Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA GÜNLÜĞÜ (08 ARALIK 2020)

KORONA GÜNLÜĞÜ (08 ARALIK 2020)

  • Salgın yönetilemiyor! Sağlık emekçileri tükenmeye, ölmeye devam ediyor!
  • Dün de biri hekim olmak üzere, toplam beş sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Aydın Nazilli’de çalışan Eczacı Rıdvan Mutlu,  İstanbul’da özel bir hastanede çalışan Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Kartal,  Manisa/Akhisar Mustafa Kirazoğlu Devlet Hastanesi Acil Servisi’nde görev yapan Mücahip Etil ve Hatay’da özel bir hastanede çalışan hemşire Fikriye Çakmak.
  • Sağlık Bakanlığı, Covid-19 rehberininde güncelleme yaptı. Sağlık Bakanlığı, korona hastalarıyla yakın temaslı kişilerin karantina süresini 14 günden 10 güne indirdi. Bu durumdaki kişilerin karantina süresi PCR testlerinin sonucuna göre 7 güne de inebilecek. PCR testi, ancak kapasitenin uygun olduğu durumlarda, en erken 5. günden sonra evde numune alınarak yapılabilecek. Rehberde ayrıca, “Pandemi döneminde hastalık yayılımının ve yakın temasın azaltılması amacıyla iş yerleri iyi havalandırması olan, 4 metrekareye 1 kişi çalışılacak alanlar şeklinde düzenlenmelidir.” uyarısı da yapıldı.
  • Karantina süresinin 10 güne indirilmesi bir kez daha sermaye yanlısı salgın stratejisini gündeme getirdi. Koronavirüs hastalarıyla temas edenlerin karantina süresinin, 14 günden 10 güne düşürülmesine ilişkin açıklamalarda bulunan TOBB Başkan Yardımcı Rifat Hisacıklıoğlu, “Özelikle sanayi işletmelerimizde yaşanan sıkıntıları çözmek üzere Sağlık Bakanlığı Covid-19 yakın temasta 14 günlük karantina süresini 10 güne indirdi” dedi
  • Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr. Ghebreyesus, DSÖ Stratejik Uzmanlar Danışma Grubunun aşılamayla ilgili yayımladığı “Değerler Çerçevesi ve Nüfus Önceliklendirme Yol Haritası” rehberine uyularak, öncelikle en çok ihtiyacı olan kişilerin aşılanmasını istedi.
  • Pandemi dizginlenmiyor. Toplam vaka sayısı 68 milyona, toplam can kaybı da 1 milyon 550 bine dayandı. Küresel aktif vaka sayısı ise 19.4 milyon.
  • Haftanın ilk günü çoğunlukla düşük bildirim devam ediyor. Dünde öyle oldu. Dünya genelinde son 24 saatte 527 bin 227 yeni vaka bildirilirken 8 bin 110 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
  • Yeni vaka bildiriminde Türkiye’nin dünya ikinciliğine yükseldi, Avrupa birinciliği devam ediyor. Yeni vaka bildiriminin yüksek olduğu ülkeler şöyle: ABD (198.8 bin), Türkiye (32.1 bin), Rusya (28.1 bin), Hindistan (27.1 bin), Brezilya (24.5 bin), Almanya (15.2 bin), İngiltere (14.7 bin), İtalya (13.7 bin), ve İran (10.8 bin).
  • Türkiye’de son 24 saatte 32.137 kişi Covid-19’a yakalandı, 203 kişi vefat etti. Resmi rakamlara göre ilk kez günlük can kaybında 200 sınırı aşıldı. Toplam vefat sayısı ise 15 bini geçti. Sağlık Bakanlığı hasta-vaka ayrımına devam ediyor, yeni hasta sayısı düşmüyor, son 24 saatte yeni hasta sayısı 6 bin 420 kişi, toplam hasta sayısı da 545 bin 711 kişiye yükseldi. Test sayısı 197 bin civarında, hedeflenen 200 bin teste yaklaşıldı. Toplam vaka sayısı ve aktif hasta sayısı turkuaz tabloda paylaşılmıyor. Günlük olarak bu istatistikleri Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.
  • Worldmeters’a göre toplam vaka sayısı 860 bin 432’ye yükseldi. Sağlık Bakanlığı’nın paylaşmadığı aktif hasta sayısını da sayısı 409 bin 59 kişiye yükseldi. Ağır hasta sayısı 5 bin 836, aktif hastaların içinde ağır hastaların oranı yeni vaka bildirimdeki ciddi artış ile %1.4 seviyelerine düştü. Buna rağmen ağır hasta oranı hala dünya ortalamasına en az iki kat daha yüksek! Sağlık Bakanlığı halen  toplam vaka sayısı ve ağır hasta oranındaki çelişkili istatistikler hakkında bir açıklama yapmış değil! Konu hakkında Bakanlık tarafından çalışma yapıldığı ve yakında kamuoyu ile paylaşılacağı gazete haberlerinde yer almasına karşın henüz açıklama yapılmış değil!
  • Bakan Koca, beş il için uyarı yaptı. Bakan Koca’nın Twitter hesabından yaptığı paylaşım şöyle: “Yüksek vaka sayılarının devam ettiği Konya, Samsun, Antalya, Trabzon, Ordu Valilerimiz, İl Sağlık Müdürlerimiz ve Halk Sağlığı Başkanlarımızla görüşmeye devam ediyoruz. Bu iller yakın takibimiz altında. Test kapasitemizi ve filyasyon ekiplerimizi artırdık. Samsun, Antalya ve Ordu’da yüksek risk devam ediyor. Konya ve Trabzon’da artış kısmen kontrol altında.’’ Artık kamuoyu bu açıklamalara alıştı. Koca’ya sormak gerekiyor: Hemen her gün il sağlık müdürleri ve halk sağlığı başkanlarıyla bu illere ait değerlendirme toplantısı sonrası yapılan açıklamada sadece o illeri içeren yüksek vaka sayısından bahsediyorsun! Ne zaman ‘’Toplantı yaptığın iller dışında durum nedir? Şu şu illeri kontrol altına aldık, Türkiye genelinde durumumuz iyi, salgın kontrolümüzde vaka sayısı oldukça azaldı’’ benzeri açıklamayı ne zaman yapabileceksiniz? 
  • İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) Mezarlıklar Daire Başkanlığı, bugün (7 Aralık) kentte 203’ü ‘salgın hastalık’ olmak üzere toplam 472 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
  • Adana’da son 15 günde vaka sayılarının büyük artış göstermesi üzerine, Coronavirus risk haritasında mezarlıklar hariç her yer kırmızıya boyandı.
