Home / TASLAKLAR / KORONA GÜNLÜĞÜ (14-20 ARALIK)

KORONA GÜNLÜĞÜ (14-20 ARALIK)

[su_box title=”KORONA GÜNLÜĞÜ ” style=”soft” box_color=”#cb4031″ title_color=”#080404″ radius=”0″]GÖRÜŞ-FIRAT hljgsşdfk  jbfd sbkf bdfk dshjffjfjjfja jlkdjfkfsjhfhfshf gagjangjadngjngfdmgng jfndgjkgjkhfghgjf hghjghjfk hgfgjfjkjhkjgh jkhgjkfh jgkhdghkhj ghslhglhlhgjghh gfkghjkhgjkhfdkjghj kfhgkjfh ghfdjk hgfjd kghjfkd hgkjfhgjk hfjkghfj kghkjhgkh dkghfdkjghj kdhgkfdhgj khkjdfhghd gkjgkhkghd khgkdhfgk jhdfkghfjkgh jkdhgkjh dkjgh kfjdh gkjdhg khgkhg khk ghk dhk gh kdhkj hgkj dfh gjkhgk dhk jfd a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a. a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a a. a a

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde “Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde

“Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde “Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini

oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde “Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi

mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde [/su_box] [su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK” style=”soft” box_color=”#44cb31″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

  • Cezaevlerindeki dönüşümlü açlık grevi 24. gününe girdi ve tutsaklar kendi kaderlerine terk edilmiş durumda, Covid salgını nedeniyle şartları zaten kötü durumda olan cezaevlerindeki siyasi tutsakların tecridin son bulmasına yönelik talepleri hala çoğu toplum kesimleri ve politikacılar tarafından işitilmek istenmiyor.
  • Göğüs Hastalıkları Uzmanı Osman Elbek’in Turk Thorac Journal isimli akademik dergide yayınlanan “Cezaevi popülasyonunu tehdit eden Covid-19 pandemisi” başlıklı makalesinin özetinde “Cezaevi nüfusu Covid-19 pandemisi açısından en rikli gruplardan birini oluşturuyor, “Sosyal mesafe” dezavantajı olmasının yanında, çoğu yaşlı ve ayrımcı cezalandırma politikalarının yansıması olarak çoklu komorbid hastalığa sahiptir. Her ne kadar cezaevi koşulları uygulanması konusunda zorluklar içerse de evrensel insan hakları ilkeleri, herkes gibi mahpusların da hayatlarını sağlıklı bir ortamda yaşamalarını ve hasta olduklarında ayrımcılığa uğramadan nitelikli sağlık hizmetlerine erişmelerini garanti altına alır” yer alırken makalenin sonuç bölümünde de “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirttiği gibi, COVID-19’un cezaevlerindeki mahkumlar ve çalışanlar için sorun yaratmasını önlemek için, yalnızca eleştirel veya muhalif olduklarını ifade ettikleri için siyasi nedenlerle tutuklananlar da dahil olmak üzere, yeterli yasal dayanak olmaksızın tutuklananların tümü serbest bırakılmalıdır” önerisi yer almakta.https://turkthoracj.org/en/covid-19-pandemic-threatening-prison-population-164881
  • Klinik psikolog Burcu Kıvrak Güçer “Bir ruhsal imtihan olarak pandemi süreci”:
    • “…Bu süreçte sıkça konuşulan konulardan biri psikosomatizasyonsa, bir diğeri de bulaş anksiyetesi oldu. … bulaşma ve bulaştırma kaygısı üzerine kurulmuş olan bu süreçte, özellikle yasakların kalkması ve daha az kaygılı kişilerin sosyal hayata katılımlarının artması ile birlikte kişiler birbirlerini daha fazla suçlar oldu. “Bu kadar gezmeseydi, maskesini çıkarmasaydı, dışarıdan yemek yemeseydi vs” gibi suçlayıcı düşünceler ifade edildi. Ama ne zaman ki bulaş yaşayan kişiler aynı zamanda başkalarına da virüsü bulaştırdılar işte o zaman bulaşı yaşayan kurban rolünün yanında başkasına virüsü bulaştıran fail rolünü de edindiler. Kurbanla failin aynı bedende birleşmesi insanların kendisine bulaştıranı affetmesini, suçlayıcılığı azaltmayı ve kurban ile failin barışını sağladı. Bu bağlamda bu süreç bulaş anksiyetesi ile ilgili yapacağımız çalışmalarda bize yeni bir kapı aralamış olabilir.”
    • Bir grup insan da var ki onlar pandemi sürecinin bahsettiğim olası avantajlarını değerlendirmek bir yerde dursun bütün dezavantajlarını yaşamak zorunda kaldılar. Bu insan grubunun sokak kısıtları yok, aşağı yukarı aynı tempo ile çalışma hayatına devam ediyorlar, üstelik tüm gün maske takmak zorundalar ve sürekli ellerini, kullandığı eşyaları dezenfekte etmek zorunda kalıyorlar. … Toplumun bu kesimi hem bulaş tehlikesini her gün ensesinde hissediyor hem evdeki yakınına bulaştıracağı kaygı ve sorumluluğunu duyuyor hem de ekonomide ve iş hayatında da her şeyin altüst olduğu koşullarda aynı işleri aynı verimlilikle sürdürme beklentisini karşılamaya çabalıyor. Ne zaman sonlanacağı belirsiz bu gibi dönemlerde bedenen de işe gitmeye devam eden kesimin tükenmişlik sendromu geliştirmesi şaşırtıcı değil.”https://www.gazeteduvar.com.tr/bir-ruhsal-imtihan-olarak-pandemi-sureci-haber-1507358
  • Ekolojik bir kriz yine ekosistemi tahrip eden yöntemlerle çözülmeye çalışılınca sonuçları ağır oldu, vizon itlafı dönüp Danimarka’yı vurdu: Koronavirün kaynağı olduğu düşüncesiyle katledilerek toplu mezarlara gömülen milyonlarca hayvanın yeraltı sularını zehirlemiş olabileceği tartışılıyor. Çiftliklerde kürkleri için yetiştirilen ve nüfusları 15-17 milyon arasında değişen vizonların tamamının geçen ay itlaf edilip gömülmesi, Danimarka’ya yepyeni sorunlar getirdi. İlk etapta itlaf edilen 10 milyon vizonun derine gömülmedikleri için zombi gibi toprağın yüzeyine fırlaması, bunun üzerine kalıntıların daha derine gömülmesi ya da yakılmasının tartışılması, bu gelişmeler arasında da tarım bakanının istifa etmesine sahne olan Danimarka’da, öldürülen vizonların toprağın altında çürüyüp bozulmasının yeraltı sularını kirletmiş olabileceğini kabul eden hükümet, 1.5 milyon vizona tekabül eden 4700 ton ölü hayvanın izini kaybettiğini de itiraf etti. Ekolojik yıkımla gelen bu derece büyük bir salgın bile egemenlerin ve “bilim”cilerin zihniyetini değiştirmedi.
  • Özlem Altıparmak: “Soykırımdan Ekokırıma Uzanan Yol”:

