KORONA 7 GÜNLÜK 1-7 MART 2021

EM XWE DİPAREZİN
Pandeminin ayak seslerini duyduğumuz ancak ülkemizde resmi varlığı henüz ilan edilmeden önceki 2020 8 Mart’ında faşizmi kanıksamadığımızı alışmayacağımızı ilan etmek için yine sokaklardaydık. Öfkemizle, umudumuzla, coşkumuzla.. Geçtiğimiz yıl boyunca pandemi tüm alanlarda olduğu gibi kadın gündemine de damgasını vurdu. Çoklu krizlerden beslenen sistem, kendi eseri olan pandemiyi fırsata çevirerek, kadınların kazanımlarına el koymak için kadına yönelik her türlü baskıyı daha da arttırmanın yollarını ve  kadınların yüzyılların mücadelesiyle elde ettiği hakları gaspetmeyi denedi. Pandemi yönetimi namına iktidarın bildiği ve öğütlediği tek şey olan “hayat eve sığar” ile  evlere kapanmanın kendisi, kadına yönelik ev içi şiddeti daha da arttırdı ve “ev”in kadınlar için güvenli değil tehlikeli bir mekan olduğunu gösterdi, bakım emeğini kat be kat arttırarak sömürüyü derinleştirdi.   Emeğimizin görünmezliği ve değersizliği evlerle sınırlı kalmadı. Kuşkusuz yine, pandemi koşullarında kadın işsizliği ve yoksulluğu daha da büyürken, başta sağlık emekçisi kadınlar olmak üzere tarım, gıda üretimi gibi iş kollarında en riskli alanlarda, en düşük ücretli en güvencesiz koşullarda çalışmak durumunda kalanlar kadınlar oldu. Bu süreç genel olarak kamusal alanda ve özel alan olarak tarif edilen “ev” de şiddeti arttırıp kadın yoksullaşmasını daha da derinleştirdi. Pandemi süresince kapatıldığımız evlerimizde, kentlerimizin aslında dayanışmayı nasıl engelleyen mekanlar olduğunu da ortaya çıktı. Birbirinden izole, birçoğu balkondan bile yoksun apartman ve plazalardan oluşan büyük kentlerde modern insanın yaşadığı yalnızlıkla, yıllardır cezaevlerinde sistematik olarak sürdürülen tecridin hayatlarımızın her alanına işlenmeye çalışıldığını fark ettik. Bu dönemde iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yönelik açıklamaları da kadınlara yönelik baskı sürecinin bir parçası oldu. Bugün Türkiye’deki bu tartışmaları AKP iktidarı yürütüyor olsa da, dünya genelinde Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan sözleşmeden çekildi, Polonya ise çekilmek için yasal süreç başlattı. Bu durum, kadın kazanımlarına karşı geliştirilen saldırıların siyasal İslam’ın temsilcileri tarafından yürütülen laiklik karşıtı bir hareket olmasının ötesinde, patriyarkal kapitalist krizin bir parçası olarak dünyada yükselişte olan sağ muhafazakar erkek egemen iktidarların kadın düşmanlığını bir ortak payda olarak benimsediğini göstermektedir. Tüm bunlara rağmen pandemide dahi sokakları terk etmeyen kadınlar olarak Arjantin’de yıllardır sürdürdüğümüz mücadelenin sonucu olarak kürtajın yasal statüsünü değiştirdik, aynı şekilde Polonya’da kürtajı yasaklamaya çalışan yasa tasarısını geri çektirdik. “Yalnız değilsin’/’me too”, “uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa olacağım” diyerek başlatılan ifşalarla erkek taciz ve tecavüzlerini ifşa ettik, birbirimizle dayanıştık.  Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerine karşı öz savunma hakkımızı kullandık, yıllardır sistematik şekilde uygulanan çıplak arama işkencesine karşı “çıplak arama bizim değil sizin utancınız” diyerek işkencecileri teşhir ettik. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğimiz gibi sözleşmenin ve 6284 yasasının uygulanması ve cezasızlık politikalarına son verilmesi için alanlarda haykırdık. Biziz; çünkü dünyadan tüm kadınların direnişi bizim ortak kazanımlarımızdır, patriarkal kapitalizmin yarattığı çoklu krize karşı ortak mücadelemizdir. Şiddetin kaynağının devlet ve devletten güç alanlar olduğunu bildiğimiz gibi pandeminin kaynağının da ataerkil-kapitalist sistemin ortaya çıkardığı  sonuçlardan  olduğunu biliyoruz. “Em Xwe Diparêzin”  “Kendimizi Savunuyoruz”  şiarıyla mücadeleyi yükselttiğimiz bu pandemi sürecinde, kapitalist sistem nezdinde değeri olmayan kadın emeği sayesinde gösterdiğimiz dayanışma, kendine yetebilme, yaşamı idame ettirme ile ayakta tuttuğumuz toplumsallığı sistemden medet ummadan yaşamın her alanına yayma çabasındayız. Bizler mağdur değil sizin politikalarınıza karşı direnen ve yeni bir yaşamın inancında umudunda ve bu yaşamı kurmanın kararlılığında olan kadınlar olarak, OHAL döneminde dahi sokaklara çıkıp isyanımızı haykırdığımız gibi PANDEMİyi de fırsata çevirmenize izin vermeyecek, bulunduğumuz her alanda kadın kırımına yönelik politikalarınızı ifşa edecek, 8 Martta sokaklara çıkacak; hayatlarımızı ve haklarımızı savunmaya devam edeceğiz.
JİN

Kadınlar 8 Mart öncesi İstanbul Kadıköy’de ‘Büyük Kadın Buluşması’ gerçekleştirdi. Polis, gökkuşağı bayraklarının alana girişini yasakladı.

İstanbul’da kadınlar Büyük Kadın Buluşması için Kadıköy’de bulunan Rıhtım Meydanı’nda buluşmaya başladı. Kadıköy sokaklarından alkışlarla  eylemin yapılacağı alana gelen yüzlerce kadın, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmeyeceğiz”, “Neredesin aşkım, buradayım aşkım” sloganları atarak, “Ayaktayız”, “Özgür bir gelecek, özgür kadınlarla gelecek”, “Kalplerimiz özgürlük için atıyor” pankartları taşıdı.

Kadınların gerçekleştirdiği eylemin bitmesinin ardından polis LGBTİ+ aktivistlerini Kadıköy’ün ara sokaklarına kadar kovaladı. En az 6 LGBTİ+ aktivisti gözaltına alındı.

Adana Valiliği, Adana Kadın Platformu’nun 8 Mart’ta yapmak istediği mitinge, Boğaziçi direnişi ve LGBTİ+lara dair yasaklama kararı ile izin verdi.

