Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK (9-15 KASIM 2020 PAZAR)

KORONA 7 GÜNLÜK (9-15 KASIM 2020 PAZAR)

Yeni koronavirüs hastalığına yönelik aşı çalışmaları bilimsel ve teknik gelişimlerin toplumsal sonuçlarının toplumdaki verili iktidar ilişkilerinin bir izdüşümü olduğu gerçeğini tekrar gözler önüne seriyor.

En fazla aşama kat ettiği ve virüse yakalanan “gönüllülerin” %90 oranında semptom göstermeden hastalığı atlatmasını sağladığı iddia edilen Pfizer firmasının finanse ettiği aşı çalışması sonucunda 2021 sonuna kadar üretilecek aşıların az sayıda merkezi kapitalist ülkelerce rezerve edildiği belirtiliyor. Dünya nüfusunun %14’ünü oluşturan ülkeler, üretilecek aşıların %90’ını önden sipariş etmiş durumda.

Aşının pozitif etkilerine ilişkin özellikle “iddia ediliyor” kavramını kullandık. Zira çalışmaya dair paylaşılan veriler hayli sınırlı. Örneğin, aşı hangi risk gruplarında denendi, yaşlılar, gebeler, bağışıklık sistemi baskılanmış kimseler bu aşıdan bir fayda görebilirler mi sorusu açıkta bırakılmış durumda. Ekim ayı sonunda BMJ’de yayımlanmış bir makale hali hazırda Faz 3 aşamasına geçmiş olan aşı çalışmalarından hiçbirinin (Pfizer aşısı da dahil) aday aşıyı enfeksiyonun kişiden kişiye bulaşını azaltma veya yüksek riskli gruplarda ciddi COVID-19 enfeksiyonu (hastaneye yatış, yoğun bakıma yatış, ölüm) riskini azaltma yönünden test etmediği, çalışmaların hepsinin düşük risk gruplarından “gönüllü” kişiler ile yürütüldüğü ve bunlardaki hafif semptomatik hastalığın önlenmesine yönelik olarak aşıların test edildiğini belirtmişti.

Sermaye ve ulus-devletlerin pandemiye dair gelecek planlarından birinin -belki de en güçlüsünün- toplumu düşük ve yüksek riskliler olarak tasnif edip aşıyı, emek-gücünün büyük kısmını oluşturan düşük riskli grubu önlemlerden azade olarak çalıştırma amacıyla kullanmak olduğunu önceki günlüklerimizde işlemiştik. Bilimsel araştırma alanında yaşanan gelişmeler gün gittikçe bu istikamete bir yöneliş olduğunu doğrular nitelikte.

Yeni koronavirüs aşı çalışmalarında aynı zamanda ciddi bir kamu/özel işbirliği süreci yürütülüyor. Veriler en azından Amerika Birleşik Devletleri’nde özel şirketlerce yürütülen 3 adet çalışmanın (biri yukarıda bahsettiğimiz Pfizer aşısı olmak üzere) ne kadar olduğu belirtilmeyen miktarda kamu kaynaklarıyla fonlandığını gösteriyor. Buna rağmen çalışmaların yöntem ve hedefine dair toplumun katılım imkanı bulunmuyor. Bu durumun aşı ücretlerine yansımasının ne olacağı da bilinmiyor.

 

Salgının başında hayati önemde olmayan sektörlerin kapatılması önerilmiş ama bunun sürdürülemez olduğu anlaşılmıştı, bu aynı zamanda mevcut ekonomik sistemin insan ihtiyaçlarına yönelik olmadığının ve zorunlu olmayan sektörlerde yaratılmış kışkırtılmış üretim ve tüketimin aslında mevcut iktisadi düzenin temelini oluşturduğunun bir göstergesiydi. Bugün salgından çıkışa dair en kritik meselelerden olan aşı üretimi konusunda da aynı çarpıklığı gözlemlemekteyiz.

Toplumun örgütlenmiş gücünün sermaye ve ulus-devletlerin alanına müdahalesini sağlayamadıkça, üretim süreçlerini en azından daha insani ihtiyaçlar ekseninde planlayamadıkça, çözüm gücü olduğunu dayatan fakat sorunların birer parçası olan organizasyonlardan kurtulamadıkça, yani “yeni yaşamı” inşa edemedikçe bu dünya bize dar olmaya devam edecek. İktidar ilişkileri değişmediği sürece bilim ve teknik gelişmeler bu ilişkilerin daha da yerleşmesine hizmet edecek.

