KORONA 7 GÜNLÜK (25-31 OCAK)
ATA SOYER SPO’DAN
Bir yıldan uzun bir zaman önce dünyada Covid-19’un ilk tespiti yapılırken, Türkiye’de ise 10 ay önce yapıldı. Yapılan ilk tespitten bu yana hem dünyada hem de Türkiye’de; öğrenmişlikler, alışkanlıklar, ezberler de değişime uğrayıp alt-üst oldu. Doğanın sürekli talanından ötürü geri çekilmelerle birlikte doğanın kendini yeniden yenilediği söylemleri ve yazıları ile bazen bu süreç olumlu yorumlandı. Ancak, salgınla birlikte dünya, insanlık, kültürler bir kaos sürecine girdi. İnsanlarda oluşturulan bu iki algı arasında bir yaşam doğrultusu çizilmeye çalışılsa da krizin asli unsuru olan neoliberal sistem ve politikaları, toplumları ve insanları dizayn etme çabası içerisine girdi. Yürütülen uygulamaların tamamı ise sermayenin çarkına yönelikti.
Başlangıçta salgını bir kültüre atfederek bir suçlu yaratmaya çalışan politikalar, sonrasında dünya ve uluslardaki yayılımlara bakarak bu yayılımların sebebi olarak insanları görüp kapatma ve kapatılma süreçlerine doğru evrildi. Kısmi ve tam zamanlı kapatılma süreçlerinde; insanların yaşamlarını nasıl idame ettirecekleri, planları ve programları ise yapılmadı. Emek üretecek bir işleri olmayanlar, günübirlik çalışanlar, küçük işletmeler ve çalışanları gün geçtikçe yaşamlarını idame edemeyecek bir noktaya getirildi. Bu süreçte, yoksulluk ve açlık sınırları oranları payesi arttı ve artmaya da devam ediyor. Bunun yanında kapatılma süreçlerinde insanların büyük önlemlerle “maske, mesafe ve temizlik”e dikkat etmeleri istenerek toplu taşıma araçlarıyla şayet zorunlu ücretsiz izin ve işten çıkarılmamışsa işe gitmeye mecbur edildi. Emekçiler ve kısmi emek üretenlerin kazandıklarına karşılık alım gücü ise sürekli daraldı. Emek üretecek bir işi olmayanların da sayısı sürekli artığı gibi temel besin kaynaklarına ulaşamadı.
Dünya, bir yandan milyonlarca insanın yaşamı ile bir yandan da bankalarda dijital yanıp sönen bu yola yeni düşmüş, her biri devasa rakamları simgeleyen işaretlerle dolan hesap defterleri arasında tercih yapmak zorunda bırakıldı. En zenginlerin, fonlar aracılığı ile bize ‘bahşettikleri’, herkese, her asgari ücretliye devasa gelen rakamlar, bir kenarda dursun, bu dünyada var olmanın vergisi olarak, bu dünyanın insanlarını korumak zorunda olmalarının zorunlu bir sonucudur bu. Salgın döneminde dünya üzerinde küçük bir zümre olan zenginlerin daha da zengin olduğu biliniyor. Yoksulların yükleri, sayıları artıkça, varsılların hesaplarındaki rakamlar çoğalmaya devam ederken sayıları ise azalıyor.
Peki, biz dünyadaki neoliberal sistemin sonucu oluşmuş küçük zümrenin; parlak, dijital, hayatlarının izleyicisi ya da takipçisi mi olacağız? Yoksa, demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçe bir paradigmayı yaşamsallaştırıp yaygınlaştıracak mıyız?
Avrupa Konseyi İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezayı Önleme Komitesi’nden (CPT) bir heyet, 11-25 Ocak 2021 tarihleri arasında Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret sırasında CPT hükümet yetkilileri yanı sıra İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ile de görüştü. CPT tarafından yapılan açıklamada, ziyaretin amacı “kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alınan kişilere sağlanan muamele ve güvencelerin yanı sıra cezaevlerinde tutulan kişilere uygulanan muamele ve tutukluluk koşullarını incelemek” olduğu belirtildi. “Kadınların, çocuk mahpusların ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan kişilerin durumuna özellikle dikkat edildi. Heyet ayrıca Kovid-19’un cezaevlerinde yayılmasını önlemek için alınan önlemlerin etkisini de değerlendirebildi.”
Türkiye’ yenin açık bir cezaevine dönüştüğü bu zaman diliminde cezaevlerinin durumun raporlara sığmayacak kadar büyük olduğu; sürgün, çıplak arama, fiziksel ve psikolojik şiddet vb. bunların ve bunlara benzer durumların raporlamada zayıf kaldığı, kısmı çerçevelerle yapılan raporlamaların takibinin yapılmadığı ya da yapılamadığını görüyoruz. CPT heyetinin son gelişlerinde İmralı ile ilgili bir görüşme veya görüşme planları, yaklaşık olarak 64 gündür Türkiye cezaevlerinde yapılan açlık grevlerine dair bir açıklamaları olmadı.
***
Cezaevlerinde iki ayı aşkın süredir devam eden süresiz-dönüşümlü açlık grevine dikkat çeken HDP Sözcüsü Ebru Günay, “Tutsakların taleplerinin kabul edilmesi için mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz” dedi. Cezaevlerindeki siyasi tutukluların, “PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde süreklileşen tecridin sonlandırılması” talebiyle, kendilerine yönelik salgın sürecinde artan hak ihlallerini de protesto amacıyla başlattığı süresiz-dönüşümlü açlık grevi sürüyor. Gruplar halinde beşer gün boyunca sürdürülen eylem 64’üncü gününde. Cezaevlerindeki eyleme destek amacıyla Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Mahmur ile Yunanistan’daki Lavrio mülteci kamplarında kalanlar da açlık grevinde. Başta hak savunucuları olmak üzere çeşitli kesimlerden tutukluların taleplerinin kabul edilmesi yönünde çağrılar gelmeye devam ediyor. HDP sözcüsü, açlık grevlerine ilişkin sözlerini “Tutsakların taleplerinin kabul edilmesi için mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz” diye noktaladı.
***
HDP’yi kriminalize edip kapatılmasını gündemden düşürmeyen AKP-MHP ittifakı operasyonlarına devam ediyor. HDP Esenyurt İlçe Örgütü binasına düzenlenen baskında, Eşbaşkanlar Dilan Kılıç ve Ercan Sağlam gözaltına alındı. Hakların Demokratik Partisi (HDP) Esenyurt İlçe Örgütü binasına dün akşam geç saatlerde polisler tarafından baskın düzenlendi. Esenyurt Belediyesi personelinin parti binasında dezenfekte işlemi yaptığı sırada çektiği ve sosyal medyada yaptığı paylaşımda PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fotoğraflarının yer aldığı gerekçesiyle baskın yapıldığı öğrenildi.
***
Küresel ısınma bir yana, Türkiye coğrafyasında süren doğa yağması susuzluğun en temel nedeni. Kuraklık ise coğrafyanın yüzde 80’ini etkiliyor. Doğader’den Murat Demir ile Diyarbakır ZMO’dan Samet Ucaman yaşananları aktardı. Meteorolojik verilerin tutulmaya başladığı yüz yıldır özellikle aralık ve ocak aylarında bulunduğumuz coğrafyada böylesi sıcak ve kurak havalar yaşanmadı. Bu durumun önümüzdeki bahar ve yaz aylarında büyük bir kuraklığa neden olması ve ardından kış kuraklığının artma ihtimali büyük. Kötü bir sarmala girmeye başladığımız bugünlerde bu durumu çözebilecek bir iradeden ise söz etmek mümkün değil.
BM verilerine göre; çölleşme, arazi tahribatı ve kuraklık nedeniyle dünyada 4 milyar hektar orman ve tarım alanlarını etkilerken, bu durum 168 ülkede yaşayan 1.5 milyar insanın yaşamını doğrudan tehdit altına almış durumda. Bugün itibarıyla 2 milyardan fazla verimli tarım arazisinin üretim yapılamaz hale geldiği dünyada, BM tahminlerine göre 2030 yılına kadar gerekli olan gıda üretimi için 300 milyon hektarlık ek araziye ihtiyaç olduğu belirtiliyor. Yok edilen, zehirlenen tarım arazilerinin yeniden geri kazanılması neredeyse imkânsız. Bu nedenle yine ormanlar katledilip arazi elde edilmesine yönelinmesi mümkün ve bu durum ise orman varlığının yine büyük bir tehdit altına gireceğine işaret ediyor. https://yeniyasamgazetesi2.com/kuraklik-artiyor-yagislar-azaliyor-ve-sular-tukeniyor/
***
KHK’liysen gerisi teferruat maddi zorluk da yaşasan depremzede de olsan fark etmez. Kamu ve icracı kurumları KHK’liyi kırmızı renkle damgalanmışlar. Belediyelerin KHK’lilere yatırdığı paraya banka engeli. KHK ile ihraç edilen R.G. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne pandemi yardımı alabilmek için başvurdu. Belediye, R.G.’nin bankadaki hesabına 500 lira gönderdi. Ancak, paranın yatırıldığı banka ise ‘kısıtlı T.C. kimlik numarası’ diyerek bu parayı R.G.’ye vermedi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin depremzede olan KHK’li çifte yatırdığı para da banka engeline takılmıştı.
