Korona Günlükleri 27 Temmuz 2020
GÜNDEM
- Türkiye’nin bir çözümsüzlük kuyusuna doğru çekildiğini söyleyen HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, çözümsüzlük siyasetine karşı çözüm siyaseti üretecek tek aktörün PKK Lideri Öcalan olduğunu vurguladı.
- ABD’de Donald Trump yönetiminin Siyahların Hayatı Önemlidir (Black Lives Matter) hareketine karşı federal kolluk kuvvetlerini devreye sokması, Portland kentinde çarpıcı bir dayanışmanın önünü açtı. Bir grup anne, federal mahkeme binasının önündeki eylemcileri korumak için polisin önüne etten duvar örerken, onların önünde de emekli askerler tarafından ikinci bir ‘duvar’ örüldü.
- ABD’de ırkçılık karşıtı protestolar devam ediyor. California eyaletine bağlı Oakland kentinde yüzlerce kişi ülkede artan ırkçılığı ve polis şiddetini protesto etmek için bir araya geldi. Eylemcilerin polise havai fişek ve taşla saldırmasının ardından göstericilere göz yaşartıcı bombayla karşılık verildi. Gösterilerde tansiyonun yükselmesiyle eylemciler mahkeme binasını ateşe verirken, polis merkezi de tahrip edildi.
- Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) İstanbul Bölge Başkanlığı Hizmet Binası, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle bugün açıldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Hedefimiz İstanbul’u finansın eğitimin kültürün merkezi olarak dünyanın üst sıralarına çıkartmaktır. Amacımız İstanbul’u en güvenli şehirlerden biri haline getirmek.” dedi.
- Macaristan’da muhalif duruşuyla bilinen internet haber sitesi Index’in genel yayın yönetmeninin işten çıkarılması ülkedeki gazetecileri ve halkı isyan ettirdi. Macaristan’da muhalif haber sitesinin genel yayın yönetmeni kovulunca yüzlerce gazeteci istifa etti okurlar sokaklara döküldü.
- Öldükten sonra bile devletin gözünde terörist olmaya devam etti.Sur’daki Dört Ayaklı Minare’nin önünde 28 Kasım 2015’te yapılan basın açıklaması sonrasında vurularak öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin dava dosyasına gönderilen yazıdan, ölümünden sonra “Arşiv kaydı” adı altında fişlendiği ortaya çıktı.
- Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 2. sınıf öğrencisi bir çocuğun kendisine “okulların açılıp açılmayacağını” sorduğunu belirterek, “Bu durum, anne-baba kaygısının yansıması. Kaygılarımızla meraklarımızla belirsizliği çok konuşarak, sadece olumsuza odaklanarak çocuklarımıza da kendimize de zarar veriyoruz. Bir kez daha yineliyorum, okullar gerekli hazırlıklar yapılarak açılacak” dedi.
MEVCUT DURUM – SALGININ KONTROLÜ – SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI
- Küresel vaka sayısı 16.4 milyonu geçerken, can kaybı sayısı ise 652 bine dayandı. On beş ülkede 2 binin üzerinde yeni vaka bildiriliyor. Günlük vaka sayısı 7 binin üzerinde seyreden Kolombiya’da, bildirim 8 bin sınırını da aştı.
- Dünya genelinde Pazar günü yeni vaka bildirimi sıklıkla daha düşük oluyor. Nitekim son 24 saatte yeni vaka bildirimi 221 260’a düşmüştür. Yeni vaka bildiriminde ABD, Latin Amerika, Güney Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkeleri dikkat çekiyor.
- Güney Afrika’da toplam vaka sayısı 445 bini geçti. Can kaybı ise 6 bin 779’a yükseldi. Günlük vaka bildirimi 11-12 bin aralığında devam ediyor. Böyle seyrederse birkaç gün içinde Güney Afrika’da vaka sayısı yarım milyonu geçecek.
- Resmi istatistiklere göre Türkiye’de son 24 saatte 927 kişi hastalığa yakalandı, 17 kişi hayatını kaybetti. Toplam vaka sayısı 226 bini, can kaybı 5 bin 600’ü geçti. Test sayısı 40 bine düştü.
- Diyarbakır Silvan ilçesi Bayrambaşı Mahalle’sinde Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 10’a yükseldi. Hayatını kaybeden son kişi Diyarbakır eski BDP yöneticilerinden, mahalle Muhtarı Eşref Azarkan oldu.