SİYASAL SAĞLIK-EKOLOJİK SAĞLIK

  • Sermayenin yağma alanı: Enerji. Türkiye’de enerji üretim kapasitesinde arz fazlasının ortaya çıkmasına karşın iktidar enerji şirketlerini desteklemeye devam ediyor. Bu süreçten şirketler kazanırken doğa ve halk kaybediyor.

Türkiye’de 1980 darbesiyle birlikte uygulamaya sokulan neoliberal politikalarla birlikte emeğe ve doğaya dönük büyük saldırılar yaşandı. Bu saldırılarda kamuya ait tüm fabrika ve işletmeler ‘arpalık’ oldukları ve kötü yönetildikleri savları ile sermaye eline teslim edildi. Piyasa ekonomisi adı verilen uygulamalarla tekellerin dizginsiz egemenliğinin önündeki tüm engeller kaldırıldı. Türkiye’de ‘Ülkenin enerji ihtiyacı var, karanlıkta mı kalalım’ söylemi ve ‘kamu yararı var’ iddiaları ile enerji üretiminde sermaye için büyük bir yağma alanı yaratıldı.

https://yeniyasamgazetesi.info/sermayenin-yagma-alani-enerji/

 

  • 30 EKİM 2020 İZMİR-SEFERİHİSAR DEPREMİ ÇOCUK HAKLARI TEMELLİ GÖZLEM RAPORU-1

Rapor BUSOS, Çocuk Hakları Merkezi, Derin Yoksulluk Ağı ve Rengarenk Umutlar Derneği tarafından alanda yapılan gözlemlerden ve görüşmelerden elde edilmiş bilgilerden derlenmiş.

Raporun amacı; depremden sonra kamu idaresinin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin ve gönüllü kişilerin gerçekleştirdiği çalışmalara ve duruma ilişkin çocuk hakları temelinde hızlı bir değerlendirme yapabilmek, böylece çocukların yaşamında olumlu değişimlere yol açacak politika ve uygulamalara katkı vermektir.

https://chm.fisa.org.tr/30-ekim-2020-izmir-seferihisar-depremi-cocuk-haklari-temelli-gozlem-raporu-1/

 

  • Devletin cinayet üçgeni: Cezaevleri

Kronik rahatsızlığı olanlar için zaten kötü olan cezaevleri, koronavirüsü ile iki kat daha tehlike arz ediyor. Kapasitenin çok fazla aşıldığı cezaevlerinde havalandırma, su ve yemekler hep sıkıntılı oldu. Kişisel bakımın ve hijyenin sorunlu olduğu alanlarda hareketsiz kalan tutsaklar için hastalığa davetiye çıkarılıyor. Hasta tutsaklar için ikinci zorlu süreç tıbbi bakıma erişim. Hastaneye götürmeme, geçiştirme, kelepçeli muayene dayatması gibi.

Uluslararası sözleşmelerde hasta tutsakların durumuna dikkat çekiliyor fakat Türkiye’de bu sözleşmeler karşılık bulmuyor. Temel İlkeler- Mandela Kuralları (Kural 24-27), Tıbbi Etik İlkeler (md. 1), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında (2006) 2 No’lu Tavsiye Kararı (md. 40.3) gereği cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler, yasal statülerine bakılmaksızın aynı kalite ve standartta, ülke genelinde mevcut, kapatılmamış olan kişilere sağlanan tıbbi bakıma eşit erişim hakkına sahip.

 

 

  • Son 60 yılda 70’e yakın doğal göl kurudu: Marmara Denizi’nin yüz ölçümünden daha büyük

“Ülkemizde son 60 yılda, Marmara Denizi’nin yüz ölçümünden daha büyük, neredeyse üç Van Gölü büyüklüğünde 70’e yakın doğal göl kurudu. Göllerimizin son yıllarda giderek kurumasının ve kuruma sürecine girmesinin başlıca nedeni, göllerin yıllık su bütçelerinin korunarak kullanılmaması, pancar, kavak, mısır vb. çok su tüketen ürünlerin neredeyse her yerde vahşi sulamalarla üretimidir. Yanlış su kullanım oranı neredeyse yüzde 80″

https://tr.sputniknews.com/cevre/202011151043225533-son-60-yilda-70e-yakin-dogal-gol-kurudu-marmara-denizinin-yuz-olcumunden-daha-buyuk/

 

MEVCUT DURUM-SALGININ KONTROLÜ- SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI

