Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA GÜNLÜĞÜ 20 NİSAN 2020

KORONA GÜNLÜĞÜ 20 NİSAN 2020

GÜNDEM

  • Küresel salgına yol açan korona virüsünü dünyaya yaymakla suçlanan Wuhan Viroloji Enstitüsü sessizliğini bozdu. Kurumun Başkan Yardımcısı Yuan Zhiming, suçlamaları ‘komplo teorisi’ diye niteledi. “Virüsün bizden çıkmış olması ihtimali yok… Kendimizden eminiz” dedi.
  • DSÖ danışmanlarından da olan Profesör David Naborro, virüsle yaşamanın yeni normalimiz olacağını söyledi: “İnsanlık, ‘öngörülebilir gelecekte’ koronavirüs tehdidi ile yaşamak ve buna göre adapte olmak zorunda kalacak, çünkü bir aşının başarılı bir şekilde geliştirile- bileceğine dair bir garanti yok.”
  • 307 gündür ölüm orucunda olan İbrahim Gökçek, “ Ölmek için bu eylemi yapmıyorum, elimden geldiğince de yaşamak için mücadele edeceğim, sadece türkü söylemek istiyorum” dedi.
  • İnsanlara evde kalması salık verilen bu dönemde, Kanal İstanbul ihalesi yapılması ve Salda gölüne inşaat makinalarının girmesinin ardından şimdide Güven Park’ta inşaat çalışmaları başladı.
  • İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesabından ‘Üretim seferberliği başladı’ sloganıyla duyurduğu proje ile ilgili bilgi verildi: “Çiftçilerimizi hem üretirken hem de alımda destekliyoruz. Hal fiyatı üzerinden üreticilerimizden alacağımız ürünleri de bu süreçte ihtiyaç sahibi İstanbullu ailelere ücretsiz olarak dağıtacağız.”
  • İçişleri Bakanlığı sokağa çıkma yasağının olduğunu günlerde belediyelerin dağıttığı ücretsiz ekmeklere yasak getirdi. Kararı Twitter hesabından duyuran Mersin Büyükşehir Belediyesi sokağa çıkma yasağı boyunca ekmeğin 50 kuruştan satılacağını duyurdu.
  • Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ile Mithat Sancar, Fox TV, Tele 1, Halk TV ve Haber Global’a verilen yayın durdurma ve para cezalarının ar- dından yaptığı yazılı açıklamada Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin’i istifaya çağırdı. Dünyanın koronavirüsle mücadele ettiği dönemde, Türkiye’de iktidarın toplumla ve muhalif medyayla mücadele ettiği ifade edildi.
  • Kanada’daki bir bakım merkezinde salgının başlamasının ardından sağlık çalışanlarının işyerini terketmesi sonucu 31 yaşlının bakımsızlık nedeniyle hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Salgın sonrası çalışanların çoğunun işi bıraktığı, 130 yaşlıya sadece 2 hemşirenin hizmet vermek zorunda kaldığı belirtildi.
  • Cambridge Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları, yeni tip korona virus salgınının 2019 yılının Eylül ayında başladığına dair kanıtları olduğunu duyurdu.
  • Türkiye’nin 30 büyükşehrinde ve Zonguldak’ta haftasonları sokağa çıkmak yasaklanırken, işyerleri valiliklerin özel izinleri ile işçi çalıştırmaya devam ediyor. Duruma tepki gösteren sendikalar işlerin durdurulmasını talep ediyor.
  • Adana Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi, Tarsus 3 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi, Alanya L Tipi Kapalı Cezaevi, Karaman M Tipi Kapalı ve Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan tutuklular tabi tutuldukları hak ihlallerini haftalık telefon görüşmesinde aileleriyle paylaştı. Tutuklular, salgına karşı yeterli önlem alınmadığına dikkat çekti.
  • İnfaz düzenlemesi sonucu cezaevinden tahliye olup, Antalya’nın Alanya ilçesine gelen iki kişinin otogarda yapılan hızlı koronavirüs testi pozitif çıktı. İki kişi hastaneye götürülerek gözetim altına alındı.
  • Salda gölünün korunması için mücadele eden ve dün gece “Gölün kumunu geri getireceğiz” diyen Burdur Yeşilova Belediye Başkanı Mümtaz Şenel ve eşi sabah saatlerinde silahlı saldırıya uğradı. “Türkiye’nin Maldivleri” olarak bilinen Burdur’un Yeşilova ilçesindeki Salda Gölü’nün beyaz kumsalına geçen hafta iş makinelerinin girmesi büyük tepki çekmişti.

MEVCUT DURUM

  • Türkiye’de toplam vaka sayısı 86 binlerde, toplam can kaybı 2 binin üzerine çıktı. Hala 2 bine yakın kişi yoğun bakımlarda tedavi görüyor.
  • ABD’de Johns Hopkins Üniversitesi’nin son verilerine göre dünyada koronavirüsu salgınında ölenlerin sayısı 160 bini aştı. Avrupa’da ise can kaybı sayısı 100 bine yaklaştı.
  • En fazla ölümün olduğu ülke olan ABD’de 38 bin 910 kişi hayatını kaybetmiş durumda.
  • Covid-19 görülen ülke ve bölgelerdeki yeni vakalara ilişkin verilerin derlendiği “Worldometer” internet sitesinde yer alan bilgiye göre, dünyada virüs bulaşan 600 bin 6 kişi iyileşti. Virüsün ortaya çıktığı Çin’de de 77 bin 62 kişi hastalığı yendi. En fazla hastanın iyileştiği ülkeler sırasıyla Almanya (88 bin), İspanya (74 bin 797), ABD (68 bin 285), İran (55 bin 987), İtalya (44 bin 927) ve Fransa (35 bin 983) oldu.
  • Ölüm ve yeni vaka oranlarının giderek düşmesiyle koronavirüsu salgınının zirve noktasını geçmiş görünen İspanya’da, 14 Mart’tan bu yana sokağa çıkmasına izin verilmeyen sekiz milyon çocuk için iyi haber geldi. Çocukların 27 Nisan pazartesi gününden itibaren sokağa çıkmasına izin verileceği açıklandı.
  • Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi verilerine göre, son 24 saatte 2 bin civarında yeni vaka tespit edilirken, virüsün bulaştığı kişi sayısı 20 bin 270 oldu. Hayatını kaybedenlerin sayısı 1025’e yükseldi, 4 bin 700 kişi iyileşti.
  • Korona virüsüyle mücadelede dünyaya örnek gösterilen Güney Asya ülkesi Singapur, bugünlerde ikinci dalgayla baş etmeye çalışıyor. Ülkedeki vaka sayısı bir ayda sadece 266’dan 6 bin 588’e yükseldi. Uzmanlar bu durumu, kalabalık yatakhanelerde kalmak zorunda bırakılan göçmen işçilerin gözardı edilmesine bağlıyor.
  • Sağlık Bakanlığı’nda yapılan değerlendirmelerde 5-6 gündür vaka verilerinde yaşanan iyileşmeler devam eder ve kurallara en az yüzde 85-90 uyum olursa, Ramazan Bayramı’ndan sonra, bazı yasaklarda esnetmeye gidileceği tespiti yapılıyor. Bu konudaki planlamalar da bayram sonrasına göre hazırlanıyor.