***
Temsiliyetlerini “zor”la sürdürenler sebep oldukları bütün olumsuzlukları bastırmak için zor kullanıyorlar. Erdoğan: Gıda fiyatlarındaki artışa değinerek esnafa seslenen Erdoğan, “Gıda fiyatlarındaki artışlar noktasında vatandaşımızın ezilmesine tahammül edemeyiz. Eğer bu süreci böyle devam ettirecek olursanız çok ağır cezalar sizleri bulabilir” dedi.
***
Yeryüzünde 1990’larda yılda 0,8 trilyon ton buz erirken, bu oran 2017’de 1,2 trilyona çıktı. Bilim insanları, buzul erime oranının giderek arttığını söylüyor, atmosfer ve okyanusların giderek ısındığı uyarısında bulunuyor. Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) yürüttüğü çalışma, dünyanın rekor düzeyde ve giderek ivme kazanan biçimde buzul kaybettiğini ortaya koydu. The Cryosphere dergisinde yayımlanan araştırmanın sonuçlarına göre, 1994-2017 yılları arasında yeryüzünde toplam 28 trilyon ton buzul eridi. Araştırmacılar bunun İngiltere büyüklüğünde ve 100 metre kalınlığında bir buzul tabakasına tekabül ettiğini söylüyor. “Buzul tabakaları şu anda iklim değişikliğine ilişkin en kötü durum senaryolarına uygun biçimde eriyor” açıklamasını yapan araştırmanın baş yazarı Thomas Slater, erimeler sonucu deniz seviyesinin yükselmesinin, “bu yüzyılda kıyılarda yaşayan toplumlar üzerinde çok ciddi etkisi” olacağı uyarısında bulundu.
***
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Kanal İstanbul projesinin bilirkişi heyetinde bulunan Yıldız Teknik Üniversitesi’nden akademisyen H.A.’nın, “tehdit edildim” diyerek görevden çekilmesinin ortaya çıkmasına ilişkin açıklama yaptı. TMMOB, akademisyen H.A.’nın İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu dilekçedeki beyanları ile daha önce onlarca bilim insanı ve teknik insanın ifade ettiği gerçekliğin bir kez daha ortaya çıktığını söyledi: “Kanal İstanbul projesi bilimsel gerçeklere rağmen, tüm bu bilgileri göz ardı ederek yapılmaya çalışılmaktadır. Proje, bilimsel ve teknik olarak sakıncalar barındırmaktadır ve yapılmaması gerekmektedir. Projenin ÇED Raporu şaibelidir.
https://bianet.org/bianet/cevre/238383-kanal-istanbul-un-ced-raporu-saibelidir
***
‘REFORMA İHTİYAÇ YOK, SİYASET ELİNİ ÇEKSİN YETER’ Hâkim ve savcılara getirilmesi düşünülen sosyal medya yasağına Yargıçlar Sendikası Başkanı Pehlivan, ‘Susturulmak isteniyoruz’ diye tepki gösterdi. İktidarın gündeminde yargı ve ekonomi reformu var. Reform paketlerine son şekli AKP MYK’da verildi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da AKP Grup Toplantısında reform paketlerinin önümüzdeki dönemde Meclis’e geleceğini söyledi. Basına yansıdığı kadarıyla “reform” paketinden yasaklar listesi çıktı. Çalışmalarına ara veren Meclis, 9 Şubat’ta açılacak. Yargı reformu paketinin de AKP Grubu tarafından Meclis’e teklif olarak sunulması bekleniyor. Teklifte, uzman mahkemelerin kurulması, tutuklama süresinin indirilmesi konuları yer alırken hâkim ve savcılara ise sosyal medya yasağı ve puanlama sistemi getirilmesi planlanıyor. Edinilen bilgiye göre, teklifle hâkim ve savcıların sosyal medya kullanması yasaklanacak. Hâkim ve savcıların terfi işlemleri ise puanlama sistemine göre yapılacak.
***
Denetimi de ithal ettik; Varlık Fonu; Sayıştay yerine PwC isimli İngiliz şirketine denetim yaptıracak. Sayıştay tarafından denetlenmeyen ve dolayısıyla TBMM’ye raporların geç sunulmasının ardından Varlık Fonu Genel Müdürü Zafer Sönmez milletvekillerine bir yıllık çalışmalar hakkında bilgi verirken, denetim yapılmasının fon olarak kendilerinin istediğini ve bunun da PwC adlı şirket tarafından yapılacağını söyledi.
***
Toplumsal yaşamın devam ettiği, sokakları tarih kokan, insanların mahalle kültürünü, dayanışmayı, bir arada sürdürdüğü ve birlikte hayal kurdukları evlerinden, mahallerinden yok pahasına zorla çıkartıldılar. Yerlerine betorname, ‘havlulu’* evlerin kopyası olacak şekilde bazalt taş kaplamalı evler fahiş fiyatlara satışa çıkartıldı. Tarih anlayışları ve Toledo buymuş. 2015 yılında sokağa çıkma yasakları döneminde yıkılan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde ‘acele kamulaştırma’ kararıyla sahiplerinin ellerinden alınan evlerin yerine betonarme yapılar inşa edildi. 2015’te yaşananlarda ciddi hasar gören ilçede, 50-100 bin TL gibi bedellerle Diyarbakırlılardan alınan binaların yerine inşa edilen betonarme evler, 600 bin ila 1 milyon TL arasında değişen fiyatlarla satışa çıkarıldı. Çatışmalarda hasar gören ve büyük oranda çatışma sonrasında yıkılan ilçede o dönem mahalleler boşaltılmış bölgede yaşayanlar göçe zorlanmıştı. Operasyonların ardından dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek” sözleriyle ‘kentsel dönüşümü’ duyurmuştu. Geçen 5 yıllık sürede Sur genelindeki kentsel dönüşüm projesi kapsamında 334’ü tescilli olmak üzere 3 bin 569 yapı yıkılmıştı.
***
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International), 1995’ten bu yana her yıl yayınladığı Yolsuzluk Algı Endeksi sonuçları açıklandı. Türkiye’nin 86’ncı sırayla en çok gerileyen sondan 5 ülke arasında yer aldığı endekste bu yıl, diğer yıllara ek olarak tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını başlığı da vardı. Endekse göre, yolsuzluk, Covid-19 salgınında hakça önlemler alınmasının da önüne geçti. Yolsuzluk Algı Endeksi’nde iyi puan alan ülkeler sağlık alanında daha fazla yatırım yaparken, kötü puan alan ülkelerin sağlık harcamaları puanlarıyla oranlı oldu. Endekste salgın verilerinin zamanında, eksiksiz ve doğru bir biçimde paylaşılmamasının toplum sağlığını tehlikeye atacak nitelikte olduğu da kaydedildi. Endekste yer alan “Covid-19 ve yolsuzluk” ile “yolsuzluk ve demokratik gerileme” başlıklarını bianet’e değerlendiren Uluslararası Şeffaflık Örgütü Yönetim Kurulu üyesi ve Uluslararası Şeffaflık Derneği Başkanı E. Oya Özarslan, “Yolsuzluk bir yandan da halk sağlığı sorunu haline geldi” dedi.
https://bianet.org/bianet/saglik/238414-yolsuzluk-halk-sagligi-sorunu-haline-de-geldi
***
Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesinde 2015-2016 yılları arasında meydana gelen silahlı çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle oluşan tahribatlardan en çok etkilenen grup olan çocuklara ait. Yaşanan çatışmalı süreçte kimi çocuklar aileleriyle evlerini apar-topar terk ederek farklı bir ortama gitmek zorunda kalırken kimileri de yasaklar nedeniyle evlerinden çıkamayıp çatışmalı ortama uzun süre maruz bırakıldı. Gündelik yaşam alışkanlıklarının dışına çıkan çocuklar, okulundan, sokağından, oyun arkadaşlarından uzaklaşmak zorunda kaldı. Bu süreci doğrudan ya da dolaylı olarak yaşayan çocukların “Barış”ı nasıl ve hangi ifadelerle temellendirdiklerini anlamak ve görünür kılmak amacıyla çocuk alanında faaliyet yürüten sivil toplum örgütleri ve aktivistleri bir araya geldi. Rengarenk Umutlar Derneği, Çocuk Her Yerde Derneği, ZAN Vakfı, Göç ve İnsani Yardım Vakfı tarafında kolektif bir şekilde yürütülen “Çocukların Barış algısı” atölyesi, her kurumun kendi çocuk çalışma gruplarına uygulamasıyla gerçekleştirildi.
https://bianet.org/biamag/toplum/238387-baris-her-gun-cikolata-yemektir
***
Ülke genelinde hayvan hakları, ekoloji, kadın hakları, LGBTİ+ hakları, cinsel şiddetin önlenmesi, insan hakları, engelli hakları, toplum sağlığı, çocuk ve yaşlı hakları, alanlarında faaliyet gösteren birçok kurumun desteğiyle oluşan Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi gelecek haftalarda Meclis’te görüşülmesi beklenen, hayvan haklarına ilişkin yasa tasarısıyla ilgili kampanya başlattı. İnisiyatifi bir araya getiren ortak ilke, eşit, adil ve yaşanabilir bir dünyanın en temel ve gerekli koşulu hayvanların yaşam haklarının korunması istiyor.