  • Pandemi dahi sağlıkta şiddeti engellemiyor! Sağlık örgütlerinin tüm uyarılarına rağmen sağlık çalışanlarını hedef alan saldırılara bir yenisi eklendi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesi Çocuk Yoğun Bakım Servisi’nde görevli sağlık çalışanları hasta yakınlarının saldırısına maruz kaldı. Çalışanlar, girdikleri odada tıbbi cihazlarla kapının ardına barikat kurarak kendilerini saldırganlardan korumaya çalıştı.
  • Pandemide toplam vaka sayısı 54.3 milyonu geçerken toplam can kaybı bir milyon 317 bin 402’ye yükseldi.
  • Küresel vaka dağılımında Avrupa ve Kuzey Amerika kıtası son dönem gerçekleşen yüksek vaka bildirimleri ile Asya kıtasına yaklaştı. Kıtalara göre vaka sayısı şöyle: Asya 15 milyon, Avrupa 13.7 milyon, Kuzey Amerika 13.2 milyon, Güney Amerika10.3 milyon ve Afrika bir milyon 975 bin. Covid-19 vakalarını nüfusa oranladığımızda, yani insidans hızını (görülme sıklığı) hesapladığımızda dünya genelinde insidansın milyon kişi başına yaklaşık 7 bin olduğunu görüyoruz.. Ülkelerin sıralaması şu şekilde (milyon kişiye düşen vaka sayısı): Belçika (45 bin), Çekya (43 bin), İsrail (35 bin), ABD (34 bin), İspanya (32 bin), Fransa (30 bin), İsviçre (30 bin), Arjantin (29 bin), Peru (28 bin) ve Şili (28 bin) (küçük nüfuslu ülkeleri dışarıda tutulmuştur). Türkiye’nin Covid-19 insidansı milyon kişi başına 4 bin 854 olup dünya ortalamasının altında seyrediyor.
  • Küresel can kaybında kıtalara göre dağılım farklılaşıyor, en fazla ölüm Güney Amerika kıtasında 309.4 bin. Güney Amerika kıtasını Asya (264.8 bin), Avrupa (242.8 bin),Kuzey Amerika (171.6 bin) ve Afrika (47.1 bin) kıtaları izliyor. Covid-19 mortalitesini, yani ölüm hızını hesapladığımızda dünya genelinde mortalitenin milyon kişi başına 169 olduğunu görüyoruz. Ülkeler ise şu şekilde sıralanıyor (milyon kişiye düşen vaka sayısı): Belçika (1,215), Peru (1,061), İspanya (872), Arjantin (779 bin), Brezilya (777), Şili (771), İngiltere (761), ABD (757), Meksika (754) , Bolivya (753), İtalya (739) ve Fransa (677) (küçük nüfuslu ülkeleri dışarıda tutulmuştur). Türkiye’nin Covid-19 mortalitesi milyon kişi başına 135 olup dünya ortalamasının altında seyrediyor.
  • Alışılagelen hafta sonu bildirim yapmama, tespit ve yetersiz bildirimlere rağmen dünya genelinde son 24 saatte yeni vaka sayısı bildirimi hala çok yüksek: 575 bin 576 kişi. Aktif vaka sayısı da 15 milyon kişinin üzerine çıktı.
  • ABD yeni vaka bildiriminde zirvedeki yerini koruyor. Yüksek yeni vaka bildirimi yapan ülkeler şunlar: ABD (157.1 bin), Hindistan (41.7 bin), İtalya (37.3 bin), Fransa (32.1 bin), Brezilya (29.5 bin), İngiltere (26.9 bin), Polanya (25.6 bin), Rusya (22.7 bin), Almanya (16,1 bin), Ukrayna (12.5 bin) ve İran (11.2 bin).
  • Günlük can kaybı da ciddiyetini koruyor. Son 24 saatte 8 bin 881 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Yüksek sayıda günlük ölüm bildirimi yapan ülkeler şunlar: ABD (1,260), Brezilya (727), Meksika (568), Polanya (548), İtalya (544), İngiltere (462), İran (452), Hindistan (449), Rusya (391) ve Fransa (354).
  • Resmi istatistiklere dahi hakikati saklayamıyor, Türkiye’de Covid-19 salgını kontrol altında değil. Son 24 saatte yeni hasta sayısı 3 binin üzerine çıkarak 3,116’7a yükseldi. Covid-19’a nedeniyle 91 kişi hayatını kaybetti. Aktif hasta sayısı 48 bin 535 ve ağır hasta sayısı 3,423 kişiye yükseldi. Toplam hasta sayısı 411 bin 55 ve toplam can kaybı 11 bin 411 kişiye yükseldi. Kısıtlanmalar getirilmesine rağmen test sayısı 150 binin üzerine çıktı.
  • Sağlık Bakanlığı’nın tüm Türkiye için bugün 92 olarak açıkladığı ölü sayısını yalanlayan İmamoğlu, “Mezarlıklar Daire Başkanlığı’mızın ‘Bulaşıcı Hastalık Ölüm Sayısı’ bugün 164 olmuştur. Bu sayı tüm pandemi döneminde bildirilen en yüksek sayıdır. Sayın @drfahrettinkoca tedbir almada gecikiyorsunuz” dedi.