- Ankara Tabip Odası Başkanı Bulut: ‘’Ankara’da Nisan-Mayıs-Haziran aylarının başlarına göre vaka sayılarında artış oldu ve bu rakam günlük 165 vakaya kadar çıktı. Şehir Hastanesinde yaklaşık 200 kadar Covid-19 vakası var. Sanatoryum ve Zekai Tahir’de de bir azalma olmadı. Sadece büyük üniversite hastaneleri yüklerini attı üzerinden…”
- Kayserispor ve Trabzonspor maçının ardından Coronavirus itirafı geldi. Kayserispor Basın Sözcüsü Mustafa Tokgöz, “Süper Lig oynansın diye teknik heyetimizde ve idari ekibimizde çıkan Coronavirus vakasını açıklamadık” dedi.
- İstanbul’un Bağcılar ilçesinde sokakta bir araya gelen gençler corona virüsü tedbirlerini ihlal ederek partiler veriyor. Mahalle aralarında bir araya gelen gençler, müzik çalıp ışık efektleri kullanarak dans etti. Maske takılmayan, sosyal mesafe kurallarına uyulmayan sokak partilerini gençler sosyal medya hesaplarında “Coronaya selam partiye devam”,“Corona partisi” notlarıyla paylaştı.
- Okulların açılması tartışmasına son nokta konuldu. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, gerekli hazırlıkların yapılarak okulların açılacağını bildirdi.
- Avrupa’daki Covid-19 salgınında İtalya ve İngiltere’den sonra en fazla can kaybına sahne olan İspanya’da, ölü sayısının resmi rakamlarda ifade edilenden yaklaşık yüzde 60 oranında daha fazla olduğu iddia edildi. İspanyol gazetesi El Pais, şüpheli ölümleri incelediği haberinde, ülkede 44 bin 868 kişinin korona virüsünden ölmüş olabileceğini yazdı. Madrid hükümetinin açıkladığı resmi ölü sayısı ise 28 bin 432.
- Ankara’da 7 Temmuz itibariyle 469 sağlık emekçisinin koronavirüse yakalandı. Hastanede yatan hasta sayısının iki katının da evlerde izole edildiğine dikkati çeken Ankara Tabip Odası Başkanı Bulut, “Bunların yükü aile hekimlerine atılmış durumda. Ancak bir aile hekimi teknik olarak bir mahalleyi kontrol edemez bu ise bulaştırıcılığı arttırıyor. Örneğin bir hekim arkadaşımızda Covid-19 testi pozitif çıktığında diğer arkadaşlarına söylenmediğini veya geç söylendiğini biliyoruz. Hekimlerin haftada bir veya iki gün Covid kliniğinde çalıştırılıp sonra da tekrar kendi kliniğine geçmesinin istediğini anlatan Bulut “Bu son derece yanlış bir uygulama” dedi. Sincan Devlet Hastanesi’nde çalışan bir uzman hekimin Covid servisinde çalıştıktan sonra 3 gün de semt polikliniğinde çalıştırıldığını ifade eden Bulut, “Covid-19 ile çalışacak sağlık personeli ayrılmalı ve bu çalışanlar diğerleri ile karşılaşmamalı. Birçok arkadaşımız bu yüzden ve ekipman eksikliğinden enfekte oldu” diye ekledi.
- Türkiye’de koronavirüsle mücadelede kullanılan yerli tanı kitlerinin güvenilir olmadığı ve doğruluğunun yüzde 40 olduğu tartışmalarını değerlendiren Ankara Tabip Odası Başkanı Vedat Bulut, testlerin güvenilir olmadığını çok uzun süredir söylediklerini hatırlatarak “Güvenilir olmayan test sayısı üzerinden hastalığı düşük göstermeye çalışıyorlar. 4 milyon 400 bin test için milyonlarca dolar kime ödenmiştir” diye sordu.