***
Kararnamelere: KHK lardan fazlasıyla aşina olduğumuz şu yıllarımıza yenileri de eklenir oldu! Bir taraftan işimiz elimizden alınıyor açlığa mahkum ediliyoruz, diğer taraftan yaşam alanlarımız rant uğruna talan ediliyor yoksulluğa ve geleceksizliğe kurban ediliyoruz. Kararnameden anladığımız en doğru şey bize iyi gelmediği (ya da bizim için olmadığı). Mersin’in Mezitli ilçesine bağlı Davultepe Mahallesi’nde inşa edilmek istenen Küçük Sanayi Sitesi için 3 bini zeytin ağacı olmak üzere 60 bine yakın narenciye ağacının bulunduğu 360 dönümlük arazi için Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile acil kamulaştırma kararı alındı.
Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor! Osmaniye Kadirli Devlet Hastanesi’nde çalışan sağlık işçisi Bekir Koluçolak Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
***
Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi ‘Evde Kalamayanlar: COVID-19 Günlerinde Çalışma İlişkileri Araştırması’ adlı bir rapor hazırladı. Pandemi döneminde sorunları kat kat artan kuryeler raporda öne çıkan bölümlerden biri oldu. İşçiler, “Gelecekten endişe duyuyoruz” derken müşterilerin de kendilerine bu süreçte kötü davrandığını söylüyor.
***
Senegal’in kuzeyinde geçen hafta bir UNESCO Dünya Mirası sit alanında ölü bulunan 750 kadar pelikanın H5N1 kuş gribi testi pozitif çıktığı belirtildi. Doğal Parklar Direktörü Bocar Thiam, kuşların yakılıp parkın kapandığını belirtti. Ölü pelikanlar, her yıl Batı Afrika’ya gitmek için Sahara Çölünü geçen kuşlar için dinlenme yeri olan Moritanya sınırında bir sulak alanda bulunan Djoudj kuş sığınağında gezginler tarafından 23 Ocak tarihinde bulunmuştu.
Pandemi döneminde evcil hayvanlar sokağa terk edildi, barınaklarda yer kalmadı
Vatandaşların “koronavirüs bulaştırabilir” endişesiyle bakımını üstlendiği hayvanları sokağa bırakması yüzünden sokakta yaşayan hayvan sayısı arttı.
***
Covid-19 pandemisi çok görülmeye, çok öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 103 milyonu geçerken enfeksiyona bağlı hayatını kaybedenlerin sayısı 2 milyon 228 bine dayandı. Toplam vaka sayısının 1 milyonun üzerinde oldugu ülke sayısı 19’a yükseldi. Bulaş potansiyelini gösteren aktif hasta sayısı da 26 milyon 140 bin civarında.
Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımı şöyle: Kuzey Amerika (30.5 milyon, 26.7 milyonu ABD’ye ait), Avrupa (30.2 milyon), Asya (23 milyon), Güney Amerika (15.8 milyon) ve Afrika (3.6 milyon).
Covid-19’a bağlı ölümlerde kıtaların sıralaması degişiyor: Avrupa (700 bin), Kuzey Amerika (650 bin), Güney Amerika (415 bin), Asya (372 bin) ve Afrika (91 bin).
Ölümlerin en çok görüldüğü ülkeler: ABD (450 bin), Brezilya (224 bin), Meksika (157 bin), Hindistan (154 bin) ve İngiltere (106 bin).
Dünya genelinde son 24 saatte yeni vaka sayısı 501 bin 99 kişi, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 12 bin 638 kişi oldu. Günlük vaka bildirimin yüksek olduğu ülkeler şunlar: ABD (140.7 bin), Brezilya (57.5 bin), Fransa (24.4 bin), İngiltere (23.3 bin), Rusya (19 bin), Meksika (16.4 bin), Endonezya (14.5 bin), Hindistan (13.1 bin), İtalya (12.7 bin) ve Portekiz (12.4 bin). Hafta sonu yeni vaka bildirimi yapmayan ülkeler var, halen salgının tırmandıgı İspanya gibi.
***
Türkiye’de Covid-19 salgını hala kontrol altına alınmadı. Yeni vaka sayısı yüksek sayıda devam ediyor. Son 24 saatte 6 bin 871 kişide Covid-19 pozitifliği saptandı. Böylece toplam vaka sayısı ise 2 milyon 471 bine dayandı. Ölümler ise hala ciddi düzeyde. Son 24 saatte 129 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı 25 bin 736 kişiye yükseldi. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 658 kişiye indi. Günlük test sayısı 150 binin altına indi. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük olarak aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.
Worldmeters’a göre Türkiye’de aktif hasta sayısı hala yüksek, 89 bin 627 aktif hastaya sahibiz. Bu hastalar bulaştırma potansiyelinin çok yüksek olduğunu gösteriyor. Ağır hasta sayısı iki binin altına indi, bununla birlikte 1,692 ağır hastaya sahibiz. Aktif hastaların içinde ağır hastaların payı hala oldukça yüksek! Halen %1.9 olan ağır hasta oranı hala dünya ortalamasının (%0.4) yaklaşık beş katı! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyoruz.
***
Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Akın, ülkedeki Coronavirus vaka artışlarının nedenine dair bir açıklama yaptı. Türkiye’de mutant virüsün dolaşımda olduğunu ancak vaka artışında bu yönde bir kanıt olmadığını söyleyen Akın, “Vaka artışındaki en önemli neden kısıtlamalardan bunalan toplumun biraz daha kuralları aşması.” dedi.
***
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bünyamin Sertoğullarından, kısıtlama kararları sayesinde korona vakalarında düşüş yaşandığını ancak okulların yarı yıl tatili nedeniyle yeni bir tehlikenin gözüktüğünü söyledi. Geçen hafta başlayan yarıyıl tatilinin rakamları doğrudan etkilediğini belirten Sertoğullarından, “Özellikle son 4 gündür 5 bin seviyelerinde olan vaka sayısı 7 binlere ulaştı. Bu durum insanların yarıyıl tatilinde tedbirlere uymayarak sokağa çıktığı, akraba ziyaretleri yaptığının göstergesi. Bu korktuğumuz bir tablo. Virüs son günlerde yine aramızda dolaşmaya ve yayılmaya başladı.” dedi.
***
Gülen cemaati soruşturması kapsamında İskenderun T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Diyarbakır Çevik Kuvvet eski Şube Müdürü Kahraman Sezer, Coronavirus nedeniyle hayatını kaybetti.
***
Fransa, Coronavirus salgınıyla mücadele önlemleri kapsamında, AB dışındaki ülkelerden gerekli olmayan seyahatleri yasaklamaya karar verdi. AB ülkelerinden seyahatlerde de negatif Coronavirus testi şartı olacak.
***
Portekiz’de, ötanazinin yasallaşması için parlamentoya sunulan tasarı 78’e karşı 136 oyla kabul edildi. Tasarının yürürlüğe girmesi için muhafazakar Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa’nın onayı gerekiyor.
***
Arjantin yeni tip Coronavirus’le mücadele için gerekli olan tıbbi malzemeleri alabilmek ve zor durumdaki işyerlerine yardım edebilmek için ihtiyaç duyulan parayı ülkenin en zengin kesiminden almaya karar verdi. Bir kerelik getirilen bu özel vergi ile 200 milyon pesodan (2,3 milyon dolar) fazla serveti olanlar ülke içindeki varlıklarının yüzde 3’ünü, ülke dışındaki varlıklarının da yüzde 5’ini devlete verecek.
