mevzi çatışmalara sahne oldu. Kadınlar ataerkil tıbbi egemenliğin bilgi tekeli karşısına kadın anatomisi ve fizyolojisini özgürleştirerek çıktılar. Kadın hekimlerin (“Cadıların”) devrimci geleneğini sürdüren feminist hareketin en büyük başarısı özgür sağlık hareketidir. Bugün neoliberal kapitalizmin cinsiyetçi tahakkümünü pekiştiren ataerkiye karşı tıbbın cinsiyetçilikten arındırılması, sadece, kadınları hak ettiği konuma ulaşması olarak değerlendirilemez. Sağaltımın toplumsal ortamlarının, tıbbi bilimsel bilgi üretiminin, tanı ve tedavi tekniklerinin tümüyle feminize edilmesi (“feminist tıp”) demektir. Toplumu sağaltan tüm ortamlar feminize edilmeden, ülkeleri savaşa ve kana bulayarak toplumsal sağlığa en büyük tehdidi oluşturan erkeklik krizinden devrimci çıkış olası değildir (Barbara Ehzenreich-Deidre English)

Dinsellikten Arındırma

Tarihin karanlık çağlarında “Dinsel Tıbbın” hüküm sürdüğü en bilinen gerçekler arasındadır. Ortaçağ tıbbı büyük ölçüde Antik Yunan “materyalist tıbbının” dinselleştirilerek kabul edilmesine dayanır. Bu dönemde tıbbi eğitim Katolik Kiliseyle uyum içindedir. Eski Mısır tapınaklarından en modern dinsel pratiklerine dinsel tıp sistemleri kutsal ayinlerle materyalist tıbbi yöntemlerin sentezinden oluşmuştur. Hatalıkların nedeni ilahidir; ancak tanı/tedavi teknikleri ve farmakoloji dağarcıkları materyalisttir. En ünlü dinsellikten arındırma süreci, 14. yüzyıl büyük veba salgının tarihsel sonuçlarına bağlı olarak Hıristiyan Katolisizmin reformcu dönüşümlere uğraması ve burjuva devrimci sürecin yolunun açılmasıdır. Proleter/çalışma zamanı olarak saat zamanına geçilmesi, en başta sağlık olmak üzere kamusal yaşamda Latince tekelinin kırılarak “anadilde” kamusal etkinliklerin filiz vermeye başlaması tabi ayrı bir laikleşme güzelliği.

Bugün tüm doğal felaketlerde olduğu gibi salgınları da ilahi kudrete bağlayan dinselleştirilmiş bir hastalık/salgın yönetiminin krizini yaşıyoruz. Mesele sadece hastanelerdeki dinsel danışmanlık hizmetleri, hacamat tekniklerinin desteklenmesi, din otoriteleri tarafından kadınların ve erkeklik dışındaki tüm cinsiyet kimliklerinin patolojikleştirilmesi değil, toplumsal sağaltım ortamlarının da dinselleştirilmesidir. Bu nedenle sadece klinik ortamlarının değil, tıbbın tüm toplumsal ortamlarının dinsellikten arındırılması –laikleşmesi– en temel toplumsallaştırma ilkelerindendir. Eski Çalışma Bakanı Ömer Dinçer’in grizu patlamasıyla hayatını kaybeden Zonguldaklı kömür işçileri için dinsel bir göndermeyle “madenciler güzel öldüler” demesi hala acı ve öfkeyle kulaklarımızda çınlamaktadır. Hedef tıbbın, yani tüm toplumsal sağaltım hareketinin dinden ve dinin desteklediği tüm sömürü ve egemenlik ilişkilerinden arındırılmasıdır.