“Biz Adana Kadın Platformu olarak hiç bir meşru ve yasal dayanağı olmayan bu yasaklamayı asla kabul etmiyoruz. Mitingin içeriğinde nelerin yer alacağını, 8 Mart’ın hangi konuları kapsadığını belirlemek, Emniyet Müdürlüğünün değil Miting Tertip Komitesi olarak bizim kararımızdır.  LGBTİ+’lar vardır, var olacaktır. Hetero-patriyarkaya karşı mücadelemiz her yerde her zaman, bu 8 Mart’ta da sonra da sürecektir. Bizler homofobiye, transfobiye karşı söylemlerden, politikalardan bıktık usandık ve tüm bunlarla mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Gökkuşağının renkleri her yerde! Ayrıca yasak ne ayol.”

Cumartesi Anneleri devlet tarafından kaybedilen kadınları sordu

TOPLUMSAL MÜCADELE-SAĞLIK MUHALEFETİ

İşçi sendikalarında 2 milyona yakın üyenin yüzde 6’sı kadın

Tüm dünyada kadınların direniş sembolü olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne vesile olan ABD’li dokuma işçisi kadınların talebi aradan 164 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyor. Günümüzde kadınlar, cinsiyet eşitsizliği, mobbing ve güvencesiz kayıt dışı çalıştırma gibi sorunları hala yaşıyor.

“Hem kadın örgütlemesine gerekli önem verilmiyor hem de sendikalarda alanlar açılmıyor. Kadınların örgütlenmesini gerektirecek güvenceli işler yok. Çünkü kadınlar hep taşeron ve özel sektörde çalışıyor. Özel bir sektörde kadın çoğunluğu varsa hemen iş kolu bölünüyor. O nedenle çoğunluğu sağlayamıyorsun. Burada da sendikaların bir çabası ve gayreti yok. İşverenin böl-parçala saldırı mantığına karşı mücadele etmiyor. Böyle olunca da kadın mücadele gücünü kaybediyor. Hem de sendikaların içinde örgütlenip kademelere gelecek sendikal yönetim kademelerine gelecek pozisyonu yakalayamıyor. Bugünkü durumda budur. O nedenle işçi kadınların durumu vahim diyorum.”

http://mezopotamyaajansi29.com/KADIN/content/view/126966

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 43 olduğunu belirterek “Neredeyse her iki kadından biri işsiz. Kadınlar işgücünden daha fazla çekiliyor ve iş bulma ümidini kaybediyor. Şu an ümidini kaybetmiş 1.5 milyon kadın var” dedi.

“Covid-19’un yol açtığı istihdam ve işsizlik kaybında en çok kadınlar mağdur oldu, kadın ve genç kadın işsizliği Türkiye açısından çok ciddi bir gerçekliği gösteriyor. Bu süreçte kadına şiddet ve kadının iş yükü arttı. Var olan cinsiyet eşitsizlikleri derinleşti. Covid-19 pandemisine yakalandığımızda Türkiye zaten krizdeydi. Özellikle kadınların çalışma biçimi erkeklere göre daha çok etkilendi. Kadınların ücret kaybı daha çok oldu”

disk-genel-baskani-arzu-cerkezoglu-su-an-umidini-kaybetmis-1-5-milyon-kadin-var/

Salgın Yönetimine Karşı Direniş ve Dayanışma Kazanacak...
Şubat ayında en az 138 işçi hayatını kaybetti

Bir yıllık salgın süreci, iktidar ve patronlar tarafından ‘fırsat’ olarak görüldü. Özellikle salgının ilk günlerinde, üretimin/hizmetin durması veya yavaşlaması bahane edilerek pek çok işçi işten çıkarıldı. Güvencesiz çalışmanın hakim olduğu konaklama ve inşaat işkolunda yoğunlaşan işten çıkarmaları tekstil, AVM, liman işletmeleri takip etti. Yine kronik rahatsızlığı veya yaşı sebebiyle risk altında bulunan işçiler, ücretsiz izin dayatmasını kabul etmeyen işçiler, işyerinde alınmayan önlemlere itiraz eden ya da ücretli izin talebinde bulunan işçiler, sendikalaşma mücadelesi yürüten işçiler ve altı aydan az süredir çalışan işçiler hiçbir hakları verilmeden (çoğunlukla Kod29 gerekçesiyle) işten çıkarıldı. Ek olarak, iş akdi fesih edilmese dahi, üretimin/hizmetin durmasından kaynaklı fiili olarak işsiz kalan işçilerin sayısı dikkat çekicidir. Binlerce restoran ve turizm işçisini fiili olarak işsiz bırakan bu durum, geçici ve güvencesiz çalışmanın olduğu bütün sektör ve alanları etkiledi. Özellikle kayıt dışı istihdamın ana kitlesi olan kadın, çocuk ve göçmen işçiler bu süreçte işsiz ve gelirsiz kaldı.

isigmeclisi.org/20644-salgin-yonetimine-karsi-direnis-ve-dayanisma-kazanacak-subat-ayinda

HDP'nin kadın sorunlarına dair sunduğu 17 soru önergesinden sadece 12’sine yanıt verildi

Rapora göre 17 soru önergesine 12 bakanlık yanıt verirken, 5 bakanlık ise yanıtsız bıraktı. Hazırlanan rapora göre 1 yıl boyunca kadına dair soruları yanıtsız bırakan Bakanlıklar şu şekilde: “İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı.”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na, Türkiye’de enerji arzı ve talebinde kadınların üretici ve tüketiciliğine dair sorular soruldu. Raporda, Bakanlığın birçok soruya kadın verisi tutulmadığı gerekçesiyle yanıt vermediği belirtildi.

https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/240372-hdp-nin-kadin-sorunlarina-dair-sundugu-17-soru-onergesinden-sadece-12-sine-yanit-verildi

Rosa Luxemburg 150 yaşında ve hala genç

5 Mart 1871’de Polonya’nın Zamosc kentinde dünyaya gelen Alman Marxist politika teorisyeni, filozof ve devrimci Rosa Luxemburg'un hedefi demokratik, adil, eşitlikçi bir yaşam; hayali başka bir siyaset, başka bir yaşam mümkün diyenlerle kolkola olmaktı.
Rosa Luxemburg kitlelerin demokratik katılımını ve sosyalist hareket içinde demokrasiyi savunduğunda, Avrupa kıtasının 19. yüzyılın en büyük krizlerinden birine doğru savrulduğuna tanıklık ederken süreci anlama, yorumlama, var olanı ifade etme çabasıyla, var olanla yetinmeyen bir alternatif arayışının düşünürdür. Hedefi demokratik, adil, eşitlikçi bir yaşam; hayali başka bir siyaset, başka bir yaşam mümkün diyenlerle kolkola olmaktı. Bu hedefi ve hayaliyle bugün de güncelliğini koruyor.