  • Ölümler Bakanlık verilerinin üç katı! 19 ilin ölüm sayılarını önceki 5 yıl ortalamasıyla kıyaslayan Yazılımcı Güçlü Yaman, yaptığı araştırmanın detaylarını aktardı: “19 ilde yaptığım araştırmaya göre 11 Mart-29 Eylül arasında önceki yılların ortalamasına göre 21 bin 10 fazla ölüm yaşandı. Bu aynı dönem için açıklanan Türkiye geneli resmi Kovid-19 ölümlerinden 12 bin 880 fazla. Ayrıca salgının başlangıcıyla ilgili de resmi açıklamalardan daha farklı bir tablo ortaya çıktı. Çalışmaya dahil edebildiğim iller Türkiye nüfusunun yüzde 56’sını oluşturuyor. Geriye kalan illerdeki vaka yoğunluğunun bu illerdeki ortalamayla aynı olduğu kabul edildiğinde Türkiye’deki toplam fazla ölüm sayısı 37 bin 500 ediyor” dedi. Sağlık Bakanlığı toplam ölüm sayısını 29 Eylül’de 8 bin 130 olarak açıklamıştı. E-devlet ve belediyelerin vefat ilanları üzerinden yapılan araştırmaya göre geçtiğimiz hafta Denizli, Bursa ve Maraş’ta yaşanan ölümler önceki yılların ortalamasına göre sırasıyla yüzde 157, yüzde 102 ve yüzde 95 arttı.
  • Türk Tabipleri Birliği (TTB) Covid-19 İzleme Kurulu Üyesi Osman Elbek, İstanbul’da kamu hastanelerinin yoğun bakım servisleri başta olmak üzere tüm yataklarının dolduğunu söylüyor: “Bazı 112 Acil servisler, hastanelerdeki yoğun bakım doluluğu nedeniyle hastaları doğrudan acile getirmek zorunda kalıyor. 112 aracının yoğun bakıma ihtiyacı olan bir Covid-19 hastasını ilk bulduğu hastanenin acil servisine bırakıp gittiğine tanık oldum. 112’yi arayan hastanın durumu kritik olmadığı sürece hizmet verilemiyor çünkü İstanbul’da açılan her yeni yatak birkaç saat içerisinde doluyor. İki gün önce bir hastanın pandemi hastanesine sevki için 112’yi aradık, bizim hastamızın önünde sevk bekleyen 88 kişi olduğu belirtildi. Kamu hastanelerinde Covid-19 hastalarının bir bölümü acilde sedyeyle duruyorlar.”
  • Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu, İstanbul’da hem devlet hastanelerinde hem de özel hastanelerde ciddi bir yoğunluk yaşandığını belirterek, “Hekimler, hasta seçmek zorunda kalabilir. Zamanında gerekli önlemler alınmadı. Yorulduk, bitap haldeyiz. Zor bir kış bizi bekliyor. Hekim takviyesine ihtiyaç var” dedi.
  • İmamoğlu, Dünya Sağlık Örgütü’nün kapanma ve açılma şartlarının belli olduğunu ve bunun da İstanbul’da uygulamanın şart hale geldiğini belirterek şunları söyledi: “İki adet açılma kriteri var Dünya Sağlık Örgütü’nün… Birincisi şu; en az 14 gün boyunca test sayısı artacak, ama vaka sayısı da azalacak ki açılma olsun. İkincisi, en az 14 gün boyunca ölüm sayıları azalacak ve sağlık personeli hastalanması da azalacak ki açılma olsun. Özellikle İstanbul’umuzun şu anki verilerine baktığımızda, bu iki kriteri de önümüze koyduğumuzda, kesinlikle bir kapanmanın şartlılığı ortadadır; çok net. Bunu buradan, bütün yetkililerle, bütün İstanbul halkımızla paylaşmak zorundayım. Bilim Danışma Kurulu’muzun özellikle salgının hızını düşürmek, ve özellikle bulaştırılıcı bu sürecin çok hızlı ilerlediği, bu dönemin radikal bir şekilde kontrol etmek adına, iki-üç haftalık bir kapanmanın ve özellikle bu sürecin ardından da takibin, güçlü bir takip sisteminin, yani filyasyon ve bu vesile ile de kontrollü bir açılma döneminin başlatılmasının şart olduğunu bize önermektedir.’’
  • Avusturya da ikinci bir ulusal sokağa çıkma kısıtlaması ilan etti. Kısıtlamalar 17 Kasım’da başlayacak ve 6 Aralık’a kadar sürecek. Sokağa çıkma kısıtlaması için Başbakan Sebastian Kurz, halkını Covid-19 vakalarındaki hızlı yükselişi engellemek adına evlerinin dışından kimseyle görüşmemeye çağırdı. Salı günü başlayacak yeni sokağa çıkma kısıtlamalarıyla beraber okullar da kapanacak, uzaktan eğitime geçilecek. Kuaförler dahil olmak üzere gerekli olmayan tüm mağaza ve hizmetler kapatılacak. Hükümet, insanlardan mümkün olduğu müddetçe evden çalışmalarını istiyor. Avusturya’da dün rekor seviyede 9 bin 586 yeni Covid-19 vakası bildirildi. Bu sayı Avusturya’da ilk dalganın zirvesinden dokuz kat daha yüksek. Ülkede bugüne kadar 191 binden fazla vaka ve Covid-19 ile ilişkili bin 661 ölüm kaydedildi.
  • İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, vaka ve can kayıplarının salgının başından bu yana en yüksek seviyelere çıkması nedeniyle gelecek hafta itibarıyla ülke genelinde yeni kısıtlamaların uygulanacağını söyledi.Ruhani, bazı işletmelere yönelik kısıtlamaların yanı sıra kültür ve eğitim faaliyetlerinin de askıya alınmasını içeren yeni kısıtlama kararlarıyla kalabalığı ve trafiği azaltmayı hedeflediklerini belirtti.
