KORONA 7 GÜNLÜK (14-20 ARALIK)

ATA SOYER SPO'DAN
Covid-19 salgını bir yılını doldurdu. Bu bir yıllık süreç sonunda -bildiğimiz kadarıyla- 76.547.744 insan virüse yakalandı, 1.690.161 insan ise yaşamını yitirdi. Salgın süresince kaç kişinin işini kaybettiğini, iyileşen insanların ne kadarının kalıcı bir hasar ile yaşamını sürdürmek durumunda olduğunu, kadına yönelik ev içi şiddet vakalarındaki artışın boyutlarını, salgının birey/kitle psikolojisi üzerindeki etkilerini ise henüz tam olarak bilmiyoruz.

Her ne kadar salgının başlarında salgın yönetimine, salgının ortaya çıkış koşullarını yaratan ekolojik krizlere, endüstriyalizme dönük tartışmalar daha geniş kitlelere yayılma fırsatı bulmuş olsa da salgının boyutlarının artması ile beraber bütün bu tartışmaların toplum nezdinde daha az alıcıya ulaştığını görüyoruz. Artık birçok yerde “yeni normal” olarak tanımlanan, yeni olduğu kesin olmakla beraber norm olamayacak kadar insana uzak, insanın toplumla, mekanla olan ilişkisini alaşağı eden bu sürecin bir an önce bitmesi gerektiği hissiyatı hemen hemen her sınıftan, kesimden insanı, bir takım somut talepler etrafında birleştiriyor. Evet, salgın geriletilmeli, -şayet mümkünse- bitmeli ama nasıl?

Vaka sayılarının hızla tırmanışa geçmesiyle beraber, birçok ülkede salgın farklı biçimlerde ele alındı. Aşırı sağ popülizm duruma kayıtsız kalırken, otokratik rejimler, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan katılıkta önlemler aldı. Sosyal demokrasinin görece daha baskın olduğu ülkelerde ise spektrumun iki ucuna da mesafeli önlemlere tanık olduk. Her ne kadar farklı yöntemlere başvurulsa da küresel ölçekte bir yönetememe halinin olduğu, turkuaz ya da muhtelif renklerde infografiklerdeki verilere göre arttırılan ya da kısılan önlemlerle salgının daha basık bir eğriyle seyretmesinin amaçlandığı, tam normalleşmenin yaşanacağı salgın sonrası dönem tahayyülünün ise ilaç şirketlerinin insafına terk edildiği açık. Bu sindemik durum, ekonomi ile politika arasındaki sınırların yok olduğu bir dönemde, sermaye ile insan arasına sıkışan devletlerin küresel ölçekte bir sağlık kriziyle baş edemeyeceğini, yerelde ise vatandaşların dönemsel sorunlarına çözüm olamayacağını gösterdi.  Tam da bu yüzden birkaç soruya cevap aramak gerekiyor. Salgının sınıfsal boyutunu görmeyen, verili koşulları bir mecburiyet hali olarak alan, kabullenen ve bunun üzerinden söylem üreten uzlaşmacılığın yararı nedir? Salgının koşullarını yaratan ekolojik ve endüstriyel krizi ve bu ölçekte yayılmasına sebebiyet veren kâr hırsını görmeyip çözüm olarak daha otoriter bir devleti çağırmak, nedensellik hiyerarşisinin ıskalandığı anlamına gelmiyor mu?

Covid-19 salgını kısa erimde yarattığı büyük yıkım sonucu insanlığın çözmesi gereken en ciddi gündem haline gelse de sonuncusu olmayacağını söyleyebiliriz. Salgını, mutasyona uğramış bir virüse bağlama indirgemeciliğinden sıyrıldığımız zaman doğada kurulu yağma düzeninin insanlık için oluşturduğu, oluşturacağı krizlerin boyutlarını görme şansımız var. Salgınlardan ya da başka krizlerden, istisnai halin olağanlaştığı dönemlerden kaçış insanla, doğayla kurduğumuz ilişkinin yenisini kurarak olabilir.

SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK

Cezaevlerindeki dönüşümlü açlık grevi 24. gününe girdi ve tutsaklar kendi kaderlerine terk edilmiş durumda, Covid salgını nedeniyle şartları zaten kötü durumda olan cezaevlerindeki siyasi tutsakların tecridin son bulmasına yönelik talepleri hala çoğu toplum kesimleri ve politikacılar tarafından işitilmek istenmiyor. Diğer taraftan uzun süredir sistematik olarak uygulandığını bildiğimiz çıplak arama işkencesine yönelik tespitleri de iktidar yine yok saydı ve açıklamalar iktidarı çok kızdırdı. En onur kırıcı işkence türlerinden biri olan çıplak arama ve her türlü işkencenin insanlığa karşı bir suç olduğu kadar ciddi bir sağlıksızlık nedeni olduğu ve siyasal sağlığın da temel öğelerinden birini oluşturduğu gerçeğiyle; özgür olmayan bir toplumun sağlıklı da olmayacağını tekrar vurgulamak istiyoruz.

***

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde “Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta. https://turkthoracj.org/en/covid-19-pandemic-threatening-prison-population-164881

***

Ekolojik bir kriz yine ekosistemi tahrip eden yöntemlerle çözülmeye çalışılınca sonuçları ağır oldu, vizon itlafı dönüp Danimarka’yı vurdu: Koronavirün kaynağı olduğu düşüncesiyle katledilerek toplu mezarlara gömülen milyonlarca hayvanın yeraltı sularını zehirlemiş olabileceği tartışılıyor. Çiftliklerde kürkleri için yetiştirilen ve nüfusları 15-17 milyon arasında değişen vizonların tamamının geçen ay itlaf edilip gömülmesi, Danimarka’ya yepyeni sorunlar getirdi. İlk etapta itlaf edilen 10 milyon vizonun derine gömülmedikleri için zombi gibi toprağın yüzeyine fırlaması, bunun üzerine kalıntıların daha derine gömülmesi ya da yakılmasının tartışılması, bu gelişmeler arasında da tarım bakanının istifa etmesine sahne olan Danimarka’da, öldürülen vizonların toprağın altında çürüyüp bozulmasının yeraltı sularını kirletmiş olabileceğini kabul eden hükümet, 1.5 milyon vizona tekabül eden 4700 ton ölü hayvanın izini kaybettiğini de itiraf etti. Ekolojik yıkımla gelen bu derece büyük bir salgın bile egemenlerin ve “bilim”cilerin zihniyetini değiştirmedi.

***

Tüm dünya ekolojik bir salgınla kavrulurken kuraklığa çare için Diyanetten ilginç bir yöntem geldi.  Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cuma namazının hutbesinde yurt genelinde yaşanan su sıkıntısına dikkat çekmesi ve tüm yurtta Cuma namazının ardından yağmur duası yapılması konusunda Hüda Kaya Diyanet’i eleştirerek “yağmur duası ağaç dikmektir, ormanları ve suyu savunmaktır. Diyanet’in bütçesi helal ve adil değildir” dedi.

***

Yeni bir toplumsallık şiarıyla yola çıkan ve güvenli gıda üreterek paylaşan Refikler Komünü’nün Bayramiç’teki yaşam alanı basılarak üretim izinleri ve etiketleri olmadığı bahanesiyle depo ve yaşam alanlarında bulunan ürünlerine el kondu. Refikler Komünü “Bilsinler ki; yaşamı, doğayı, dünyayı, geleceğimizi savunmaktan ve korumaktan vazgeçmeyeceğiz. Bilsinler ki 70 yaşımızda da zeytin ağacı dikmeye devam edeceğiz” açıklamasıyla baskılara yanıt verdi.