Leyla Güven'den 8 Mart mesajı: Kadının özgürlüğü, toplumun özgürlüğüdür

Sevgili kadınlar, ‘Yaşamı ancak yaşamını gözden çıkaranlar kazanabilir’ diyor Clara Zetkin. Bugün de bütün dünya kadınları, ‘Bizden alınan, gasp edilen haklarımızı geri almak için yollardayız’ diye haykırıyor. Erkek egemen sistemin yolumuza bıraktığı bütün tuzakları tek tek aşarak özgürlüğümüze koşuyoruz. Halklarımız bilmelidir ki kadınların ulaşmak istediği sistemde herkesin kendisini özgürce ifade edebileceği demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşam biçimi olacaktır. Dolayısıyla kadının kurtuluşu; toplumun kurtuluşu, kadının özgürlüğü; toplumun özgürlüğüdür diyoruz.

https://artigercek.com/haberler/leyla-guven-den-8-mart-mesaji-kadinin-ozgurlugu-toplumun-ozgurlugudur

SİYASAL SAĞLIK- EKOLOJİK SAĞLIK

Beyza Üstün: “Kadın özgürlüğü ile ekolojik mücadele buluşmalı”

Ülkemizdeki ekoloji mücadelesinde kadınlar önde; fakat ekoloji mücadelesindeki kadınların, kadın özgürlüğü ya da kadın kurtuluş mücadelesi ile bir bağı yok. Kadınların bu mücadelesi kıymetli olmakla birlikte; dünyadaki örneklere baktığımızda Hindistan’da, Meksika’da ve dünyada Via Campesina Hareketi’nde olduğu gibi Türkiye’de kadın kurtuluş mücadelesi ile ekoloji mücadelesini bir araya getiren bir çalışma yok. Kürt özgürlük hareketi içindeki kadınların teorik alanda bu tarz çalışmaları var, ama onların da sahada ekoloji mücadelesi içerisinde bir karşılıkları yok. Ülkenin Batı tarafına baktığımızda da, ekoloji mücadelesini yürütenler ile feminist ya da kadın kurtuluş mücadelesi yürütenlerin yan yana gelişleri henüz gerçekleşmedi. Peki, kadın mücadelesi ile ekoloji mücadelesi arasındaki bu ilişki nasıl kurulacak?

Analizin bana göre de çok doğru. Kadın özgürlük mücadelesini verenlerle, bu özgürlük mücadelesini devrim boyutuna taşıyan Rojava'lı kadınlar da dahil olmak üzere, Batı ve Doğu olarak söylemek kadın özgürlük mücadelesi açısından biraz temkinli olunması gerektiğini düşündürtüyor açıkçası. Kendi özgünlüğünde değerlendirmek gerek, Batıda da örneğin Tortum’da, hayatında sokakla ilişkisi olmayan, evinden çıkmayan kadın yaşam mücadelesi verirken en önde yer alıp kendini siper edebiliyor, o kadına da haksızlık etmemek gerek. Ama şöyle bir gerçeklik var; Kürt özgürlük hareketinde kadın özgürlük mücadelesi önde giden bir süreç. Bunu görmezden gelemeyiz. Son yıllarda yükselen ekoloji mücadelelerindeki kadının yerine baktığımızda ise bir yığın yaşamın içinden, az önce senin de söylediğin topraksız köylü de dahil olmak üzere, ya geçimlik tarım ya da hayvancılık yapan kadının ekoloji mücadelesinde önde olduğunu görüyoruz. Çünkü yaşamına doğrudan değen bir yerden mücadele ediyor. Onun için özgürlük mücadelelerinde yani Rojava’da nasıl kadın önde ise ekoloji mücadelesi diye tanımladığımız, yaşamın üzerinden yürüyen mücadelede de kadını önde görüyoruz. Aslında her ikisi de ekoloji mücadelesinin örgütlü yapısını işaret etmiyor bize. Bana en azından etmiyor. Ama bu süreç örgütlenmeyi getirecek, bu süreç beraberinde kadın özgürlüğü ile ekoloji mücadelesini iç içe geçirtecek. Ben böyle bakıyor, böyle umut ediyor, umut etmenin ötesinde böyle ön görüyorum.

kuzeyormanlari.org/2015/03/16/beyza-ustun-kadin-ozgurlugu-ile-ekolojik-mucadele-bulusmali/

“Devlet ve Sermaye Politikalarına Karşı Sivil İtaatsizlik” 

Özer Akdemir, çevreyi, yaşam alanları ve geçim kaynaklarını koruma güdüsüyle kendiliğinden ortaya çıkan yerel ekoloji hareketlerini, devlet ve sermaye politikalarına karşı sivil itaatsizlik hareketleri olarak nitelendiriyor. Türkiye’de ekolojik hareketlerin ortaya çıkmasını doğa, emek ve demokrasi açısından başarı olarak gören Özer, yerel halkın mücadeleye verdiği destek ile diğer mücadeleler arasında kurulan dayanışmanın gücünün bu hareketlerin sonuca ulaşmasında belirleyici olduğunu söylüyor.

"Irk" kelimesi Anayasadan çıkarılıyor

Almanya'da içişleri ve adalet bakanlıkları Anayasa'nın ayrımcılığa karşı maddesindeki "ırk" kelimesini değiştirmek konusunda uzlaştı. Irk yerine "ırkçı nedenlerle" ibaresi getirilecek.

Kadın pazarına erkek kayyumlar

Diyarbakır’da 9 yıl önce kurulan kadın semt pazarına 400 erkeğin alınması kararına tepki gösteren kadınlar bunun pazara kayyum atama anlamına geldiğini belirterek kabul etmeyeceklerini söyledi

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 2013 yılında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Belediye Başkanı Yüksel Baran tarafından açılışı gerçekleştirilen Jiyan Semt Pazarı, ilk resmi kadın pazarı olma özelliği taşıyor. İlçede yaşayan şiddete maruz bırakılan ya da dar gelirli kadınları ekonomik hayata dahil etmeyi amaçlayan pazarda, 258 kadın tezgah açtı. 9 yıldır kadınların yönettiği pazar, sürekli erkeklerin hedefinde.