“Ekokırım, yani doğayı katletmek uluslararası bir suç olmalı mı?… Geçtiğimiz Kasım ayında “Ekokırıma Son Vakfı” (Stop Ecocide Foundation) tarafından başlatılan bir girişimle ekokırım suçunun tanımını yapmak üzere uluslararası hukukçulardan oluşan bir heyet kuruldu… Ekokırımın uluslararası alanda kabul edilen ortak bir tanımı olmasa da bazı hukukçular ekokırımı “Dünya ekosistemi veya küresel müşterekler üzerinde ciddi ve daimi değişime yol açan geniş çaplı zarar ve tahribat” olarak tanımlıyor… Çevreye verilen zararın “insan üzerindeki etkisi” konusunda ise ortak bir tutum henüz yok. Kimi hukukçular insan merkezli (antroposantrik) bir bakışla tahribatın insan üzerindeki etkisini suçun tanımı için bir şart olarak kabul ederken, kimileri ise ekosantrik bir bakışla, doğayı başlı başına bir hukuk öznesi haline getirmekten yana. Suçun tanımı yapılırken bu konunun önemli bir tartışma noktası olacağını ve sonucunda doğa merkezli bir uzlaşı ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.” https://bianet.org/bianet/iklim-krizi/236032-soykirimdan-ekokirima-uzanan-yol