***

Denizli Acıpayam’da köylülerin ekolojik direnişi kazandı: madencilik faaliyeti yürüten şirketin 5 kat büyüme planına yönelik karara dava açan köylüler yerel mahkemeden çıkan kararın ardından davayı temyiz etti ve Danıştay da maden şirketinin genişleme planına ‘dur’ dedi.

**

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliği zirvesinde yaptığı konuşmada, dünya liderlerinden ‘iklim acil durumu’ ilan etmelerini talep ederek, “Hâlâ dramatik bir acil durumla karşı karşıya olduğumuzu inkâr eden var mı?” dedi. Koronavirüs salgınının ardından başlatılan ekonomik kurtarma paketlerinin düşük karbonlu bir geleceğe geçişi hızlandırmak için bir fırsat olduğunu ancak bunun yeterince hızlı gerçekleşmediği konusunda da uyardı.

***

Son çalışmalara göre koronavirüs pandemisine karşı alınan önlemler kapsamında uygulanan karantinaların İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana CO2 emisyonlarında en büyük yıllık düşüşe neden olduğunu söylüyor. Çalışmalar, dünya çapındaki emisyonların bu yıl yaklaşık yüzde 7 düştüğünü gösteriyor. Ancak Türkiye’de emisyon düşüşü karantinalara karşın 2019’a göre somut bir fark yaratmadı. Özgür Gürbüz: “Koronavirüs salgını nedeniyle emisyonların 2020’de yaklaşık yüzde 7 oranında düşmesi beklense de bunun kalıcı olması salgın sonrası alınan ekonomik tedbirlerin aynı zamanda iklim dostu olmasına da bağlı… UNEP’in Emisyon Açığı raporunda da belirtildiği gibi, salgın sonrası ekonomiyi canlandırmak için alınan tedbirler ciddi bir karbonsuzlaşma stratejisini de izlerse iş tersine dönebilir” yorumunu yaptı. https://m.bianet.org/bianet/saglik/235898-koronavirus-turkiye-nin-karbon-salimini-nasil-etkiledi

***

Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni yapılan bir çalışmayla hava kirliliğinin yol açtığı ölümlerin koronavirüsten gözle görülür şekilde daha fazla olduğu ortaya koydu. İngiltere’de 2013 yılında astım krizi sonrası hayatını kaybeden 9 yaşındaki Ella Kissi-Debrah’ın hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybeden ilk kişi olarak kayıtlara geçeceği ifade edildi.

***

Klinik psikolog Burcu Kıvrak Güçer “Bir ruhsal imtihan olarak pandemi süreci”:

“…Bu süreçte sıkça konuşulan konulardan biri psikosomatizasyonsa, bir diğeri de bulaş anksiyetesi oldu. … bulaşma ve bulaştırma kaygısı üzerine kurulmuş olan bu süreçte, özellikle yasakların kalkması ve daha az kaygılı kişilerin sosyal hayata katılımlarının artması ile birlikte kişiler birbirlerini daha fazla suçlar oldu. “Bu kadar gezmeseydi, maskesini çıkarmasaydı, dışarıdan yemek yemeseydi vs” gibi suçlayıcı düşünceler ifade edildi. Ama ne zaman ki bulaş yaşayan kişiler aynı zamanda başkalarına da virüsü bulaştırdılar işte o zaman bulaşı yaşayan kurban rolünün yanında başkasına virüsü bulaştıran fail rolünü de edindiler. Kurbanla failin aynı bedende birleşmesi insanların kendisine bulaştıranı affetmesini, suçlayıcılığı azaltmayı ve kurban ile failin barışını sağladı. Bu bağlamda bu süreç bulaş anksiyetesi ile ilgili yapacağımız çalışmalarda bize yeni bir kapı aralamış olabilir.”

Bir grup insan da var ki onlar pandemi sürecinin bahsettiğim olası avantajlarını değerlendirmek bir yerde dursun bütün dezavantajlarını yaşamak zorunda kaldılar. Bu insan grubunun sokak kısıtları yok, aşağı yukarı aynı tempo ile çalışma hayatına devam ediyorlar, üstelik tüm gün maske takmak zorundalar ve sürekli ellerini, kullandığı eşyaları dezenfekte etmek zorunda kalıyorlar. … Toplumun bu kesimi hem bulaş tehlikesini her gün ensesinde hissediyor hem evdeki yakınına bulaştıracağı kaygı ve sorumluluğunu duyuyor hem de ekonomide ve iş hayatında da her şeyin altüst olduğu koşullarda aynı işleri aynı verimlilikle sürdürme beklentisini karşılamaya çabalıyor. Ne zaman sonlanacağı belirsiz bu gibi dönemlerde bedenen de işe gitmeye devam eden kesimin tükenmişlik sendromu geliştirmesi şaşırtıcı değil.” https://www.gazeteduvar.com.tr/bir-ruhsal-imtihan-olarak-pandemi-sureci-haber-1507358

***

Özlem Altıparmak: “Soykırımdan Ekokırıma Uzanan Yol”:

“Ekokırım, yani doğayı katletmek uluslararası bir suç olmalı mı?… Geçtiğimiz Kasım ayında “Ekokırıma Son Vakfı” (Stop Ecocide Foundation) tarafından başlatılan bir girişimle ekokırım suçunun tanımını yapmak üzere uluslararası hukukçulardan oluşan bir heyet kuruldu… Ekokırımın uluslararası alanda kabul edilen ortak bir tanımı olmasa da bazı hukukçular ekokırımı “Dünya ekosistemi veya küresel müşterekler üzerinde ciddi ve daimi değişime yol açan geniş çaplı zarar ve tahribat” olarak tanımlıyor… Çevreye verilen zararın “insan üzerindeki etkisi” konusunda ise ortak bir tutum henüz yok. Kimi hukukçular insan merkezli (antroposantrik) bir bakışla tahribatın insan üzerindeki etkisini suçun tanımı için bir şart olarak kabul ederken, kimileri ise ekosantrik bir bakışla, doğayı başlı başına bir hukuk öznesi haline getirmekten yana. Suçun tanımı yapılırken bu konunun önemli bir tartışma noktası olacağını ve sonucunda doğa merkezli bir uzlaşı ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.” https://bianet.org/bianet/iklim-krizi/236032-soykirimdan-ekokirima-uzanan-yol

MEVCUT DURUM- SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

Salgın yönetilemiyor! Sağlık emekçileri tükenmeye, ölmeye devam ediyor! Son 3 günde yaşamını yitiren sağlık emekçisi sayısı 10’a yükseldi. Dün Samsun Bafra Devlet Hastanesi’nde görev yapan hemşire Meral Arda hayatını kaybetti.

***

Dün Gaziantep’te bir hastanenin yoğun bakımında oksijen tüpünün patlaması ve 9 hastanın hayatını kaybetmesine neden olan yangında yine Sağlık Bakanlığı’nın sorumsuzluğuna dair yeni haberler ortaya çıktı. Uygun olmayan çok sayıda merkezin pandemi sürecinde hızla yoğun bakımlara dönüştürüldüğü ve yoğun bakım hasta yatak sayısı ile övünüldüğü bu günlerde düşük kaliteli oksijen cihazlarının yangın çıkardığı ile ilgili çok sayıda hastaneden bakanlığa bildirim yapıldığı ve bakanlığın da patlamadan bir gün önce hastanelere yazı göndererek tüplerle ilgili eğitimlere devam edilmesi gerektiğinin bildirildiği ortaya çıktı. Üstüne üstlük sağlık emekçilerinin bu pandemi koşullarında çalışma şartları görmezden gelinerek patlamadan sonra hastane müdürüyle birlikte bir anestezi uzmanı ve 2 sağlık çalışanı da trajikomik şekilde göz altına alındı.