EKOLOJİ VE SAĞLIK-ÖZLEM BAYAT

Erkeklerin, yaşamın güçlerine üstün gelme süreçlerinde, hem doğayı hem de kadını itaat altına aldıklarına
ilişkin söylem, Batı kültüründe uzun bir tarihe sahiptir. Kadın, doğaya erkekten daha yakındır; bütün öz niteliklerinde hep kendi olarak kalır. Kültür, kadının yanında her zaman dışsal bir şeydir. Bu doğrultuda, erkek
bilimin 17. yüzyıldaki en büyük başarılarından biri, gelişmekte olan kapitalizme erkek ve kadın arasındaki
işbölümünü entegre edebilmiş olmasıdır. O döneme kadar erkek ve kadın tanımlamaları hiç bu kadar açık
bir biçimde kutuplaşmamıştır. Rasyonalite, nesnellik ve istek konusundaki algılamalar bilimin oluşmasını
ve doğa üzerindeki tahakkümü teşvik etmiştir ve bu aynı zamanda erkek tanımının kurumsallaşmasına da
yol açmıştır.

Özgür Düşünen Kadın
Lidersiz ve demokratik yapısıyla ön plana çıkan dünyaca ünlü ekoloji düşünürü, araştırmacı ve aktivist
Hindistanlı Fizikçi Vandana Shiva, biyoçeşitlilik ve gen kaynaklarının korunması, gıda güvenliği, büyük şirketlerin egemenliğindeki küreselleşmeye karşı kırsal yoksulların savunulması ve kadının güçlendirilmesi gibi çalışmalarda bulunuyor ve bunların üzerine kitap yazıyor. Shiva ekofeminizm üzerine değerlendirmesi ise; “kadın eril hegemonyanın sınırlarından kurtulduğu zaman kendi özgür ormanında yol alacak ve vahşi doğasına kavuşacaktır.”

https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/01dc48239eed195_ek.pdf?dergi=HABER%20B%DCLTEN%DD

MEVCUT DURUM

Kar, sömürü ve iktidarlaşma baskısıyla akademiden, sağlığa sanayiden, değişik hizmet alanlarına değin birçok alanda gittikçe daha çok otoriterleşirken; doğa talanının yanında toplumu ve toplumsallığı hedef alan politikalar ve bu politikaların sonuçlarıyla ortaya çıkan krizlerin yaşandığı bir süreçteyiz.  Son zamanlarda sık sık yaşanıyor olmasıyla beraber Uludağ Üniversitesi'nde asistan hekim olarak çalışıyorken geçtiğimiz günlerde açık bir intihar mektubundan sonra hayatına son veren Mustafa Yalçın yazdıklarıyla son dönemin toplumsal psikolojisini açıkça ortaya koymuştu. Yazdığı mektupta; zorba insanlar güçlerini kullanıp kendinden zayıfları ezdiği bir korku krallığı kurduğunu söyleyen Mustafa Yalçın yoğun ve baskı altında devam eden çalışma koşullarından dolayı uzun zaman hayalini kurduğu ve hiçbirini yerine getiremediği kültürel, sanatsal ve bilimsel faaliyetlerinin kendisini nasıl ezik hissettirdiğinden bahsetmişti.  İntihar konusunda en baştan herhangi bir referans sistemi belirlemek belki de kişiyi yok saymak demektir.  "Özgür iradesiyle" yaşadıklarından sonra   hayatına son vermeye karar verdiğini söylemek ve bu noktada fikir yürütmek eksik ve haksız bir değerlendirme olur. Bu neden kişiyi intihara neyin sürüklediğini görmemiz gerekiyor. İktidar odaklarının isteği doğrultusunda, sadece salt üretim araçlarının projektöründe hayatın devamının ön görülmesi ve tıbbi söylemin nesneleştirilmiş bedeninin karşısında duran gündelik hayatın fenomenal, görünüveren, olgusal  "Yaşayan Beden’’in Dünya’da bedeniyle nasıl yer almak istediği ve neleri duyumsamak isteyeceği kişinin kendi hür kararıdır. Buna saygı duymak zorundayız. Ama diğer taraftan bedenleşme hali sadece bir benlik ürünü olarak görülemez toplumsallığı da içine alır. Mearleu-Pontly’nin de dediği gibi. Sağlam benlik başarılı bedenselleşmeye, sosyal habitusa ve belleğe gereksinim duyar. (Bourdieu) Bedene toplumsal fizyonomisini veren bedeni taşıma tarzı, diğer bireylere bu bedeni sunma ve bedeni hareket ettirme bedene toplum içinde yer açma biçimi eğer ki Sosyal-Kültürel normların içinde birikip birleştiği neyin yapılıp yapılmayacağının çoktan kararının verilmiş olduğu Düşünen Töz’ün Düşünen Ben’in önünde yer aldığı bir sosyal habitusta sömürü düzeni içinde sıkışıp kalırsa kişinin kendiyle ve emeğiyle yabancılaşması ister istemez gerçekleşecek olandır. Feodal dönemden sanayi dönemine geçişte sağlıklı olma hali mekan, zaman ve üretim ilişkileri açısından farklılık göstermiştir. Kapsamlı sömürü politikaları altında kişi sadece emeğine değil topluma, doğaya, kendine de yabancılaşmış, yalnızlaşmış bir anlamda robotlaşmıştır. Sosyal yaşamlarının sanayi çevrelerince konumlandırılmış ve inşa edilmiş olması işçi banliyölerini oluşturmuştur. Bu yabancılaşma, yalnızlaşma toplumsal ilişkilerin yok edilmesi, bireyci bir toplumun inşa edilmesi için emeğinin sömürüldüğü çalışma alanlarından yaşam alanlarının dizaynına kadar toplumsallığın yıkımını hedef alan politikalarla kent hakkına yönelik saldırılarla içkindir. Bu dayanışmanın, sosyal ilişkilerin, birlikte yaşamın bozumunu hedef alan bir çeşit gettodur ve huzur hali hapsedilmiştir. Var olan toplumsal ilişkilerin, dayanışmanın birlikte yaşamın korunması, yıkılanın dejenere edilenin tekrar örgütlenmesi inşa edilmesi tüm yaşama ve yaşam alanlarına yapılacak müdahalenin önüne set çekmenin yegane panzehiridir.

 

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

***

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, illere göre haftalık Covid-19 vaka hızının (insidans) güncel halini paylaştı.  Bir önceki haritaya göre 60'tan fazla ilde artış olduğu gözlendi. Türkiye genelinde yaşanan vaka artışına paralel olarak İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyükşehirlerde de artış gözlendi. Bakan Koca'nın Twitter hesabından paylaşılan haritaya göre; Samsun, 348,36 ile geçen hafta 100 bin kişi başına en çok vaka görülen kent oldu. Hakkari ise 5,35 ile nüfusa oranla en düşük vaka sayısına sahip olarak duyuruldu.