Irkçılıktan, Şovenizmden, Yabancı Düşmanlığından Arındırma

İskorbütün tedavisini kültürler-arası öğretici yöntemlere en çok da Huron Yerlilerine borçluyuz. Samoa şifacılarının sahip olduğu botanik bilgi göz alıcıdır: Quechua (Peru) yerlilerinin ateş düşürücü olarak için kullandıkları kinin sıtmanın tedavisinde işe yaramıştı. Barışçıl Quechua halkı, doğal yaşamlarından türettikleri şifa kaynaklarının emperyalist kınakına tekel savaşlarına yol açacağını ve sömürgeci orduları donatacağını bilemezlerdi. Çiçek aşısının, 1000’li yıllardan beri Çin’den Hindistan’dan, İngiliz kraliyet ailesini kurtaran Anadolulu köylü kadınlardan, Amerikan devrimini sağaltan Afrikalı köle Onesimus’tan (Elizabeth A. Fenn) geçerek bilimsel mucidi Edward Jenner’a varıncaya dek nice hünerli halkların kolektif tıbbi bilgisiyle damıtıldığı ünlü tarihsel öyküdür. Kolektif sağaltımın toplumsal tarihinde “halkların kardeşliğinin” örnek öyküleri saymakla bitmez. Günümüzde göçmen işçiliğin, sığınmacılığın ve mülteciliğin karakterize ettiği neoliberal işçi toplumunun ve proleterleşmiş halkların toplumsal sağlığı, ırkçılıktan, şovenizmden, yabancı düşmanlığından arındırılmış üretim ve ortak yaşam alanlarına bağlıdır. İnsanlığın yarısının her gece yatağa aç girdiği günümüzde, hala en hünerli hekim, temel besin maddeleri, temiz-nitelikli su, hijyenik yaşam alanları ve barıştır. “Anadilde sağlık” mücadelesinin tarihte ve günümüzdeki öncülerini saygıyla selamlayalım; ama devletin kamusal yükümlülüklerine sıkışmış bir anadilde sağlık talebi ne kadar da “sınırlı” kalıyor günümüzde. Halkların önünde toplumsal sağlık ölçüleriyle yeniden inşa edilmesi gereken geniş bir ortak yaşam alanı uzanıyor.

Tıbbın Toplumsal Güçlerinin İzinde: Sıfır Noktasında Değiliz

Toplumun kendini sağaltma yeteneği olmasaydı, uygarlıkların varlığından bile söz edilemezdi. Bugün en saygın bilimsel disiplinlerden biri olarak kabul edilen tıp, kolektif kendini sağaltma yeteneğinden süzülüp gelen toplumsal bir harekettir. Köklü bilimsel gelenekleri, nice dehaları vardır. Ünlü hekimleri zaten biliriz. Zorlu tedavilerin, parlak buluşların bireysel dehalarıdır onlar. Antik Yunan tıp loncalarının uzun bir tarihsel süreçte olgunlaştırdıkları “kolektif” hekimlik yeminine adı verilen Hippokrates onlardan biridir. Hele tıbbın bilimsel, akademik disiplinleri, onları söylemeye bile gerek yok. Binyıllardan sentezlenip gelen bilimsel bir sağlamlık vardır onlarda. Tıbbi meslekler ve onları temsil eden örgütlenmeler, Antik Yunan hekim loncalarından (asklepiades) beri hep en güvenilir toplumsal kurumlar arasında yer almıştır (André Bonnard). Ya halkların (etnisite, ulus), emekçi sınıfların (sağlık emekçileri, proleter hareketler), kadınların rolü; onların hakkı nasıl ödenir? Onlar olmasaydı, bitkilerin ve madenlerin sağaltıcı özelliklerinin kolektif bilgisi yeni kuşaklara nasıl aktarılırdı? Eski tıp seçkinlerinin küçümsediği berberlerin cerrahi ustalığı olmasaydı, tıp bugün acıları dindiren hünerli parmaklarından mahrum kalmış olurdu. Yasadışı şifacıları dersen, onlar 19. yüzyıla dek tıbbın yeraltı kahramanlarıdır. Maden işçilerinin hünerli emeğini, mesleksel hastalıkların bilimsel bilgisini tıbba kazandıran Paracelsus’un yeri doldurulamaz. En çok da “anadilde sağlığın” öncüsü olarak hakkı ödenemez. Tıbbın kolektif bilgisi sürekliliğini en çok da kadınlara borçludur. Binlerce yıl toplumsal tıbbın taşıyıcı gücü, kadından kadına aktarılan halk hekimliği geleneğidir (Barbara Ehzenreich-Deidre English) (Conner, 2010) Salgınlara ve kalabalık hastalıklarına karşı kentleri besleyen, temizleyen, sağaltan ve yeniden inşa eden “kent emekçileri”, “mimarlar” ve “mühendisler” olmasaydı bugün Sovyet Tıbbıyla bir “dünya sistemine” dönüşen halk sağlığı hareketinin adından bile söz edilemezdi (Andrew Nikiforu; Conner; Jared Diamond).