***

Covid-1’un sağlık emekçileri için meslek hastalığı sayılmasına yönelik yayınlanan yeni genelge ile illiyet bağına ilişkin tespitler bakanlığın bu konuda sadece top çevirdiğini net anlatıyor. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı da yaptığı açıklamada “Burada söz konusu olan doğrudan, hiçbir illiyet bağı aranmadan sağlık çalışanlarına vazife malullüğü ya da meslek hastalığının değerlendirilmesi olmalı. Dünyada da ülkelerin büyük çoğunluğunda bu uygulama yerleşmiş durumda. Türkiye’de SGK’ya bırakılmış, bir ispat yükünü sağlık çalışanına yükleyen bir yaklaşım var. Sağlık Bakanlığı genelgesi dikkate alınarak sanki meslek hastalığı ya da vazife malullüğü kabul edilmiş gibi bir algı oluştu ancak bunun gerçek olmadığını ifade etmek gerekiyor” dedi.

***

Küresel düzeyde toplam vaka sayısı 76 milyon 600 bini, toplam can kaybı 1 milyon 691 bini ve aktif hasta sayısı 21 milyon 100 bini geçti.

***

Salgın hız kesmiyor. Yeni vaka sayısı ve günlük ölüm sayısı yüksek hızda devam ediyor. Son 24 saatte yeni vaka bildirimi 738 bin 143kişi, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 12 bin 4275 kişi olarak bildirildi.

***

Yeni vaka bildiriminin yüksek olduğu ülkeler şunlar: ABD (189.6 bin), Brezilya (49.2 bin), Rusya (28.2 bin), İngiltere (27 bin), Hindistan (26.8 bin), Almanya (23.9 bin) Türkiye (22.1 bin), Fransa (17.5 bin), İtalya (16.3 bin),Kolombiya (13.9 bin),   Meksika (12.2 bin) Ukrayna (11.7 bin), ve Polonya (11.2 bin). Hollanda (10,4 bin).

***

Türkiye’de yeni vaka sayısı azaldı. Son 24 saatte 241 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Toplam can kaybı 17 bin 851 kişiye yükseldi. Yeni vaka sayısı 30 binin altında seyrediyor. Son 24 saatte 22 bin 195 kişiye Covid-19 tanısı kondu. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısında da düşüş devam ediyor, dün 4 bin 002 yeni hasta tespit edildi. Toplam vaka sayısı ise 2 milyonu geçti (2 milyon 4285 kişi). Günlük test sayısı 173 bin civarında. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük olarak aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz. Worldmeters’a göre Türkiye’nin revize ettiği aktif hasta sayısı 207 bin 366’ya düştü. Düşme eğilimine giren ağır hasta sayısı 5 bin 501 olup aktif hastaların %2,65’ine denk geliyor. Hala ağır hasta yüzdemiz dünya ortalamasının üç buçuk katından yüksek.

***

İsviçre’de Pfizer ve BioNTech’in geliştirdiği Coronavirus aşısına onay verildi. Böylece dünyada Pfizer/BioNTech aşısına ‘standart prosedürlerde’ onay veren ilk ülke İsviçre oldu.

***

Rusya’nın Covid-19 salgını ile ilgili Türkiye’yi ve İsviçre’yi Koronavirüs salgını yönünden riskli bölge ilan etti. Türkiye’yi vatandaşlarının gidebileceği ülke kriterlerine uyulmayan 13 ülke arasında gösterdi.

***

Merkez, perifer fark etmiyor. Kapitalist devletin dini imanı para. Almanya’da 25 günlük “büyük kapanma” başladı ama milyarlarca avro yardım alan büyük işletmelere dokunulmadı. Fransa’da gazeteci örgütleri hükümetteki “otoriter sapma”ya dikkat çeken bildiri yayımladı.

***

BBC Türkçe servisinin haberine göre; aşıların salgın karşısındaki etkisini artırmak ve ekonomilerin toparlanmasını kolaylaştırmak amacıyla gündeme gelen bir öneri, “bağışıklık sertifikası” ya da “aşı pasaportu” gibi isimler altında geliştirilecek bir belgenin kullanıma sokulması fikri tartışılıyor. Buna göre, aşı yoluyla ya da hastalığı geçirerek koronavirüs bağışıklığı kazanan ve bunu belgeleyen kişiler ek haklara sahip olabilir ya da bazı kısıtlamalardan muaf tutulabilir. Aşı dağıtımındaki eşitsizlikler göz önüne alınınca bu aşı pasaportunun yeni eşitsizlikler doğurma ihtimali kaçınılmaz.

***

Ankara Tabip Odası birinci basamakta bağışıklama hizmetleri hakkında görüşlerini içeren bir bildiri yayınladı. ASM’lerde rutin sağlık hizmeti üretiminde aksaklıklar yaşanmaması için komuoyu ve Ankara il sağlık otoritelerine çağrı yapan bildiride ASM’lerin fiziksek koşullarının güçlendirilmesi, sağlık çalışanı sayısının artırılması, aşı temin sürelerinin düzenlenmesi, tıbbi atık bedellerinin kamu tarafından karşılanması önerileri yer alıyor.

TOPLUMSAL MÜCADELE- SAĞLIK MUHALEFETİ

Toplum pandemiye karşı direnmeye devam ediyor. Diğer yandan devlet ve sermaye güçlerinin iktidarını sürdürme gayretleri de hız kesmiyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü̈’nün açıklamasına göre 130′ dan fazla gazeteci koronavirüs ile ilgili haberleri nedeniyle tutuklandı. Özgür basın geleneğinin Türkiye’de yıllardır yaşadığı baskılar pandemiyi fırsat bilen devletler tarafından artık ‘tehdit unsuru’ olarak gördükleri her kesime karşı uygulanıyor. Yalan ve çarpıtmalarını topluma daha rahat kabul ettirmek isteyen egemenler, doğruları dile getiren ve gerçek yüzlerini açığa çıkaran gazetecilere karşı savaşından taviz vermiyor. Türkiye gibi iktidarın zor yüzünü̈ açık açık gösteren devletler topluma karşı suç̧ isleyenlere ödül gibi aflar çıkarıyor. Diğer yandan mücadele eden kadınları, gençleri, muhalif olan tüm kesimleri cezalandırarak “bana karşı gelinemez!” diyor.

Sağlık muhalefeti en küçük hak arayışını dahi iktidar güçlerine kabul ettiremiyor. Sağlık emekçisi Davut Ak: “Pandeminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen İstanbul’daki hastanelerde engelli sağlıkçılar için nitelikli koruyucu ekipman yok” dedi. Öte yandan Covid19 meslek hastalığı olarak kabul edilsin diyen sağlıkçıların talebi mevcut hükûmeti zorladı, kısmen de olsa adımlar attırdı. Sağlık Bakanlığı tarafından 81 ile genelge gönderildi. Sağlık çalışanları vazife malulü̈ hükümlerinden faydalanabilecek. Ancak SGK tarafından onaylanması şartıyla! Yaşanan binlerce Covid-19 kaynaklı ölümler arasında yüzlerce sağlık emekçisi de yer alıyor. Oysa pandemide ölüm kader değil. Alınacak çok basit önlemlerle bu ölümlerin önüne geçilebilecekken sağlıkçılar yaşamlarını bir kenara bırakıp geride kalacak aileleri için garanti ister duruma getirildi. Sağlık mücadelesi daha da yükseltilip ölümlere ve ölümlerin normalleştirilmesine engel olunabilinir. Sağlık muhalefeti ve bir bütünen toplumsal güçler kriz içerisindeki bu sistemin yükünü daha fazla kaldırmaya mecbur değil.