Samsun, Sinop, Ordu, Trabzon ve Giresun'da yüksek riskli durumun sürdüğü görüldü. Geçen hafta yüksek risk kategorisini yansıtan turuncu renkte olan 9 kent çok yüksek riskli il kategorisine geçti. Çok yüksek riskli il kategorisine geçen kentler ise İstanbul, Tekirdağ, Artvin, Çanakkale, Mersin, Kocaeli, Kırklareli, Yalova ve Kilis. Çok yüksek kategorisindeki il sayısı 26 ile yükseldi. Geçen hafta "Yüksek Risk" seviyesinde olan illerin toplam nüfusu 12 milyondu. Bu hafta 34 milyona çıktı! İstanbul'da 1 ay içerisinde vakaların yoğunluğu 2 ye katlandı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın 16 Şubat, 2 Mart ve bugün (6 Mart) yayınladığı haftalık vaka dağılımı haritasında İstanbul, Ankara ve İzmir'in değişimi şöyle:

İstanbul: 60,19 - 89,90 - 111,57
Ankara:  35,49 - 39, 84 - 54 , 83
İzmir:  44,39 - 53,42 - 66, 47

https://twitter.com/zekib?s=08

***

Covid-19 pandemisi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 117 milyon 68 binin üzerine çıkarken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 2 milyon 600 bine dayandı. Bulaş tehdidi olan aktif hasta sayısı 21 milyon 824 bin civarında olup oldukça yüksek sayıda olduğunu hatırlatıyoruz. Vaka sayılarında düşüşlerin duraklaması –hatta artması- hem mutasyon hem de önlemlerde gevşeme ile doğrudan ilgili.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Avrupa (35 milyon) zirvedeki yerini koruyor. Bunu Kuzey Amerika (34 milyon, 29.7 milyonu tek başına ABD’ye ait), Asya (25.5 milyon), Güney Amerika (18.5 milyon) ve Afrika (4 milyon) izledi.
Covid-19’a bağlı ölümlerde kıtaların sıralamasında ilk iki değişmiyor: Avrupa (833 bin), Kuzey Amerika (776 bin). Üçüncülüğe Güney Amerika (480 bin) yerleşiyor ve ardından Asya (403 bin) ve Afrika (106 bin) geliyor. Ölümlerin en çok görüldüğü ülkeler: ABD (537 bin), Brezilya (264 bin), Meksika (190 bin), Hindistan (158 bin) ve İngiltere (124 bin). İtalya’da 100 bine dayanan can kaybı ile bu ülkeleri izliyor.

Dünya genelinde son 24 saatte yeni vaka sayısı 405 bin 509 kişi iken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 7 bin 685 kişi oldu. Günlük vaka bildiriminde Brezilya ilk sıradaki konumunu sürdürüyor: Brezilya (67.5 bin), ABD (58.2 bin), İtalya (23.6 bin), Fransa (23.3), Hindistan (18.7 bin), Polanya (14.9 bin), Çekya (13.1 bin), Türkiye (11.8 bin) ve Rusya (11 bin).

***

Yeni kontrollü normalleşme dönemine geçişine karşın salgın ciddiyetini koruyor. Vaka-ağır hasta-aktif hasta sayısı yüksek hızda devam ediyor. Son 24 saatte yeni vaka sayısı 11 bin 770 yeni vaka bildirimi yapıldı. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 64 kişi olup, düşme eğiliminde olsa da hala oldukça yüksek olduğuna dikkat çekiyoruz. Toplam vaka sayısı 2 milyon 770 bin kişiye, toplam can kaybı 29 bin kişiye dayandı. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 702 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 138 binde takıldı kaldı. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük olarak aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Worldmeters’a göre Türkiye’de aktif hasta sayısındaki ciddi yükseliş devam ediyor. 05 Mart itibarıyla aktif hasta sayısı 124 bin 126 kişiye yükseldi. Bu sıçrama tarzı yükseliş bulaş tehdidinin artacağını da gösteriyor. Ağır hasta sayısımız ise 1,230 kişi. Aktif vakanın yükselmesi ile %1’e kadar düşen ağır hasta oranı dünya ortalamasının (%0.4) halen iki buçuk katına yakın! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunun vurgulamaya devam ediyoruz.

***

Bilim Kurulu üyesi ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) başkanı olan Prof. Dr. Pınar Okyay, Sağlık Bakanlığı'nın risk haritasının henüz açıklamadığını, değerlendirmenin yalnızca vakaya bağlı olmaması gerektiğini düşündüğü ve haritanın bir sonraki hafta güncellenmesini beklediğini belirtti. Risk haritasındaki değişimin yapılan test sayısı ve test pozitiflikleri ile de ilgili olduğunu söyleyen Okyay, "Sağlık Bakanlığı'nın renkleri belirlerken uyguladığı parametreleri açıklayacağını düşünüyorum" dedi. Okyay, "Değişimle ilgili 14. günü beklemek de doğru olacaktır" dedi. Test sayısının önemine vurgu yapan Okyay, "Günlük 200 bin test sayısına ulaşmalıyız. Bu yalnızca birkaç hafta oldu, 180 bin testin yapıldığı haftalar da oldu" dedi. Okyay, "İnsanlara, yerel yöneticilere bu hafta çok iş düşecek" derken, illere göre test sayılarının kontrol edilmesi gerektiğini, risk kategorisinin artmaması için bazı illerde test sayısının azaltılabileceğini söyledi. Okyay, "Uşak'ta kümelenme dediğimiz olayın olduğunu düşünüyorum. İş yerlerinde bulaştı ve ailelere taşındı. Bazı dönemlerde vaka sayısı çok yüksekti. Şu an Uşak'ta aşılama oranları da yüksek, 65 yaş üstü aşı ile ve çalışan nüfus da doğal bağışıklık ile korunmuşsa, önlemleri sürdürmeleri halinde risk haritasında mavi renkte kalabilirler. Bu da hepimizi çok mutlu ve motive eder" açıklamasında bulundu.

https://t24.com.tr/haber/bilim-kurulu-uyesi-prof-okyay-yanitladi-istanbul-salginda-cok-yuksek-riskli-iller-arasina-girdi-mi-risk-haritasi-ne-zaman-guncellenecek,937412

***

Japonya’da 17 kişide daha mutasyona uğramış Corona virüsü vakası tespit edildi. Japonya Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, yurt dışı seyahat geçmişi bulunmayan kişilerde İngiltere, Güney Afrika ve Brezilya varyantlarının tespit edildiği belirtildi. Son vakalarla birlikte ülke genelinde Covid-19’un farklı mutasyonlarından enfekte olan kişi sayısı 194’e yükseldi.

***

Almanya'da insanların evlerinde uygulayabileceği hızlı Covid-19 testlerinin satışı başladı. İçerisinde beş test bulunan 25 euro'luk paketlerin kısa sürede tükendiği kaydedildi.