  • Tüm dünya ekolojik bir salgınla kavrulurken kuraklığa çare için Diyanetten ilginç bir yöntem geldi. Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cuma namazının hutbesinde yurt genelinde yaşanan su sıkıntısına dikkat çekmesi ve tüm yurtta Cuma namazının ardından yağmur duası yapılması konusunda Hüda Kaya Diyanet’i eleştirerek “yağmur duası ağaç dikmektir, ormanları ve suyu savunmaktır. Diyanet’in bütçesi helal ve adil değildir” dedi.
  • Yeni bir toplumsallık şiarıyla yola çıkan ve güvenli gıda üreterek paylaşan Refikler Komünü’nün Bayramiç’teki yaşam alanı basılarak üretim izinleri ve etiketleri olmadığı bahanesiyle depo ve yaşam alanlarında bulunan ürünlerine el kondu. Refikler Komünü “Bilsinler ki; yaşamı, doğayı, dünyayı, geleceğimizi savunmaktan ve korumaktan vazgeçmeyeceğiz. Bilsinler ki 70 yaşımızda da zeytin ağacı dikmeye devam edeceğiz” açıklamasıyla baskılara yanıt verdi.
  • Denizli Acıpayam’da köylülerin ekolojik direnişi kazandı: madencilik faaliyeti yürüten şirketin 5 kat büyüme planına yönelik karara dava açan köylüler yerel mahkemeden çıkan kararın ardından davayı temyiz etti ve Danıştay da maden şirketinin genişleme planına ‘dur’ dedi.
  • Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliği zirvesinde yaptığı konuşmada, dünya liderlerinden ‘iklim acil durumu’ ilan etmelerini talep ederek, “Hâlâ dramatik bir acil durumla karşı karşıya olduğumuzu inkâr eden var mı?” dedi. Koronavirüs salgınının ardından başlatılan ekonomik kurtarma paketlerinin düşük karbonlu bir geleceğe geçişi hızlandırmak için bir fırsat olduğunu ancak bunun yeterince hızlı gerçekleşmediği konusunda da uyardı.
  • Son çalışmalara göre koronavirüs pandemisine karşı alınan önlemler kapsamında uygulanan karantinaların İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana CO2 emisyonlarında en büyük yıllık düşüşe neden olduğunu söylüyor. Çalışmalar, dünya çapındaki emisyonların bu yıl yaklaşık yüzde 7 düştüğünü gösteriyor. Ancak Türkiye’de emisyon düşüşü karantinalara karşın 2019’a göre somut bir fark yaratmadı. Özgür Gürbüz: “Koronavirüs salgını nedeniyle emisyonların 2020’de yaklaşık yüzde 7 oranında düşmesi beklense de bunun kalıcı olması salgın sonrası alınan ekonomik tedbirlerin aynı zamanda iklim dostu olmasına da bağlı… UNEP’in Emisyon Açığı raporunda da belirtildiği gibi, salgın sonrası ekonomiyi canlandırmak için alınan tedbirler ciddi bir karbonsuzlaşma stratejisini de izlerse iş tersine dönebilir” yorumunu yaptı. https://m.bianet.org/bianet/saglik/235898-koronavirus-turkiye-nin-karbon-salimini-nasil-etkiledi
  • Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni yapılan bir çalışmayla hava kirliliğinin yol açtığı ölümlerin koronavirüsten gözle görülür şekilde daha fazla olduğu ortaya koydu. İngiltere’de 2013 yılında astım krizi sonrası hayatını kaybeden 9 yaşındaki Ella Kissi-Debrah’ın hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybeden ilk kişi olarak kayıtlara geçeceği ifade edildi.
[su_box title=”MEVCUT DURUM SÇS” style=”soft” box_color=”#313dcb” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box] [su_box title=”SAĞLIK MUHALEFETİ TOPLUMSAL MÜCADELE” style=”soft” box_color=”#31b7cb” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]

Toplum pandemiye karşı direnmeye devam ediyor. Diğer yandan devlet ve sermaye güçlerinin iktidarını sürdürme gayretleri de hız kesmiyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü̈’nün açıklamasına göre 130′ dan fazla gazeteci koronavirüs ile ilgili haberleri nedeniyle tutuklandı. Özgür basın geleneğinin Türkiye’de yıllardır yaşadığı baskılar pandemiyi fırsat bilen devletler tarafından artık ‘tehdit unsuru’ olarak gördükleri her kesime karşı uygulanıyor. Yalan ve çarpıtmalarını topluma daha rahat kabul ettirmek isteyen egemenler, doğruları dile getiren ve gerçek yüzlerini açığa çıkaran gazetecilere karşı savaşından taviz vermiyor. Türkiye gibi iktidarın zor yüzünü̈ açık açık gösteren devletler topluma karşı suç̧ isleyenlere ödül gibi aflar çıkarıyor. Diğer yandan mücadele eden kadınları, gençleri, muhalif olan tüm kesimleri cezalandırarak “bana karşı gelinemez!” diyor.