Öte yandan fiziksel mesafe cezası muhalefete baskı şeklinde gündeme sokuluyor. Ayasofya’nın açılışında 350 bin kişiyi toplayan, mitingler yapan, fiziksel mesafeyi yok sayan iktidar, salgın önlemlerini fırsata çeviriyor, daha da otoriterleşiyor. HDP Batman İl Örgütü tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklere katılanlara “fiziki mesafeye uymadıkları ve maske takmadıkları” gerekçesiyle para cezası kesildi. Akp-Mhp cephesi toplumun en meşru hak arayışlarına saldırırken pandemiyi gerekçe gösteriyor. Pandeminin önünü alma çabası bir yana dursun toplumsal dayanışmanın her türlüsünü yasaklamaktan geri durmuyor. En büyük ‘suç̧’ sayıyor. “Benim dışımda kimse bir şey yapamaz, kontrolümden bir an bile çıkamaz” diyor. Öyle ki İçişleri Bakanlığı kararıyla artık kendilerinin rıza göstermediği hiçbir yardım toplanamayacak, cezası 220 bin lira!

***

Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık-İş Sendikası, Türk Hemşireler Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği ve Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nden oluşan sağlık emek-meslek örgütleri, COVID-19 aşısındaki son gelişmeleri, Türkiye’deki aşı belirsizliğini ve son olarak “Acil Kullanım Onayı”na ilişkin Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren yönetmelik değişikliğini 18 Aralık 2020’de çevrimiçi bir basın toplantısı ile değerlendirdi. Açıklamada: “Aşı Uygulaması Etik İlkeler Işığında, Adil Koşullarda, Ücretsiz Yapılmalıdır… Türkiye’ye getirilen aşıların hangi ülkeden, kaç milyon adet alınacağı ve uygulamada sağlık örgütlenmesinin nasıl oluşturulacağına dair belirsizlik hâlâ sürmektedir… Doğru bir süreç ve sağlık sisteminin yeniden toplum sağlığı temelinde düzenlenmesi gerçeği unutulmadan pandeminin önlenmesinde en önemli basamaklardan biri olan aşılama hizmetleri şeffaf, mali kaygılardan uzak, paylaşımcı, katılımcı olarak yönetilmelidir” denildi.

***

Son dönemde sağlık emekçilerine verilen yemeklerin sağlıksız ve yetersiz olduğunu gösteren paylaşım ve tepkiler sorunun sadece Ankara’da değil tüm yurttan sağlık emekçilerinin yaşadığı genel bir sorun olduğunu gösterdi. Ankara İbn-i Sina Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık İş üyeleri bildirir dağıtarak tepkilerini gösterdi.

***

Derin Yoksulluk Ağı kamu kurumları ve yerel yönetimlere Covid 19 döneminde daha fazla yoksullaşan, sürekli olarak gıdaya ve temel ihtiyaçlarına erişememe ve evsizlik riski ile karşı karşıya kalan, bu süreçten en ağır şekilde etkilenen aileler, bireyler (evsizler, yalnız ebeveynler, öğrenciler, engelliler, yaşlılar, çocuklar, mülteciler, işsizler, küçük esnaf, seyyar satıcılar, müzisyenler, kağıt toplayıcılar, çiçekçiler) ve sokak hayvanlarına yönelik alınması gereken acil tedbirler için önerilerden oluşan bir bildiri yayınladı.

***

Hakların Demokratik Partisi 8 başlıklı güvenceli ‘kapanma’ önerisi yaptı:

  1. Hayati sektörler dışında tüm ekonomik faaliyetler durdurulmalıdır.
  2. 28 gün boyunca, şehirlerarası ve uluslararası tüm seyahatler durdurulmalıdır. Öte yandan yurttaşlarımıza yasadıkları yerlerde fiziksel aktivite imkânı sağlanmalıdır. Bu kapanma tam bir sokağa çıkma yasağı şeklinde uygulanmamalıdır. Yurttaşlarımıza kendi yerellerinde mutlaka sokağa çıkma imkânı sağlanmalıdır.
  3. İhtiyaç̧ duyulan sağlık personeli kadroları tamamlanmalı, salgının kontrol altına alınması için bütçe kaynakları seferber edilmelidir. Yani bu 28 günlük süreçte tüm hastalar tespit edilmeli, tüm bütçe kaynakları pandeminin kontrol altına alınması için seferber edilmelidir.
  4. Yeterli miktarda ve nitelikli aşı gecikmeden halka ücretsiz olarak sağlanmalıdır. … Bu 28 günlük süreçte nitelikli aşı vatandaşlarımıza ulaştırılmalıdır.
  5. İşsiz olan, geliri olmayan tüm yurttaşlarımıza 28 günlük kapanma karşılığında 5 bin TL doğrudan gelir desteği verilmelidir.
  6. İşyeri kapatılan tüm esnaf, zanaatkar ve seyyar satıcılara 28 günlük kapanma karşılığında 10 bin TL doğrudan gelir desteği sağlanmalıdır.
  7. Tüm vergi borçları, bankalara olan tüm borçlar faizsiz biçimde ertelenmelidir.
  8. Güvenceli kapanma boyunca elektrik, doğalgaz, su, internet ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olarak sağlanmalıdır.

***

İnsan Hakları Derneği Covid-19 Pandemi Sürecinde Ekonomik ve Sosyal Haklar raporunu yayınladı. Giriş bölümünde “Küresel pandeminin daha da derinleştirdiği bu kriz hali, maalesef ciddi bir ekonomik kriz içerisinde bulunan Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır.  Siyasal iktidarın bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara pandemi koşullarını bir fırsata çevirme imkânı vermektedir. Pandeminin olağanüstü niteliği ile erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırmaktadır. Pandemiyle mücadeleyi bir önleme ve koruma eylemi olarak değil de bir güvenlik sorunu olarak ele alan siyasal iktidar, böylesi durumlarda hep yaptığı üzere öncelikle insan haklarını askıya almaya yönelmiştir. Sonuç ise başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır.” Denilerek yayınlanan rapor özellikle ekonomik ve sosyal hak kayıplarına odaklanıyor. https://www.ihd.org.tr/covid-19-pandemisi-surecinde-ekonomik-ve-sosyal-haklar-raporu/

JİN
Bu hafta kadın gündemine tanınmış kimi yazarların taciz şeklinde cinsel şiddetine maruz kalan kadınların sosyal medyadan ifşa süreci damgasını vurdu. Taciz gibi dile getirilmesi, açıklanması oldukça güç bir konuda kadınlar sosyal medyanın gücünü etkili bir şekilde kullandı; ilk ifşadan sonra çok sayıda kadın da yaşadıkları benzer tacizleri açıklayarak ve tacizcilerini ifşa ederek yeni bir “me too” hareketi başlatmış oldular. Bu yazarlardan belki de en tanınmışı Hasan Ali Toptaş önce özür diledi ama sonra da hiç şaşırtmayacak şekilde “bu özür, olayı kabul ettiğim anlamına gelmez” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu arada kadınların destek ve tepkilerinin artmasının ardından Everest Yayınları Hasan Ali Toptaş’la, İletişim Yayınları da Bora Abdo ile yollarını ayırdıklarını, yine Yeni Yaşam Gazetesi ismi tacizcilerin arasında geçen Şaban İba’nın yazılarına son verdiğini açıkladı. Diğer taraftan çok sayıda erkek de tabii ki tartışmalara dahil oldu, daha kadınlar söyleyecek sözlerini bitirmeden üstelik. Bu erkeklerin arasında maalesef her cenahtan erkek vardı, kadın sorunu konusunda hassasiyet güttüklerini söyleyerek başladılar cümlelere… Her gün onlarca kadının yaşam hakkı dahi elinden alınırken, kadınlar için en onur kırıcı davranışlardan biri olan cinsel şiddet konusunda önce kadınların sorunu algılamasına, sorunu belki de kendileri için onarıcı bir şekilde tartışmalarına, paylaşarak farklılık yaratmalarına fırsat vermeden, sosyal medyadaki linç kültüründen dem vurmaya başladılar, bu konu sanki sadece kadınların ifşasıyla ortaya çıkmış gibi. Konuyu kadınlardan önce ele alanlardan biri de Muzaffer Oruçoğlu oldu, Zafer Yılmaz’la birlikte yaptıkları programda bırakalım konuyu ele alış şekillerini ve üslubunu, programda neden bir kadın olmadığı sorusuna bile aşağılayan bir tarzda yanıt verdiler. Programın yayınlandığı Komün TV’de Ata Soyer Sağlık Politika Okulu olarak bir süredir ortak programlar yapmaya başladığımız bu dönemde okulun kadınları olarak bizler de sessiz kalmayarak aşağıda yer alan bildiri ile programdan çekildiğimizi ifade ettik.