***
Salgınlardan toplumsal olarak kurtulmanın tek yolunun aşılama olduğuna işaret eden Karakoç, aşının bir dayanışma olduğunu söyledi. Aşı olmanın yakın çevrede bulunan insanları da koruduğunun altını çizen Karakoç, “Küresel çapta bir salgın var, bu salgına karşı mücadelenin de küresel olması gerekir” dedi. Salgının ilk ortaya çıktığında yapılan “sınıf gözetmeksizin etkileyeceği” açıklamalarını hatırlatan Karakoç, “Ancak geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz koşullarda yaşamak için çalışmak zorunda olan dezavantajlı kişileri daha çok etkiledi. Yoksul insanlar daha fazla yoksul oldu. Dünyanın en varlıklı 10 kişisi bir yılda elde ettiği gelirini aşı için harcarsa dünyadaki herkes aşılana bileceği bir eşitsizlik ile karşı karşıyayız” diye konuştu. Türkiye’de 5 milyona yakın mülteci ve göçmen olmasına rağmen Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan programda yer almamalarına tepki gösteren Karakoç, “Bu topraklarda 87 milyon insan olarak birlikte yaşıyoruz. Bu dezavantajlı ötekileştirilen insanları program dışında bırakırsanız, salgınla mücadele edemezsiniz” uyarısında bulundu.
***
Uzmanlar anlattı: Covid-19’la ilgili günlük hayatta en sık yapılan hatalar. Bir halk sağlığı uzmanı, bir virolog ve bir psikolog Covid-19’la ilgili günlük hayatta en sık yapılan yanlışları anlattı. Tedbirlere rağmen bazı sosyal aktivitelere hala izin var. ‘Dikkat ediyorum’ diyen arkadaşa güvenmek. Havadan bulaşı yeterince anlamamak. Önlemlerin ya hep ya hiç olduğunu düşünmek. Açık havada her şeyi güvenli varsaymak. İkinci kez yakalanmayacağını düşünmek.
***
Hollanda ve Çin’de yapılan araştırmalar, Covid-19 pandemisi sebebiyle getirilen kısıtlamalar neticesinde görme bozukluklarının arttığını ortaya koyuyor. Uzmanlara göre bunun sebebi insanların hem iş hem eğitim hem de boş zaman aktivitesi olarak ekranları daha sık kullanması. Yani gözlerimiz sürekli yakın bir yere odaklanıyor ve uzağa bakmanın faydalarından yararlanamıyor. Çin’de yapılan bir araştırmada, yaşları 6 ila 8 arasında değişen 120 bin çocuğun göz sağlığı incelendi. Karantina önlemlerinin sürdüğü 2020 yılı boyunca, bu çocuklarda miyop görülme sıklığının, geçmiş yıllara kıyasla üç kat arttığı görüldü. Uzmanlar özellikle küçük çocuklarda görme bozukluğunun ürkütücü sonuçları olabileceği konusunda uyarıyor. Münster Üniversitesi Oftalmoloji Bölümü Direktörü Nicole Eter, “Artış, temelde bilgisayarların, akıllı telefonların ve tabletlerin çok erken ve yoğun kullanımının yanı sıra, gün içinde dışarıda geçirilen zamanın giderek kısalmasından kaynaklanıyor” diyor. Eter, “Ekranların yüksek mavi ışık içeriği, sizi uykulu yapan melatonin hormonunun salınımını engelliyor” diyor. Uzmanlara göre birçok cihazda mavi ışığı azaltan bir gece modu olsa da yatmadan yaklaşık iki saat önce bu cihazlara bakmayı bırakmak gerekiyor. Bu sebeple ebeveynlere, özellikle de küçük yaş gruplarında çocuğu olanlara, çocuklarına ekran süresi kısıtlaması yapmaları öneriliyor. Yine akşamları akıllı telefon kullanımı uyku bozukluğuna da yol açabilir. Bonn Üniversitesi Göz Kliniği’nden Bettina Wabbels, “Oftalmolojik açıdan bakıldığında, bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler üç yaşına kadar olan çocuklar için hiç uygun değil” diyor. Wabbels, bu cihazların 4-6 yaş arasındakiler için günlük otuz dakikadan fazla kullanılmamasını öneriyor ve “İlkokul çağında, oftalmolojik açıdan günde en fazla bir saat ve on yaşından itibarense günde iki saate kadar dijital medya kullanımı kabul edilebilir” diyor.”
***
Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) Başkan Yardımcısı Erkin Delikanlı, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının güncellenmemesi nedeniyle sıkıntı yaşandığını, sektörün uzun süredir tahsilat yapamadığını ve alacaklarından yüzde 25 feragat yapmaya zorlandığını belirtti. “Özellikle kamu hastanelerinde kalça protezi ameliyatları, yenilenmesi gereken revizyon ameliyatları ve tümör protezi ameliyatları için gereken alınamıyor” diyen Delikanlı, “Ameliyatların durma noktasına geldiğini söyleyebiliriz” dedi.
***
Alman Sendikalar Birliği DGB, pandemi yılıyla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre eşitsizlikler arttı. Ücretler düştü, süper zenginler daha da zenginleşti. Korona salgını ve alınan siyasi önlemler herkesi eşit şekilde etkilemiyor. Özellikle Almanya’da. Geçen hafta basına tanıtılan “dağılım raporu”na bağlı olarak Alman Sendikalar Birliği (DGB) Yönetim Kurulu üyelerinden Stefan Körzell, “Almanya uluslararası karşılaştırmaya göre şu anda eşitsizlik açısından çok kötü durumda” açıklamasını yaptı. 2020’ye dönüp bakıldığında süper zenginlerin zenginliklerini koronaya rağmen ya da daha doğrusu korona sayesinde artırabildikleri belirlendi. Özellikle yüksek gelirli insanlar büyük ölçüde kârlı çıktı. Körzell, “Yoksul haneler büyük ölçüde yalnız ve eli boş bırakılıyor” dedi.
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, 2020 yılına ilişkin iş cinayetleri raporunu Tuzla’da bulunan Tersaneler bölgesinde yaptığı bir eylemle kamuoyuyla paylaştı. Eylemde Limter-İş Sendikası’na yönelik tutuklama saldırısına karşı dayanışma çağrısında bulunuldu.
2020 Yılı İş Cinayetleri Raporu’na göre: en az 2427 işçi hayatını kaybetti. İş cinayetlerinin nedenleri arasında birinci sırada en az 741 işçinin ölümüne neden olduğu tespit edilen COVID-19 bulunuyor.
2020 Yılı İş Cinayetleri Raporu: http://www.isigmeclisi.org/site_icerik/2021/1ocak/1rapor.pdf
Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı, “Koronavirüs salgınıyla beraber sermaye güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışma koşullarını daha da ağırlaştırdı ve yaygınlaştırdı. Sonuç ise ortada! Türkiye’de tarihin en büyük sağlık emekçileri merkezli ‘işçikırımı’ meydana geldi. 2020 yılında İş Cinayetleri sonucu 2427 işçi hayatını kaybetti, siyasal/ekonomik krizi aşmak için işçiler daha çok öl(dürül)dü” dedi. 6331 Sayılı İSG Yasası’nın yürürlüğe girdiği 2013 yılından bugüne tersane/gemi sektöründe 226 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini aktaran Saygılı, “İş cinayetleri Tuzla, Aliağa ve Altınova’daki tersanelerde yoğunlaştı. Diğer yandan açık denizde birçok gemi işçisi can verdi” dedi.
Tersane İşçilerinin Talepleri:
- Pek çok işçinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına yol açan iş koşullarıyla toplama kamplarından farksız olan tersanelerde, iş cinayetlerinin sorumlularının yargılanması.
- İş güvenliği tedbirlerinin alınması.
- Uzun çalışma saatlerine son verilmesi.
- Her tersaneye sağlık ekipmanı sağlanması.
- İşçilerin hak ettikleri ücretlerin zamanında ödenmesi ve yatırılmayan sigorta primlerinin yatırılması.
- Taşeronlaştırmaya son verilmesi.
- Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması.
***
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin AK Partili Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasına yönelik protestolarını sürüyor. Akademisyenler ise atanmış rektörü düzenli olarak rektörlüğe sırt çevirdikleri eylemle protesto ediyorlar.
Protestolar kapsamında okulda açılan sergide yer alan bir resmi, Boğaziçi Üni. İslam Araştırmaları (BİSAK) adlı öğrenci kulübünün sosyal medyada hedef göstermesinin ardından 5 öğrenci gözaltına alındı. Yeni Akit gibi hükümete yakın medya kuruluşlarının ve hükümet yetkililerin devam ettirdiği linç, LGBT bireylerin hedef gösterildiği homofobik bir kampanyaya dönüştü.