  • Türk Yoğun Bakım Derneği, birçok ilde yoğun bakım doluluk oranlarının yüzde 70-75’leri aştığını belirterek “Yoğun bakımlar olarak uçurumun kenarındayız! Pandemi döneminde sağlık sistemine binen yük artmış, özellikle yoğun bakım ünitelerinin doluluk oranlarının artması ve yeni yoğun bakım ünitelerinin açılması ile çalışanlar etkin ve yararlı sağlık hizmeti sunamayacak hale gelmiştir” uyarısını yaptı. (https://www.gazeteduvar.com.tr/turk-yogun-bakim-dernegi-ucurumun-kenarindayiz-haber-1506676)
  • HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar,İçişleri Bakanlığı’na ayrılan bütçeyi “Gayri meşru işlere kullanılıyor” diye eleştirirken, Sağlık Bakanlığı’na ise koronavirüs verileri üzerinden yüklendi. Sancar “Verileri gizleyerek halkın sağlığını tehdit eden bir bakanlığa neden bütçe veriyoruz ki? Yanlış veri aktarımı bile ulusal güvenlikle açıklanıyor” diye konuştu.
  • İstanbul Tabip Odası Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden meslektaşları için yarın düzenleyecekleri saygı duruşuna halktan da katılım desteği istedi.  “Artık yeter, ölümleri durdurmak için tam kapanma şart” başlığıyla yayınlanan açıklamayla, koronavirüs (Covid-19) nedeniyle yaşamını yitiren sağlık çalışanları için bir dizi etkinlik yapacağı duyuruldu.
  • Pandemi sürecinde işyeri hekimlerinin yaşadıkları sorunlarla ilgili rapor hazırlayan İzmir Tabip Odası, işyeri hekimlerinin yükünün arttığını ve sorunlara çözüm bulunmasını gerektiğini söyledi. Salgının kontrol altına alınabilmesi için toplumsal hareketliliğin kısıtlanarak enfeksiyon zincirinin kırılmasının zorunlu olduğu vurgulanan açıklamada, “Birçok sektörde üretime aynı hızla devam edilmek istenmesi nedeniyle kısıtlamalar eğlence sektörü, kişisel bakım sektörü, eğitim gibi alanlarda yapılmıştır. Aralıksız çalışmaya devam eden sektörlerde çalışanların sağlığını korumak ve salgının yayılmasını engellemek işyeri hekimlerine kalmıştır. Halihazırda özlük hakları, çalışma koşulları ve çalışma süreleri (işçi başına ayrılması öngörülen süre) kendilerinden beklenen görev ve sorumluluklar karşısında yetersiz olan işyeri hekimleri pandemi yükü altında tükenmektedirler” ifadelerine yer verildi.
  • Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü ve Pirelli Otomobil Lastikleri AŞ. Firması arasında imzalan ‘iyi niyet anlaşması’na büyük tepki çekti. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Merkezi ‘’Sağlık emekçilerinin lastiğe değil; insanca çalışma koşullarına, dinlenme hakkına ihtiyacı var. Lastik istemiyoruz, Covid-19 meslek hastalığı sayılsın istiyoruz’’ diye tepkisini dile getirdi.
  • Demokrasi İçin Birlik geniş halk kesimlerinin çıkarlarını önceleyen bir ekonomik programın hataya geçirilmesi gerektiğini belirterek “Pandeminin daha yıkıcı sonuçlar yaratmasının önüne geçmek için TTB’nin önerisine paralel biçimde 14-28 günlük tam kapanmayı, gelir güvencesi eşliğinde hayata geçirme” çağrısı yaptı.
  • Devlet Tiyatroları (DT) sahne ve kostüm tasarımcısı Ali Cem Köroğlu’nun korona virüsü nedeniyle 62 yaşında vefat etmesi üzerine sanat kurumlarının sivil toplum örgütleri bildiri yayınlarak prova ve temsillerin iptal edilmesini talep etti. Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada: “Pandemi süresince hiçbir sanat kurumumuz mesleki özelliklerimizi göz önünde bulundurarak karar alamamış ve koronaya yakalananlardan hayatta kalan çalışanlarımızın ise kalıcı solunum sorunları oluşmuştur. Mesleğimizin en önemli unsuru olan solunum sistemimizin sorunu demek, mesleği yeniden icra edemeyeceğimiz anlamına gelmektedir. Kurum yöneticilerinin inanmaması sonucu olarak Ali Cem Köroğlu, virüs sebebiyle aramızdan ayrılmıştır. Elbette yitirdiklerimizi geri getirmeyecektir ama kalanlar için duyarlı olunması sağlanacaktır. Camiamızın başı sağolsun” denildi.
  • Koronavirüsü salgını sonrası getirilen seyahat kısıtlamaları 1 Haziran’da kaldırıldı. Kasım ayına kadar bileti satın alanların oranı bir önceki yıla göre yüzde 63 azaldı. En az düşüş gösteren ay yüzde 55 ile ağustos oldu.
  • Tarikat mensubu Hikmet Tuzkaya’nın cenazesinde ’30 kişi kuralına uyulmadı. Kalabalık bir grup da barikatların arkasında namaza eşlik etti.
  • Cezaevlerinde sadece tutukluların değil çalışanlarında durumu vahim! Cezaevi memurları karantinayı cezaevinde geçiriyoruz: Bizi cezaevine hapsetmelerini anlayamıyoruz! Ceza ve Tevkifevleri Memurları Derneği (CTEMDER) Başkanı Mustafa Balık, salgın sürecinde zor koşullarda çalışan cezaevi memurlarının sıkıntılarını anlattı. Çalışanların karantina kapsamında cezaevinde kaldıklarını ve evlerine dönemediklerini belirten Balık, “1 Nisan’dan bu yana izole çalışıyoruz. Ailemizden ayrı olmak zorunda kaldık. Cezaevine virüs yayılmasın diye bu tedbiri alıyorlar ama personeli cezaevine hapsetmelerini anlayamıyoruz. Bunun karşılığında bize ne ücret ödeneceği söylendi ne de hak ettiğimiz izinlerle ilgili bir şey denildi” dedi. Bu açıklama cezaevlerinde salgın kontrolü adına hemen hiç birşey yapılmadığını gözler önüne seriyor.
  • Vestel’de “performansın düşük” diyerek işten çıkartılan İşçi Kadın Meclisleri üyesi Yeliz Kurt, “Pandemi tedbirleri almak yerine çalışanı işten çıkartmayı tercih ettiler” diyor. Şöyle devam ediyor: ‘’ “Yaklaşık dokuz yıldır Vestel’de çalışıyorum. Ben sadece pandemi koşullarında tüm önlemler alınsın öyle çalışalım diye istedim. Günde 12 saat çalışıyoruz, 8 saat çalışalım istedim. Hatta şöyle bir sloganımız vardı: ‘Az çalışma saati, az temas, az pozitif vaka’. Bir öneri de sundum. İki gün herkese izin verilsin, fabrika dezenfekte edilsin, ben de gelirim desteğe dedim. Ama taleplerimizi kabul etmek yerine beni işten çıkarmayı tercih ettiler. Saniyede bir televizyon üretilen fabrikada çalışanları sağlıkları önemsiz kaldı…”