ÖNLEME VE KORUMA

  • Koronavirüs salgınını en hızlı kontrol altına alan ülkelerden biri olan Güney Kore, al- dığı önlemleri anlattığı “Covid-19’da salgın eğrisini yataylaştırmak: Kore Tecrübesi” isimli bir rehber hazırladı. Güney Kore, yeni tip koronavirüsün yol açtığı Covid-19 salgınını en hızlı kontrol altına alan ülkelerden biri oldu. Ülkede 29 Şubat’ta zirve yapan salgın 20 gün içerisinde kontrol altına alındı. Bunun üzerine hükümet nasıl önlemler al- dığını anlatan, diğer ülkelerin de yararlanabileceği bir rehber hazırlattı. Euronews’teki habere göre “Covid-19’da salgın eğrisini yataylaştırmak: Kore Tecrübesi” başlıklı ra- porda ülkede son üç ayda virüs salgınına karşı alınan önlemler özetleniyor. Raporda Güney Kore’nin başarısındaki sır bilgi ve iletişim teknolojileriyle yaygın test uygula- ması, temas takibi ve salgınla ilgili bilgilerin hızla paylaşılması olarak gösteriliyor.
  • İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, karantina günlerinde ev içi şiddete maruz kalan ve konaklama ihtiyacı duyan kadınlar için geçici misafirhaneler açılacağını duyurdu. “Evinde şiddet gören bir kadın, ‘Evden çıkamıyorum ne yapacağım’ diye düşünmesin” diyen belediye başkanı, şiddet gören kadınların ‘Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezi’, ‘İzmir Barosu’ veya ‘İzmir Büyükşehir Belediyesi Kadına Destek Hattı’nı aramasını istedi.
  • Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından ülkenin her yerinde görev yapan tüm sağlık çalı- şanlarının 7/24 ulaşabilecekleri bir ruhsal destek hattı oluşturulmuştur. 0850 532 66 76 telefon numarası ile erişilebilecek Destek Hattıyla dernek üyesi gönüllü psikiyatristlerle canlı telefon görüşmesi sağlanabilecektir.
  • “Anlaşılan salgınla başa çıkma yolunda, tedavi hizmetleri yanında, uyguladığımız ana yöntem filyasyon, yani bir hastadan başlayıp onun, yer ve zaman bağlamında, çevresini taramak. Filyasyonun önemli ancak bilimsel açıdan kimi durumda sorunlu özelliği yap- tığı taramanın rastgele örnekleme bazında olmaması. Yurt dışından gelmiş vatandaşları- mız veya hekimlere, hastanelere başvuran hastalar arasından yakaladığımız tek bir hasta- dan başlayıp, hastalığı ona olası bulaştıranları ve özellikle onun olası bulaştırdıklarını saptıyoruz.” https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-yazici/filyasyon-ve-otesi,26289

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

  • İstanbul Eyüpsultan Nişanca Aile Sağlığı Merkezi’nde aile hekimi olarak görev yapan Dr. Yavuz Kalaycı, Sarıyer Hamidiye Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Güvenlik Görevlisi olarak görev yapan Sağlık Emekçisi Murat ÇİDAM, Denizli’de emekli hekim Ürolog Dr. Cemal Özkan, Ankara’da Op.Dr. Ahmet Cevdet Çıtoğlu Co- vid-19 nedeniyle hayatlarının kaybetti.
  • Diyarbakır Tabip Odası (DTO), kentte koronavirüse (Kovid-19) yakalanan sağlık çalışanı sayısı hakkında duyuru yayınladı. Odanın sosyal medya hesaplarında paylaştığı verilere göre, şimdiye kadar 12’si hekim olmak üzere 30 sağlık çalışanın koronavirüs testleri pozitif çıktı. Testi pozitif çıkan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şube işyeri temsilcisi Cuma Kurt (57) yaşamını yitirdi.
  • Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş’ın “Kendilerini koruyamadılar, bize yük oldu” dediği sağlık çalışanları Zonguldak Polisevi’nden ayrıldı. Zonguldak Polisevi’nde kalan Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Atatürk Devlet Hastanesi çalışanları ayrılık kararı aldı. Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, sağlık çalışanları için yer ayarlarken, Ata- türk Devlet Hastanesi doktorları da farklı arayış içine girdi. Öte yandan Polisevi’nde ka- lan sağlık çalışanlarının hiç birinin koronavirüs testinin pozitif olmadığı öğrenildi.
  • İngiltere’de Kovid-19 nedeniyle ölümler 15 bini aştı, hasta sayısı ise 115 bine yaklaştı. Sağlık personelinin en büyük sıkıntısı ise kişisel koruyucu ekipman eksikliği. Sağlık emekçileri, gerek sosyal medyadan yayımladıkları video ve mesajlarla, gerekse gazete- lere ve televizyon kanallarına yansıyan röportajlarıyla bu duruma isyan ediyorlar. Son açıklamalara göre en az 50 sağlık personeli koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi. Sağlık emekçileri, kendilerine bu şartlar altında çalışmanın dayatılmasına karşı iş bırak- maya gidebileceklerini söylüyorlar.
  • Erkek doktor kadın doktoru dövdü; polis işlem yapmadı. İstanbul’da özel bir hastanede, genel cerrah olan Mehmet Sadık Bingül, yoğun bakım doktorlarından Rukiye Ekenler’i hastane koridorunda darp etti. Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre ayrıca hasta yakınına, “Bu yoğun bakımcı hastanıza iyi bakmıyor, o yüzden hastanız ölecek” diyerek, doktoru hedef haline getirdi. Darp edilen doktor Rukiye Ekenler, devlet hasta- nesine giderek aldığı darp raporuyla polise şikayette bulundu. Ekenler, polisin kendisine defalarca “Özel bir ilişkiniz var mı? Sevgili misiniz?” diye sorduğunu belirtti. Polis, doktor Ekenler’in talep etmesine rağmen savcılığa bir bildirimde bulunmayarak, evine geri gönderdi. https://nupel.net/erkek-doktor-kadin-doktoru-darp-etti-karakolda-kral- gibi-karsilandi-85332h.html
  • İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Hastanesi, yeni tip koronavirüse karşı hayatlarını ortaya koyarak doktorlar ve hemşirelerle beraber çalışan sağlık personelinin fazla mesai ücretini kesti. DEÜ Hastanesi yönetimi, acil servis, ameliyathane ve yoğun bakım ünite- lerinde görev yapan özel eğitimli sağlık işçilerinin fazla mesai ücretini vermeme kararı aldı.