Sağlık muhalefeti en küçük hak arayışını dahi iktidar güçlerine kabul ettiremiyor. Sağlık emekçisi Davut Ak: “Pandeminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen İstanbul’daki hastanelerde engelli sağlıkçılar için nitelikli koruyucu ekipman yok” dedi. Öte yandan Covid19 meslek hastalığı olarak kabul edilsin diyen sağlıkçıların talebi mevcut hükûmeti zorladı, kısmen de olsa adımlar attırdı. Sağlık Bakanlığı tarafından 81 ile genelge gönderildi. Sağlık çalışanları vazife malulü̈ hükümlerinden faydalanabilecek. Ancak SGK tarafından onaylanması şartıyla! Yaşanan binlerce Covid-19 kaynaklı ölümler arasında yüzlerce sağlık emekçisi de yer alıyor. Oysa pandemide ölüm kader değil. Alınacak çok basit önlemlerle bu ölümlerin önüne geçilebilecekken sağlıkçılar yaşamlarını bir kenara bırakıp geride kalacak aileleri için garanti ister duruma getirildi. Sağlık mücadelesi daha da yükseltilip ölümlere ve ölümlerin normalleştirilmesine engel olunabilinir. Sağlık muhalefeti ve bir bütünen toplumsal güçler kriz içerisindeki bu sistemin yükünü daha fazla kaldırmaya mecbur değil.

Öte yandan fiziksel mesafe cezası muhalefete baskı şeklinde gündeme sokuluyor. Ayasofya’nın açılışında 350 bin kişiyi toplayan, mitingler yapan, fiziksel mesafeyi yok sayan iktidar, salgın önlemlerini fırsata çeviriyor, daha da otoriterleşiyor. HDP Batman İl Örgütü tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklere katılanlara “fiziki mesafeye uymadıkları ve maske takmadıkları” gerekçesiyle para cezası kesildi. Akp-Mhp cephesi toplumun en meşru hak arayışlarına saldırırken pandemiyi gerekçe gösteriyor. Pandeminin önünü alma çabası bir yana dursun toplumsal dayanışmanın her türlüsünü yasaklamaktan geri durmuyor. En büyük ‘suç̧’ sayıyor. “Benim dışımda kimse bir şey yapamaz, kontrolümden bir an bile çıkamaz” diyor. Öyle ki İçişleri Bakanlığı kararıyla artık kendilerinin rıza göstermediği hiçbir yardım toplanamayacak, cezası 220 bin lira!