  • İçişleri Bakanlığı, Türkiye genelinde hafta içi kısmi, hafta sonu ise kesintisiz uygulanan sokağa çıkma kısıtlamasına uymayan toplam 37 bin 614 kişiye adli ya da idari işlem yapıldığını açıkladı.
  • Koronavirüs önlemleri kapsamında kısıtlama getirilen lokantalar, hafta içi ve hafta sonu saat 10.00 ila 24.00 arasında paket servisi yapabilecek.
  • Ekosfer Derneği, pandemi sürecinde uygulanan kısıtlamaların hava kirliliğine etkisine ilişkin bir rapor hazırladı. ‘Virüsten kaçarken iklim krizine yakalanmak’ başlıklı raporda İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Çanakkale’deki kapanmalar sonucu hava kalitesindeki iyileşmeye yer verildi. Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz ise, “Türkiye’de ulaşımın ağırlıklı karayoluyla yapılması hava kirliliğini artırıyor ve iklim krizine yol açan seragazı emisyonlarının miktarını da yükseltiyor” dedi. Gürbüz şunları söyledi: İklim dostu ulaşım seçenekleri arasında yürümek, bisiklete binmek, elektrikli çalışan otobüs ve tramvay geliyor. Bu noktalarda gerekli teşvikler yapılması gerekiyor. Salgında toplu taşımadan kaçmaya çalıştık ama salgından sonra toplu taşımayı, elektrikli araçları ve yürümeyi daha fazla hatırlamak zorundayız yoksa bizi iklim krizi gibi bir başka felaket bekliyor.
  • Covid-19 aşıları Türkiye’ye ulaşmadan dolandırıcılar tarafından kullanılmaya başlandı. İçişleri Bakanlığı, aşıyı kullanarak oltalama‘ yoluyla dolandırıcılık yapanlara karşı uyardı: “Telefonunuza gelebilecek,‘Aşı Randevu Oluşturma’ mesajlarına veya sizi arayıp ‘Sağlık Bakanlığından arıyoruz, aşıda önceliklisiniz, size kayıt oluşturalım’ diyerek kişisel bilgilerinizi isteyenlere itibar etmeyiniz. Bu kişilerin amacı oltalama yoluyla dolandırıcılıktır.”
  • Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Toplum Bilimleri Kurulu’nun üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, Covid-19 salgınının başka illere yayılmasının önlenmesi adına şehirlerarası ulaşım kısıtlamasının faydalı olabileceğini ve akşam saatlerindeki kısıtlamaların daha da daraltılabileceğini söyledi.
  • Covid-19 hastalarında ölüm riskini hesaplayan bir kan testi geliştirildi. Protein değerleri üzerinden yapılan ölçümle, hastaların yoğun bakıma ihtiyaç duyup duymayacağının öngörülebildiği ve testin sağlıkçılara tedavi süreçlerinde yardımcı olabileceği belirtildi. Ön basım aşamasında olan ve henüz hakem incelemesine tabi tutulmayan çalışmanın baş yazarı Prof. Ralser, “[Bu test yoluyla] Hangi hastanın oksijen veya ventilatör desteğine ihtiyaç duyup duymayacağını oldukça doğru bir şekilde öngörebiliyoruz. Bunun yanı sıra başlangıçta hafif semptom gösteren ancak kötüye gitme riski taşıyan kişiler için de işaretçilerimiz var” ifadelerini kullandı. Önümüzdeki haftalarda kan testinin İngiltere, ABD ve Almanya’daki hastanelerde denenmesi planlanıyor.
  • Koronavirüs vakalarının hızla arttığı ABD’nin California eyaletinin önemli bir kısmında yeni ve sıkı kapanma önlemleri açıklandı. En az üç hafta süreceği açıklanan ve Noel dönemini de içine alan yeni sokağa çıkma önlemleri eyalette yaşayan 40 milyon nüfusun hemen hemen yüzde 85’ini kapsıyor. Yasaklar kapsamında dükkanların ve işyerlerinin çoğu kapanıyor ve insanların kendi evlerinde yaşayanlar dışında herhangi bir kişiyle biraraya gelmeleri yasaklanıyor.
  • Yunanistan’da yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle 14 Aralık’a kadar süreceği açıklanan genel karantina uygulamasının 7 Ocak’a kadar uzatılacağı bildirildi. Ülkede vaka sayılarındaki ciddi artış üzerine 7 Kasım’dan itibaren karantinaya gidilmiş ve 21.00-05.00 saatlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.
  • Koronavirüs vakalarının tırmanışa geçtiği Filistin’de işgal altındaki Batı Şeria’nın Nablus, El Halil, Beytullahim ve Tulkerm kentlerinde karantina uygulamasına geçileceği açıklandı. Ülkede son 24 saatte 1720 yeni vaka tespit edildi.
  • “Resmi sayılar aksi ispatlanana kadar yalan” Vaka sayılarındaki belirsizliği değerlendiren yazılımcı Güçlü Yaman, “Salgının yarattığı yıkım, bize söylenen resmi sayılardan en az beş kat filan fazla. Yani böylesi korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız” diyor. Yaman, “resmi açıklamaların külliyen yalan olduğunu” söyleyip “Şu an salgınla ilgili en sağlam ölçü kaynağı ölümler. Her yerde bir belirsizlik yaşanıyor. Salgın ilk başladığında ‘İtalya olur muyuz?’ diye endişe ediyorduk. Biz İtalya olmuş vaziyetteyiz, İngiltere’yi geçtik, İspanya olmak üzereyiz” diyor. Yaman şöyle devam ediyor: “Türkiye nüfusunun yüzde 58’ini oluşturan 16 büyükşehir, sekiz il merkezi ve üç ilçede önceki yılların ortalamasına göre fazladan ölen insanların sayısı şu an itibariyle yaklaşık 44 bine çıkmış durumda. Bu, geçmiş yılların ortalamasına göre yüzde 30 artış demek oluyor. Türkiye’de son yıllarda ölümlerdeki artış hızının yüzde 1,5 olduğunu düşünürsek burada korkunç bir fark var.’’ (https://bianet.org/bianet/saglik/235624-resmi-sayilar-aksi-ispatlanana-kadar-yalan)