“Bilindiği üzere Komün TV son günlerde kadınların gündemleştirdiği “itibarlı” erkeklerin taciz olaylarını tartışmak için program konuğu olarak bu konuda yakın zamanda sorunlu açıklamaları bulunan Muzaffer Oruçoğlu’nu çağırmıştır. Program boyunca gerek tarz- üslup gerekse de içerik açısından kadın hareketinin kabul edemeyeceği açıklamalarda bulunan Oruçoğlu ve program sunucusu Zafer Yılmaz’a yönelik eleştirilere Komün TV’nin cevabı da onları haklı gören bir yerde durmaktadır. Kadın özgürlük hareketi perspektifiyle yola çıkan Sağlık ve Politika Okulu öğrencileri olarak kadınların yüzyıllardır bedeller ödeyerek öz güçleri ile verdikleri mücadelenin kazanımlarını savunacağımızı belirtiyor ve Komün TV programlarından çekildiğimizi bildiriyoruz. Okulumuz öğrencilerinin daha önce kanalla yaptığı programların da yayından kaldırılmasını talep ediyoruz.

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu Öğrencileri” 

***

Sosyal medyada “Bir kadına daha zarar verme diye şiddetini ifşa ediyorum” ve “Uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa edileceğim diye” diyerek “Uykuların kaçsın” etiketi ile tacizleri, şiddet faillerini, şiddet faillerini güçlendirenleri teşhir eden Me too (Ben de) Hareketi’ne çok sayıda kadın örgütünden destek geldi. Destek verenlerden HDP Kadın Meclisi de “Bizler HDP Kadın Meclisi olarak taciz, tecavüz ve erkek şiddetine karşı Meclis’te, sokakta, evde, fabrikalarda, atölyelerde yani; bulunduğumuz her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz. ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesini düstur edinmiş kadınlar olarak kadına yönelik şiddetle mücadelede iktidarın çözümsüz politikalarına karşı kadın özgürlükçü politikamızı haykırmayı; kadını değil, faili aklayan erkek yargının karşısında gerçek adaleti savunmayı sürdüreceğiz” açıklaması yaptı.

***

Trans kadınlara yönelik baskı ve şiddet devam ediyor. 3 Aralık akşamı Beyoğlu Bayram Sokak’ta üç apartman pandemi gerekçesiyle “mühürlendi”. Salgın koşullarında, artan baskı ve güvencesizlik cenderesindeki trans kadınlar evsiz ve işsiz kaldı. Öte yandan Yeni Zelanda’da seks işçilerinin hakları açısından tarihi bir dava sonucu çıktı: Bir seks işçisi, cinsel saldırıyla suçlamasıyla bir iş insanına açtığı davada tazminat kazandı. Seks işçilerinin çalışma koşulları açısından bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. (Bayram Sokak sakinlerinin öyküsü için: https://www.birartibir.org/aidiyetler/962-calismak-intihar-calismamak-aclik)

***

Ayşe Düzkan: “ben de yaşadım, sen de yaşattın”

“…bugüne kadar görebildiğimiz kadarıyla tacizci erkekler teşhir edildiklerinde iki yol seçiyor: birincisi mutlak inkâr, kadını suçlama, kadını kendisini ifşa ettiğine pişman edecek şeyler yapma ve böylece başka ifşaların önünü kesme. ikincisi, özür. bu adamların bir kısmı, bir basın ve halkla ilişkiler danışmanı bulunacak bir servet ve ünün sahibi. o metinlerde bu profesyonellerin de katkısının bulunduğunu düşündüren çok şey var. (zaten hasan ali toptaş ertesi gün yanlış anlaşıldığını, “o” vakalar için özür dilemediğini açıkladı.) burada ufak bir parantez açmak istiyorum. diyelim, bizim gündelik hayatta “geçinemiyoruz”, “yoksulluk” diye anlattığımız şey iktisat fakültelerinde “alım gücünün düşmesi” olarak tanımlanabilir. aynı şekilde, cinsiyetle ilgili meseleleri de akademi, gereken terimlerle tartışabilir. ama bu terimleri feminist siyasette, kadın özgürlüğü mücadelesinde kullanır hale geldiysek, “eril fallik” gibi, olayı muğlaklaştıran, durumun ateşini soğutan ifadelerle karşılaşmamız da mümkün oluyor. sitemi kesip devam ediyorum, bu metinlerdeki “farkında değildim” teması itibar kurtarmaya yönelik. tamam, tacizi mümkün kılan, erkekliği biçimlendiren toplumsal ilişkiler. ama taciz, o toplumsal ilişkiler ve sık sık erkek olarak tanımladığımız adalet nezdinde bile suç. onlarca kadına fiziksel şiddete varan, basbayağı tecavüz girişimi sayılabilecek tacizlerde bulunan insanın yaptığının farkında olmaması mümkün değil.” https://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/ben-de-yasadim-sen-de-yasattin/

***

Meriç Eyüboğlu: “Evet, biz kadınlar da “insan”ız”

“Zira “kadınlarla erkekler eşittir” denince ne gerçek anlamda “eşit” oluyor, ne de “eşit haklara” sahip oluyoruz. Oysa insan hakları kuramına ilişkin tüm kavramlar soyut eşitlik anlayışına dayanır… “Kadının insan hakları” hayatımıza yeni girmedi evet, ama insan hakları alanında faaliyet gösteren örgütler çoğaldıkça, “kadının insan hakları” da giderek daha yaygınlaşan bir “kavram”a dönüştü/dönüşüyor… Yaşam hakkı gibi ennn temel haklarımız bile yokken, “kadınların insan olmaktan kaynaklanan hakları” sözü, ilk bakışta hoş ve sempatik geliyor, doğru. Ama arkasındaki kocaman bir sistemi, patriyarkal sistemi de görünmezleştiriyor aslında. Zira insan olduğumuz için değil, kadın olduğumuz için öldürülüyoruz, erkek şiddetinin türlüsüne maruz kalıyoruz, emeğimize el konuluyor, kimliğimiz yok sayılıyor, bedenimiz birilerinin malı olarak görülüyor… Sadece devlete/otoriteye karşı değil, erkeklere karşı da, hatta her daim ve asıl olarak erkeklere karşı bir mücadele bizimkisi. Bu nedenle de bu toplama işaret etmeyen/anlatmayan “kadının insan hakları”, yetersiz, sınırlı ve örtük bir kavram… Eşitlik mücadelesi, cinsiyetten arındırılmış yasalarla verilebilir mi?… Nitekim “cinsiyetsiz” yasalarla gelinen nokta; kadını ve erkeği toplumsal konumlarından soyutlayıp, boşanma davasının bir kadın ve bir erkeğin hayatında üreteceği kişisel ve toplumsal zorlukların aynı olacağını varsayıp, “eşitliği”; parası olanın, parası olmayana nafaka vermesine indirgeyen kararlarda cisimleşiyor. https://yeniyasamgazetesi2.com/evet-biz-kadinlar-da-insaniz-meric-eyuboglu/