İçişleri Bakanı Soylu ve İstanbul Valiliği’nin açıklamalarının ardından Twitter’da #LGBTİHaklarıİnsanHaklarıdır’dır kampanyası başlatıldı.
#LGBTİHaklarıİnsanHaklarıdır
#BogaziciTeslimOlmayacak
***
AK Parti tarafından Yargıtay’a atanan üç eski bürokrat, Soma’da 301 madencinin ölümüyle ilgili verilen cezaları bozdu. Bozulan karara göre sanıklar olası kasıtla adam öldürmekten değil bilinçli taksirden yargılanacak. Soma davasının avukatlarından Mürsel Ünder şunları söyledi: “Söylemekten sürekli imtina ettiğimiz, üzerimize bir pelesenk olan yargı-iktidar-sermaye ilişkilerinin çok çarpıcı ve hüzünlü bir sonucunu görüyoruz. Türkiye tarihinde böyle bir dosyada sanıklara olası kasıtla ceza verilmezse hiçbir dosyada olası kasıtla ceza verilmesi mümkün değil. Bu karar çirkin ve korkunç bir karar. Böyle bir dosyada olası kasıt aranmayacak bilinçli taksirle ceza verilecek! Durum bundan ibaret.” Yargıtay’a yeni atanan bürokratlar: Adalet Bakanı ve Müsteşarı Kenan İpek, eski HSK Genel Sekreteri Fuzuli Aydoğdu ve eski Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürü Mustafa Yapıcı.
***
Kayı İnşaat işçileri eylemlerinin 12’nci gününde yağan yoğun yağmura rağmen işverenin bağlantılı olduğu şirket önünden seslendi. Kayı işçileri, ‘Greve devam edeceğiz. Başımıza taş da yağsa bu eylemi bırakmayacağız’ dedi. İşçiler ilk günden bu yana yağmur çamur demeden direndiklerini söyleyerek, emeklerinin karşılığını alana dek mücadeleyi bırakmayacaklarına değindi. Eylemlerinin süreceği mesajını veren işçiler, “Patron Coşkun Yılmaz’ın günlerdir ensesindeysek bundan sonra gerek bankalar gerek avukatlar önlerinde greve devam edeceğiz. Yağmurda çamurda bizi süründürüyorlar. Ama başımıza taş da yağsa bu eylemi bırakmayacağız. Ey bakanlar bugünden sonra ne yapacaksınız” diye belirtti.
***
Birleşmiş Milletler’in (BM) insan hakları uzmanları, yedi yıl önce Akdeniz’de batan botta 200’den fazla sığınmacının yaşamını yitirmesinden İtalya’nın sorumlu olduğunu söyledi. İnsan Hakları Komitesi, Çarşamba günü açıkladığı kararında, İtalya’nın 200’den fazla sığınmacının “yaşama hakkını” korumakta başarısız olduğuna kanaat getirdiklerini belirtti. 18 uzmandan oluşan komisyon, İtalyan makamlarına, çok gecikmeden bağımsız bir soruşturma başlatma ve sorumluları yargılama çağrısında bulundu.
***
Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve TTB Aile Hekimliği Kolu, “Aile Hekimliği Pandemi Anketi Ocak 2021” sonuçlarını 28 Ocak 2021 tarihinde çevrimiçi bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıkladı.
- Aile hekimlerinin %95’i vakaları ve temaslıları telefonla izlem oranının azaldığını bildirdi. Büyük kentlerin hemen hepsinde vakalar, dörtte biri oranına geriledi.
- Vaka sayısı/temaslı hasta sayısı uzun zamandır 1/3 olan oran, 1/1’e düştü. Bu, filyasyon çalışmalarında sorunlar yaşandığını gösterdi.
- Aile hekimlerinin %70’i hafta sonları dahil izlemler yapmasına ve okul aşıları, ehliyet ve askerlik muayeneleri, evlilik raporları gibi ek görevleri yürütmesine karşın %20’si ek ödeme almadığını aktardı.
- Aile sağlığı merkezlerinde COVID-19 geçiren sağlık çalışanı oranı aralık ayındaki %68’lik seyrini aynen sürdürdü. Her 7 aile hekiminden 1’i COVID-19 geçirdi.
- Aile hekimlerinin sadece %15’i soğuk zincirin sürdürülebilir, bekleme alanlarının aşılamaya uygun olduğunu söyledi. Çalışan sayısının yeterliliğine ise ancak yarıya yakını “Evet” yanıtı verebildi. Her 4 birimden 1’inde ebe ve hemşire, her 10 birimden 1’inde doktor yok.
- Aile sağlığı merkezlerinde bir günde 20’den fazla aşı yapabileceğini söyleyenlerin oranı %27’de kaldı. Bulaş riskini artırmama çabası, zatürre aşısı bitince çıkan kavgalar, sağlık emekçilerine dönük şiddet gibi sebepler aşılama sayısının düşmesine sebep oldu.
Raporun tamamı için: https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/aile_hekimligi_anketi_ocak_2021_raporv2(1).docx
***
Sağlık Bakanlığı’nın “Birlikte Kullanım Protokolü”nü imzalayan devlet üniversitelerinin tıp fakültelerinde, öğretim üyelerine ve asistan hekimlere hukuka aykırı bir hizmet sözleşmesi dayatması üzerine Türk Tabipleri Birliği (TTB) 27 Ocak 2021 günü çevrimiçi bir basın toplantısı düzenledi.
Toplantıda söz alan TTB Hukuk Bürosu’ndan Av. Ziynet Özçelik, Birlikte Kullanım Protokolü’nün hukukî anlamını şu sözlerle özetledi: “Sağlık Bakanlığı, Yükseköğretim Kanunu ve tıpta uzmanlık mevzuatını bir kenara koyuyor. Asistanları ve öğretim üyelerinin kanunla düzenlenmiş haklarını başhekimlerin iki dudağı arasına bırakıyor. Başhekimin istediği takdirde sözleşmeleri feshedebileceğini, eğitim haklarını engelleyebileceğini söylüyor. Sağlık Bakanlığı iyi hekimlik ile ilgilenmiyor; üniversitelerin emir-komuta içinde düşünmeyen, tartışmayan, eleştirmeyen bir akademik ortam istiyor. Yapılanlar Anayasa’ya, Yükseköğretim Kanunu’na ve tıpta uzmanlık mevzuatına aykırıdır.”
***
Davutpaşa patlamasından bu yana 13 yıl geçmiş belki çoğumuz Davutpaşa patlamasının da ne olduğunu hatırlamıyoruz. Denetimden kayrılmış kaçak bir maytap atölyesinin patlaması sonucunda canlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı ve mücadelesi devam ediyor. Yıllarca herkesin gözü önünde, her pazar günü Galatasaray Meydanı’nda Vicdan ve Adalet Nöbeti tuttuk. Her pazar acımız tazelendi. “Başka canlar ölmesin” dedik. “İş cinayetleri son bulsun” dedik. “Sorumlular yargılansın” dedik. Altıncı yılımızda kürsümüzü de elimizden aldılar. Galatasaray’ı bize yasakladılar.
Pandemi nedeniyle her yıl anma yaptığımız patlama yerine birçoğumuz gidemeyecek. Sembolik olacak bu yıl anmamız. 31 Ocak 2021’de bizimle birlikte sosyal medyadan olsun #Onlarsız13Yıl deyin. Bizimle birlikte #DavutpaşayıUnutmaUnuttuma deyin. Bir mum yakın. Bir şiir yazın. Bir türkü söyleyin. Bir fotoğraf paylaşın. Kaybettiğimiz canlardan birinin adını anın. İş cinayetlerini bizimle birlikte lanetleyin. Yalnız olmadığımızı cümle âlem görsün. İnsan canı artık bu kadar ucuz olmasın. Başka Davutpaşa’lar olmasın.