AŞI TARTIŞMALARI

  • Britanya, bu hafta Pfizer ve BioNTech’in Covid-19 aşısını piyasaya sürecek ilk ülke olmaya hazırlanıyor. Bu hafta yaklaşık 800 bin dozun erişilebilir olması bekleniyor.
  • Koronavirüsü salgınında ABD ve Hindistan’dan sonra en ağır kayıpları veren Brezilya, Türkiye’nin de sipariş ettiği Çin aşısı CoronaVac üzerine siyasi bir gerilime sahne oluyor. Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ile 2022 seçimlerinde kendisine rakip olması beklenen São Paulo Valisi João Doria’nın Çin aşısı üzerinden kavgası, bilim insanlarını endişelendiriyor. João Doria’nın Çin firması Sinovac’ın aşısının valisi olduğu eyalette denenmesine izin vermesi ve ilk sonuçların alınması sonrası aşılamaya bir an evvel başlama kararı alması, Bolsonaro’nun federal hükümetinin engellemeleriyle karşılaşıyor. São Paulo’daki denemelerin geçtiğimiz ay bir gönüllünün ‘intihar ettiği’ iddiasıyla durdurulup yeniden başlatılması sonrası, Bolsonaro’nun girişimiyle Senato’da rakip bir aşıya onay çıkması dikkat çekti. Brezilya Senatosu, tam da São Paulo eyaletinin Çin’den 1 milyon doz aşıyı getirdiği perşembe günü, İngiltere’de geliştirilen aşının alınması için fon ayıran başkanlık kararnamesini kabul etti. AstraZeneca firması ile Oxford Üniversitesi’nin geliştirdiği aşıdan alınabilmesi 2 milyar reais (388 milyon dolar) ayıran kararname, önceki gün de Kongre’nin alt kanadında onaylanmıştı. Söz konusu fon, Brezilya’nın Fiocruz isimli federal biyomedikal merkezine verilecek ve sonrasında İngiliz aşısının ülke içinde üretilmesi için kullanılacak. Bu gelişme, Çin aşısını bir an evvel uygulamaya başlayan Vali Doria’nın tepkisini çekti. Doria, federal hükümetin aşılamayı mart ayında başlatma planına da uymayacaklarını söyleyerek, ocakta işe koyulacaklarını söyledi: “Mart ayını beklemeyeceğiz ve ocak ayına dek 60 bin kişinin hayatını kurtarabilecekken, sadece beklemiş olmak için daha fazla Brezilyalıyı gömmeyeceğiz.” Vali Doria, São Paulo eyaletinin 1 milyon doz Çin aşısı alamsının ardından, bu ay içinde 6 milyon doz daha geleceğini ve 15 Ocak’a kadar 40 milyon daha temin edileceğini de ekledi.
  • Almanya’da tüm eyaletlerde aşılama merkezleri kurulmaya başlandı. Aşı için gerekli tıbbi malzemelerin siparişleri verildi. Huzurevleri, bakıma muhtaç yaşlılar ve kronik rahatsızlığı olanları aşılamak için gezici aşı ekipleri oluşturuldu. Bazı eyaletlerde emekli doktorların göreve çağrılması plahlanıyor. Alman ordusu da kapsamlı bir aşılama planı üzerinde çalışıyor.
  • TTB Kovid-19 İzleme Kurulu Üyesi Doç Dr. Osman Elbek: Aşılar insanlığın ortak malıdır