SAĞLIK MUHALEFETİ- TOPLUMSAL MUHALEFET
- Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD), Ayasofya’nın camiye dönüştürülerek ibadete açılması sırasında pandemi tedbirlerinin ihlal edilmesine ilişkin açıklama yaptı. TÜSAD, “24 Temmuz 2020 tarihinde ibadete açılan Ayasofya Camii’nde kılınan ilk cuma namazı sırasında sosyal mesafe önlemlerine uyulmadan bir arada bulunan vatandaşlarımıza ait görüntüler, Covid-19 enfeksiyonu ile aylardır mücadele eden sağlık mensuplarını telaşlandırmıştır” ifadelerini kullandı. Açıklamada ayrıca, “Pandemi yönetiminde elimizdeki tek silah olan korunmanın göz ardı edildiği bu görüntülerin bunca çaba ve emeği boşa çıkaracağı, salgın üzerindeki kontrolümüzün tamamen kaybedileceği kaygısını taşıyoruz” vurgusu yapıldı.
JİN
- Erkek şiddeti haberleri bitmek bilmiyor! Evliliğinin ilk yıllarından beri veteriner eşi Ali K. tarafından darp edilen Z.K., iddiaya göre eşinin zorlamaları sonucu kara çarşaf giymeye başladı. Cumhuriyet’ten Seyhan Avşar’ın haberine göre evde geçirdiği bir kaza sonucu kesilen koluna sırf erkek doktor dikiş atmasın diye veteriner kliniğinde eşi tarafından yaraya dikiş atıldı.
- Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, Sosyalist Kadın Meclisi (SKM) Sözcüsü Deniz Aktaş ve ESP-SKM MYK üyeleri Çiçek Otlu, Satiye Ok, Ebru Yiğit, Züleyha Mangan, Ezgi Bahçeci, Tanya Kara ile HDP Edremit İlçe Eşbaşkanı Sevgi Özdem Altınoluk sabah saatlerinde Balıkesir’de gözaltına alınmıştı. Avukatlar tarafından aktarılan bilgilere göre kadınların bir araya gelmesi gözaltı gerekçesi haline getirildi ve ‘Bir grup kadının toplandığı’ notu düşüldü.
SİYASAL SAĞLIK- EKOLOJİK SAĞLIK
- Kovid 19: Kimin kasası dolacak?- M. Ender Öndeş: Geçtiğimiz Mayıs ayında, aralarında eski ve yeni devlet başkanlarının ve kamuoyuna mal olmuş 140’tan fazla isim, Kovid-19 aşılarının, teşhislerinin, testlerinin ve tedavilerinin herkese, her yerde ücretsiz sağlanacağını garanti etmek için eşi görülmemiş bir çağrı yapmış, mektubu eski ve yeni birçok devlet başkanıyla birlikte birçok bilim insanı imzalamıştı.
‘Halk için Aşı’ (People’s Vaccine) çağrısı yapan mektupta, Koronavirüsün sebep olduğu acılara son vermek için insanlığın en büyük umudunun aşı olduğu belirtilerek “tekellerin, kaba rekabetin ve dar görüşlü milliyetçiliğin buna engel olmasına izin veremeyiz” denilmişti.
Aşı pazarı da muazzam büyüklükte ama herkes için değil! WHO’nun raporlarına göre, her yıl yeni doğan 130 milyondan fazla bebeği kapsayan küresel aşı pazarının, sadece yüzde 18’i Güney’in yoksul ülkelerinde.
Kovid-19 aşısını bulma konusunda şu anda adeta soluk soluğa bir yarış sürüyor. Çeşitli ülkelerin kamu kurumları ve paranın kokusunu alan dünya ilaç tekelleri ipi göğüslemek için büyük devlet fonları kullanarak çalışıyorlar. WHO verilerine göre, salgının yarım milyondan fazla insanı öldürdüğü Temmuz ortası itibarıyla Kovid-19’a karşı 140 aşı adayı geliştirme, 23 aşı adayı ise klinik deneme safhasında bulunuyor. http://yeniyasamgazetesi.info/kovid-19-kimin-kasasi-dolacak/
- Eşitsizlik Kentlerde İnşa Ediliyor: Ayrılmış Oyun Alanları Sadece Başlangıç- Bilge Serin: Ayrım, elbette, dünyanın dört bir yanındaki kentlerde uzun zamandır bir gerçeklik haline gelmiş durumda. Örneğin, Güney Afrika’da apartheid rejimi altında ırksal olarak ayrıştırılan kentsel alanlar ortaya çıkmışken, Amerikan şehirlerindeki güvenlikli siteler 1970’lerden beri kayda geçirilmektedir. Benim ve diğer akademisyenlerin yaptığı araştırmalar gösteriyor ki toplumun görece yoksul ya da korunmasız vatandaşlarını ayıran ve dışlayan kent mekânları, dünyanın her yanındaki kentlerde hâlâ hızla artıyor, hatta parklar ve oyun alanları gibi kamunun sağladığı tesislerin ve hizmetlerin yerini alıyor.