  • Hakların Demokratik Partisi 8 başlıklı güvenceli ‘kapanma’ önerisi yaptı:
  1. Hayati sektörler dışında tüm ekonomik faaliyetler durdurulmalıdır.
  2. 28 gün boyunca, şehirlerarası ve uluslararası tüm seyahatler durdurulmalıdır. Öte yandan yurttaşlarımıza yasadıkları yerlerde fiziksel aktivite imkânı sağlanmalıdır. Bu kapanma tam bir sokağa çıkma yasağı şeklinde uygulanmamalıdır. Yurttaşlarımıza kendi yerellerinde mutlaka sokağa çıkma imkanı sağlanmalıdır.
  3. İhtiyaç̧ duyulan sağlık personeli kadroları tamamlanmalı, salgının kontrol altına alınması için bütçe kaynakları seferber edilmelidir. Yani bu 28 günlük süreçte tüm hastalar tespit edilmeli, tüm bütçe kaynakları pandeminin kontrol altına alınması için seferber edilmelidir.
  4. Yeterli miktarda ve nitelikli aşı gecikmeden halka ücretsiz olarak sağlanmalıdır. … Bu 28 günlük süreçte nitelikli aşı vatandaşlarımıza ulaştırılmalıdır.
  5. İşsiz olan, geliri olmayan tüm yurttaşlarımıza 28 günlük kapanma karşılığında 5 bin TL doğrudan gelir desteği verilmelidir.
  6. İşyeri kapatılan tüm esnaf, zanaatkar ve seyyar satıcılara 28 günlük kapanma karşılığında 10 bin TL doğrudan gelir desteği sağlanmalıdır.
  7. Tüm vergi borçları, bankalara olan tüm borçlar faizsiz biçimde ertelenmelidir.
  8. Güvenceli kapanma boyunca elektrik, doğalgaz, su, internet ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
  • Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık-İş Sendikası, Türk Hemşireler Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği ve Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği’nden oluşan sağlık emek-meslek örgütleri, COVID-19 aşısındaki son gelişmeleri, Türkiye’deki aşı belirsizliğini ve son olarak “Acil Kullanım Onayı”na ilişkin Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren yönetmelik değişikliğini 18 Aralık 2020’de çevrimiçi bir basın toplantısı ile değerlendirdi. Açıklamada: “Aşı Uygulaması Etik İlkeler Işığında, Adil Koşullarda, Ücretsiz Yapılmalıdır… Türkiye’ye getirilen aşıların hangi ülkeden, kaç milyon adet alınacağı ve uygulamada sağlık örgütlenmesinin nasıl oluşturulacağına dair belirsizlik hâlâ sürmektedir… Doğru bir süreç ve sağlık sisteminin yeniden toplum sağlığı temelinde düzenlenmesi gerçeği unutulmadan pandeminin önlenmesinde en önemli basamaklardan biri olan aşılama hizmetleri şeffaf, mali kaygılardan uzak, paylaşımcı, katılımcı olarak yönetilmelidir” denildi.
  • Son dönemde sağlık emekçilerine verilen yemeklerin sağlıksız ve yetersiz olduğunu gösteren paylaşım ve tepkiler sorunun sadece Ankara’da değil tüm yurttan sağlık emekçilerinin yaşadığı genel bir sorun olduğunu gösterdi. Ankara İbn-i Sina Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık İş üyeleri bildirir dağıtarak tepkilerini gösterdi.
  • Derin Yoksulluk Ağı kamu kurumları ve yerel yönetimlere Covid 19 döneminde daha fazla yoksullaşan, sürekli olarak gıdaya ve temel ihtiyaçlarına erişememe ve evsizlik riski ile karşı karşıya kalan, bu süreçten en ağır şekilde etkilenen aileler, bireyler (evsizler, yalnız ebeveynler, öğrenciler, engelliler, yaşlılar, çocuklar, mülteciler, işsizler, küçük esnaf, seyyar satıcılar, müzisyenler, kağıt toplayıcılar, çiçekçiler) ve sokak hayvanlarına yönelik alınması gereken acil tedbirler için önerilerden oluşan bir bildiri yayınladı.
[su_box title=”JİN” style=”soft” box_color=”#9331cb” title_color=”#080404″ radius=”0″]Bu hafta kadın gündemine tanınmış kimi yazarların taciz şeklinde cinsel şiddetine maruz kalan kadınların sosyal medyadan ifşa süreci damgasını vurdu. Taciz gibi dile getirilmesi, açıklanması oldukça güç bir konuda kadınlar sosyal medyanın gücünü etkili bir şekilde kullandı; ilk ifşadan sonra çok sayıda kadın da yaşadıkları benzer tacizleri açıklayarak ve tacizcilerini ifşa ederek yeni bir “me too” hareketi başlatmış oldular. Bu yazarlardan belki de en tanınmışı Hasan Ali Toptaş önce özür diledi ama sonra da hiç şaşırtmayacak şekilde “bu özür, olayı kabul ettiğim anlamına gelmez” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu arada kadınların destek ve tepkilerinin artmasının ardından Everest Yayınları Hasan Ali Toptaş’la, İletişim Yayınları da Bora Abdo ile yollarını ayırdıklarını, yine Yeni Yaşam Gazetesi ismi tacizcilerin arasında geçen Şaban İba’nın yazılarına son verdiğini açıkladı. Diğer taraftan çok sayıda erkek de tabii ki tartışmalara dahil oldu, daha kadınlar söyleyecek sözlerini bitirmeden üstelik. Bu erkeklerin arasında maalesef her cenahtan erkek vardı, kadın sorunu konusunda hassasiyet güttüklerini söyleyerek başladılar cümlelere… Her gün onlarca kadının yaşam hakkı dahi elinden alınırken, kadınlar için en onur kırıcı davranışlardan biri olan cinsel şiddet konusunda önce kadınların sorunu algılamasına, sorunu belki de kendileri için onarıcı bir şekilde tartışmalarına, paylaşarak farklılık yaratmalarına fırsat vermeden, sosyal medyadaki linç kültüründen dem vurmaya başladılar, bu konu sanki sadece kadınların ifşasıyla ortaya çıkmış gibi. Konuyu kadınlardan önce ele alanlardan biri de Muzaffer Oruçoğlu oldu, Zafer Yılmaz’la birlikte yaptıkları programda bırakalım konuyu ele alış şekillerini ve üslubunu, programda neden bir kadın olmadığı sorusuna bile aşağılayan bir tarzda yanıt verdiler. Programın yayınlandığı Komün TV’de Ata Soyer Sağlık Politika Okulu olarak bir süredir ortak programlar yapmaya başladığımız bu dönemde okulun kadınları olarak bizler de sessiz kalmayarak aşağıda yer alan bildiri ile programdan çekildiğimizi ifade ettik.