Sosyalist Tıp: “İşçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır”

“İşçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” (Semaşko). Sovyet sağlık sistemini toplumsal tıbbın uzun tarihinde devrimci bir sıçrama noktası haline getiren politik ilke budur. 1917 Ekim Devrimi’yle “sovyetler”, tıbba ve sosyalizme özyönetimci ve proleter bir içerik kazandırdı. Binlerce yıllık “sağlık hakkı” mücadelesi meyve vermiş, ilk kez, anayasal bir hak, kamusal, toplumsal bir örgütlenme ve sınıfsal bir güvenceye kavuşmuştu. İşçiler, sovyetler aracılığıyla sağlık yönetiminde “söz ve karar” sahibi oluyordu. Merkezi sosyal sigorta fonlarından en alt birimlerin denetlenmesine dek sağlık yönetimi sovyetlerin damgasını taşıdı. Geliri vergiden karşılanan ücretsiz ve evrensel tedavi bir haktı. Standartları kimi yerde yüksek kimi yerde düşük olsa da bu uygulama ileriye yönelik dev bir adım sayılırdı (Roy Porter). Çalışan, çalışamayan tüm emekçiler sosyal güvence altına alınmış, istisnasız tüm işçilere, kent ve köy yoksullarına sigorta yapılmıştı. Hastalık, yaralanma, yaşlılık, analık, dulluk, yetimlik, işsizlik ve sakatlık halleri artık sosyalist devletin güvencesi altındaydı. Sovyet sosyalist çizgisi, sadece hastalığı iyileştirmek için değil, hastalıklara yol açan mesleki ve toplumsal koşulları da sağaltma ilkesine dayanır. Sosyalist/toplumcu tıp, sadece biyolojik ve deneysel değil, aynı zamanda toplumsaldır da. Hastalıkları tıbbi toplumsal bir süreç olarak inceleyen epidemiyoloji, bir bilim olarak halk sağlığının temel taşı haline geldi. Sisteme dinamizmini, işçilerin ve halkın tüm kesimlerin katılımı sağlıyordu. Devlet güvencesindeki sağlık sistemi toplumsal hareketle destekleniyordu (İlhan Akalın). Toplumsallaştırma ilkesi geçerliydi; ancak başlangıç yıllarındaki sovyetlerin karakterize ettiği devrimci süreci saymazsak, sağlık bir devlet sistemine dönüştü. Yerel sovyetlerin diğer işyerlerinde olduğu gibi sağlık kurumlarındaki etkinliği giderek ortadan kalktı. Her kurumun, demokratik olarak seçilen işçi komitelerince denetlenmesi uygulamaları terk edildi. Sovyet tıbbının “hastalık ve klinik” yönelimi arttı. Yarış halinde olduğu kapitalist devletlerde görüldüğü gibi Sovyet sağlık sistemine teknolojileşme, depolitizasyon, hastaneleşme ve kentleşme hakim oldu (Vincente Navarro).

Toplumsal Tıp: “Hastalıkla yaşamayı öğrenmek” istemeyenlere…

Tıbbın niteliği, rolü, kapsamı ve içeriğinin kökten değişime zorlandığı yeni bir tarihsel dönüm noktasındayız. “Hastalık ve sağaltım” ortamları değişiyor. “Hasta-hekim arasındaki özgür seçime” ve serbest piyasaya inanan liberal tıp, milleti toplumsal “mikroplara” karşı korumayı vaat eden faşist tıbbi ideoloji; hatta sosyal adaletin ve halkın sağlık hakkının güvencesi olarak devlet tıbbını gören farklı eğilimlerden kamusal tıp akımları krizdedir.