SAĞLIK MUHALEFETİ

  • Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş’a tepkiler sürüyor. Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş, koronavirüsüne yakalanan sağlık çalışanlarını, “Kendilerini korumadılar, bize yük oldu- lar” diyerek suçlamış, gelen tepkiler üzerine özür dilemişti. Türk Dişhekimleri Birliği, yazılı açıklama yaparak, Vali Bektaş’ın sözlerinin “affedilemeyeceğini” söyledi ve görevden alınmasını istedi.
  • TTB: Zonguldak ilinde hastalanıp Covıd-19 tedavisi gören sağlık çalışanları suçlu, öyle mi? Sağlık çalışanları en önde salgınla mücadele ederken onları koruma sorumluluğu olanlar bunu bir yük olarak göremez. Zonguldak Valisini salgın mücadelesinde kabahatli aramayı bırakıp sağlık ça- lışanlarından özür dilemeye, Sağlık Bakanı ve Cumhurbaşkanını üzerlerine düşeni yapmaya davet ediyoruz. https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=861cbe54-8182-11ea-bc5a-1802c1c4918a

TOPLUMSAL MÜCADELE

  • Çiftçi-Sen: Marketlerden Değil, Köy Kooperatiflerinden Tüketin! “Toprak, Onur, Yaşam” başlıklı mektup, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Kani Beko’ya gönderildi: “Marketlerden değil, yerel köylü kooperatiflerinden, yerel üretici topluluklarından tüketelim. Küçük ölçekli, yerel tohumlarla, yerel çeşitleri üreten çiftçi ve köylülerin ürünlerini tüketiciye ulaştıran mekanizmalar oluşturulmalı, tüketici olarak ta tercihimiz bu ürünlerden yana olmalıdır. Komşumuzun dükkanından alışveriş yapalım. Yerel ekonomiyi güçlendirelim. İnsani değerleri yükseltelim. Evde kalalım, sessiz kalmayalım.” dendi.
  • Dayanışma günlerinde #KadınEmeğineDeğer diyoruz!
    Her yıl on binlerce kadına ulaşarak sosyal ve ekonomik olarak güçlenmelerini sağlayan kadın kooperatifleri de koronavirüs salgınının yarattığı krizden büyük oranda etkilendi. İşlerini durdurmak veya yavaşlatmak zorunda kalan kadın kooperatiflerini desteklemek için biz de KEDV, Nahıl ve Simurg Kadın Kooperatifleri Birliği olarak #Alacaksan #KadınKooperatiflerindenAl diyoruz. Kadın kooperatiflerinin el emeği ile, özenle üret- tiği gıda ürünlerinin listesini aşağıda paylaşıyoruz. Listede yer alan iletişim bilgileri üzerinden kadın kooperatiflerine direkt sipariş verebilirsiniz.
    Dayanışmanın gücüyle bu krizi hep birlikte aşalım! https://www.kedv.org.tr/icerik/dayanisma-gunlerinde-kadin-kooperatiflerini- destekleyin?fbclid=IwAR2lYvx80YX5XSaOFVUO09pY6-b9a9IwYvOV99dNruktV- naf0WCdKm_ZF-I
  • İsrail’de ‘sosyal mesafeli’ yolsuzluk protestosu:
    İsrail’in başkenti Tel Aviv’de yaklaşık 1500 kişi, sosyal mesafeyi koruyarak Rabin Meydanı’nda Başbakan Netenyahu’nun yolsuzluklarını protesto etti. https://twitter.com/YolTV2/status/1251949871617146886

YENİ YAŞAM

  • Koronavirüs salgını sonrası İstanbul’da hava kirliliği azalınca Avcılar’dan kilometrelerce uzaklıktaki Uludağ bile görülebildi.
  • Koronavirüs salgını nedeniyle karantina uygulamalarına gidilen Avrupa şehirlerinde hava kirliliği seviyeleri, 2019’a kıyasla ortalama yüzde 45 oranında azaldı. Hollanda Kraliyet Meteoroloji Enstitüsü, salgının yayılma gösterdiği Avrupa’da hava kirliliği ile ilgili yaptığı araştırmanın sonucunu açıkladı. Araştırmaya göre, Mart ve Nisan aylarında birçok Avrupa kentinde nitrojen dioksit seviyeleri yarı yarıya düştü. Araştırmanın verileri, Fransa’nın başkenti Paris’te hava kirliliğinde birincil faktör olan nitrojen dioksit seviyesinin bir önceki yıla göre yüzde 54 oranında azaldığını gösterdi.
  • Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Türkiye’de koronavirüsten etkilenenlere yardım için bir dayanışma fonu oluşturdu. Konfederasyonun açıklamasında, “Amacımız; zorda, darda ve yolda kim kalmışsa, Hızır gibi yetişmektir” denildi. http://yeniyasamgazetesi1.com/aleviler- dayanisma-fonu-kurdu/
  • COVID-19:Yapmamız gereken virüse karşı“savaş açmak” değil!
    “Bugün, feminist tarihçilerin bulguları kasten görmezden gelinir ve herhangi bir kolektif sivil çabayı bir “savaşa” dönüştürmenin gerçek maliyeti hakkında gösterdikleri önemli politik dersleri almak reddedilirse, ancak o zaman hızla yayılan bir hastalığa karşı “II. Dünya Savaşı tipi bir savaş” yürütmenin istenen bir strateji olduğu düşünülebilir. Bugün toplumu etkili, kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir halk sağlığı ihtiyacını sağlayacak şekilde mobilize etmek için, feminist savaş tarihçilerinin bize sunduğu dersleri öğrenmemiz gerekiyor. Bunu başarabilmemiz için toz pembe bir militarizasyonun baştan çıkarıcı cazibesine karşı çıkmalıyız.” https://www.catlakzemin.com/covid-19-yapmamiz-gereken-viruse-karsi-savas-acmak-degil/
  • James Cameron’ın yürütücü yapımcısı olduğu kısa belgesel ‘Akashinga: The Brave Ones’dan (Akashinga: Cesur Birileri) ilk fragman yayınladı. Yönetmenliğini Maria Wilhelm’in üstlendiği belgesel tamamen kadınlardan oluşan ve kaçak avcılık karşıtı bir ekip olan Akashinga’ya odaklanıyor. Altyazı’da yer alan habere göre, Afrika ülkesi Zimbabwe’de faaliyet gösteren ekip, hayvanların korunmasına olduğu kadar, yöre halklarının güçlendirilmesini de iş edinmiş durumda.