“Bilindiği üzere Komün TV son günlerde kadınların gündemleştirdiği “itibarlı” erkeklerin taciz olaylarını tartışmak için program konuğu olarak bu konuda yakın zamanda sorunlu açıklamaları bulunan Muzaffer Oruçoğlu’nu çağırmıştır. Program boyunca gerek tarz- üslup gerekse de içerik açısından kadın hareketinin kabul edemeyeceği açıklamalarda bulunan Oruçoğlu ve program sunucusu Zafer Yılmaz’a yönelik eleştirilere Komün TV’nin cevabı da onları haklı gören bir yerde durmaktadır. Kadın özgürlük hareketi perspektifiyle yola çıkan Sağlık ve Politika Okulu öğrencileri olarak kadınların yüzyıllardır bedeller ödeyerek öz güçleri ile verdikleri mücadelenin kazanımlarını savunacağımızı belirtiyor ve Komün TV programlarından çekildiğimizi bildiriyoruz. Okulumuz öğrencilerinin daha önce kanalla yaptığı programların da yayından kaldırılmasını talep ediyoruz.

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu Öğrencileri” [/su_box]

  • Sosyal medyada “Bir kadına daha zarar verme diye şiddetini ifşa ediyorum” ve “Uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa edileceğim diye” diyerek “Uykuların kaçsın” etiketi ile tacizleri, şiddet faillerini, şiddet faillerini güçlendirenleri teşhir eden Me too (Ben de) Hareketi’ne çok sayıda kadın örgütünden destek geldi. Destek verenlerden HDP Kadın Meclisi de “Bizler HDP Kadın Meclisi olarak taciz, tecavüz ve erkek şiddetine karşı Meclis’te, sokakta, evde, fabrikalarda, atölyelerde yani; bulunduğumuz her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz. ‘Kadının beyanı esastır’ ilkesini düstur edinmiş kadınlar olarak kadına yönelik şiddetle mücadelede iktidarın çözümsüz politikalarına karşı kadın özgürlükçü politikamızı haykırmayı; kadını değil, faili aklayan erkek yargının karşısında gerçek adaleti savunmayı sürdüreceğiz” açıklaması yaptı.
  • Trans kadınlara yönelik baskı ve şiddet devam ediyor. 3 Aralık akşamı Beyoğlu Bayram Sokak’ta üç apartman pandemi gerekçesiyle “mühürlendi”. Salgın koşullarında, artan baskı ve güvencesizlik cenderesindeki trans kadınlar evsiz ve işsiz kaldı. Öte yandan Yeni Zelanda’da seks işçilerinin hakları açısından tarihi bir dava sonucu çıktı: Bir seks işçisi, cinsel saldırıyla suçlamasıyla bir iş insanına açtığı davada tazminat kazandı. Seks işçilerinin çalışma koşulları açısından bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. (Bayram Sokak sakinlerinin öyküsü için: https://www.birartibir.org/aidiyetler/962-calismak-intihar-calismamak-aclik)
  • Ayşe Düzkan: “ben de yaşadım, sen de yaşattın”