***

Kadınlar, jineoloji ve ‘jin, jiyan, azadî’

““Bizler dünyanın herhangi bir köşesindeki tek bir kadın, kadın olmaktan korkmasın diye mücadele edeceğiz. İstediğimiz şey, kimsenin bize tanımadığı özgürlüktür. Fakat biz kanımızla bile olsa savaşarak onu kazanırız. Tek bir kişi bile kalsak, o kişi özgürlüğümüzü savunmak için savaşacak” demişlerdi dünyanın dört bir yanında mücadele eden kadınlara gönderdikleri mektupta Zapatistalı kadınlar… İran’da, şeriatın kadın bedenini denetleme aracına dönüşen her örtü, adeta zafer bayrağına dönüşüyor. Sudan’da 30 yıllık şeriat yönetimine karşı gelişen protestolarda, kadınlar eylemlere öncülük ediyor. Beyaz kıyafetiyle eylemlerin simgesi haline gelen Ala SALAH, “Devrim” anlamına gelen “Thowra!” sloganıyla kalabalığa tempo tutturuyor; “Kadının yeri evidir” söylemine karşılık “Kadının yeri devrimdir!” diyor… Tempoyu Şilili kadınlar devralıyor ve Las Tesisi tüm dünyaya yayıyor. Dansla protesto eden kadınlar, kadına yönelik gelişen her türlü şiddete karşı mücadele amacı taşıyor. Kadınlar mücadele etmeye devam ediyor… Kimi eşarbıyla, kimi dansıyla, kimi de silahıyla… Ulus devletlerin en örgütlü tecavüzcü çetelerine karşı Rojava’da kadınların öncülük ettiği direniş, kadın devriminin umudu olarak büyüyor.https://yeniyasamgazetesi2.com/kadinlar-jineoloji-ve-jin-jiyan-azadi/

 ***

Zozan Sima: “Bilimcilik tecavüze dahi kanıt ister”

Devletler ve onlara bağlı kurumların katliamları, işkenceleri, saldırıları işgalleri meşrulaştırmada bilimciliği nasıl kullandıkları biliniyor. Bu zihniyet kadınlara dönük şiddet ve taciz olaylarında da yansımasını bulmaktadırİdeoloji kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların bir nedeni de burada yatar. İdeoloji hem gerçekleri perdeleyici hem de o perdeleme karşısında ret-kabul ölçülerinizi, tutumunuzu netleştirecek düşünsel netliği ifade eder. İdeolojik bakmak, kanı sahibi ve fikir sahibi olmaktır. Eğer o kanı pratikte, yaşamda doğrulanıyorsa ve toplumsal gerçeklikle bağ içerisindeyse, eleştiriye açık olursa doğru tutumlar ve yaklaşımlar geliştirmenize yol açar. İdeoloji ile sosyoloji arasındaki bağ burada anlam bulur. Özgürlük ideolojileri kendinizi iktidar ideolojilerinden korumanızı sağlayan düşünsel kalkanlar oluşturur. Kadın özgürlük ideolojisi erkek egemenliğine karşı, emekçi-ezilen sınıfların özgürlüğü için mücadele yürütenler, sınıfsallığa karşı bu tutumların gelişmesini sağlayan rolün sahibidir… Bu tartışmalar sonucunda egemen erkekliğin yarattığı suçluluk psikolojisiyle kadınlara saldırmak yerine sol, sosyalist, devrimci, demokrat erkeklerin egemen erkekliği sorgulamasına vesile olmalı. Çünkü egemenlik zihniyetini aşmamış erkeğin siyasal, toplumsal kimlikleri, düşünsel sanatsal ürünleri de cinsiyetçi damgalar taşır. Cinsiyetçi, bilimci iktidar ideolojilerine karşı en etkin mücadele, kadın özgürlük ideolojileri ile kadın etiğine dayalı tutum alabilmekle erkeklerin de bunun karşısında kendisini sorgulayarak erkekliği öldürmekle sosyalistik arasındaki bağı kurmasıyla gelişir.” https://justpaste.it/9mfgk

YENİ YAŞAM
Belki de yeni bir yaşam fikrine en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardan geçiyoruz. Her ne kadar iktidar güçleri ellerinde tuttukları medyanın kopardığı büyük gömbürtülerle zihinlerimizi bulandırıyorsa da hakikati saklamak o kadar da kolay olmuyor. Pandemi yarattığı büyük tahribatların yanında varolan yaşam biçimimizi ve egemen sistemi de sorgulatıyor. Gerçekten bu kadarını yaşamak zorunda mıydık, hiç mi bir çıkış yolumuz yok? Başka bir yaşam mümkün diyenlerin sesi olmaya çalışan birkaç yazıyı bu bölümde paylaşacağız;

Vandana Shiva: “Koronavirüste Ekolojik Yansımalar” 

“…Gezegenin sağlığı ve toplumun sağlığı birbirinden ayrılamaz. İnsanlar olarak diğer
türlerin evlerini istila ettiğimizde, ticari kâr amacı ve açgözlülükle bitkileri ve hayvanları yok etmemizle ve monokültürü yaygınlaştırmamızla koronavirüs gibi hastalıkların yayılmasıyla dünya çapında ilişkiliyiz gibi görünüyor… Tüm acil durumlar, insanların mekanik, militarist, insan merkezli bir dünya görüşüne dayanıyor. Aynı zamanda, gezegenin sınırlarını, ekosistem ve tür bütünlüğünü sistematik olarak ihlal eden sınırsız büyüme ve sınırsız açgözlülük yanılsamasına dayanan bir ekonomik modele dayanıyor…Ormanlar yok edildikçe, çiftliklerimiz besleyici olarak boş ürünler üretmek için endüstriyel monokültürler haline geldikçe ve diyetlerimiz, sentetik kimyasallar ve laboratuarlarda genetik mühendisliği ile üretilen ürünlerle bozulurken, hastalıklarla karşılaşıyoruz.”

“Şimdi artık iklim değişikliğine, türlerin ortadan kaybolmasına ve sistemik bir sağlık acil durumuna neden olan gıda sistemine son vermeliyiz… Monokültürler hastalığı yayar. Ormansızlaşma hastalığı yayar… Sağlık acil durumu bizi var olan küresel dengeyi bozmaya zorluyor. Bu küresel acil durumda yaratılan evrenselliği kalıcı hale getirelim. Yerelleştirmeye geçiş yapalım… Biyolojik çeşitliliğe sahip tarım ve gıda sistemlerinin yerelleştirilmesi sağlıklılığı artırır ve insanın ekolojik ayak izini azaltır. Yerelleştirme, çeşitli türler, farklı kültürler ve çeşitli yerel yaşam ekonomilerinin gelişmesi için alan bırakır… Zehir kartelleri yerine, her düzeydeki yönetimler, Corona’da harekete geçtikleri güçle insanların sağlığını destekleyen zehirsiz gıda ve tarımı oluşturmak için vatandaşlar ve topluluklarla işbirliği yapmalıdır. Oysa devletler kolayca önlenebilecek sağlık sorunları için teknoloji yoğun ve yüksek maliyetli testler ve tedaviler sunarak bu modern salgın hastalıklarından faydalanmaktalar… Biyogüvenlik, gıda güvenliği, epidemiyoloji ve sağlık ekolojisi üzerine bağımsız araştırmaları güçlendirmemiz gerekiyor. Yeni gen teknolojileri girişimleri durdurulmalıdır… Korona krizi ve krize verilen yanıt, sağlığımızı ve gezegenin sağlığını bozan süreçleri durdurmanın ve her ikisini de canlandıran süreci başlatmanın zemini haline gelmelidir… Kriz aynı zamanda insanlara, şirketlerin sağlığımızı nasıl baltaladığını görme fırsatı da veriyor. Kurumsal hesap verebilirlik sağlık açısından bir zorunluluktur ve kurumsal özgür demokratik, biyolojik çeşitliliğe sahip, sağlıklı gıda sistemleri ve bilgi sistemlerinin biyolojik çeşitliliğinin gelişmesine izin vermek bir hayatta kalmak için bir zorunluluk haline gelmiştir… Sağlıkla ilgili acil bir durumda gerekli sosyal izolasyon kalıcı bir ayrılık modeli haline gelmemeli, toplumu ve sosyal uyumu yok etmemeli. Bugünün uyarıları kalıcı bir korku ve tecrit iklimi haline getirilmesin. Zengin çeşitliliğimizde ve öz organizasyonumuzda, acil durumlarda direnç yaratmak ve sağlık ve refahı yeniden canlandırmak için birbirimize ve toprağa ihtiyacımız var…Korona krizi, mekanik, endüstriyel, tahakkümcü, açgözlü ve hastalık üreten bir gezegenden Gaia çağına bir paradigma değişimi yapmak için yeni bir fırsat yaratıyor.” https://www.navdanya.org/bija-refelections/2020/03/18/ecological-reflections-on-the-corona-virus/