Her ne kadar bu siteler kendilerine has bağlam ve özelliklerini beraberlerinde getirseler de hepsinin ortak bir yanı var: Kent sakinlerini etkili bir şekilde ayrıştırıyorlar. Bu tür siteler, normalde kamu kurumları tarafından yürütülen tesis ve hizmetleri, kentin yalnızca belirli sakinlerine tahsis ederek, halkın daha geniş kesiminin yeşil alanlara, düzgün konutlara, oyun alanlarına ve hatta güvenli kanalizasyon sistemlerine erişimini tehlikeye sokmaktadır.
Türkiye’deki markalı konut projeleri üzerine yaptığım araştırma, ayrıcalıklı hizmet ve tesislerin, ayrılmış siteler aracılığıyla kademeli olarak genişletilmesinin ciddi sonuçlarına dikkat çekiyor. Markalaştırmanın yaygın olarak kullanılmasıyla bilinen bu özel siteler, hükümetin daha neoliberal bir yaklaşımı desteklemeye başlamasından bu yana, son yirmi yılda İstanbul’da ve Türkiye’nin diğer kentlerinde mantar gibi türediler. http://mulkiyehaber.net/esitsizlik-kentlerde-insa-ediliyor-ayrilmis-oyun-alanlari-sadece-baslangic/?fbclid=IwAR3e_ht7yN1Gxc5bN8EfEbg8gGuYr8wdy4hFjGkaLPr-258TNqV18F82yN0
GÖRÜŞLER
Toplumsal mücadeleler ve korona- Fikret Çalağan(Atasoyer Sağlık Politika Öğrencisi): Korona ile birlikte “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” alışıldık cümlesi çok sık kullanılmaktadır. Gerçi bu söz her toplumsal buhran ve kargaşa süreçlerinde dillendirilmektedir. Söze yüklenen anlam; herkesin kendini bir değerlendirmeye tabi tutarak yeni sürece hazırlamasıdır.
Korona sürecine ilişkin sıkça ifade edilen yaşananın bir uygarlık krizi olduğudur. Uygarlığın baskıladığı, yok saydığı, sömürdüğü tüm toplumsal kesimlerin bizzat eylemleri ile yarattıkları bu krizden yeni bir demokratik uygarlık inşası mı çıkacak, yoksa uygarlık sınırlarında kalınarak bazı sınırlı taleplerle mi aşılmaya mı çalışılacak?
Bu sorunun cevabı toplumsal mücadele güçlerinin/ örgütlerinin korona öncesi ve korona sürecindeki durumlarına, çıkış için ne tür bir iddia sahibi olduklarına ve geleceğe ilişkin perspektiflerine bağlıdır. Bu dönemleri ele alırken de var olan örgütsel durumunu, düşünsel durumunu/gelecek ufkunu, ilişkilenme biçimlerini ve eylemlilik tarzlarını değerlendirmek gerekir.
Birkaç başlık
Genel olarak var olan birkaç durumu ifade etmekte yarar var:
-Kapitalizmin sömürüye ve doğa talanına dayalı üretim tarzı gelinen aşama itibariyle, nüfusun büyük çoğunluğunu proleterleştirmesi ile toplumsal bir sınıra ve doğanın tüm kaynaklarının kar için talan edilmesi ile de yerkürenin sınırlarına ulaşmış durumdadır. Bu anlamda toplumsal isyan ve ekolojik kriz büyümektedir.
-Kapitalizmin tüketim ilişkileri ve “sanal toplum” kültürü ile topluma evrensellik adına dayattığı homojen kültür büyük toplumsal yıkımlara neden olmuştur. Diğer taraftan ulus-devletlerin yükselttikleri milliyetçilik ideolojisi ile tek tipleştirme politikaları halkları boğmaktadır. Buna cevaben de her yerden halkların var olma mücadelesi ile kültürel hareketlerin direnişleri yükselmektedir.