“…bugüne kadar görebildiğimiz kadarıyla tacizci erkekler teşhir edildiklerinde iki yol seçiyor: birincisi mutlak inkâr, kadını suçlama, kadını kendisini ifşa ettiğine pişman edecek şeyler yapma ve böylece başka ifşaların önünü kesme. ikincisi, özür. bu adamların bir kısmı, bir basın ve halkla ilişkiler danışmanı bulunacak bir servet ve ünün sahibi. o metinlerde bu profesyonellerin de katkısının bulunduğunu düşündüren çok şey var. (zaten hasan ali toptaş ertesi gün yanlış anlaşıldığını, “o” vakalar için özür dilemediğini açıkladı.) burada ufak bir parantez açmak istiyorum. diyelim, bizim gündelik hayatta “geçinemiyoruz”, “yoksulluk” diye anlattığımız şey iktisat fakültelerinde “alım gücünün düşmesi” olarak tanımlanabilir. aynı şekilde, cinsiyetle ilgili meseleleri de akademi, gereken terimlerle tartışabilir. ama bu terimleri feminist siyasette, kadın özgürlüğü mücadelesinde kullanır hale geldiysek, “eril fallik” gibi, olayı muğlaklaştıran, durumun ateşini soğutan ifadelerle karşılaşmamız da mümkün oluyor. sitemi kesip devam ediyorum, bu metinlerdeki “farkında değildim” teması itibar kurtarmaya yönelik. tamam, tacizi mümkün kılan, erkekliği biçimlendiren toplumsal ilişkiler. ama taciz, o toplumsal ilişkiler ve sık sık erkek olarak tanımladığımız adalet nezdinde bile suç. onlarca kadına fiziksel şiddete varan, basbayağı tecavüz girişimi sayılabilecek tacizlerde bulunan insanın yaptığının farkında olmaması mümkün değil.” https://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/ben-de-yasadim-sen-de-yasattin/

  • Meriç Eyüboğlu: “Evet, biz kadınlar da “insan”ız”

“Zira “kadınlarla erkekler eşittir” denince ne gerçek anlamda “eşit” oluyor, ne de “eşit haklara” sahip oluyoruz. Oysa insan hakları kuramına ilişkin tüm kavramlar soyut eşitlik anlayışına dayanır… “Kadının insan hakları” hayatımıza yeni girmedi evet, ama insan hakları alanında faaliyet gösteren örgütler çoğaldıkça, “kadının insan hakları” da giderek daha yaygınlaşan bir “kavram”a dönüştü/dönüşüyor… Yaşam hakkı gibi ennn temel haklarımız bile yokken, “kadınların insan olmaktan kaynaklanan hakları” sözü, ilk bakışta hoş ve sempatik geliyor, doğru. Ama arkasındaki kocaman bir sistemi, patriyarkal sistemi de görünmezleştiriyor aslında. Zira insan olduğumuz için değil, kadın olduğumuz için öldürülüyoruz, erkek şiddetinin türlüsüne maruz kalıyoruz, emeğimize el konuluyor, kimliğimiz yok sayılıyor, bedenimiz birilerinin malı olarak görülüyor… Sadece devlete/otoriteye karşı değil, erkeklere karşı da, hatta her daim ve asıl olarak erkeklere karşı bir mücadele bizimkisi. Bu nedenle de bu toplama işaret etmeyen/anlatmayan “kadının insan hakları”, yetersiz, sınırlı ve örtük bir kavram… Eşitlik mücadelesi, cinsiyetten arındırılmış yasalarla verilebilir mi?… Nitekim “cinsiyetsiz” yasalarla gelinen nokta; kadını ve erkeği toplumsal konumlarından soyutlayıp, boşanma davasının bir kadın ve bir erkeğin hayatında üreteceği kişisel ve toplumsal zorlukların aynı olacağını varsayıp, “eşitliği”; parası olanın, parası olmayana nafaka vermesine indirgeyen kararlarda cisimleşiyor.  https://yeniyasamgazetesi2.com/evet-biz-kadinlar-da-insaniz-meric-eyuboglu/

  • Kadınlar, jineoloji ve ‘jin, jiyan, azadî’