Faz-3 aşamasında 11 aşı olduğunu ve aşıların ülkeler üzerinden değerlendirilmesinin doğru olmadığını söyleyen Elbek “Şirketler aşılarda devletlerin kamu kaynaklarını yani insanların verdikleri vergileri kullandılar. O yüzden mülkiyetlerinin kamuda kalması lazım. Bu yüzden tartışmamız gereken hangi aşı değil aşıların patentten muaf olması ve kamusal mülkiyete tabi olmasıdır” dedi. Elbek şöyle devam etti: ‘’ tartışmamız gereken “Çin aşısı mı, Alman aşısı mı” mevzusu değil. DSÖ burada devreye girerek aşıların patentten muaf olduğunu ve kamusal mülkiyete tabi olması gerektiğini ifade etmeli. Tıpkı çocuk felci aşısının mucidi olan Johan Salk’ın “Güneşi patentleyemezsiniz. Ben bundan patent istemiyorum. Bu aşı insanlığa aittir” dediği gibi bugün AstraZeneca, Moderna, Pfizer, Gamaleya ve Sinovac gibi şirketlere aşının mülkiyetinin geçirilmemesi gerekiyor.’’ Türkiye’nin 50 milyon doz sipariş ettiği CoronaVac aşısının toplumsal bağışıklık için yeterli olmayacağını belirten Elbek “CoronaVac’ın Faz-3 sonuçları önemli olacak. Ayrıca tek bir aşıya bel bağlanmamalı” değerlendirmesinde bulundu. Elbek, tüm verilerin insanlara sunulduğu ve bağımsız birden fazla bilim insanı ve kurumsal yapının onayları alınması gerektiğine vurgu yaparak vatandaşın doğruları söyleyen TTB’yi takip etmesini istedi: ‘’ Türkiye’de İlaç Eczacılık Dairesi onaylayacak aşıyı. Ama İlaç Eczacılık Dairesi, Sağlık Bakanlığına bağlı. Hadi diyelim ki Sağlık Bakanlığı bir aşı için anlaşma yapmaya karar verdi, onun alt idare birimi hayır diyebilir mi? Siyaseten bunun mümkün olmadığını görüyoruz. Türkiye’de keşke Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi bakanlıktan ve iktidardan bağımsız bir enstitü olsaydı ve bilimsel olarak davransaydı. Aynen Almanya’daki Robert Koch Enstitüsü gibi. O zaman insanların kafasındaki bu endişe ve kuşku nispeten giderilirdi. Oysa Türkiye’de Sağlık Bakanlığının pandemide gerçekleri açıklamaması, şimdi aşı konusunda ne derse desin soru işaretlerini gideremiyor. O yüzden Türkiye’de güveni sağlamanın koşulu Sağlık Bakanlığının ithal etmek istediği aşının tüm verilerini Türk Tabipleri Birliğinin bilim heyetine sunmasıdır. Çünkü TTB bu salgın sürecinde hiç gerçeğe aykırı beyan yapmadı, gerçekleri saklamadı, topluma hep doğruları söyledi. İşte güvenilir TTB, bağımsız bir kurum olarak verileri bilimsel olarak inceler ve topluma açıklamada bulunur. Bu işleyişin ülke genelinde aşıya karşı olan güveni artıracağını ve karşıtlığı azaltacağını düşünüyorum. ‘’  (https://www.evrensel.net/haber/420508/ttb-kovid-19-izleme-kurulu-uyesi-doc-dr-osman-elbek-asilar-insanligin-ortak-malidir)

  • Hangi Covid aşısı? – Mehmet Emin Korkmaz

Son aşı haberleri umut getirirken, aynı zamanda ilaç endüstrisinin bozuk iş modelini de açığa çıkardı. Bu sistem görüldüğü gibi herkes için sağlık elde etmeye yönelik değil. Kamu fonları kullanılarak yüksek şirket kârları elde ediliyor; bu kamu fonlarıyla üretilen aşılardan başlıca zengin ülkeler yararlanırken, fakir ülkeler kaderine terk ediliyor. …Teknolojik gelişmelerin “Herkes için sağlık”’a çevrilmesi, yaratılan yeniliklerin özel kâra değil, kamu yararına yönetilmesiyle mümkün olabilir. Bu, özellikle pandemi bağlamında bir aşının geliştirilmesi, üretilmesi ve dağıtılması söz konusu olduğunda geçerlidir. Tek başına hareket eden hiçbir ülke bu krizi çözemez. Bu nedenle evrensel ve ücretsiz olarak elde edilebilen aşılara ihtiyacımız var. Mevcut sistem, yüksek gelirli ülkelerin çıkarlarını diğerlerine önceliklendiriyor ve kamu sağlığından kâr sağlıyor. Bir halk aşısına doğru atılacak ilk adım, klinik araştırma sonuçlarının tam olarak şeffaf hale getirilmesidir. Bu da ancak güvenlik ve etkililiğin bağımsız ve zamanında değerlendirilmesiyle olur.  Aşının enfeksiyonu önleyip önlemediği veya sadece hastalığa karşı koruma sağlayıp sağlamadığı gibi soruları ele almak yerine, faz 3 klinik denemelerini mümkün olan en hızlı pozitif okumayı sağlayacak şekilde tasarladılar. Sonuçta korumanın ne kadar süreceği, belirli bir aşının gençlerde ve yaşlılarda veya kronik hastalıkları olan kişilerde eşit derecede işe yarayıp yaramadığı, hatta ideal doz bile belirsizdir. Ancak yaygın aşılamanın başlamasından sonra bu bilgilere sahip olabileceğiz.

Paranın en yüksek değer olduğu bir araştırma geliştirme modelinde yaşıyoruz. Aşırı finansallaşmış bu modelde çıkarlar başarıyla gizleniyor. Pfizer, hissedar değerini maksimize etme modeline bağlı kalırken, AstraZeneca en azından “salgın sırasında” aşısından kâr etmeme sözü verdi. Ancak bütün bu buluşların temelini oluşturan kamu yatırımlarına rağmen, süreç bulanık kalacak ve AstraZeneca’nın aslında kârdan ziyade halk sağlığını mı düşündüğünü veya aşısını maliyetine sunup sunmadığını tartışıyor olacağız. Öte yandan “halk aşısı” fikri gibi yeni kavramlar doğuyor. Covid-19 krizi, önümüzdeki yıllarda geliştirme ve üretime yönelik halk sağlığı odaklı bir yaklaşımın mümkün olup olmayacağının mükemmel bir testidir. Son aşı haberleri umut getirirken, aynı zamanda ilaç endüstrisinin bozuk iş modelini de açığa çıkardı. Bu sistem görüldüğü gibi herkes için sağlık elde etmeye yönelik değil. Kamu fonları kullanılarak yüksek şirket kârları elde ediliyor; bu kamu fonlarıyla üretilen aşılardan başlıca zengin ülkeler yararlanırken, fakir ülkeler kaderine terk ediliyor. Bu küresel kriz de, şüphesiz ki bir aşamada kontrol altına alınacak. Ancak, bu meseleleri ele almanın çok daha iyi ve insancıl bir yolu var: Bütün dünyada güçlü ulusal halk sağlığı kurumları oluşturulmalı ve bunlar küresel ölçekte işbirliğine gitmeliler. Bir sonraki pandemi gelmeden önce, aşıları dünyanın ortak sağlık paydası olarak kabul etmeli ve araştırma-geliştirme sistemini kamu yararına yönetilen kamu-özel ortaklıklarına doğru yeniden yönlendirmeliyiz. (https://www.gazeteduvar.com.tr/hangi-covid-asisi-haber-1506620)