***

1968 Paris Halk Atölyesi – Atelier Populaire

“14 Mayıs 1968’de birkaç öğrenci litografi atölyesinde buluştu ve doğrudan eylem kararı alarak ilk afişi üretti. 16 Mayıs’ta, o sabah alınan kararla kurulan bir Reform Komitesi’nin toplantısı sırasında, katılımcılarından bazıları –hem öğrenciler hem de dışarıdan gelen ressamlar– bir gün önce oluşturdukları mücadele programını eyleme dönüştürebilmek için atölyeleri işgal etmeye karar verdiler… Dünyayı kasıp kavuran 68 gençlik kuşağının mücadle deneyimin bir kesit sunan yazıyı, eşit ve özgür bir yaşam mümkün diyen gençliğin yeşerttiği umut tohumlarını, halkların devrimcileşen ve hafızalarda yer edinen nice devrimcisini hatırlatması vesilesiyle paylaşıyoruz.” http://ozgurdenizli.com/1968-paris-halk-atolyesi-atelier-populaire/

***

Elif Tuğba Şimşek: Macaristan’da koronadan tek çıkış dayanışma ekonomilerinde

“Kooperatiflerin kendi aralarında kurduğu bir çeşit dayanışma ağı var. Birbirlerinin imkânlarından faydalanmayı fakat bunu sadece parasal anlamda değil, bir nevi “değiş tokuş” diyebileceğimiz karşılıklı ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan alternatif pratikler yaratarak yapmayı da amaçlıyorlar. Bu gibi alternatif ve dayanışmacı pratiklerin yaratılması sanırım kooperatiflerin korona krizinde ayakta kalabilmesinin en önemli sebeplerinden biri… Dayanışmanın, toplumsallığın en derin kültürlerinden olması gerçeği “büyük balığın küçük balığı yiyeceğini net bir biçimde empoze etmeye çalışan kapitalist dünya sistemini sarsabiliyor. O yüzdendir ki ne kadar insanlık yalnızlaştırılsa da en zor zamanların ‘aşısı’ yine dayanışma hafızamız oluyor.” https://sendika.org/2020/12/elif-tugba-simsek-macaristanda-koronadan-tek-cikis-dayanisma -ekonomilerinde-603876/

***

Pandemide, Pandemiye Rağmen Bir Arada Olmak: Mekânda Ama Nasıl?

“Hareketler ve ağlar aracılığıyla gündelik hayat ve mekanla ilişkimizi dönüştüren dayanışma örüntülerinin de 2020 yılında karşı karşıya kaldığımız COVID-19 salgını ile ulusal ve uluslararası birçok katmanda yaşanan hızlı bir dönüşümden etkilendiğinden söz edebiliriz. Küresel düzeyden mikro düzeylere kadar hareketliliğin minimuma indiği, tüm ilişkilenme biçimlerinin topyekün değiştiği, “yeni normal” olarak tarif edilmeye başlanan bu süreç, birçok belirsizliği de içinde barındırıyor… Pandemi sürecinde farklı biçimlerde birlikte olmaya devam etme yolları arayan hareketlerin ve ağların otoriter mekanizmaları meşrulaştırıp gönüllü bir denetim altına girmeden bunu daha ne kadar ve nasıl sürdürebileceği, öngöremeyeceğimiz bir süreç. Gündelik hayatın çeşitli örüntülerini ve eylemliliğini biçimlendiren mekanlardan uzaklaşmak kamusallık ve kamusallığın örgütlenmesine dair tariflerimizi yeniden düşünme gerekliliğini ortaya koyuyor. Uzun vadede kamusal mekanlardan ve birlikte olma pratiğinden uzaklaşıyor olmamızın toplumsal hafızamız ve alışkın olduğumuz kolektif pratikler üzerinde neleri değiştireceğini, mekânın toplumsal yeniden üretimini sürdürmenin nasıl mümkün olabileceğini düşünmek için yeni, nereye açıldığını bilmediğimiz bir kapı açıyor.” https://xxi.com.tr/i/pandemide-pandemiye-ragmen

AKADEMİDEN

Aşı Adaleti

 “Yoksul ülkeler” çok muhtemelen 2021 sonuna kadar aşı alamayacak. Kalan ülkelerin çoğunluğu da nüfuslarına nazaran çok az sayıda aşı almak durumunda kalacak. (Mullard, 2020; Dyer, 2020) Üstelik aşı sonrasında vücutta üretilecek antikorların ne süreyle koruyucu olacaklarına dair bir bilgi olmadığı için ve çok muhtemelen belli bir süre sonra bu koruyuculuk azalacağı için, toplumsal etki sağlaması hedeflenen aşılama programının, bir bölgedeki insanlara muhakkak kitlesel ve süratli bir şekilde yapılması gerekiyor. (Anderson et al., 2020)

***

Söz konusu kitlesel aşılamanın neyi hedefleyeceği de son derece önemli. Örneğin ölüm oranlarını azaltmaya çok odaklanmayan ama toplumsal olarak kazanılmış yaşam yıllarını (years of life gained) arttırmaya yönelik bir aşılama programı ile bunun tersini hedefleyen yani ölüm oranlarını direk azaltmayı önüne koyan aşılama programı, farklı gruplara aşı önceliği tanıyacaktır. (Anderson et al., 2020) Tüm bu tartışmaların şeffaf, toplumun huzurunda vuku bulmasını sağlamak durumundayız.

***

Bunun dışında Türkiye özelinde durumu ele alırsak, test konusunda yaşananların aşı konusunda da yaşanmayacağına dair hiçbir garantimiz yok. Saray ve çevresini oluşturan geniş ayrıcalıklı kesimler “hemen hemen her gün” test oldukları gibi, aşıya da çok rahat erişim sağlayabileceklerdir. Fakat ezilenler bu konuda da kavga vermek durumunda.