Pandemi ile beraber yaşanan ekonomik ve toplumsal krizde en güvencesiz konumda olan kadınların ciddi hak kayıpları yaşamasının yanı sıra, kamusal alandaki varlığına, kimliğine, yaşam alanlarına, bedenlerine ve emeklerine dönük saldırılar da artmıştır. Kadına ve kadın mücadelesine yönelik şiddet son zamanlarda gittikçe tırmanışa geçmiştir. Cinsiyet kimliğinden, cinsel yönelimden ve iradesinden dolayı neredeyse her gün en az bir kadın erkekler tarafından katledilmektedir ve bir o kadar da şüpheli ölüm ve yeterince soruşturulmayan intiharla kadınların yaşamdan koparıldığı bu şiddetin adı artık cins kırımıdır. Kadın kırımına erkek devlet, erkek yargı göz yummakta hatta desteklemektedir. Cinayet, taciz, tecavüz zanlısına takım elbise giydi diye ceza indirimi uygulayan bir hukuk, yargı sistemi çok açıktır ki kadın kırımına dur demek yerine adeta buna teşvik etmektedir. Kırımın amaçları kadın mücadele hareketlerini zayıflatmak, kadınları, esnek, güvencesiz işsizliğe, yoksulluğa, tacize, tecavüze, istismara, baskılara katliamlara karşı çaresiz erkeğe, devlete mahkûm etmeyi hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda eril sistem elbette ki ilk olarak, kadın mücadelesi yürüten, her alanda eril tahakküme karşı sözünü söyleyen kadın aktivistlere yönelecektir. Hangi alan olursa olsun mücadele eden kadınları sistematik bir şekilde sindirmek, baskılamak, gözaltına almak ve cezaevlerine koymak son zamanlarda bu eril sistemin yürüttüğü pratikler olmuştur. Cins kırımına karşı mücadele etmesi gereken iktidar, bunun aksine, kırıma karşı dur diyen her kesime saldırmaya devam etmektedir.
Son olarak hakkında 215 dava açılan, 83 defa gözaltına alınan Ayşe Gökkan’ın tutuklanması özelde Kürt genelde ise bütün dünya kadın hareketini zayıflatmaya dönük bir hamledir. Hakkında bu kadar dava varken bulunduğu her ortamda kadın mücadelesini yürütmeye, yükseltmeye devam eden Gökkan, iktidarın bütün yıldırma politikalarına rağmen baş eğmemiş bir kadındır.
Siyasi iktidarın güdümündeki tüm yürütme organları kadın mücadelesinin engellenmesine hizmet etmekte, kadın mücadelesini zayıflatmayı amaçlanmaktadır. Bu amaçla alınan birçok karar da hukuksal bağlamdan çok uzak sadece iktidarın istemiyle alınmaktadır ve bu haliyle de birçok hak ihlalinin olduğu bir yargı sisteminin inşası yapılmış olundu. Maalesef ki bu inşanın sonucu yüzlerce kadının katli, tecavüzü, tacizi ve birçoklarının da hapse konulması oldu. Ancak bilinmelidir ki kadın mücadelesi bundan çok daha zor zamanlar da bile alanlarda olmaya, eril tahakküm sistemini rahatsız etmeye devam etmiştir ve bundan sonra da devam edecektir. Bu eril iktidarın da diğer bütün erkek iktidarlar gibi sonunun geleceğini ve bu sonu kadınların mücadelesinin gerçekleştireceğini biliyoruz.
AKP-MHP faşist iktidarının kadına, kadın özgürlük mücadelesine, doğaya, emekçiye, Kürt kadına, halkların özgürlük mücadelesine düşman politikalarının bu kadar vahşice artmasının sebebi, tüm faşist iktidarlarda olduğu gibi kendi içinde taşıdığı korkudur. İşçiler, emekçiler, kadınlar, bütün ezilenler hep beraber bu iktidarı kaybetmeyle yüzleştirecektir. Ancak o zamana kadar mücadele safları sıkı sıkıya korunmalı, her alanda mücadele bir adım daha öne atılmalıdır. Özellikle cins kırımının doruğa ulaştığı bu dönemde kadın mücadelesi hiç olmadığı kadar sahiplenilmeli, ileriye taşınmalıdır. Binlerce yıldır teslim alınamayan kadın iradesine olan inancımız, mücadelemiz de bize en büyük güç olmaktadır.
Kadınlar yaratılmak istenen korkuya geçit vermeyecektir. Leyla’nın Ayşe’nin hiçbir yere gitmediği gibi kadınlar da binlerce yıllık mücadele geleneklerinden vazgeçip hiçbir yere gitmeyecektir.
***
Hesekê Kantonu’nun güneyinde yer alan Deşîya’ya bağlı Til Şeyir Beldesi Eşbaşkanı Seda Feysel El Hermas ve Yardımcısı Hind Letif El Xidar, 22 Ocak’ta kimliği belirsiz kişilerce kaçırılarak vahşice katledildi.Sara Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Örgütü, katliamı Qamişlo’nun Siyahi Mahallesi’nde bulunan merkezleri önünde yaptıkları açıklamayla kınadı. Açıklamada konuşan Sara Örgütü Hukuk Danışmanı Neda Melki, “Kadın yaşamın ve aydınlığın meşalesidir. Kadınlar şiddetin ilk hedefi haline getirilmiş. Her gün onlarca kadın kaçırılıyor, cinsel istismara maruz kalıyor, şiddet görüyor, öldürülüyor. Tüm bunları kadınları korkutmak ve bir araç olarak kalmaya devam etmesi için yapılıyor” dedi.
***
Latin Amerika ülkesi Bolivya’da Kültürler, Dekolonizasyon ve Depatriarkalizasyon Bakanlığı kuruldu. Bakan olarak ise Sabina Orellana atandı. Orellana, ayrıca Bolivya Yerli Köylü Kadınlar Ulusal Konfederasyonunu temsil ediyor. Bolivya İletişimden Sorumlu Başkan Yardımcılığı tarafından yapılan açıklamada, adı “Kültürler, Dekolonizasyon ve Depatriarkalizasyon (erkek egemenliğini ortadan kaldırma)” olan bakanlığın “Haysiyet ve egemenliğe dair kültürel politikaları teşvik etme ve aynı zamanda milletler arasındaki eşitsizlikleri tersine çevirme misyonuna sahip olacağı” belirtildi. Açıklamaya göre Devlet Başkanı Arce, bakanlığın misyonu ile ilgili “Sömürgeciliği ve erkek egemenliğini ortadan kaldırmak, milliyetler arasındaki olduğu kadar erkeklerle kadınlar arasındaki eşitsizliği de tersine çevirmek; birini diğerine tabi kılan tek sesli bir dünya görüşünün hegemonyasını kırmaktır” ifadelerini kullandı
***
Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun, “Günde en az 3 kadın öldürülüyor, bu artık bir cinskırım” başlığıyla başlattığı kampanyaya destek sürüyor. Birçok ünlü isim kampanyada yer alırken, planlayıcılardan EŞİK Platformu gönüllüsü Tülin Eraslan, kadın cinayetlerinin tahammül sınırlarını aştığını söyledi. Eraslan, Meclis’te özel gündemle ‘kadına yönelik şiddete dur’ denmesi gerektiğini vurguladı.
***
Karima Baloch 5 yıl önce ülkesi Pakistan’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Ülkenin önde gelen insan hakları savunucularından biri olması Karima’nın hayatı hep bir tehditti. Pakistan hükümetini ve Belucistan’daki hak ihlallerini sürekli gündeme getiren ve eleştiren Karima’nın cesedi 23 Aralık 2020’de Kanada’da bulunmuştu. Belucistan’ın Pakistan’dan ayrılarak bağımsız olmasını sabunan Karima, bölgedeki kaçırma, işkence ve insan hakları ihlallerini sosyal medya atacılığıyla dünyaya duyurmaya çalışıyordu. Cenazesi Pakistan’a gönderilen Karami’nin cesedine saatlerce el koyan güvenlik güçleri, daha sonra yıllardır kızlarından ayrı olan aileye cenazeyi teslim etti. Daha sonra ülkesi Belucistan’a gömülmek üzere yola çıkarılan Karima’nın cenazesi büyük bir polis ve paramiliter güç ablukasında defnedildi. Karima’nın cansız bedeni bile Pakistan hükümeti tarafından bir tehdit olarak görülürken, bölgedeki telefon şebekeleri kapatıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
***
“Salgın Sürecinde Kadın Emeği” – İSİG MECLİSİ
Salgın sürecinin emekçiler bakımından doğurduğu sonuçların, emek piyasasının en korunmasız ve ikincil, ucuz emeği konumunda olan kadın emeğinde çok daha büyük yansımaları oldu. Ekonomik krizin salgınla birleşmesi bütün işçi sınıfını etkilemekte ve koşullarını aşağı çekmekteyken kadın emekçiler bakımından bu süreç, kadınların çalışma yaşamındaki eşitsiz konumunu ve çalışma yaşamının erilliğini daha da katmerlendiği bir süreç olması yönüyle özel olarak üzerinde durmayı hak ediyor. Kadın işsizliğindeki ciddi ve orantısız artış, gelir kaybındaki artışın yüksekliği ve ücret eşitsizliğinin artması, ev içi ücretsiz emeğin artışı ve pekişen cinsiyet rolleri, kadınlara gelirle sağlık arasındaki dayatmanın artışı, kadın emeği yoğun sağlık, market, kargo gibi işlerin salgın bakımından en tehlikeli işler olması, kadın yoğun işlerde artan iş yükü ve kuralsız çalışma, işyeri ve evde kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın artması gibi sonuçlarıyla değerlendirildiğinde, kadın emekçiler salgın sürecini en ağır biçimde yaşayan işçi kitlesi oldu.