““Bizler dünyanın herhangi bir köşesindeki tek bir kadın, kadın olmaktan korkmasın diye mücadele edeceğiz. İstediğimiz şey, kimsenin bize tanımadığı özgürlüktür. Fakat biz kanımızla bile olsa savaşarak onu kazanırız. Tek bir kişi bile kalsak, o kişi özgürlüğümüzü savunmak için savaşacak” demişlerdi dünyanın dört bir yanında mücadele eden kadınlara gönderdikleri mektupta Zapatistalı kadınlar… İran’da, şeriatın kadın bedenini denetleme aracına dönüşen her örtü, adeta zafer bayrağına dönüşüyor. Sudan’da 30 yıllık şeriat yönetimine karşı gelişen protestolarda, kadınlar eylemlere öncülük ediyor. Beyaz kıyafetiyle eylemlerin simgesi haline gelen Ala SALAH, “Devrim” anlamına gelen “Thowra!” sloganıyla kalabalığa tempo tutturuyor; “Kadının yeri evidir” söylemine karşılık “Kadının yeri devrimdir!” diyor… Tempoyu Şilili kadınlar devralıyor ve Las Tesisi tüm dünyaya yayıyor. Dansla protesto eden kadınlar, kadına yönelik gelişen her türlü şiddete karşı mücadele amacı taşıyor. Kadınlar mücadele etmeye devam ediyor… Kimi eşarbıyla, kimi dansıyla, kimi de silahıyla… Ulus devletlerin en örgütlü tecavüzcü çetelerine karşı Rojava’da kadınların öncülük ettiği direniş, kadın devriminin umudu olarak büyüyor.https://yeniyasamgazetesi2.com/kadinlar-jineoloji-ve-jin-jiyan-azadi/

  • Zozan Sima: “Bilimcilik tecavüze dahi kanıt ister”

Devletler ve onlara bağlı kurumların katliamları, işkenceleri, saldırıları işgalleri meşrulaştırmada bilimciliği nasıl kullandıkları biliniyor. Bu zihniyet kadınlara dönük şiddet ve taciz olaylarında da yansımasını bulmaktadırİdeoloji kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların bir nedeni de burada yatar. İdeoloji hem gerçekleri perdeleyici hem de o perdeleme karşısında ret-kabul ölçülerinizi, tutumunuzu netleştirecek düşünsel netliği ifade eder. İdeolojik bakmak, kanı sahibi ve fikir sahibi olmaktır. Eğer o kanı pratikte, yaşamda doğrulanıyorsa ve toplumsal gerçeklikle bağ içerisindeyse, eleştiriye açık olursa doğru tutumlar ve yaklaşımlar geliştirmenize yol açar. İdeoloji ile sosyoloji arasındaki bağ burada anlam bulur. Özgürlük ideolojileri kendinizi iktidar ideolojilerinden korumanızı sağlayan düşünsel kalkanlar oluşturur. Kadın özgürlük ideolojisi erkek egemenliğine karşı, emekçi-ezilen sınıfların özgürlüğü için mücadele yürütenler, sınıfsallığa karşı bu tutumların gelişmesini sağlayan rolün sahibidir… Bu tartışmalar sonucunda egemen erkekliğin yarattığı suçluluk psikolojisiyle kadınlara saldırmak yerine sol, sosyalist, devrimci, demokrat erkeklerin egemen erkekliği sorgulamasına vesile olmalı. Çünkü egemenlik zihniyetini aşmamış erkeğin siyasal, toplumsal kimlikleri, düşünsel sanatsal ürünleri de cinsiyetçi damgalar taşır. Cinsiyetçi, bilimci iktidar ideolojilerine karşı en etkin mücadele, kadın özgürlük ideolojileri ile kadın etiğine dayalı tutum alabilmekle erkeklerin de bunun karşısında kendisini sorgulayarak erkekliği öldürmekle sosyalistik arasındaki bağı kurmasıyla gelişir.” https://justpaste.it/9mfgk

[su_box title=”YENİ YAŞAM” style=”soft” box_color=”#48cb31″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box] [su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” style=”soft” box_color=”#cb3138″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box] [su_box title=”AKADEMİDEN” style=”soft” box_color=”#cb8b31″ title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box] [su_box title=”EKLER” style=”soft” box_color=”#31b5cb” title_color=”#080404″ radius=”0″][/su_box]