  • Aşı ile ilgili bilgilendirmeler (Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı)
  1. Çin ‘den gelen inaktif aşı dışında UZUN SÜRE başka bir aşımız olmayacak. Diğer firmaların aşıları gelse bile saklama alt yapımız yok. Öteki aşıları bekleyeyim de onları olurum diye bir seçenek yok.
  2. Diğer aşılar gelse bile HICBIR aşının ne kadar koruyacagi belli değil.
  3. Kısa bir sürede toplumun büyük kısmını aşılamak lazım. Pandemi olunca devletin aşıyı mecbur tutma yetkisi var, ama şu anda MECBUR DEĞIL. Aşıya kararsız olanlar, AŞI KARŞITI DEĞIL , kararsızlık yaşıyorlar.
  4. Aşı olan rahat olmamalı. Çünkü koruyuculuk bilinmiyor. Koruyuculuk %80-90 bile olsa, %10 yine bulaştırır.  Bu aşıdan beklenen BULAŞTIRICILIĞIN ÖNLENMESİ
  5. SARS ve EBOLA salgınlarında AŞI YAPILAMADAN virüs iyi yönde mutasyona uğramıştı. COVID19 virüsünde “iyi” mutasyon gerçekleşmedi.
  6. Aşılama %60 olursa 1-2 ay içinde sonuca ulaşılır.
  7. Hamileler ve çocuklar aşılanmayacak .

Hamilelere ilk 3 ay yabancı Antijen vermek istemiyoruz ama hamile kişi yanlışlıkla aşılanmışsa sorun olmaz. Zaten inaktif aşı.

Yetişkinlerin aşılanması çocukları koruyacak.

  1. Ilac allerjisi ile aşının ilgisi yok. “Allerji” denince insanlar yanlış anlıyor. Bizim bahsettiğimiz allerji , kızarıklık değil. Hekimler, allerjiden bahsedince şoka sokacak olayı kastediyor.
  2. Kalp hastalığı, organ nakli, kronik böbrek hastalığı, tip 2 diabeti, kronik hastalığı, kanıtlanmış immun sistem eksikliği, 65 yaş üstünde olanlar zaten MUTLAKA AŞILANMALI
  3. Çin ‘de devlet memurlarına aşı zorunlu yapıldı ve Çin ‘de 1 milyon üzerinde kişi aşılandı. Sonuçları veremiyorlar çünkü vaka sayısı yok denecek kadar az. Faz 3 çalışması, bu nedenle vaka sayısının fazla olduğu Brezilya, Endonezya ve Türkiye ‘de yapılacak.
  4. Gebeler ve çocuklar hariç , emzirenler, Covid19 hastalığı geçirenler dahil aşılanmalı
  5. İdarecilerin, halkın güvendiği kişilerin aşı olması lazım, hatta basın önünde aşı olması lazım.

 

EKLER

Ekolojik kriz ve pandemi üzerine 15 tez — Michael Löwy (crisiscritique.org/gorunmez.org)

Üretkenliğe, tüketimciliğe, “pazar payı” için şiddetli mücadeleye, sermaye birikimine ve kârları maksimize etmeye büsbütün adanmış bir sistem olan kapitalizm çerçevesinde ekolojik krize bir çözüm yok. Kapitalizmin doğası gereği sapkın mantığı, kaçınılmaz olarak ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemlerin yok olmasına yol açıyor

COVID-19 pandemisinin semptomlarından biri olduğu ekolojik kriz, 21. yüzyılın en önemli sosyal ve siyasi meselesi ve önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha da önemli hale gelecek. Gezegenin ve dolayısıyla insanlığın geleceğine önümüzdeki yıllarda karar verilecek. Üretkenliğe, tüketimciliğe, “pazar payı” için şiddetli mücadeleye, sermaye birikimine ve kârları maksimize etmeye büsbütün adanmış bir sistem olan kapitalizm çerçevesinde ekolojik krize bir çözüm yok. Kapitalizmin doğası gereği sapkın mantığı, kaçınılmaz olarak ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemlerin yok olmasına yol açıyor.