Kadın işsizliği orantısız şekilde arttı
Salgın, dünyanın pek çok yerinde işsizliğin artmasına neden oldu. Salgın öncesi ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik salgın koşullarında pek çok sektördeki daralma ve işgücü talebinin azalması sebebiyle daha da derinleşti. Oysa kadın istihdamı ve işsizliği bakımından salgın iki bakımdan özgün ilerledi. Kadınların, “ikincil” emek olarak görülmeleri ve daha güvencesiz çalışma koşulları kadın işsizliğinin daha fazla artmasına sebep oldu. Kadın işsizliğindeki bu eşitsiz artışın diğer bir nedeniyse, işgücü talebinin azaldığı sektörlerin (eğitim, parekande, eğlence ve konaklama gibi) kadın yoğun alanlar olmasıdır.Küresel ölçekte kadın istihdamı açısından önemli olan sanat, eğlence, rekreasyon ve diğer hizmetlerde (kadın payı yüzde 57,2); konaklama ve gıda hizmetlerinde (kadın payı yüzde 54,1), gayrimenkul faaliyetleri, iş ve idari faaliyetler (kadın payı yüzde 38,2), imalatta (kadın payı yüzde 38,7) toptan ve perakende ticarette (kadın payı yüzde 43,6) COVID-19 krizinin etkisi yüksektir.
http://isigmeclisi.org/20620-salgin-surecinde-kadin-emegi
“İklim ve polis izin verirse çingeneler çıplak gezer.” Nilgün Marmara
Yeni yaşam iklim krizi mi !
WWF nin küresel iklim değişikliği etkenlerine bakacak olursak: Başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılması, atmosferdeki karbondioksit oranının artmasındaki ana sorumludur. IPCC’ye göre 2004 yılındaki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının %56’sı fosil yakıt kullanımında ortaya çıkan karbondioksite aittir. Ormansızlaşma da %17’lik bir paya sahiptir.Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır.
Aslında pek de derine inmeden son bir hafta da hayatımızı etkileyecek kararların, hayat kurtaran sağlıkta şiddet yasası ya da istanbul sözleşmesi gibi yasaların aksine nasıl hızlıca alınmasını sadece günümüzdeki yaşam alanlarımızın değil geleceğimizin bile nasıl hızlıca yok edilmeye çalışıldığını görmemiz maalesef mümkün ve bir o kadar da acı!
***
Yaylalar yine talan ediliyor.
Ekümenopolis: Ucu olmayan şehir! Atılan her imza beni bu belgesele götürüyor. Ne ironi ama bu bir sanatsal çalışma değil. Eşi benzeri olmayan kararlardan biri daha (en canice olanı kanal istanbul) Yine Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla Amasya, Bolu ve Trabzon’da 15 yaylanın statüsü kaldırıldı. Kararla birlikte yayla alanı olmaktan çıkarılan yerler imara açılabilecek.
https://yeniyasamgazetesi2.com/erdogan-imzaladi-15-yayla-imara-acildi/
***
Oxford/AstraZeneca aşısı hakkında yaşanan savaş, kimin hayat kurtaran bir ilaca daha önce ulaşmayı hak ettiği konusunda daha derin etik soruları gündeme getiriyor. Bu, zaten pek çok ülkenin fikir birliğine ulaşmanın güç olmadığı yerel bir bağlamda yürüttüğü bir tartışma: Öncelik, Covid-19’a yakalanma ya da hayatını kaybetme ihtimali en yüksek olan insanlara verilmeli ve böylece bir aşıdan en yüksek oranda faydalanmayı sürdürmeliler. Fakat küresel bağlamda aşılama için kimler öncelikli olmalı?
***
Birkaç sanatçının ve emekçinin gözünden üretim ve çözüm derdi kısa keyifli videolar https://gaiadergi.com/cevre-kirliligiyle-savasmak-icin-kurek-sorfu-rekorlarini-kirmak/
***
Her bir yandan doğaya topyekün bir saldırı halimiz mevcut , devletler bir yandan halklar bir yandan, ama doğa artık alarm veriyor kaynaklarımız tükendi, ekolojik denge bozuldu, buzullar eriyor, denizleri delirmişçesine kirletiyoruz, bilinçli/bilinçsiz orman yangınları ile ağaçları bir yandan hayvanları diğer yandan katlediyoruz nesli tükenmekte olan o hayvanlar bizim yaşam kaynağımız, nerdeyse bütün yeşil alanlarımız imara açılmakta, temiz hava kalmadı artık doğa biz olmasak da yaşar ama biz doğa olmadan nefes dahi alamayız , yeni bir sürü hastalık ortaya çıkmakta ve bizlerin bağışıklığı bu hastalıklarla savaşamıyor, çünkü beslenemiyoruz , çünkü bütün besin kaynaklarımız kirletildi, zehirlendi ya da genetiği ile oynandı, toprak ve su hayat olamıyor bize kendi derdine düşmüş durumda var olma savaşı veriyor .
Mücadelemizi ortaklaştırmadan, doğayı, hayvanları, kadınları, lgbtiq+ları, mültecileri (mülteciler aşı programının dışında tutuldu), işçiyi, köylüyü, ötekisi berisi ile özgürlüğün ya ortak bir özgürlük olacağını görüp, birlikte savaşacağız ya da hep birlikte yok olacağız! Kapitalizm saldırırken ayırt etmiyor aksine her bir yanımızdan ayrı ayrı yara alıyoruz ama biz bir türlü göremedik, kurtuluşumuzun birlikte mücadelemizden geçtiğini.
Gelecek nesiller de kartopu oynayabilsinler.
22 Ocak’ta Cold Spring Harbor Lab’da yayımlanan bir çalışmanın tartışma kısmının bir bölümünü olduğu gibi aktarıyoruz:
“18 ile 65 yaş arasındaki Kaliforniyalıların ölümlerine ilişkin analizimiz, pandeminin gıda, tarım, taşımacılık ve üretim sektöründe çalışanlar başta olmak üzere, özellikle işçiler için daha ölümcül olduğunu gösteriyor. Bu sektörlerde çalışan işçiler, salgın boyunca %20’nin üzerinde, eyalette kapanmaların sona ermesiyle ise %40’ın üzerinde ölüm oranları ile karşı karşıya kaldılar. Yüksek risk altındaki sektörlerde çalışanların ölüm oranlarındaki yükseklik, ırk ve etnisiteye dayalı ve büyük ölçüde Latin, Siyah ve Asyalı işçiler üzerinden yapılan çalışmalarda belirgindi.
Bulgularımız, Sars-Cov-2 enfeksiyonu için mesleki riskleri gösteren dar ama genişleyen literatür ile tutarlıdır. Örneğin, Birleşik Krallık Biobank’e ait bir çalışma özellikle sağlık çalışanlarının Covid-19’a yakalanma riskinin çok yüksek olduğunu gösterdi. Benzer şekilde, sağlık çalışanları arasında Sars-Cov-2 enfeksiyonunun yayılımı birçok çalışma ile belgelendi. Bizim çalışmamız ise birden fazla iş kolundaki yüksek ölüm oranlarını incelemesiyle benzersizdir. Her ne kadar çalışmalarımız, sağlık çalışanları arasında salgının risklerini inceleyen çalışmalarla uyumlu olsa da bu risklerin gıda, tarım, ulaşım ve taşımacılık gibi diğer sektörlerde çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Bu çalışma, (salgın kaynaklı) ölümleri hem iş kolu hem de ırk/etnisite üzerinden inceleyen ilk araştırmalardan biridir. Her ne kadar gıda, tarım, ulaşım, taşımacılık sektörlerindeki çalışanların ırk veya etnik kökene dayalı farklarından doğan görece etkilenme düzeylerindeki farklılıkları bulma eğiliminde olsak da bu farklılar sektörden sektöre değişiyor. Örneğin Asyalılar diğer ırksal/etnik gruplara oranla sağlık sektöründe görece daha az risk altında olmasına rağmen, Asyalılar için en riskli sektör sağlık sektörü. Bu tür farklar sektörler arası demografik farklılıkları yansıtabilir. Hakeza, et işleme tesislerinde çalışan çok sayıda Latin var ve bu veri özellikle bu sektördeki Covid-19 vakalarının büyük çoğunluğunun Latin kökenli olduğunu gösteren verilerle tutarlıdır. Asyalıların özellikle sağlık sektöründe yüksek risk altında olması, hemşirelik mesleğini yapan çok sayıda Filipinli Amerikan vatandaşının olmasına bağlı olabilir. Özellikle salgın sırasında bu tür orantısız temsiller kolaylıkla ırklar arası risk değişkenliğine yol açabilir. Yakın zamanlarda yapılan bir çalışma, örneğin, Siyah işçilerin yakın temas gerektiren iş kollarında çalıştırılma olasılığının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Risk eşitsizliği, göçmenlik durumu ya da yoksulluk gibi yapısal sorunlarla daha da şiddetlenebiliyor.