***

İngiltere'de hemşire sendikası Royal College of Nursing (RNC), yüzde 1 zam teklif edilen hemşirelerin pandemi bittiğinde iş bırakabileceğini açıkladı. RCN'den Patricia Marquis, İngiltere'deki hemşirelerin kendilerine yeterince değer verilmediğini hissettiğini, işi bırakmaları durumunda çalışan bulmakta zorlanan Ulusal Sağlık Sistemi'nin (NHS) daha da zor duruma düşebileceğini söylüyor. Sağlık sektörü çalışanlarını temsil eden örgüt olan NHS Providers, uzun vadeli planda 2021-2022 için yüzde 2,1 zam öngörüldüğünü ve teklifin bunun yarısından bile daha az kaldığını vurguluyor.

***

ABD Senatosu, Başkan Joe Biden'ın 1,9 trilyon dolarlık Koronavirüs yardımlarını içeren teşvik paketini onayladı. Söz konusu yardım paketi, ailelere toplam bir trilyon dolar yardım dağıtılmasını, tüm Amerikalılara bin 400 dolara kadar tek seferlik ödemeleri, salgın sürecinde işten çıkarılan 9,5 milyon kişi için haftada 300 dolarlık işsizlik yardımını ve devlet ve yerel yönetimler için 350 milyar dolarlık desteği içeriyor. Pakette yer alan diğer teşvikler şöyle:

  • İşsizlik yardımlarının Ağustos ayı sonuna kadar uzatılacak
  • 18 yaş altı çocuğu bulunan ailelere 1 yıl her ay yardım yapılacak
  • Covid-19 aşı ve test imkanlarının artırılmasına 70 milyar dolar ayrılacak
  • Okul ve üniversitelerin yeniden açılması için finansal destek verilecek
  • Küçük işletmelere ve belirlenecek bazı sektörlere hibeler dağıtılacak
  • Yerel yönetimlere finansal destek verilecek

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Çin'den 1 milyon doz aşı bedava alındı mı" sorusuna ve ticari sır eleştirilerine yanıt verdi. "Hayır, 1 milyon doz aşı bedava alınmadı" diyen Koca, Kılıçdaroğlu'nun "12 milyon doz aşı bedava geldi ve onu 12 milyon dolara DMO'ya sattılar" açıklamasına da şu yanıtı verdi: "Çin'le aramızda kesinlikle 'bedava aşı' anlaşması olmamış, Devletimiz Sinovac ile anlaşılan bedellerin dışında hiçbir ödeme yapmamıştır." "Ticari sır" eleştirilerine de yanıt veren Koca, "Sinovac firmasıyla sözleşme tarihi itibariyle aşıyı dünyada en ucuza alan ülke olmak üzere anlaşmıştır. Bunun karşılığında ilgili firma bu bedelin taraflarla paylaşılmamasını ve diğer ülkelere karşı zor durumda kalmamayı talep etmiştir. Türkiye tarafı da bu bedeli gizli tutmayı taahhüt etmiştir. Ticari sır konusu sadece bundan ibarettir" dedi.

***

Pfizer/BioNTech ve Moderna’nın geliştirdiği Covid-19 aşılarının dahil olduğu küçük çapta bir araştırmayla antikorların anne sütüne geçtiği görüldü. ABD’nin Oregon eyaletindeki Providence Portland Medical Center’da yapılan çalışmaya katılan ve aşı olan kadınlardan hiçbiri Covid-19’a yakalanmadı.

İlk dozdan bir hafta sonra bütün kadınların sütünde antikor tespit edildi. Bir süre sonra bir miktar düşen antikor seviyeleri ikinci dozun ardından önemli ölçüde arttı.

***

Tibet'in ruhani lideri Dalay Lama, Covid-19'a karşı aşı yaptırdı. Hindistan’daki Serum Enstitüsü tarafından üretilen Oxford/AstraZeneca aşısını olan Dalay Lama, “Birtakım ciddi sorunların önüne geçilmesi için aşı olmak çok ama çok faydalı” de

AKADEMİDEN

Nature dergisinde 2 Mart günü yayımlanan bir haberin (Mallapaty, 2021) bazı bölümlerini doğrudan çeviri olarak aktarıyoruz:

Salgından neredeyse bir yıl sonra, Utah’da görünüşte sağlıklı vahşi bir vizonun SARS-CoV-2 testi pozitif sonuç verdi. Daha önce serbest dolaşan hiçbir hayvanın virüse yakalandığı bilinmiyordu.
Koronavirüs dünya çapında yayılmaya başladığından beri bilim insanları virüsün insanlardan vahşi hayvanlara sıçrayabileceğinden endişe ediyorlardı. Çünkü öyleyse, virüs çeşitli türlerde pusuda kalabilir, muhtemelen mutasyona uğrayabilir ve salgın yatıştıktan sonra bile insanlarda yeniden ortaya çıkabilirdi. Belçika’daki Antwerp Üniversitesi’nde evrimsel biyolog olan Gryseels, “sonunda oldu” dedi.
Bu durum, SARS-CoV-2’nin bulaşma hikayesini tam bir fasit daire haline getirecek gibi duruyor, çünkü onu ilk etapta insanlara muhtemelen vahşi hayvanlar getirmişti. Güçlü kanıtlar, virüsün at nalı yarasalarından (Rhinolophus spp.) kaynaklandığını göstermektedir.
Salgının şu anki aşamasında, her gün yüz binlerce COVID-19 enfeksiyonu görülürken, insanlar hala SARS-CoV-2’yi bulaştıran asıl kaynak durumundalar. Ancak bundan yıllar sonra, topluluk yayılımı bastırıldığında, serbest dolaşan (vahşi) hayvanlarda SARS-CoV-2 rezervuarı, yeni alevlenmeler için inatçı bir kaynak haline gelebilir.
Bu bağlamda incelenen hayvanlar sadece vahşi hayvanlar değil. Araştırmalar, SARS-CoV-2’nin kedi ve köpeklerden hayvanat bahçelerindeki pumalara, gorillere ve kar leoparlarına ve çiftlik vizonlarına kadar birçok evcilleştirilmiş ve tutsak alınmış yaratığı enfekte edebildiğini göstermiştir. Özellikle Danimarka’daki vizon çiftliklerindeki salgınlar, enfekte hayvanların virüsü insanlara geri verebileceğini zaten göstermiştir. Fakat araştırmacılar, evcil hayvanlarda ve çiftlik hayvanlarında görülen viral salgınlardan daha az endişe duyuyorlar çünkü bu tür patlamalar karantina, aşılama ve itlaf yoluyla kontrol altında tutulabileceği düşünülüyor.
Virüs vahşi hayvanlarda yayılmaya başladığında ise kontrol edilmesi çok daha zor olacaktır. Gryseels, “o durumda virüsü eradike etme umudu yok” diyor.
Kanada Hamilton’daki McMaster Üniversitesi’nde bir koronavirüs araştırmacısı olan Arinjay Banerjee, teoride, virüsün hayvanlar arasında dolaştıkça evrim geçirebileceğini söylüyor. Bu evrim muhtemelen aşıların etkinliğini tehdit edecek veya patojeni insanlar için daha ölümcül ve bulaşıcı hale getirecek şekilde gelişebilir. “Yok yere alarm çanları çalmak istemeyiz ama bu virüsle ilgili görmek istemediğimiz her şey gerçekleşiyormuş gibi görünüyor” diyor.