  • Yunanistan’da vaka sayılarındaki artış nedeniyle kreş ve ilkokulların 14 gün süreyle kapatıldığı bildirildi.
  • A Milli Kadın Hentbol Takımı’nın 4-6 Aralık’ta Portekiz ve Finlandiya’ya karşı oynayacağı 2021 Dünya Hentbol Şampiyonası Avrupa Grup Elemeleri müsabakaları salgın nedeniyle ertelendi.
  • İtalya’da bir huzur evi, Covid-19 salgını nedeniyle aylardır yakınlarına dokunamayan sakinleri için bir “sarılma odası” kurdu. Ülkenin kuzeyindeki Treviso kentine bağlı Castelfranco Veneto kasabasında yer alan Domenico Sartor Huzurevi, sonbahar ve salgının ikinci dalgasının da etkisiyle sakinleri arasında moral seviyesinin “tehlikeli biçimde düşmesi” üzerine bu çözümü buldu. “Sınırsız duygular” başlıklı bir proje kapsamında kurulan sarılma odasına, yakınların görüşmesine, birbirine sarılmasına ve el tutuşmasına imkan veren cam ve plastik bölmeler yerleştirildi. Huzurevi sakinlerinin yakınlarıyla bu ortamda sohbet edebilmesi için kulaklıklar da temin edildi.
  • Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi, Covid-19’a yakalanan kanser hastası tutuklu Necmettin Ayan’nın durumunun riskli olduğunu aktararak, infazının ertelenmesi çağrısı yaptı.
  • Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, çalışmaları devam eden koronavirüs aşılarının eksi 70 derecede muhafaza edilmesi gerektiğini belirterek “Şu anda Türkiye’de -70 derece saklanma ihtiyacı duyulan bu aşıyı depolayacak bir depo yok. Sadece biz de değil ABD’de de böyle. Şu anda tartışma konusu olan bu. Önce bu alt yapının yapılması lazım. Sonra bunları -70 derecede taşıyacak sistemleri kurmanız lazım. Sonra illerde bunları depolayacak depolar kurmanız lazım. Arkasından şu anda eczanelerde, aile hekimlerinde normal buz dolapları var. O aşı bu dolaplarda saklanamıyor. Ayrıca orada da son derece pahalı olan -70 derecelik soğutma cihazları koyacaksınız. Ben Hacettepe için söyleyeyim benim bu aşıları koyacak yerim yok” dedi.
  • Psikonöroimmünolog Aric Prather, “İnsanların ihtiyaç duydukları uykuyu alabilme olanağı, gerçekten bir sosyal adalet sorunu” ifadelerini kullanıyor. Onlarca yıllık bilimsel araştırmalar, uykunun bağışıklık sistemini grip, soğuk algınlığı ve solunum yolu enfeksiyonlarına karşı güçlendirmenin en iyi yollarından biri olduğunu gösteriyor. Uykunun ayrıca, piyasaya çıktığında Kovid-19 aşılarının etkinliğini de artırabileceği düşünülüyor. Konuyla ilgili 2002’de yapılan bir çalışmada, bir grup insan grip aşısı olmadan önceki 4 gece ve sonraki iki gece yaklaşık sekiz saat uyudu. Bundan 10 gün sonra araştırmacılar, katılımcıların gribe karşı gelişen antikor seviyelerinin, aynı süre içinde yalnızca dörder saat uyuyan bir diğer gruptaki insanlardan iki kat daha yüksek olduğunu bildirdi. Uyku ve bağışıklık arasındaki ilişkiyi anlamak, özellikle pandemi sırasında haftada 80 saat çalışan ön saflardaki sağlık çalışanları için etkili olabilir. Örneğin bu kişilerin, bir doz aşının etkinliğini artırmak için önceki gecelerde dinlenmeleri gerekebilir.
  • İzmir Valiliği’nden belediyelere, muhtarlara ve kamu görevlilerine “Basına açıklama yapmayın” bildirgesi geldi. Yunanistan’ın Samos Adası’nda meydana gelen, İzmir’de yıkıma ve can kaybına neden olan depremin ardından yerel yönetimlerin, depremle ilgili basına açıklama yapmaması istenildi. İzmir Valiliği’nden gelen “Açıklama yasağı” kaymakamlıklara, kaymakamlıklardan da yerel yönetim unsurlarını oluşturan belediye ve muhtarlıklara iletildi. Depremle ilgili sürecin yönetiminde aktif olarak yer alan, ilçelerinde gerçekleşen yıkım ve çalışmalara dair kamuoyuyla bilgi paylaşımını sürdürmek isteyen belediye başkanları, İzmir Valiliği’nin “Basın yayın kuruluşlarına açıklama yapılmaması” bildirgesine tepkili. Valilik ise, açıklamaların tek bir elden yapılması gerektiğini, aksi takdirde bilgi kirliliği, spekülasyon ve panik yaratıldığını savunuyor.