Her ne kadar mesleki olmayan risk faktörleri de ilintili olabilse de Covid-19’u ortadan kaldırmanın mesleki riskleri gözetmeyi gerektirdiği açıktır. Zorunlu sektörlerde yüz yüze çalışmak zorunda olan işçileri kapanma politikaları korumuyor. Aslında, çalışmamız, Mart ayından Mayıs ayına kadar süren sokağa çıkma yasakları sırasında gıda ve tarım sektöründe ölüm oranlarının keskin bir şekilde arttığını gösteriyor ki böyle bir artış zorunlu olmayan sektörlerde görülmedi. Evden çalışamayanlar için tamamlayıcı politikalar gerekli. Bu politikalar şunları da içerebilir/içermeli: Ücretsiz kişisel koruyucu ekipman, Açıkça tariflenmiş ve katı bir şekilde hayata geçirilen güvenlik protokolleri, kolayca erişilebilir testler, cömert bir hasta politikası ve iş sağlığı/güvenliği ihlallerine müsamaha göstermeme. Yetkili kurumlar aşı dağıtımı ile ilgili zor kararlar ile boğuşuyorken, bulgularımız açık ve berrak bir nokta sunuyor: Gıda ve Tarım sektöründeki işçilere öncelik veren bir aşılama programı Covid-19’a bağlı ölüm oranlarını azaltmada orantısız bir yarar sağlayabilir.”
Chen, Y.-H., Glymour, M., Riley, A., Balmes, J., Duchowny, K., Harrison, R., Matthay, E., & Bibbins-Domingo, K. (2021). Excess mortality associated with the COVID-19 pandemic among Californians 18–65 years of age, by occupational sector and occupation: March through October 2020. Cold Spring Harbor Laboratory. https://doi.org/10.1101/2021.01.21.21250266
Muş’un Serinova beldesine bağlı Aydıngün Mezrası’nda yaşayan 88 yaşındaki Saadet Tuncel’i aşılamak için yola çıkan sağlık emekçileri, kar nedeniyle araçlarla ilerlemeyince, fırtına, tipi ve dondurucu soğuğa rağmen karlı yolda 2 kilometre yürümek zorunda kaldı.
***
Sağlık Bakanlığı’nın aşılama programı içerisinde Tıp ve Diş Hekimliği fakülteleri stajyer öğrencileri dışında hiçbir sağlık fakültesi stajyer öğrencilerine aşılama yapılmadı. Diğer sağlık öğrencileri yüz yüze yapılması gereken ve mesleki yeterlilikte önemli bir yer tutan stajlarının yapılabilmesi için en kısa sürede aşılama yapılmasını talep ederek, eğitimlerinin devamı için aşya eşit erişimin sağlanmasını istedi.
***
Avrupa Birliği, aşı tedariki konusunda ilaç şirketi AstraZeneca’yla yaşanan tartışmanın ardından, birlik topraklarında imal edilen aşıların ihracına kontroller getirileceğini teyit etti. Dünya Sağlık Örgütü ise bu adımı eleştirdi. Örgüt, “aşı milliyetçiliğinin” endişe verici bir trend olduğu ve dünya çapında pandemiyle mücadeleye zarar vereceği uyarılarında bulundu. Avrupa Komisyonu ise bu adımı “Vatandaşlarımızın korunması ve güvenliği önceliğimiz ve karşılaştığımız zorluklar bize harekete geçmekten başka çare bırakmadı” sözleriyle savundu.
***
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Britanya’yı ülkedeki risk grubundaki kişilere Koronavirüs aşıları tamamlandıktan sonra dağıtımı durdurup küresel aşı dağıtımına yardım etmeye başlamaya çağrısı yaptı.
***
Dünya Sağlık Örgütü AB’nin ihracat izni hamlesini “çok endişe verici bir eğilim” şeklinde nitelendirerek kınadı. İlaçlara erişimden sorumlu birimin genel müdür yardımcısı Mariangela Simao, “Küresel bir kamu malı olarak kabul edilebilecek şeylerin ihracatı üzerinde kısıtlamalar görmek her zaman bir endişe konusudur” dedi. DSÖ Başkan Yardımcısı Mariangela Simao, Avrupa Birliği’nin aşı ihracatına getirdiği sınırlama kararının ‘salgını uzatma riski’ taşıdığını söyledi. Simao, bunun ‘çok endişe verici bir eğilim’ olduğunu dile getirdi. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ise “aşı milliyetçiliğinin” salgın sürecini uzatabileceği konusunda uyarıda bulundu. Ghebreyesus, aşı istiflemenin küresel eşitsizliği daha da genişletebilecek bir “ahlaki başarısızlık” olmasının yanı sıra, “salgını sürdüreceğini ve küresel ekonomik iyileşmeyi yavaşlatacağını” dile getirdi.
***
Kübalılar, nüfusunu aşılamak için şu anda klinik deneyleri devam eden dört farklı aşı üzerinde çalışmalarından umut verici sonuçlar almaya başladı. Bu dört aşı arasında en gelişmiş aşı Soberana 02 aşısı. Soberana, İspanyolca’da ‘egemenlik’ anlamına geliyor. Küba’da Soberana 02 dışında test aşamasında olan Soberana 01, Abdala ve Mambisa adlı üç koronavirüs aşısı daha bulunuyor. ‘Mambisa’ aşısı, 19. yüzyılda bağımsızlık savaşını yürüten kadınlara ithaf ediliyor. Virüsün vücuda girdiği noktada ciddi bir bağışıklık yanıtı oluşturmayı hedefleyen burun spreyi formundaki bu aşı, bu nedenle dünyada bir ilk olma özelliği taşıyor. Küba’nın dördüncü aşısı ‘Abdala’ da bağımsızlık savaşı kahramanlarından Jose Marti’nin 15 yaşındayken yazdığı bir şiirden geliyor. Bu iki aşı da Dünya Sağlık Örgütü’nün Faz 1 için klinik onay alan güncel aşı çalışmaları listesinde yer alıyor. Finlay Aşı Enstitüsü Genel Direktörü Dr. Vicente Vérez Bencomo da ülkenin Covid-19’a karşı geliştirilen Soberana 02 aşısından 100 milyon doz üretim kapasitesi oluşturmaya hazırlandığını kaydetti.
***
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Afrika kıtasında yıl sonuna kadar nüfusun yüzde 20’sinin yeni tip koronavirüse (Covid-19) karşı aşı olmasının planlandığını açıkladı.
***
Danimarka, Kovid-19’a karşı 41,6 milyon doz aşı siparişi verdi. Bu rakam nüfusunun 4 katından fazla.
***
Aşı pasaportu – Pınar Okyay
Bireye odaklı ve özgürlüklere dayandırılan savlar elbette değerlidir ancak, burada sorunun toplumların eşitsizliği olduğu bilinmelidir. Aşı pasaportları ile dünyanın daha da derinleşen uçurumlarla ikiye ayrılmasına katkı verilmemelidir.
https://t24.com.tr/yazarlar/pinar-okyay/asi-pasaportu,29679
***
Ahlak felsefesi, ‘aşı milliyetçiliği’ hakkında bize neler öğretebilir? Alexis Papazoglou
Covid-19 salgınına karşı aşı tedarikinde yaşanan eksiklik, Avrupa Birliği ve İngiltere’yi bir anlaşmazlığa sürükledi. Oxford/AstraZeneca aşısı hakkında yaşanan savaş, kimin hayat kurtaran bir ilaca daha önce ulaşmayı hak ettiği konusunda daha derin etik soruları gündeme getiriyor. Bu, zaten pek çok ülkenin fikir birliğine ulaşmanın güç olmadığı yerel bir bağlamda yürüttüğü bir tartışma: Öncelik, Covid-19’a yakalanma ya da hayatını kaybetme ihtimali en yüksek olan insanlara verilmeli ve böylece bir aşıdan en yüksek oranda faydalanmayı sürdürmeliler. Fakat küresel bağlamda aşılama için kimler öncelikli olmalı?