-5000 yıllık devletçi uygarlığın geliştirdiği ve kapitalizmle birlikte inceltilerek yaygınlaştırılan, derinleştirilen eril tahakküm artık bir kadın kırımına dönüşmüş durumdadır. Bu kırıma karşı her yerde yükselen ve süreklilik haline dönüşen kadınların direnişleri yükselmektedir.
Hegemonyanın tahkimi
Tüm bu durumlar uygarlık güçleri tarafında da bilinmektedir ve kriz olarak ifade edilmektedir. Bu krizden çıkış için her alanda (ideolojik, kültürel, politik, sosyal, üretim vb.) çalışmalar yürüterek yeni yapısallıklar oluşturma gayretine girmektedir. Yeni yapısallıklarını inşa edene kadar da gelişen kapitalizm karşıtı/alternatifi mücadeleleri çarpıtmak ve en sonunda kapitalizmin içine dahil etme konusunda yoğun mücadele yürütmektedir. Bu konuda ideolojik hatta liberalizmin esnekliği ve yaygınlığı önemli olanaklar sunmaktadır. Yine modernizmin yarattığı kapitalist kültürün hegemonyası, devletin “kamusal hizmet ve güvenlik” açısından zorunlu olduğu genel kabulü ve endüstriyel hegemonyanın varlığı kapitalizm açısından önemli olanaklar barındırmaktadır. Kapitalizmin ve onun ulus-devletleri arasında her ne kadar bir rekabet olsa da hegemonyanın merkezileşmesi ile yaratılan kurumsallıklar bunu aşmaktadır.
Dağınık mücadele
Toplumsal mücadele güçleri açısından ise durum çok dağınıktır. Demokratik uygarlık, devletli uygarlık gibi bir aynılaşmayı ve merkezileşmeyi içermemeği gerektirir. Bu onun doğasına aykırıdır. Demokratik uygarlık güçlerinin birbirlerini görerek birlikte yürümeyi başarması gerekir. Bunu sağlamadıkça egemenin yarattığı gözlükle birbirimizi görmeye devam ederiz. Bu durum günün sonunda egemenlere yarayacaktır. Birbirimizden öğrenmeye çalışmadığımız sürece yarattığımız kurumsallıklar ve örgütler karşıtına dönüşecek, eylemselliklerimiz ise bir tekrara dönecektir. Kurumlarımız ve örgütlerimiz sistemin birer aparatına, eylemlerimiz ise aşağıdan iktidarı yeniden örmeye yarayacaktır. Kurduğumuz ilişkiler ise yeni bir toplumsallık yerine kapitalist ilişkilerin toplumun tüm hücrelerine yayılmasına neden olacaktır. Türkiye’deki durum bunun en belirgin örneklerindendir. Demokratik muhalefet genel olarak, bu muhalefetin en güçlü bileşeni olan Kürt hareketi ile ilişkilerini devletin tutumuna göre belirlemektedir. Aynı şekilde Kürt hareketinin demokratik siyaset bileşenleri ile geleneksel toplum sınırlarında ilişkilenmesi gerçek anlamda birlikte yürümenin önünde sürekli olarak bariyerler oluşturmaktadır. Yeni bir toplumsal inşanın mekanı olan Rojava ile kurulan ilişkiler bile devletin belirlediği tutumla değişmektedir. Bu durum aynı zamanda demokratik Kürt siyaseti açısında da geçerlidir. Yan yana yürümeyi başaramadığımız için ilişkilerimiz ve algımız, mücadelemiz önünde engel oluşturmaktadır.
Yüklerimiz engel
Bu hallerimizle, var olan uygarlık krizinin daha görünür olduğu bir pandemi sürecine girdiğimizi söyleyebiliriz. Var olan dağınık halimizle bile uygarlık krizine neden olduğumuzu unutmamak gerekir. Salgın ile birlikte uygarlığa ilişkin söylediklerimiz tüm toplum kesimlerince görülmeye başlandı. Uzun bir süredir yana yana yürüme iradesini ortaya koymaya çalışan toplumsal mücadele hattı ile ekolojik mücadelenin birlikte ve iç içe yürüme olanakları artmıştır. Ancak bazı alışkanlıklarımız ve halen atamadığımız yüklerimiz bizim önümüzde engel olmaya devam etmiştir:
-Devletten bekleme halimiz toplumsal mücadele örgütlerinin salgın ile mücadelede bağımsız programlarını oluşturamamalarına neden olmuştur. Bu durum daha çok devlete ve kapitalizmin uluslararası kurumlarına iş tanımlama ile kendimizi sınırlamamıza neden olmuştur.