 

TOPLUMSAL MÜCADELE- SAĞLIK MUHALEFETİ

  • TTB: COVID-19 Sağlık Çalışanları İçin Meslek Hastalığı Olarak Kabul Edilmelidir!

Resmî olarak ilk COVID-19 vakasının açıklandığı 11 Mart 2020 tarihinden bugüne, COVID-19 pandemisi ülkemizin öncelikli gündemi haline gelmiştir. Hekimler/sağlık çalışanları olarak yurttaşlarımızın COVID-19 salgınını en az etki ve en az can kaybı ile geçirmesi için canla başla çalışmaktayız. COVID-19 hastalığında mesleki maruziyet açısından, sağlık çalışanları en riskli gruptur. Toplumun diğer kesimlerine göre sağlık çalışanları pandemiden kat be kat daha fazla etkileniyor. Pandemi sürecinde daha da yoğun emek gerektiren sağlık hizmeti sunarken, şu ana kadar 60’ı hekim olmak üzere en az 141 sağlık çalışanı COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirdi.

COVID-19’un meslek hastalığı kabul edilmesi, tükenmişlik yaşayan sağlık çalışanları için vazgeçilmez bir taleptir. Bu nedenle; Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve aşağıda imzası bulunan tabip odaları olarak, başta kaybettiğimiz meslektaşlarımız olmak üzere COVID-19’UN TÜM SAĞLIK ÇALIŞANLARI İÇİN MESLEK HASTALIĞI OLARAK KABUL EDİLMESİNİ talep ediyoruz.

  • TTB COVID-19 İzleme Kurulu 8. Ay Değerlendirme Raporu: Kısıtlamalar Sosyal Devlet İlkesiyle Yapılmalı

COVID-19 sağlık emekçileri için meslek hastalığı, diğer işkollarında çalışan işçiler için ise iş kazası olarak tanımlanmalıdır.

İşyerlerinde başta üretim alanları olmak üzere ulaşım, beslenme, barınma gibi tüm alanlarda işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmalıdır.

Kronik hastalığı olan ve belli bir yaşın üzerindeki tüm işçiler bu süreçte idari-ücretli izne çıkarılmalıdır.