Doğaya yönelik tahakkümün etkilerini daha da derinden hissedilmesi için yeni bir salgına da gerek kalmayacak gibi görülüyor.

Mallapaty, S. (2021). The search for animals harbouring coronavirus — and why it matters. Nature, 591(7848), 26–28. https://doi.org/10.1038/d41586-021-00531-z

YENİ YAŞAM

Komünlerden ağaç seferberliği

Kuzey ve Doğu Suriye’deki Qamişlo kantonuna bağlı Çilaxa ilçesinin Dêrne Axê köyündeki yurttaşlar köylerine ve köy çevresine ağaç dikme seferberliği başalattı. Dêrna Axê köyü sakinleri, bölgede ağaçlık alanların genişletilmesi için komünlerin ve köy gençlerinin desteğiyle ağaç dikmeye başladı.

Şimdiye kadar köyde yaklaşık 600 ağaç dikildi. Ağaç dikiminden sorumlu olan komite, köyde bir park kurulması için çalışmalara hazırlanıyor. Köydeki göçmen gençlerin girişimleri ile çalışmalara başladıklarını belirten Dêrna Axê Şehîd Bahoz Komünü Eşbaşkanı Ebdulhemîd Hisên, “Bu çalışma köy halkının birbiriyle ve diğer köylülerle olan birliğini gösteriyor” dedi.

Kadın dayanışması sınırları aşar!

“göçün kadınlaşması” kavramı, göçmenler arasında kadın sayısının veya oranının değil, feminize olmuş sektörlerin (burada ev içi hizmetlere ek olarak seks işçiliği ile eğlence ve turizm sektörünü de eklemek gerekir) göçmen emeği ile olan ilişkisini ifade etmekte. Tüm dünyada ev işçilerinin %85’ten fazlası kadın. Devletlerin büyük çoğunluğu ev işçilerine yönelik bir yasal düzenleme yapmadığı gibi özellikle göçmen ev işçisi kadınların sosyo-ekonomik hakları konusunu da görmezden gelmektedir. Örgütlenme özgürlüğü, izin hakkı vb. haklarını kullanamayan, ev içinde erkek şiddetine ve mahremiyet yokluğuna maruz kalan göçmen kadınlar, düşük ücretli, yalıtılmış, istismara ve sömürüye açık hale gelmektedirler. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) bu konuda ilk aksiyonu olan çalışma ise 2011 yılında ev işçilerine yönelik oluşturduğu Ev İşçileri için İnsana Yakışır İş Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmeyi şu ana kadar sadece 15 ülke imzaladı.

Ayın şavkı-Metin Yeğin

Kilari yönetim kurulu üyesiydi kooperatifin. Adı ‘Keçua’ dilindendi. ‘Ay ışığı’ demekmiş. -Ayın şavkı diye mi çevirseydim?- Yaşını sormadım. Yüz yaşında olabilirdi. O kadar güzeldi yani. “Babam öğretti bana dinamit atmayı” dedi.

Naylon torbanın içi koka yaprağı doluydu, bana uzattı. Yeşil yeşildi zaten dişlerimiz. İçeriden, derinlerden doğru bir patlama duyuldu. Biraz sarsıldı gibi geldi bana oturduğumuz yer. “Hemen altımızda mı?” dedim. Eliyle biraz daha uzak bir yer gösterdi. Bir şey belli olmuyordu. Derindi gümüş madeni. “Dinamit kullanıyor musun?” diye sordum. Yüzüme baktı sadece. Anlamadı diye düşündüm. Belki yanağım yüzünden, iyi anlaşılmıyordu. Şişti yanağım, çiğnedikten sonra, yanağının bir tarafında topluyordun koka yapraklarını. Tekrar etmeye kalktım soruyu. Yarıda kesti. “Tabii ki” dedi “Madenciyim ben. Kadın olduğum için mi dinamit kullanamayacağımı düşündün?” Utandım biraz kendi sorumdan. “Uğursuzluk getiriyor” diye madenlerin içine kadınları almıyorlar demişlerdi bana. -Yine bir patlama oldu iyi ki. Biraz daha yakındı bu sefer ve kesin sallandık. Kabuğuyla yenmiş kabak çekirdeği tadı vardı, koka yaprağının…

Bir işgal madeniydi. Uzun yıllardır işçi kooperatifi olarak çalışıyordu maden. Daha önemlisi, diğer, bazı maden kooperatifleri gibi değildi, gerçekten işçilerindi. Sadece 12 üyesi, yüzlerce işçisi olan kooperatif biliyordum mesela. “Bizim kooperatifte, herkesin üstü topraktır” diyordu Killari. Onun da üstü öyleydi. Gümüş doluydu ama galiba toprak. Parlıyordu hareket edince güneşte, mesela kolunu biraz hızlı salladığında. Aşağıda bir şey belli olmuyordu ama. Yoksa madencilerin kazmalarının toprağa saplanışları ışıl ışıl yapardı mutlaka madeni.

-Dünyayı aydınlatıyor ama madenciler, her yeri ve karanlıktan çıkıyordu hep, parlayan şeyler. Hayat böyle-

Kilari yönetim kurulu üyesiydi kooperatifin. Adı ‘Keçua’ dilindendi. ‘Ay ışığı’ demekmiş. -Ayın şavkı diye mi çevirseydim?- Yaşını sormadım. Yüz yaşında olabilirdi. O kadar güzeldi yani. “Babam öğretti bana dinamit atmayı” dedi. Bunu söylerken elindeki koka torbasını dinamit atar gibi yaptı. Birkaç tanesi yere düştü yaprağın. Alıp ağzına attı. Biraz toprak bulaşmıştı halbuki yapraklara ya da gümüş. Adını söyledi babasının. Bilmem gerektiği gibi yüzüme baktı. Biliyormuşum gibi başımı salladım. 1952’deki madencilerin yaptığı devrimin liderlerindendi babası. Önemli bir insandı. Zaten dedim ya maden işçisiydi. “Biliyorum” dedim bu sefer ve torbadan bir iki koka yaprağı alıp, yalanımı yeşile buladım.