  1. COVID-19 pandemisi, en iyi uzmanlara göre, doğal çevrenin modern tarım tarafından işgal edilmesinin ve vahşi hayvan türlerinin pazarlanmasının bir sonucudur. Ekolojik krizin dünya çapındaki pek çok boyutundan biridir. Gezegende bireylerin ve metaların büyük çapta taşınmasıyla beraber küreselleşme virüsün hızla yayılmasını sağlamıştır.
  2. Ekolojik kriz hâlihazırda 21. yüzyılın en önemli sosyal ve siyasi meselesi ve önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha da önemli hale gelecek. Gezegenin ve dolayısıyla insanlığın geleceğine önümüzdeki yıllarda karar verilecek. Bazı bilim insanlarının 2100 yılı senaryolarına ilişkin hesaplamaları iki nedenden ötürü pek yararlı değil: 1) bilimsel açıdan: Hesaplanması imkânsız olan tüm geri bildirim etkilerini göz önünde bulundurarak bir yüzyılı aşkın projeksiyonlar yapmak çok risklidir; 2) siyasi açıdan: Yüzyılın sonunda hepimiz, çocuklarımız ve torunlarımızla geçip gitmiş olacağız, öyleyse bu kimin umurunda?
  3. IPCC’nin [Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli] açıkladığı gibi, ortalama sıcaklık, sanayi öncesi dönemleri 1,5° aşarsa, geri dönüşü olmayan bir iklim değişikliği sürecini başlatma riski var. 1. Ekolojik krizin tehlikeli sonuçları olan birkaç yönü var, ancak iklim meselesi şüphesiz en dramatik tehdit. Peki sonuçları ne olacak? Yalnızca birkaç örnek: Avustralya’daki gibi büyük yangınların çoğalması; nehirlerin yok olması ve kara alanlarının çölleşmesi, kutup buzlarının eriyip yerinden oynaması ve deniz seviyesinin onlarca metreye ulaşabilecek şekilde yükselmesi. Sonunda Bangladeş, Hindistan ve Tayland’ın geniş bölgeleri ve insan uygarlığının büyük şehirleri -Hong Kong, Kalküta, Venedik, Amsterdam, Şangay, Londra, New York, Rio- iki metre denizin altında kalacak. Sıcaklık ne kadar yükselebilir? Bu gezegendeki insan yaşamı hangi sıcaklıkta tehdit altında olacak? Kimsenin bu sorulara bir cevabı yok.
  4. Bunlar insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir felaketin riskleridir. İklim değişikliğinden dolayı gelecekte gerçeğe dönüşebilecek koşullara benzer iklim koşullarını bulmak için milyonlarca yıl önceki Pliyosen çağa geri dönülmesi gerekir. Çoğu jeolog gezegendeki koşullar insan eylemi tarafından değiştirildiğinde yeni bir jeolojik döneme, Antroposen’e girdiğimizi düşünüyor? Hangi eylem? İklim değişikliği 18. yüzyıl Sanayi Devrimi ile başladı, ancak 1945’ten sonra neoliberal küreselleşmeyle nitel bir sıçrama yaptı. Başka bir deyişle, modern kapitalist sanayi uygarlığı, atmosferdeki CO₂ birikiminden, dolayısıyla küresel ısınmadan sorumludur.
  5. Kapitalist sistemin gerçekleşmesi yakın felaketteki sorumluluğu geniş çapta kabul ediliyor. Papa Francis, Encyclical Laudato Si adlı kitabında, “kapitalizm” kelimesini telaffuz etmeden, hem toplumsal adaletsizliğin hem de Ortak Yuvamız olan Doğanın yıkımının sorumlusu olarak, yalnızca “kâr maksimizasyonu ilkesine” dayanan yapısal olarak sapkın bir ticaret ve mülkiyet ilişkileri sistemi aleyhine konuştu. Tüm dünyada ekolojik gösterilerde evrensel olarak atılan bir slogan var: “İklimi Değil, Sistemi Değiştir!”. Bu sistemin eski tas eski hamam yanlısı başlıca temsilcileri -milyarderler, bankacılar, “uzmanlar”, oligarklar, siyasetçiler- tarafından gösterilen tavır, 15. Louis’ye atfedilen şu ifadeyle özetlenebilir: “Benden sonrası tufan”.
  6. Meselenin sistemik doğası hükümetlerin davranışlarıyla acımasızca resmediliyor. Hepsi (çok nadir durumlar dışında) sermaye birikimine, çok uluslu şirketlere, fosil oligarşisine, genel metalaştırmaya ve serbest ticarete hizmet ediyor. Bazıları -Donald Trump, Jair Bolsonaro, Scott Morrison (Avustralya)- açık bir şekilde ekoloji ve iklim inkârcısı. Diğerleri, “makul” olanlar, müphem bir “yeşil” retoriği ve bütünüyle eylemsizliği içeren yıllık COP (Taraflar Konferansı ya da Periyodik olarak Düzenlenen Sirkler?) toplantılarının atmosferini belirliyor. En başarılısı, emisyon azaltımında rol alan tüm hükümetlerin verdiği resmi sözlerle sonuçlanan Paris’teki COP 21 idi, birkaç Pasifik adası hariç bu söz tutulmadı. Bilim insanlarının hesaplarına göre, verilen sözler tutulsa bile sıcaklık 3,3° daha yükselecek…
  7. “Yeşil kapitalizm”, “karbon piyasaları”, “tazminat mekanizmaları” ve sözde “sürdürülebilir piyasa ekonomisinin” diğer manipülasyonları tamamen işe yaramaz hâle geldi, “yeşillendirme” devam ederken emisyon hızla artıyor ve felaket gittikçe yaklaşıyor. Üretkenliğe, tüketimciliğe, “pazar payı” için şiddetli mücadeleye, sermaye birikimine ve kârları maksimize etmeye büsbütün adanmış bir sistem olan kapitalizm çerçevesinde ekolojik krize bir çözüm yok. Kapitalizmin doğası gereği sapkın mantığı, kaçınılmaz olarak ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemlerin yok olmasına yol açıyor.
  8. COVID-19 pandemisi sırasında, meta üretiminde ve taşınmasında önemli bir düşüş oldu. Bu durum karbon emisyonlarını azalttı, ancak yalnızca çok sınırlı bir ölçekte. Salgın -bir aşının bulunması sayesinde- kontrol altına alınır alınmaz “işlerin her zamanki haline” hemen geri dönülecektir. COVID-19 krizinden sonra “her şeyin değişeceği” ve önceki duruma geri dönüş olmayacağı yanılsaması olmamalıdır.