İşten atmalar yasaklanmalı ve 1168 TL değil tam ücret ödenmelidir.

Çalışma saatleri, ücretlerde kesintiye gitmeden azaltılmalıdır.

İşçilere ücretsiz-yaygın testler yapılmalı, vakaların arttığı işyerlerinde üretime ara verilmelidir.

Evden çalışan işçilerin çalışma saatleri düzenlenmeli ve iş için yaptıkları harcamalar karşılanmalıdır.

https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=194309e4-241d-11eb-a1e1-3f428dfd4b81

 

  • SES: İşsizliği, Yoksulluğu Giderecek, Toplumu ve Sağlığı Önceleyen Bütçe İstiyoruz

2021 bütçesini “kurumsallaşmakta olan faşizmin bütçesi” şeklinde tanımlayan Atabey, bu yılki bütçenin bir ödenek karartma bütçesi tekniğiyle hazırlandığını kaydetti. 25 milyondan fazla risk grubundaki yurttaş için sadece 1,3 milyon aşının tedarik edilerek yurttaşların yaşam hakkının önemsenmediğine değinen Atabey, “2021 Sağlık Bütçesi bu gerçekleri görmezden gelen ve sadece salgın ile mücadele değil, genel olarak toplum sağlığının korunması konusunda son derece yetersiz bir bütçedir. Bakanlığa toplamda 2020 yılında 58,9 milyar lira ödenek ayrılmışken, 2021 yılında bu ödenek 77,6 milyar liraya çıkartılmıştır. Bu, görünürde, yaklaşık yüzde 32’lik bir artıştır. Ancak enflasyondan arındırıldığında bu oran yüzde 28’in altında kalmaktadır”

 

  • İSİG Meclisi Ekim ayı iş cinayetleri raporunu açıkladı:

Ekim ayında tespit edebildiğimiz kadarıyla en az 207 işçi, 2020 yılının ilk on ayında ise en az 1736 işçi çalışırken hayatını kaybetti.

8’i çocuk, 14’ü kadın, 9’u Suriyeli, 1’i Afganistanlı, 1’i Özbekistanlı ve 1’i Türkmenistanlı olmak üzere 12’si göçmen ve 10’u sendikalı işçiydi.

En çok ölüm sebeplerine bakarsak: 51 işçi Covid-19, 36 işçi ezilme/göçük, 35 işçi trafik/servis kazası, 18 işçi yüksekten düşme, 13 işçi kalp krizi, 12 işçi elektrik çarpması, 12 işçi şiddet ve 7 işçi boğulma nedeniyle hayatını kaybetti.

http://isigmeclisi.org/20574-ekim-ayinda-en-az-207-isci-2020-yilinin-ilk-on-ayinda-ise-1736-isci-ha

 

  • Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Ankara Şube Eş Başkanı Nazan Karacabey ile SES Şişli Şubesi Eş Başkanı Abuzer Aslan, sekiz aylık süreci anlattı:

“Çadırda kalıp mesaisine devam eden sağlıkçılar var”

“Rehin alındık” “Sağlık Bakanı için ücretli köleyiz”

“Sağlık emekçilerine test yapılmıyor. Biz saraylarda yaşamadığımız ve hastanelerde çalıştığımız için her gün test yapılmıyor. ‘Belirti olmadığı sürece test yaptırmayacaksınız’ denildi bize. Pozitif çıksa dahi ‘Çift maske takıp çalışmaya devam edin’ talimatı veren yöneticiler var”

https://m.bianet.org/bianet/saglik/234122-cadirda-kalip-mesaisine-devam-eden-saglikcilar-var

 

  • Halkların Köprüsü Derneği: Mülteci depremzedelere ayrımcılık uygulanıyor!

Halkların Köprüsü Derneği gönüllüleri, İzmir’de yıkıcı etkiler yaratan depremin ardından mültecilerin karşılaştığı ayrımcılığı tespit eden bir rapor yayınladı. Raporda sadece dayanışma talebinde bulunan mültecilerin yaşadıklarına ve haklarına ilişkin saha deneyimlerini paylaşıldı. Deprem bölgesinde mültecilerin haklarının tanınması için ayrıca çaba göstermek durumunda kalındığı belirtilen raporda, “Acil ihtiyaçların giderilmesinden gündelik ihtiyaçların giderilmesine doğru evirilen süreçte, ortaklaşmak, çözümler önermek için çalışmalar yaptık ve bu çalışmaları, bölgedeki koordinasyonlara aktardık” denildi.

https://justpaste.it/4ewny

 

  • Torba Yasa protestosu: ‘Kullan-at işçisi olmayacağız!’