Aşı dağıtımında, dünya genelinde bir adalet sağlamak adına çaba sarf eden uluslararası sermayenin kuruluşları mevcut. “Kalpsiz dünyanın kalbi” olma hedefi güden kuruluşlar. COVAX bunlardan biri. Yoksullara aşının ulaştırılmasında adaleti sağlamayı hedefleyen bu kuruluşun temsilcileri başta hedeflediklerinden sapmış bir noktada olduklarını söylüyorlar. Başta, topladıkları bağışlarla aşı şirketleri ile yoksul ülkeler adına ön anlaşmalar yapmayı hedefleyen kuruluş, şu anda merkezi kapitalist ülkelerin elinde kalan kullanım fazlası aşıları dengeli bir şekilde yoksullara dağıtmayı planlıyor. (Oxfam, 2020)

***

Rand Corporation’un yaptığı ekonomik analiz-tahminin grafiğini de aşağıda paylaşıyoruz. Aşı hiç bulunamasa veya yalnızca aşıyı üreten ülkeler onu kullanabilseler dünya ekonomisi korkunç zararlara girecekken, yoksul ülkelerin aşıya erişimlerinin sınırlı kalmasının tolere edilebilir bir ekonomik zarar bırakacağı öngörülüyor. (Her ne kadar rapor, onun da telafi edilmesi gerektiğini ve yoksul ülkelere de aşı sağlanması gerektiğini öne sürse de)

***

Üstelik aşı üreten şirketler entelektüel mülkiyet hakkına dayanarak nasıl bu aşıyı ürettiklerinin bilgisini paylaşmayacaklarını beyan ediyorlar, (Dyer, 2020) bu çalışmaların büyük bir çoğunluğu kamu eliyle finanse edilmiş olmasına rağmen. Yani yeryüzünün ezilenleri yeni bir Wikileaks’e ihtiyaç duyuyor.

Küresel sermaye ve dünyanın ulus-devletlere bölünmüşlüğü insanlığa ayak bağı olmaya devam ediyor. Hem yerel hem de küresel planda aşı adaleti üzerinden eşitliği ve dayanışmayı önceleyen, sömürü ve tahakküm ilişkilerini parçalamayı önüne koyan, kalpsiz dünyanın kalbi olmanın ötesine geçen organizasyonlara ihtiyaç duyuluyor. Ezilenlerin özgücüne dayanan organizasyonlara. Sesimizin ulaştığı herkese çağrımızdır.

Rand Corporation’un raporu için: https://www.rand.org/randeurope/research/projects/cost-of-covid19-vaccine-nationalism.html

Anderson, R. M., Vegvari, C., Truscott, J., & Collyer, B. S. (2020). Challenges in creating herd immunity to SARS-CoV-2 infection by mass vaccination. The Lancet, 396(10263), 1614–1616.

Campaigners warn that 9 out of 10 people in poor countries are set to miss out on COVID-19 vaccine next year. (2020, December 9). Retrieved December 20, 2020, from https://www.oxfam.org/en/press-releases/campaigners-warn-9-out-10-people-poor-countries-are-set-miss-out-covid-19-vaccine

Dyer, O. (2020). Covid-19: Many poor countries will see almost no vaccine next year, aid groups warn. BMJ, m4809.

Mullard, A. (2020). How COVID vaccines are being divvied up around the world. Nature.

EKLER

Ertuğrul Oruç: “Koronavirüs pandemisinde Türkiye” Devrimci Marksizm Dergisi, 44. sayı

“Kapitalizmin doğasından kaynaklanan doymak bilmez kâr hırsı nedeniyle, insanlık tarihinde daha önce görülmemiş düzeyde doğaya verdiği tahribatın bir sonucu olarak yaşıyoruz dünya çapındaki bu salgınları. Kapitalizmin bu doğa olaylarındaki sorumluluğunun en iyi göstergelerinden biri, dünyada yaşayan her bir insanın salgınlardan eşit düzeyde etkilenmemesi olsa gerek. Hem dünyadaki hem de ülkemizdeki veriler, işçilerin patronlara göre, siyahların beyazlara göre, kadınların erkeklere göre, ezilenlerin ezenlere göre salgınlardan çok daha fazla etkilendiğini gösteriyor. Yani, liberal akıl hocalarının dediği gibi hepimiz ne aynı gemideyiz ne de bu virüs sosyalist bir virüs. Virüs düpedüz kapitalist ve sınıfsal tercihlerde bulunuyor.”

“Bize çok uzak bir coğrafyada yaklaşık 2 ay önce tespit edilen ve hastalık yapma şeklinin, öldürücülüğünün ve bulaşma şeklinin detayları açığa çıkmış, hasta olanı tespit etmek için testi hazır olarak mevcut olan bir mikrop 3 ay sonra ülkemize gelip ülkemizi tamamen teslim alıyor. Bunun akılla, bilimle izahı yoktur. Bunun, bu haber duyulduktan sonra ve bunca deneyim biriktikten sonra, şirketlerin kârlarının azalması korkusuyla ülke sınırlarını kapatmamakla, ülke içindeki üretimi eksik olan her türlü malzemeyi üretecek şekilde dönüştürmemekle, sağlık altyapısını buna uyacak şekilde dönüştürmemekle, sınıfsal olarak tercihini halktan, ezilenlerden, işçi sınıfından değil de patronlardan, para babalarından yana kullanmakla alakası vardır.”

“Sorun sınıfsal ise çözümü̈ de mutlaka sınıfsal düzeyde olmalıdır. Kesin, sonuç̧ alacak çözümün; her bir ülkenin diğerine her anlamda yardıma koştuğu, ekonomilerinin yalnızca temel ihtiyaçlar (gıda, tıbbi vb.) ile sınırlı olmak kaydıyla diğer tüm üretimi pandeminin ihtiyaçlarına göre yeniden tasarladığı, kâra dayalı olmayan, merkezi düzeyde (dünya çapında) planlanmaya imkân veren sosyalist bir düzeni inşa etmek olduğu açık değil mi? Bu da yalnızca, işçilerin ulusal düzeyde güçlü, uluslararası düzeyde enternasyonali kurmaya girişen devrimci işçi sınıfı partilerinin inşasına bugünden girişmesiyle olabilir.”

“Mikroplar sosyalizmde de olacak ve hastalık oluşturacaklar. Ama pandemi oluşturmak, asla…”http://www.devrimcimarksizm.net/en/sayi/devrimci-marksizm-44

***

Halk Sağlığı Uzmanları Deneği: “Türkiye Sağlık Raporu 2020”

Rapor şu başlılardan oluşuyor olup tüm kitap erişimi için: https://halksagligiokulu.org/jm/index.php/component/booklibrary/119/view/96/raporlar-bildirgeler-videolar/1008/tuerkiye-sagl-k-raporu-2020?Itemid=119

Bölüm 1: Sağlık Sı̇stemı̇, Polı̇tı̇ka ve İnsan Gücü, Sağlık Ekonomı̇sı̇-  Bölüm 2: Toplumsal Cı̇nsı̇yet, Kadın Sağlığı, Üreme Sağlığı –  Bölüm 3: Çocuk ve Ergen Sağlığı – Bölüm 4: Çevre ve Sağlık – Bölüm 5: İş Sağlığı – Bölüm 6: Bulaşıcı Hastalıklar – Bölüm 7: Yenı̇ Koronavı̇rüs Hastalığı (Covıd-19) Sorunu ve Yönetı̇mı̇- Bölüm 8: Bulaşıcı Olmayan Kronı̇k Hastalıklar -Bölüm 9: Toplum Ruh Sağlığı – Bölüm 10: Engellı̇lerle İlgı̇lı̇ Hı̇zmet Planlamasına Bütüncül Yaklaşım – Bölüm 11: Sağlığın Gelı̇ştı̇rı̇lmesı̇ – Bölüm 12: Tütün Kontrolü – Bölüm 13: Afetler ve Halk Sağlığına Etkı̇lerı̇ – Bölüm 14: Uluslararası Göç ve Sağlık – Bölüm 15: Halk Sağlığı ve Sosyal Bı̇lı̇mler – Bölüm 16: Sağlıkla İlgı̇lı̇ Sürdürülebı̇lı̇r Kalkınma Amaçları