  9. Felaketten kaçınmayı sağlayabilecek etkili alternatifler yalnızca radikal alternatiflerdir. “Radikal”, kötülüğün köküne saldırmak anlamına gelir. Kökünde kapitalist sistem varsa, sistem karşıtı alternatiflere, yani eko-sosyalizm gibi 21. yüzyılın zorluklarına uygun anti-kapitalist alternatiflere, ekolojik bir sosyalizme ihtiyacımız var. Eko-feminizm, toplumsal ekoloji (Murray Bookchin), André Gorz’un politik ekolojisi veya küçülme gibi diğer radikal alternatiflerin eko-sosyalizmle pek çok ortak yanı var: son yıllarda karşılıklı etki ilişkileri geliştirilmiş durumda.
  10. Sosyalizm nedir? Pek çok Marksist için, üretici güçlerin özgürce gelişmesine izin vermek için üretim ilişkilerinin -üretim araçlarının kolektif olarak temellük edilerek- dönüştürülmesidir. Eko-sosyalizm Marx’a sahip çıkar, ancak bu yaklaşımdan ve Stalinist fikre ait sözümona “gerçekte var olan sosyalizmin” üretken ve anti-ekolojik modelinden açıkça ayrılır. Elbette kolektif mülkiyet zorunludur, ancak aynı zamanda: a) enerji kaynakları değiştirilerek (fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji); b) küresel enerji tüketimi azaltılarak; c) mal üretimi azaltılarak (“küçülme”) ve yararı olmayan faaliyetler (reklam) ile zararı olanlar (böcek ilaçları, savaş silahları vb.) ortadan kaldırılarak; d) planlı eskitmeye bir son verilerek üretici güçlerin kendileri de dönüştürülmelidir. Eko-sosyalizm aynı zamanda bir demokratik tartışma süreci sonrasında tüketim modellerinin, ulaşım biçimlerinin, şehirciliğin ve “yaşam biçimlerinin” dönüşümü de içerir. Kısacası, mülkiyet biçimlerinin değişmesinden çok daha fazlasıdır: dayanışma, demokrasi, eşitlik ve doğaya saygı değerlerine dayanan bir uygarlık değişimidir. Eko-sosyalist uygarlık, daha kısa çalışma süresi adına üretkenlik ve tüketimcilikten kopar, böylece sosyal, siyasi, eğlence ile ilgili, sanatsal, erotik ve diğer faaliyetlere daha fazla boş zaman ayrılmış olur. Marx bu hedefe “özgürlük alanı” terimiyle atıfta bulunur.
  11. Eko-sosyalizme geçişi sağlamak için şu iki kriter tarafından yönlendirilen demokratik bir planlama gereklidir: gerçek ihtiyaçların karşılanması ve gezegenin ekolojik dengesine saygı. Halkın kendisi -reklam saldırısı ve kapitalist piyasanın yarattığı tüketim takıntısı ortadan kalktığında- gerçek ihtiyaçlarının ne olduğuna demokratik bir şekilde karar verecektir. Eko-sosyalizm, halk sınıflarının demokratik rasyonalitesi üzerine yapılan bir bahistir.
  12. Bu durum gerçek bir sosyal devrimi gerektirir. Eko-sosyalist projeyi gerçekleştirmek için kısmi reformlar yeterli olmayacak. Böyle bir devrim nasıl tanımlanabilir? Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine Tezleri’nin (1940) kenarına iliştirdiği bir notuna atıfta bulunabiliriz: “Marx devrimlerin dünya tarihinin lokomotifleri olduğunu söylemiş Ancak belki de olaylar kendilerini bambaşka biçimde sunar. Belki de devrimler bu trende seyahat eden insanlığın imdat frenini çekme eylemidir.”* 21. yüzyıl terimleriyle bunun tercümesi şudur: Hepimiz ismi Modern Kapitalist Sanayi Uygarlığı olan, intihara doğru giden bir trenin yolcusuyuz. Bu tren katastrofik bir uçuruma, iklim değişikliğine doğru gidiyor. Devrimci eylem, çok geç olmadan onu durdurmayı amaçlıyor.
  13. Eko-sosyalizm, hem gelecek için bir proje hem de şu anki mücadele için bir stratejidir. “Koşulların olgunlaşmasını” beklemek söz konusu değildir. Sosyal ve ekolojik mücadeleler arasında yakınlaşmayı kışkırtmak ve sermayenin hizmetindeki güçlerin en yıkıcı girişimleriyle mücadele etmek gerekiyor. Naomi Klein’ın Blockadia dediği şey bu. Bu tür seferberlikler içinde, mücadeleler sırasında anti-kapitalist bir bilinç ve eko-sosyalizme bir ilgi ortaya çıkabilir. Yeşil Yeni Düzen gibi öneriler, fosil enerjilerinden etkin bir şekilde feragat etmeyi gerektiren radikal biçimleriyle bu mücadelenin bir parçasıdır – ancak “yeşil kapitalizmi” geri dönüştürmekle sınırlı olanlar değildir.
  14. Bu mücadelenin öznesi kim? Bir önceki yüzyılın işçici/sanayici dogmatizmi artık geçerli değil. Şu anda çatışmanın ön saflarında yer alan güçler gençler, kadınlar, yerliler ve köylüler. Greta Thunberg’in çağrısıyla başlatılan ve gelecek için en büyük umut kaynaklarından biri olan  müthiş gençlik ayaklanmasında kadınlar oldukça fazla yer alıyor. Eko-feministlerin bize açıkladığı üzere, kadınların hareketliliğe bu büyük katılımı sistemin çevreye verdiği zararın ilk kurbanları olmalarından kaynaklanıyor. Sendikalar da tek tük dahil olmaya başlıyor. Bu önemli, çünkü son tahlilde nüfusun çoğunluğunu oluşturan kentsel ve kırsal işçilerin aktif katılımı olmadan sistemin üstesinden gelemeyiz. Her hareketin ilk koşulu, ekolojik hedefleri (kömür madenlerini veya petrol kuyularını veya kömürle çalışan elektrik santrallerini kapatmak vb.) ilgili işçiler için güvenceli istihdam ile ilişkilendirmektir.
  15. Çok geç olmadan bu savaşı kazanma şansımız var mı? Felaketin kaçınılmaz olduğunu ve herhangi bir direnişin nafile olduğunu haykıran sözde “çöküş bilimcilerinin” aksine, geleceğin açık olduğunu düşünüyoruz. Bu geleceğin eko-sosyalist olacağına dair hiçbir garanti yok: Tüm güçlerimizi bir “belirsizlik emeği” olarak adadığımız, Paskalcı anlamda bir bahsin amacıdır bu. Ancak Bertolt Brecht’in büyük ve sade bir bilgelikle söylediği gibi: “Savaşan kaybedebilir, savaşmayansa çoktan kaybetmiştir.”

*Michael Löwy, Walter Benjamin: Yangın Alarmı, “Tarih Kavramı Üzerine” Tezlerin Bir Okuması, İstanbul: Versus, 2007, s. 83.

https://sendika.org/2020/12/ekolojik-kriz-ve-pandemi-uzerine-15-tez-michael-lowy-crisiscritique-org-gorunmez-org-603003/



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...