İsyan ve direnişler artık daha kısa aralıklarla yeniden sokaklarda. İsyanlar neredeyse kesintisiz bir hal alacak. Çürüyen ve çözülen sermaye uygarlığı isyancıların hedefinde. Neoliberal tıp sisteminin yıkıntıları, eşitsizlik ve adaletsizlikleri “müzakere dahi edilmezler” listesinde. Yeni bir tarihsel kolektif öznenin içinde olgunlaştığı isyan ve direnişler, yeni bir uygarlığı sağaltacak ortak talepleri giderek daha yüksek sesle dile getiriyor. Sağlık bir “takım çalışması”dır. Kolektif bir emek ve bilimsel çaba gerektirir. Elbet bu zaten biliniyor. Ama artık emeğin ve bilimin tüm onurlu öznelerini de bu takımın içinde görmek isteriz. Kent proletaryasını, siber proletaryayı, bakım işçilerini, göçmen proletaryayı, mevsimlik tarım işçilerini, kültür/sanat işçilerini, gıda tedarik zincirlerinde tüm halkı besleyen emekçileri, “kentsel sağlık” tasarımcısı mimar/mühendisleri -ki onlar da “halkın sağlık bilimcisi”dir- de aramızda görmek isteriz. “Güzel sanatlar, psikiyatriye yoldaşlık eder, ruhu sağaltır.” Ortak yaşam alanlarımızı sağaltmak daha büyük bir takım çalışmasıdır. Vegan hareketin türcülük eleştirisine en çok da bu takımda ihtiyaç var. Ekolojik yıkıma karşı direnenler; eğitim-sağlık-barınma-beslenme-nitelikli su ve ulaşımı direniş konusu yapan hak mücadelesi militanları, “derelerin denizlere özgürce akmasını” savunan tarımsal üreticiler olmadan bu takım eksik sayılır. Neoliberal kapitalist sistemin hastalık yapıcı ortamlarını kurutacak ilaç onlardadır. Çıplak güvencesiz emeğin örgütlenmesi, ekolojik tarım, temel gereksinimler üretiminin toplumsallaştırılması, toplumsal sağlığın özyönetimi ortak savunma hattımızdır. Elbette bugün neoliberal tıbbın, sağlık teknolojisiyle, ilaç ve tıbbi cihaz endüstrisiyle ve tıbbi bürokrasisiyle gasp ettiği, kendisine yabancılaştırdığı toplumsal tıbbın vazgeçilmez bileşeni “akademik-bilimsel-klinik tıp” yenilenmiş bir içerikle bu takım içindeki etkili yerini alacaktır. Böylece ilk toplumlardan sonra yitirdiğimiz “tıbbın toplumsal rolü”, daha ileri bir formda yeniden hayata geçektir.

Kaynakça

Akif Akalın, Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi, Yazılama Yay., 2010

André Bonnard, Antik Yunan Uygarlığı, 2. Cilt, Evrensel, İstanbul, 2004.

Andrew Nikiforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı, İletişim, 2018.

Barbara Ehzenreich-Deidre English, Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler, Kavram Yay.

Bernard Dixon, Görünmez Güçler, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2014.

Bryan S. Turner, Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi, Sentez Yay., 2011.

C.D. Conner, Halkın Bilim Tarihi: Madenciler, Ebeler ve “Basit Tamirciler”, TÜBİTAK, Ankara, 2013.

Elizabeth A. Fenn, Pox Americana: The Great Smallpox Epidemic of 1775-82.

İvan İllich, Sağlığın Gaspı, Ayrıntı, 2011.

Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik, TÜBİTAK, Ankara, 2010.

John Waller, Mikrobun Keşfi, TÜBİTAK, Ankara, 2014.

M.A. Mengeot, Mesleksel Kanserler, Çeviri Editörü Meral Türk, TTB, 2012.

Roy Porter, Kan Revan İçinde, Metis, 2016.

Vincente Navarro, Social Security and Medicine in The USSR: A Marxist Qritique, Published by Lexington Books, Lexington, Massachusetts, 1977.

Vincente Navarro, Has Socialism Failed? An Analysis of Health Indicators Socialism, Int. J. of Health S., Vol. 22, N.4., 1992.