-Kurumsallıklarımızın içine hapsolarak var olan rutini sürdürmek ile yetinmemiz, yeni bir örgütsel sürecin gelişimini ortaya çıkaramamıştır.
-Uygarlık pandemi sürecini bir fırsat olarak değerlendirip krizini aşmanın aracına dönüştürmeye çalışırken, bizler ise krizi yeni bir yaşam/uygarlığın inşasına dönüştürmek yerine daha çok talep dilini öne çıkardık.
-Korona süresince mevcut ilişkilerimizi, ürettiklerimizi ve tükettiklerimizi çokça konuştuk; kim için ürettiğimize, neyi tükettiğimize ve sürdürdüğümüz ilişki biçimlerinin neye hizmet ettiğine ilişkin yoğunlaşmalar yaşadık. Ancak bunları yeni yaşam inşasına dönüştüremediğimiz için “yeni normalleşme”de hemen eski yaşamlarımıza geri dönenerek kapitalizmi yeniden üretmeye devam ediyoruz.
-Tabii ki en çok da sağlığı konuştuk. Mevcut sağlık sistemlerini yoğunca eleştirdik, yeni bir sağlık mümkündür dedik. Ancak modernizmin akıl dünyası dönüp dolaşıp yine kapitalist/modern tıbbın sınırlarında düşünmemize neden olduğu için, toplumsal bir sorun olan salgını tıbbileştirmekten kurtulamadık. Belki de sağlıkçılardan çok toplumsal mücadele örgütleri bu sınırlarda gezerek toplumsal mücadele alanında yapılması gerekenleri kendi üzerlerinden atmaya çalışmışlardır.
Yol ayrımı
Her şeye rağmen önemli fikri tartışmalar olmuştur. Bunun yanı sıra pratik tartışmalar da olmuştur. Bu anlamda önemli bir yol ayrımına geldiğimizi söyleyebiliriz. Toplumsal mücadele örgütleri açısından, kendi durumlarımızı gözden geçirerek artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bizim için de geçerli olduğunu unutmamak gerekir. Kapitalizmin de bizim tartıştıklarımızı ve yapıp-eylediklerimizi sürekli olarak izlediği aşikardır. Bunları görerek kendini yeniden kurmaya ve buna “yeni normal” diyerek toplumsal bir algı yaratmaya çalışmaktadır. Ama bilinmesi gereken, sistem açısından bizler yeni bir dünya kuracağız diyerek gereğini yapmadığımız müddetçe değişen bir şey yoktur.
Paylaşım savaşı
Egemen sınıflar açısından uzun bir süredir netleşen durum, bu dünyayı bizimle paylaşmak istemedikleridir. Başka dünyaları aradılar bulamadılar, bugün bu dünyada kendilerine ait bizden ayrıksı bir dünyayı kurmak istiyorlar. Bu anlamda aynı gemide olmadığımız netleşmiştir. Kısmen de olsa birlikte yaşamanın olanakları diye görülen yasalar ve kurallar, tümden yok sayılarak müthiş bir kuralsızlaştırma ile bizlere yönelik baskıları artırmaya çalışıyorlar. İklim krizi inkarcılığı ile var olan doğa talanına devam edeceklerini açıkça dillendiriyorlar. Tüm bunlarla birlikte toplumsal yüklerden kurtularak seçkin yaldızlı kalelerini kurmaya çalıştıkları açıktır. Bu da göstermektedir ki kapitalizm açısından yeni bir sosyal/refah devleti söz konusu değildir. Öyle ki sol içindeki bazı akımlarca yapılan sosyal devlet çağrısı ve “yeni kamuculuk” tartışmaları, kendilerini kandırmak dışında bir şey ifade etmemektedir.