Filler gibi Afrika’nın birçok başlıca canlı türü yok olmanın eşiğine gelmişken, Akashinga kaçak avcılığa yöneltilmiş radikal, yeni ve oldukça etkili bir silah olarak görülüyor. Marjinalleştirilmiş, baskıya maruz kalarak suistimal edilmiş kesimlerden oluşturulan grubun kurucusu, aynı zamanda Anti-Poaching Foundation’ın (Kaçak Avcılık Karşıtı Vakıf) CEO’su olan Damien Mander. Gruba katılmanın bu kadınların hayatını nasıl değiştirdiği de belgeselin konusuna dahil. Mander’in yaklaşımı, kaçak avcılara karşı ‘full silahlı saldırı’dan ziyade kamuoyu oluşturmaya yönelik bir çaba olarak değerlendiriliyor.

“Yasa dışı vahşi yaşam kaçakçılığı”nın, “dünyanın en büyük suç endüstrilerinden biri” olduğunu söyleyen Mander, “Aynı zamanda terörizmle ve bazı kanıtlara bakılırsa, şu an durdurmaya çalıştığımız pandemiyle bağlantısı olan bir endüstri bu. Yasa dışı vahşi yaşam kaçakçılığı kökünden kazınmalı. Bu da Akashinga gibi vahşi yaşam korucularının işi. Onlar sadece doğanın değil, insanlığın da savunma hattı” diye konuşuyor.

http://www.altyazi.net/haberler/james-cameronin-yeni-belgeseli-akashinga-the-brave- onesdan-ilk-fragman/

  • Koronavirüse (Covid-19) yakalananlar ve hayatını kaybedenlerin sayısı her geçen gün ar- tarken, salgının daha fazla yayılmaması için sosyal izolasyon tedbirleri alınıyor. Amed Şehir Tiyatrosu da salgından korunmak için evinden çıkmayan tiyatro severlere arşivini açtı. Tiyatro, daha önce Kürtçenin Kurmanci ve Kirmançkî lehçeleriyle sahneledikleri oyunları, dijital ortamda paylaşmaya başladı. Süresiz olarak dijital platformlardan izlenebilen bu oyunların paylaşımı ise devam edecek. https://youtu.be/smfgFl2HmP8
  • Rojava Sağlık Akademisi: Koronavirüs Salgınının Altında Ekosistemin Tahrip Edilmesi Yatıyor
    “İnsanlar ormanları, doğayı tahrip edip diğer canlıların doğal yaşam alanlarına yerleştikçe, organizmaların da kendi yaşam alanlarından çıkmasına sebep oluyor. Ekosistemlerin tahrip edilmesinin sadece virüslerin hayvandan insana bulaşmasına değil, doğadaki virüslerin mik- tarı ve bu virüslerin nasıl davrandığına da etkisi var. Geçen yüz yıl içinde, dünyadaki organiz- maların üçte ikisinin yuvası olan tropik ormanların yarısı imha edildi. Doğal yaşam alanındaki bu çarpıcı kayıp elbette tüm ekosistemi etkilemiştir.” Tüm metin ekler bölümünde

EKLER

  • Koronavirüs Salgınının Altında Ekosistemin Tahrip Edilmesi Yatıyor
    COVID-19 krizi insanların biyolojik çeşitliliğe ve doğal yaşam alanlarına olan etkisinin ve bunun bulaşıcı hastalıkların önünü nasıl açtığının binlerce örnekten biridir.
    Birçok düşünür ve Başta ABD olmak üzere bazı devletler, Çin’in Vuhan kentinde Eylül 2019’da (Çin her ne kadar Aralık 2019 diye beyanda bulunsa da) görülmeye başlamasının ardından korona virüsün bir laboratuar ürünü olduğunu iddia etmekte gecikmedi. Ancak bilim insanları, virüsün hayvan kaynaklı bir hastalık olduğu ve hayvandan insana geçtiği ve bu virüs başka bir memeliye bulaşmadan önce yarasalarda görüldüğü konu- sunda hemfikirler.
    Ne yazık ki bu virüsün laboratuarda üretildiği veya üretilmediği varsayımları, insanların şu an yaşadığımız pandemide bir rolü olmadığı anlamına gelmiyor. ABD ve Avustralya’da yapılan kapsamlı bir araştırmada doğal yaşam alanlarına insan tarafından yapılan müdahalenin, biyolojik çeşitliliğin azalmasının ve eko- sistemdeki bozulmanın virüslerin daha geniş bir ölçekte yayılma olasılığını arttırdığını bilimsel olarak ortaya koyuyor. Tarihte birçok bulaşıcı hastalıklar görülmüştür. Bunlardan 165-180 yılları arasında Antoninus (Ga- len) vebası, 541 yılında Jüstinyen vebası, 1346-53 yıllarında kara veba gibi salgınlar olsa da bu sayı 1980’ler- den bu yana her on yılda bir üçe katlanmış durumda. Bunların üçte ikisi hayvan kaynaklı ve hayvanlardan insanlara bulaşıyor. Bunlar arasında Ebola, HIV, domuz gribi ve kuş gribi gibi örneklerini insanlık yaşadı. Kentleşme ile başlayan ve bugün endüstrinin gelişimi ile daha sık görülen bu salgın hastalıklar milyonlarla ifade edilen insanların ölümüne sebep olduğunu görmekteyiz.
    Bu anlamda; gerçek olan, ekosistemleri bozmakla hayvanlarda bulunan virüslerin de insana geçmesinin koşullarını hazırlamış olduk. Bu durumu yaratanlar ne yazık ki biz insanlarız.
    İnsanlar ormanları, doğayı tahrip edip diğer canlıların doğal yaşam alanlarına yerleştikçe, organizmaların da kendi yaşam alanlarından çıkmasına sebep oluyor. Ekosistemlerin tahrip edilmesinin sadece virüslerin hayvandan insana bulaşmasına değil, doğadaki virüslerin miktarı ve bu virüslerin nasıl davrandığına da etkisi var. Geçen yüz yıl içinde, dünyadaki organizmaların üçte ikisinin yuvası olan tropik ormanların yarısı imha edildi. Doğal yaşam alanındaki bu çarpıcı kayıp elbette tüm ekosistemi etkilemiştir.