-Merak ettiniz değil mi? Uyuşturduğu yok yaprağın, enerji veriyor ama ve tok tutuyor.-

O da katılmıştı devrime. Yine başımı salladım. Bunu biliyordum sahiden ama. Bir madenci arkadaşım, buraya beni gönderirken söylemişti. O da dinamit atıyordu gösterilerde, El Alto’da.

Sonra devrim günlerini anlattı Killari. Gözleri parlıyordu. Dedim ya ay ışığıydı adı…

Devrimci olmanın farkı bu, insanın gözleri parlıyor her zaman…

Kriz ve Hayatta Kalma/Savunma Araçlarından Biri Olarak Kooperatifler

Kooperatif; ortak ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçları karşılamak üzere gönüllü olarak bir araya gelen insanların oluşturduğu, demokratik olarak işleyen dayanışma ekonomileri olarak tanımlanan modellerden biridir. Patronsuz kolektif üretim ve tüketimi örgütlemektedir.

Kooperatifin bu tarz işleyişi dayanışmacı ve kolektif temelde kapitalist üretim ilişkileri içinde özel mülkiyet olmaksızın hayatın mümkün olduğunu gösteren filizler olarak ortaya çıkar. On yıllardır alternatifimiz yok diyen özel mülkiyet üzerine kurulu üretim ilişkilerinin yapısal ve sürekli hale dönüşen krize cevap verememesi üzerine ortaya çıkan kolektif hayatta kalma mekanizmalarından biridir. Hayatın birlikte omuzlanması, faaliyet yürütülen alandan başlamak üzere sistemin sorgulanmasının da temelini oluşturmaktadır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde faaliyet gösterilmesi sürekli tekelci sermaye gruplarının baskısı altında olunacağını göstermektedir. Uluslararası Kooperatifler Birliği’nin temel yedi ilkesi tekelci sermaye gruplarına karşı hayatta kalma ve savunma örgütleri olarak uzun bir tarihsel mücadele sürecinden gelmektedir.

https://www.polenekoloji.org/kriz-ve-hayatta-kalma-savunma-araclarindan-biri-olarak-kooperatifler/

Pandemi sonrası dünyada lüks modanın sürdürülebilirlik gündemi

Dünyayı tam orta yerinden vuran COVID-19 ile tanışalı tam bir sene oldu, Türkiye’yi vuralı ise 11 ay diyebiliriz. İçinde yaşadığımız gezegenin gerçekliğini, güncel durumunu insanoğlunun yüzüne bir tokat gibi çarpan bu virüs, varoluşsal sorgulamalara sebep olduğu gibi kapital dünya sisteminin üretim ve tüketim alışkanlıklarına durup şöyle bir bakmamız gerektiğini de hatırlattı. Biz, tüketiciler olarak satın alma alışkanlıklarımızda dünyaya daha az zarar verecek şekilde ne yapabiliriz sorunsalıyla harıl harıl boğuşurken acaba çarkın diğer tarafı tüketim kültürüne yön veren moda sektöründeki üretim politikaları bizim kadar bilinçlenmeye başladı mı?

Gün geçtikçe daha da derinleşen bir mevzu haline geldi sürdürülebilirlik. Tek taraflı ele almak yetersiz kalabiliyor. Evet, atılan adımlar olumluya doğru gidiyor (gibi) ama tüm bu lüks modaevlerinin hamlelerini bir tür günah çıkarma olarak da kabul edebiliriz. Yıllarca doğadan kaynaklarını sağlamış, doğayı sömürmüş bir sektörün yaptıklarını geriye çevirmeye yönelik çabası gibi. Bir de tabii geçmişte ağızları yandığı için, yargılanmaktan da korkuyorlar. Yani aslında ”samimiyetleri” ve sahicilikleri ciddi anlamda sorgulanmaya açık.

https://www.dadanizm.com/pandemi-sonrasi-dunyada-luks-modada-surdurulebilirlik-gundemi

EKLER

İşgalin, bölünmüşlüğün ve COVID-19’un pençesinde Gazze: Topyekûn çöküşle yüzleşmek – Ali Abdel-Vahab (BDS Türkiye)

Gazzeli Filistinliler, hem işgal rejiminin sistematik ayrımcılığıyla hem de Filistin Yönetimi ve Hamas’ın uyguladığı ayrımcı politikalarla karşı karşıyalar. Pandemi, Siyonist “böl ve yönet” ilkesini yeniden tahkim ederken Filistin liderliğindeki bölünmüşlük de parçalanmışlığı, anomiyi ve toplumsal kırılganlığı iyice sağlamlaştırdı. COVID-19 salgınının sonuçları üç değişkenin (işgal, bölünmüşlük, pandemi) Gazzeli Filistinlilerin sahip olduğu tarihsel bellek ve ulusal kimlikle toplum içinde deneyimledikleriyle; bir anlık huzur elde edebilmek amacıyla, tecrübe ettikleri daimi belirsizliğin sınırları dahilinde yaratabildikleri arasında sıkıştığı ikiliği işlemekteki rolünü ortaya çıkardı.

https://sendika.org/2021/03/isgalin-bolunmuslugun-ve-covid-19un-pencesinde-gazze-topyekun-cokusle-yuzlesmek-ali-abdel-vahab-610160/

Pandemiden sonra uykumuza geri dönemeyiz - David Graeber

Önümüzdeki aylar içinde bir noktada krizin sona erdiği ilan edilecek, biz de “zaruri olmayan” işlerimize geri dönebileceğiz. Pek çoğumuz için rüyadan uyanmak gibi olacak bu.

Peki ya şöyle yapsak: Diğerlerine açıkça daha fazla yarar sağlayan işleri yapanların daha az ücret almasını gayet normalmiş gibi karşılamayı bıraksak, yahut finans piyasalarının, bizi Dünya üzerindeki pek çok yaşamın mahvına sürükleseler bile uzun dönem yatırımlar için en iyi olduğu ısrarından vazgeçsek?

Acil durumun sona erdiği ilan edildiğinde, bu kez çıkarılan dersleri hatırlasak nasıl olur: “ekonomi” denen şeyin hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri (kelimenin her anlamıyla) birbirimize sağlama yordamı olmaktan başka bir anlamı olmadığını; “piyasa” denilen şeyin öyle ya da böyle patolojik vakalar olan zenginlerin arzu yığınının çetelesinden başka bir şey olmadığını; yaklaşmakta olan felaketlere dair bir şeyler yapacak temel sağduyudan kolektif biçimde yoksun olduğumuza dair konferanslar veren dalkavuklarına inanacak kadar ahmak olmaya devam etsek bile, bu zenginlerin en güçlülerinin kaçacakları sığınakların tasarımlarını şimdiden tamamlamış olduğunu hatırlasak?

Bu seferlik zenginlere kulak asmasak keşke?