Solun rutini
Toplumsal mücadeleler ve sol açısından bu yeni dönemde iki yol görülmektedir. Rutin olan ile yetinip, talep dilinin güncelliğinin sağladığı olanakları kullanıp popülist bir dil ile kendini görünür kılarak bir siyaset izlemek birinci yol olarak görülmektedir. Bu siyaset yapma biçimi yeni bir yaşam iddiasını taşımaktan uzak olmakla birlikte karşıtlık ilişkisi içinde var olmaya çalışmaktır. Egemen siyaset ve siyaset figürleri de popüler siyaseti güttüğü için bu yöntem belirli bir düzeye kadar kendini var edecektir, ancak toplumsal mücadeleye katkısı bulunmamaktadır.
Eylem hali
Kurucu siyaset olarak da ifade edeceğimiz diğer yol ise yeni bir toplumsallık ile birlikte yeni yaşam iddiasını ortaya koyarak yerel mücadele odaklarını evrenselle buluşturup öz yönetimlere dayalı ekoloji, demokrasi ve kadın özgürlüğünün içiçeliği ile yeni bir uygarlığın inşasının siyaseti olacaktır. Bu yol da esas olarak sosyalizm mücadelesini yürütmektir. Sınıfsal, erkeklik, ekolojik ve medikal düzeyde yaşanan bir uygarlık krizine bu bütünlükte demokratik uygarlığın inşası ile çıkış aramak gerekir. Bunun için her yönüyle demokratik siyaseti geliştirerek, onun eylemi ile yürümek gerekir. Son dönemlerde her türlü baskıya rağmen sağlık emekçilerinin eylemlilikleri, kadın eylemlilikleri, HDP nin demokrasi yürüyüşü ve onu takip eden baroların yürüyüşünü önemli adımlar olarak ifade edebiliriz.
Sosyalizmde ısrar
Demokratik siyaset iktidar üretmeyen bir kurumsallıkla birlikte güçlü demokratik eylem hattı geliştirerek kurucu misyonu oynayabilir. Bu da ancak düşünsel netlikle olur. Söylemini açık ve güçlü söyleyerek toplumsal arayışa cevap olmak gerekir. Demokrasinin savunusu olarak özyönetimi savunmak, milliyetçilik hezeyanlar ile yeniden devletçi ideolojilerin köpürtülmesine karşı durmak gerekir. Farklılaşmalara dayalı ortaklıkları öne çıkararak, dar yapılar içine hapsolmayı reddetmek gerekir. Sosyalizmde ısrar etmek gerekir. Kadın mücadelesi ve direnişçiliğinin öncülüğünde bir yol yürüyüşünü esas almak gerekir. Başta hemen yanı başımızda sürmekte olan Rojava devrimi olmak üzere dünyada var olan toplumsal mücadelelere açık olmak ve onlarla dayanışma içinde olmak gerekir.
Uygarlık krizi olarak ifade edilen bu krizi yeni bir yaşam ve uygarlık için biz değerlendirmez isek, kapitalizmin bu krizini aşma kapasitesine sahip olduğunu ve aşabileceğini bilmemiz gerekir. Sorun bizim ne yapabileceklerimizle alakalıdır…
EKLER
- Bolivya darbesi: Ek tespitler- Korkut Boratav:Darbeden bu yana Evo Morales, Latin Amerika dışındaki solcu, sosyalist çevreler tarafından da eleştiriliyor.
Sorular çoktur. Bir bölümü günceldir: YSK kararına göre seçimi kazanmasına rağmen OAS’ye niçin güvendi? Niçin istifa etti? Ülkesini terk etmekte acele mi etti?
Bir bölümü geçmişe ilişkindir: Yabancı sermaye ve ABD ile mücadele ederken Bolivya oligarşisinin ekonomik gücüne, ülke-içi kapitalist üretim ilişkilerine niçin ilişmedi?
Sınıf ittifakları sorunları var: Özgün (“yerli”) emekçi halklar ile beyaz / melez işçi sınıfı ve küçük burjuvazi arasında gerilimler niçin arttı? Zengin kentlerde ırkçı-faşist örgütlenmenin emekçi ve öğrenci saflarında kök salması önlenemez miydi? MAS’ı iktidara taşıyan, iktidarda tutan emekçilerin desteği niçin aşındı? Bolivya’nın uzak coğrafyasındaki sosyalist çevrelere ise, darbeyi izleyen baskı ve zulmü teşhir etmek; kurbanlarla dayanışmak düşüyor. Geçmiş hataların “hariçten” hesabını sorma zamanı değildir. https://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/bolivya-darbesi-ek-tespitler-274798