Doğal yaşam alanlarının tahribi aynı zamanda hayvanları ve onların taşıdığı patojenleri de başka bölgelerde yaşamaya zorluyor. Bu bölge İnsanların yaşadığı alanlar olmasıyla salgın hastalıkların insanlara taşınması demektir.
1990’ların sonunda Malezya’da ortaya çıkan Nipah virüsü ülkedeki ormansızlaşma, meyve yarasalarını yaşam alanları olan ormanlardan domuz çiftliklerindeki mango ağaçlarına yönlendirdi. Bunun sonucunda yarasalarda bulunan patojenler domuzlara yarasa dışkısı ve tükürük ile geçmiş oldu. Daha sonra da domuzlar bunu çiftçilere bulaştırdılar.

Ekosistemdeki diğer hayvanların, canlıların ve insanların sağlığının birbirine bağlı olduğu bir varsayım değil bu bir doğal dengedir. Bunlardan birinin dengesi bozulduğunda diğerleri de aynı şekilde dengesi bozuluyor. Öte yandan evcil olmayan hayvan pazarları da bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasının önünü açıyor. Bilim insanları da korona virüsün, Çin’deki bir hayvan pazarında ortaya çıkma ihtimalinin güçlü olduğuna inanıyor. “Stresli ve hasta hayvanları kafeslere koyup bir arada bulundurmanın, patojenleri yaymaları için harika bir alan açtığı” görüşünü dile getiren çevrebilimci Spangenberg, bunun aynı zamanda bir canlıdan diğer canlıya hastalık bulaşmasının da önünü açtığı kanısında. Bu konu aynı zamanda Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşit- lilik Sözleşmesi Başkanı Elizabeth Maruma Mrema tarafından da dillendirildi.

Unutmamak gerekir ki; Sağlığımız doğadaki hayat ile doğrudan bağlantılı olup ekosistemin bir parçası olduğumuz, bir yaşam gerçeğidir. Ekosistemin dengesini bozduğumuzda kendi yaşam dengemizi de bozuyoruz.
19.04.2020 Rojava Sağlık Akademisi

  • Türkiye’de salgınla mücadele sürecinde, AK Parti iktidarının ilk hükümetinde gerçekleştirilen “Sağlıkta Dönüşüm Programı”na yönelik eleştiriler öne çıkarken siyasi iktidar Türkiye’nin birçok ülkeye göre salgınla mücadelede başarılı olduğunu söylüyor. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ eleştirilere yanıt veriyor. Röportaj için https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/04/18/saglik-sistemi-tartismalari-1-recep- akdagdan-elestirilere-yanit/
  • “Avrupa yenilgiye uğruyor. Enfekte olanların sayısı katlanarak artıyor. Görünen o ki, Avrupa salgını kontrol edemiyor. İtalya’da her gün yüzlerce insan hayatını kaybediyor. Yaşlı hastaların solunum cihazları gençlere yardım etmek için çıkartılıyor. Ama faydasız, aşırı eylemler de göze çarpmıyor değil. Sınırların ka- panması açıkça egemenliğin çaresiz bir ifadesidir. Adeta egemenlik devrine geri dönmüş gibiyiz. Olağanüstü hâl kararını veren egemendir. Sınırları kapatan egemendir. Ama bu hiçbir işe yaramayan boş bir egemenlik gösterisidir. Oysa ki Euro bölgesi içinde yoğun bir iş birliği, çılgınca sınırları kapatmaktan daha faydalı ola- bilirdi. Üstüne üstlük Avrupa yabancılara giriş yasağı da koydu: Avrupa’nın şu anda kimsenin gelmek iste- mediği bir yer olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda elbette saçma bir hamle. Aslında dünyayı Avrupa’dan korumak için, Avrupa’dan çıkışlara yasak koymak çok daha akıllıca olurdu. Ne de olsa Avrupa şu sıralar pandeminin merkez üssü.” https://terrabayt.com/dusunce/viral-olaganustu-hal-ve-yarinin-dunyasi/
  • Toplumsal Yeniden Üretim ve Salgın: Tithi Bhattacharya ile Söyleşi

Koronavirüs salgını, pek çoğumuza toplumun nasıl hızla değişebildiğini ve ne olmadan yaşayabileceğimizi – ya da yaşayamayacağımızı– sert bir berraklıkla gösterdi. Kaynaklar sağlık hizmetlerine aktarılırken, kapitalist ekonominin büyük bir kısmının kriz dönemlerinde gerçekten rafa kaldırılabileceği ortaya çıktı. Bize daha önce imkânsız olduğu söylenen – mahpusları serbest bırakmaktan kira ödemelerini veya ipotekleri askıya almaya, ülkedeki herkese nakit desteği vermeye kadar – pek çok şey hâlihazırda yapılıyor.

Tithi Bhattacharya bir süredir Yüce Piyasa’nın değil insan hayatının gereklerine yönelik inşa edilen bir toplumun nasıl olacağı üzerine düşünüyor. Kendisi bir tarih profesörü, Purdue Üniversitesi’nde Küresel Çalışmalar Direktörü, %99 İçin Feminizm: Bir Manifesto kitabının yazarlarından biri, Spectre dergisi yayın kurulu üyesi ve Social Reproduction Theory: Remapping Class, Recentering Oppression kitabının editörü. İçinde bulunduğumuz momentte toplumsal yeniden üretim teorisinin bize neler öğretebileceğini, solun hangi talepleri yükseltmesi gerektiğini ve iklim felaketini önlemek için bu dersleri nasıl kullanabileceğimizi konuştuk.

-Sarah Jaffe: Başlangıç olarak bize toplumsal yeniden üretim teorisini kısaca açıklayabilir misiniz?

-Tithi Bhattacharya: Toplumsal yeniden üretimi en iyi şekilde tanımlamak gerekirse, hayatı var etmek, sürdürmek kuşaklar boyunca yenileyebilmek için gerekli olan eylemler ve kurumlardır. Ben bunlara “hayatı var etme” faaliyetleri diyorum.

En doğrudan anlamıyla hayatı var etmek doğum yapmaktır. Fakat hayatı sürdürebilmek için temizlik gibi, beslemek gibi, yemek yapmak, çamaşır yıkamak gibi pek çok başka faaliyete ihtiyaç duyarız. Fiziksel, kurumsal gereksinimlerimiz vardır: Yaşayacağımız bir ev, bir yerlere gitmek için toplu ulaşım, kamuya açık dinlenme-eğlenme olanakları, parklar, okul sonrası programlar. Okullar ve hastaneler de hayatın var edilmesi ve sürdürülmesi için gerekli kurumlardan bazılarıdır. Bu hayatı var etme sürecindeki eylemlere ve kurumlara, toplumsal yeniden üretim işi ve toplumsal yeniden üretim kurumları diyoruz. Fakat toplumsal yeniden üretim aynı zamanda bir çerçevedir. Bizi çevreleyen dünyaya baktığımız ve onu anlamaya çalıştığımız bir mercektir. Toplumdaki varlığın kaynağının ne olduğunu tespit etmemizi sağlar; insan hayatı ve insan emeği.

Hayatı var etmenin karşısında ise kapitalist çerçeve ya da kapitalist mercek yer alır: Şeyleri var etme ya da kârı var etme. Kapitalizm “kaç şey daha üretebiliriz?” diye sorar, çünkü şeyler kâr getirir. Burada önem atfedilen, o şeylerin insanlar üzerindeki etkisi değil, kapitalizmin yüce saltanatını süren bir büyücü olduğu bir şeyler imparatorluğu yaratmaktır.

Bu faaliyetlerin çoğu ve toplumsal yeniden üretim sektöründeki – hemşirelik, öğretmenlik, temizlikçilik gibi – pek çok iş, kadın işçilerin egemenliğindedir. Ve kapitalizm bir hayat-var etme değil şeyler-var etme sistemi olduğundan, bu faaliyetler ve bu işçiler ciddi ölçüde değersizleştirilmiştir. Toplumsal yeniden üretim işçileri en kötü ücretleri alan, (gerektiğinde) ilk gidecek olan, sürekli cinsel tacizle ve sıklıkla doğrudan şiddetle yüz yüze kalanlardır.

-Kapitalizm işlemeye devam ettiği sürece mutlu ölebileceklerini söyleyen (muhafazakâr polemikçi) Glenn Beck gibi mezar hırsızlarının olduğu bir dönemdeyiz; bu her şeyi apaçık ortaya koyuyor.

-Koronavirüs krizi iki şeyi trajik biçimde netliğe kavuşturdu. İlk olarak toplumsal yeniden üretim vurgusu yapan feministlerin uzun zamandır söylediklerini, yani bakım işinin ve hayatı var eden işlerin toplum için vazgeçilmez olduğunu ortaya serdi. Şu anda evlerimize kapanmış haldeyken hiç kimse “Borsa simsarlarına, yatırım bankacılarına ihtiyacımız var! Bu hizmetler açık kalsın!” demiyor. İnsanlar “Hemşireler, temizlikçiler, çalışmaya devam etsin, çöp toplama hizmetleri açık kalsın, yiyecek üretimi devam etsin!” diyor. Yiyecek, yakıt, barınak, temizlik: “Hayati olan hizmetler” bunlar.

Bu kriz aynı zamanda kapitalizmin salgınla baş etmekte nasıl tamamen yetersiz olduğunu da trajik biçimde ortaya koydu. Kapitalizm hayatı var etmeye değil kârı en yüksek düzeye çıkarmaya odaklıdır. Kapitalistler bütün bu süreçte en büyük mağdurun sayısız hayat değil kanlı ekonomi olduğunu iddia ediyorlar. Görünen o ki ekonomi, Trump’tan Boris Johnson’a herkesin parlak kılıçlarıyla korumaya hazır olduğu en kırılgan küçük çocuk.

Bu arada Birleşik Devletler’de sağlık hizmetleri sektörü özelleştirmelerle ve kemer sıkma önlemleriyle harap edildi. İnsanlar hemşirelerin evde maske yapmak zorunda olduklarını söylüyor. Ben her zaman kapitalizmin hayatı ve hayatı var etmeyi özelleştirdiğini söyledim; fakat sanırım salgından sonra bunu başka şekilde ifade etmek gerekiyor: “Kapitalizm hayatı özelleştirir ama aynı zamanda ölümü kamulaştırır.”

-Bakım işlerinin ve toplumsal yeniden üretim işlerinin diğer biçimlerinin nasıl değersizleştirildiği üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Bu iş kollarını değersizleştirme eğilimimiz ile bu işi yapan insanları hakkında ne düşündüğümüz karşılıklı olarak birbirini etkiliyor.

-Birleşik Devletler’de bakım evleri ve destekli yaşam endüstrisi şu anda yaklaşık 4 milyon insana hizmet veriyor. Bunların pek çoğu Medicare (sağlık sigortası) kapsamında. Kısa zaman önce New York Times, yılda 380 bin insanın, uygun temizlik önlemlerine ve sağlık prosedürlerine yatırım yapmak istemeyen uzun dönemli bakım tesislerinde enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybettiğini açıkladı. Bu kurumlar salgının yayılmasında önemli bir rol oynuyor. Buna Birleşik Devletler’de 27 milyon insanın hiçbir sağlık güvencesi olmadığını da eklememiz gerek.

Birleşik Devletler’de evde bakım hizmetleri çalışanlarının ve hemşire yardımcılarının yüzde 90’ı kadın. Bunların yarısından fazlası beyaz olmayan kadınlar. Kaçının belgesiz olduğundan emin değilim – hiç kimse değil. Bu kadınlar hem iş kayıplarına hem ICE (ABD Göçmenler ve Gümrük Muhafaza Birimi) baskınlarına karşı iki kez kırılgan. Günlük olarak ortalama 10 dolar kazanıyorlar ve çoğunun ücretli izni ya da sağlık sigortası yok. Bu kadınlar yaşadığımız ülkede emekleriyle pek çok bakım tesisinin sürdürülmesini sağlayan kadınlar.

Bu hayati hizmetleri sürdüren kişilerle CEO maaşlarını kıyasladığımızda fark astronomik. Bankacılar evlerinde otururken, bugün verdikleri hizmetlerin hayati olduğu söylenen – bizim feministler ve sosyalistler olarak daima hayati olduğunu söylediğimiz – işçiler, saatte 10 dolardan daha az kazanıyorlar.

-Washington eyaletindeki büyük salgınlardan biri, bakım evi işçilerinin birden fazla işte çalışması, dolayısıyla virüsü birden fazla bakım evine getirmeleri sebebiyle olmuştu. Bir işte yeterince para kazanamamak virüsün daha da yaygınlaşmasına sebep oluyor.

-Prens Charles’ın bile enfekte olmasıyla virüsün bir bakıma demokratik olduğu söylenebilir. Ama bu bizi yanıltmasın: Tedaviye erişim virüsün kendisi kadar demokratik olmayacak. Kapitalizmin hükmü altındaki diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi yoksulluk ve tedaviye erişim kimin hayatta kalıp kimin öleceğinde belirleyici olacak.

Örneğin benim ülkemde, Hindistan’da bunun çok yıkıcı bir etkisi olacak. Faşist Başbakan Narendra Modi yirmi bir gün evlere kapanma emri verdi. Bütün şehirlerde iş hayatı durdu. Peki göçmen işçilere ne oldu? Modi’nin onlar için bir planı var mı? Hayır. Milyonlarca göçmen işçi, kelimenin tam anlamıyla ülkeyi baştan başa yürüyerek kendi köylerine ulaşmaya çalışıyor; batıdan doğuya bütün sokaklarda sıra sıra insanlar var. Modi enfeksiyon bulaştırabilecekleri gerekçesiyle evlerine gitmelerini önlemek için toplu taşıma ve özel araç trafiğini durdurdu. Fakat bunun yanı sıra Modi, Hindistan dışında yaşayan Hintlilerin – üst orta sınıf Hintlilerin – ülkeye geri dönüşlerini sağladı. Özel uçuşlar ayarlandı; kapanma duyurularına rağmen uçaklara iniş izni için istisnalar yapıldı; özel vizeler düzenlendi.

Küresel Güney’in pek çok kapitalist hükümetinin yoksullarla baş etme yöntemi bu. Hastalığın Kalküta’nın, Bombay’ın, Johannesburg’un ve daha pek çok kentin gecekondularına sızdığını göreceğiz. Virüsün bu gezegenin yenilenme, istenmeyenlerden kurtulma yolu olduğunu söyleyen yöneticileri zaten duymaya başladık bile. Bu, en kırılgan ve en güçsüz olana yönelik soy ıslahı temelli bir toplumsal temizlik çağrısıdır.

-Bunun bize gösterdiği insanlar olmadığında emisyonların azaldığı değil – çünkü pek çok insan ölmüyor. Bunun bize gösterdiği, dünyanın pek çok iş olmadan çok daha sağlıklı bir yer olduğu, çünkü – sizin de söylediğiniz gibi – insanlar sadece hayatı var eden işleri yapıyorlar.

-Koronavirüsün dünya için bir reset düğmesi olduğu argümanı ekofaşist bir argüman. Olması gereken, toplumsal örgütlenme için bir reset düğmesi olması. Eğer virüs tehlikesi geçerse ve eski hayatlarımıza geri dönersek, o zaman bu süreç bize hiçbir şey öğretmemiştir.

Evde kalmanın bir gereklilik olması nedeniyle evlerimizi paylaştığımız insanlarla zaman geçirmenin güzelliğini fark edebildik. Ama her ne kadar güvenlik sağlasa da kapitalizm egemenliğinde ev aynı zamanda inanılmaz boyutta bir şiddetin sahnesidir. İki gün önce daha evvel gönüllüsü olduğum bir kadın sığınağından bir mail aldım; vakalarda artış beklediklerini ve destek için gidip gidemeyeceğimi soruyorlardı. Brezilya, Sri Lanka ve Hindistan’daki yoldaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar: Herkesin evde olmasının yarattığı o basınçlı tencere etkisiyle artan ev içi şiddet. Toplumsal izolasyona ihtiyacımız yok. Fiziksel izolasyona ve toplumsal dayanışmaya ihtiyacımız var. Sokağın karşısında yaşayan yaşlı komşumuzu görmezden gelemeyiz; markete gitmesi onun için güvenli değil. Gözlerinin etrafına çokça makyaj yapmış olan ve başını kapıya çarptığını söyleyen iş arkadaşımızı da görmezden gelemeyiz. Düzenli olarak birbirimizi yoklamalıyız.

Yöneticiler bunu teşvik etmekte sıfıra yakın çaba gösterseler de insanlar bunu gönüllü olarak yapıyorlar. Bütün bu kriz içinde muhteşem dayanışma ve ihtimam eylemleri görmek mümkün. Bütün bunlar umut kaynağı.

-Ev işleriyle ilgili konuşalım biraz da. Çünkü “hayati” dediğimiz bu işlerin çoğunun halen kadınlar tarafından yapıldığı bir süreçteyiz. Ve normalde evde kadınların sorumlu olduğu bakım işleri birdenbire kocaları tarafından da yapılıyor. Bu bazı insanların toplumsal yeniden üretim işleri anlayışına nasıl bir perspektif getiriyor?

-Joan C. Williams, işçi sınıfından erkeklerin orta sınıf erkeklerden daha fazla çocuk bakımı işi üstlendiğini ortaya koyan ilginç bir çalışma yaptı. İşçi sınıfından erkekler kadın işi olduğu için bunu kabul etmek istemezken orta sınıf erkekler bununla övünüyorlar. Bu tabunun zayıflayıp zayıflamadığını merak ediyorum. Birleşik Devletler’de kadınlar haftalık olarak erkeklerden dokuz saat daha fazla ev işi yapıyorlar. Bu dokuz saat değişebilir ama genel olarak tutumun değişip değişmeyeceğini merak ediyorum. Partnerleri dünyayı bir arada tutarken erkekler aileyi bir arada tutmaktan gurur duyacaklar mı?

-Sizin de dediğiniz gibi erkeklerin bunu kabul etmemesinin bir nedeni, bu işlerin kadın işi olması. Pek çok iş aynı zamanda ırksallaşmış durumda. Bu bakım işlerini yapan pek çok kadın göçmen kadınlar, beyaz olmayan kadınlar.

-Birleşik Devletler’de bu işler ırksallaşmış durumda. Dünyanın başka bölgelerinde, mesela Hindistan’da bu işler halen göçmen kadınlarda ve en yoksul ve en düşük kasttan kadınlarda. Her toplumun en kırılgan kesimleri bu işleri yapıyor. Ücretleri ve sahip oldukları haklar da bunun bir yansıması.

Toplumsal yeniden üretim bakımından gün içinde yapılması ihtiyacını duyduğumuz pek çok iş beyaz olmayan kadınlar tarafından yapılıyor. Göçmen kadınlar ya da siyah kadınlar bu işleri yapmadan yemek yememiz, sokaklarda yürümemiz, çocuklarımızın ve yaşlılarımızın bakımını sürdürmemiz, evlerimizi, otellerimizi temizletmemiz mümkün olmazdı. Dünyayı var eden bu işler, kapitalizm tarafından tamamen görmezden geliniyor.

-Bugünlerde sıklıkla salgının bir savaş gibi olduğu söylemini duyuyoruz. Fakat iktisatçı James Meadway bundan savaş zamanı-karşıtı ekonomi olarak söz etti, çünkü yapmamız gereken şey savaşın karşıtı. Üretimi azaltmalıyız. Umarım bu öyle bir anlayışı ortaya çıkarır ki, gerekli olan ve radikal biçimde farklı bir dünyada bile devam edecek olan iş, fetişleştirmeye çok alıştığımız “birliklerin” aksine yüzyıllardır sistematik olarak değersizleştirilmiş olan iştir.

-Üretimin azaltılması konusunda James’le hemfikirim. Ancak her tür üretim için geçerli değil bu. Tıbbi malzemelerin, gıdanın ve diğer hayatı var eden ürünlerin üretimini artırmalıyız. Dünyanın en zengin ülkesi Birleşik Devletler’de doğru ekipmanı olmadan işe giden hemşireler tanıyorum.

Fakat örneğin internet üzerinden alışverişi ele alalım; Giysi ve ayakkabı alışverişini internetten yapabilmek gerçekten çok hoş. Ama hazır haldeki bir çift ayakkabının bizim kapımıza gelebilmesi için kaç işyerinden geçmesi gerektiğini unutmayalım. Düşünün; kamyon şoförleri, dolum istasyonlarını açık tutması gereken işçiler, o istasyonları temizleyen işçiler. Hayati ilaçları internet üzerinden sipariş vermeye bir itirazım yok ama güzel bir çift ayakkabı biraz ertelenebilir. Genellikle o bir çift ayakkabının arkasındaki görünmeyen emek gücünü pek düşünmeyiz. O ayakkabıları kapımıza getiren üretim ve tedarik zincirindeki insanları pek düşünmeyiz. Fakat bu pandemi günlerinde bunu düşünmek zorundayız. Bu onlara dayatabileceğimiz bir risk mi? Bu, insan emeğinin üretimine değil, insan emeğine bakmakla ilgili.

İkinci nokta, “birliklerimizi destekleyin” sözüne dair: Bence birliklerimizi bütünüyle yeniden tarif etmeliyiz. Sağlık çalışanları, gıda üretim işçileri, temizlik işçileri, çöp toplama işçileri: Birliklerimiz bunlar! Desteklememiz gereken insanlar bunlar. Birliklerimizi can alan insanlar olarak düşünmemeliyiz. Birlikleri hayat ve- ren ve hayatı devam ettiren insanlar olarak görmeliyiz.

-Uzun yıllardır iklim değişikliğiyle savaşabilmek için kapitalizmde değişimi reddedenlerle uğraşıyoruz; an- cak bugün gördük ki her şey hızla değişebiliyor. Bu durum gelecekte iklim felaketine karşı savaşta bize hangi dersleri sunuyor?

-Altyapı için mücadelemiz gerekli fakat yetersiz. Toplumsal örgütlenmeye yönelik bir tutum değişikliği için çaba sarf etmek zorundayız. Bunu yapmak yalnızca toplumsal demokratik kazanımlar için mücadele etmekten daha zor. Bugün zaten biliyoruz ki küresel sıcaklık artışı gıda üretme kapasitemizi küresel düzeyde krize sokacak. Şayet kontrol altına alınmazsa Güney Asya ve Afrika gibi bölgelerde sıcaklıklar öyle yüksek seviyelere çıkacak ki yılın büyük bir kısmında açık alanda tarım imkânsız hale gelecek ve besi hayvanları ölecek. Bugün benim ailemin de yaşadığı Delhi’de yılın büyük bölümünde okullar kapalı kaldı, çünkü hava haddinden fazla sıcaktı; kışın da hava kirliliği nedeniyle aynı durum söz konusu.

Gıda üretimine yönelik tehdit, yükselen cinsiyetçilik ve küresel düzeyde kadına yönelik şiddetle sarmal biçimde gidecek; çünkü sofraya yemek getirmekten ve çoğunlukla o yiyeceği fiilen üretmekten “sorumlu” olanlar kadınlar ve beyanı kadın olanlar. Ve zaten hâlihazırda dünyanın dört bir yanında temiz içme suyu krizi var ki, bu daha da kötüye gidecek.

Bir başka deyişle, eğer iklim değişikliği ile bugün koronavirüse karşı benimsediğimiz aciliyette baş etmezsek, daha sonra gelecek olanın yanında bu virüs tatil gibi kalacaktır. İklim felaketi geçici değil ve pek çoğumuzun eve kapanma seçeneği de olmayacak.

COVID-19 krizinden sonra kapitalizm alışılageldiği gibi işbaşı yapmaya çalışacak. Fosil yakıtları kullanılmaya devam edecek. Bizim görevimiz, sistemin unutmasına izin vermemek.

Çeviri: Sanem Öztürk

Tith Bachatarya ile Sarah Jaffe tarafından yapılan bu söyleşi, 2 Nisan 2020 tarihinde dissentmagazine.org sitesinde yayınlanmıştır.



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...