Kent Emekçiler Dayanışması, işçilerinin kazanılmış haklarını gasp eden torba yasasının tümden geri çekilmesi için Kadıköy Süreyya Operası önünde protesto düzenledi. Polis ablukası altında gerçekleşen eylemde, “Geleceğimiz torbaya sığmaz, kullan-at işçilerinden olmayacağız” yazılı pankart ve dövizler taşındı.

  • İzmir Tabip Odası: İşyeri hekimleri salgından korunamıyor

Hastalanma riski dışında salgının işyerlerinde yönetimi ve işçilerin periyodik muayene ve tetkiklerinde sıkıntıların  araştırılmasına   temel oluşturmak amacıyla   , İzmir Tabip Odası İşyeri hekimliği Komisyonu 28 Ekim günü bir durum tespit anketi yapmıştır. Ankete İzmir ve diğer illerden toplam 224 işyeri hekimi katılmıştır. Bu ankette işyerlerindeki revirlerin bir işyeri hekiminin çalışmasına uygun olup olmadığı, işyerinde salgın yönetimindeki zorlanma ve işçilerin periyodik muayenelerindeki aksamalar sorulmuştur. Ankete İzmir ve İzmir dışı işyeri hekimi katılımları olmuş olup, anketin sonuçlarını ve çözüm önerileri aşağıda paylaşılmıştır.

İşyeri hekimlerinin salgın döneminde yaşamakta olduğu uygun koruyucu temin edememe, artmış iş yükü ,artmış viral yüke rağmen tam zamanlı çalışma, aşılanamama, salgında maaş alamama ve diğer bir çok  problemler  ile ilgili daha ayrıntılı bir çalışma da planlanmıştır. Anketin sonuçları çarpıcı olup, acil çözümler beklemektedir.

  • İşyeri hekimlerinin 3’te 2’si salgında hastalıktan korunmada güvensiz fiziki çalışma şartlarında hizmet vermektedirler.
  • İşçilerin periyodik muayeneleri uygun şartlar belirlenmediği için ertelenmektedir. İşyeri hekimleri asıl işlerini yapamamaktadırlar.
  • Her dört işyeri hekiminden üçü yeterli olmayan kılavuzlar sebebiyle işyerinde salgın yönetimi işini yapmakta zorlanmaktadır.

Fabrikalarda ve tüm işyerlerinde işyeri hekimlerinin hastalık riski açısından uygun revirlerde çalışma ortamları acilen sağlanmalı ve denetlenmelidir. İşyerinde salgın yönetiminde kılavuzlar anlaşılır ve kullanışlı hale getirilmeli, işyerleri için uygun algoritmalar oluşturulmalıdır. İşçilerin periyodik  tetkiklerindeki aksamalar için kılavuzlarda acilen periyodik tetkiklerin salgına uygun nasıl yapılabileceği tanımlanmalıdır.

 

JİN

Kökleri şiddet ve gasp etme üzerine kurulu bir eril tahakküm düzeni olan ataerkil kapitalizmin yaşamı tehdit eden yüzü pandemi ile bir kez daha açığa çıktı ve bu süreçte karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlikelerden biri, bu pandemiyi kaynaklandığı sistemden bağımsız ele almak olacaktır. Kadın bedeninin ve doğanın talanına, halkların sömürgeleştirilmesine, emeğin sömürüsüne dayalı bu düzenden bütünüyle özgürleşmeden sağlıklı olma halinden bahsedemeyeceğimiz gibi mevcut yaşam koşullarımızla, koronavirüs pandemisinin de son pandemi olmayacağını öngörebiliriz. “Normal”inde de kadın cinayetleri, işçi cinayetleri, savaşlar, doğa talanıyla bütün ekosistemi adım adım yok oluşa doğru sürüklemekte olan egemen erkek aklın ve bu aklın yarattığı kurumların sistemin özünü yansıtan militarist dille yürüttüğü “pandemiye karşı savaş”ına bel bağlayamayız. Bel bağlayamayacağımız bir başka gerçeklik de; toplumsal sağlık bilgisinin taşıyıcısı ve eyleyeni olan kadınların, yüzyıllar süren katliamlar ve işkenceler ile sağlık bilgilerinin gasp edilmesi ve sağlıktan dışlanması üzerine kurulmuş olan modern tıbbın dayandığı biyolojik tıbbi modeldir.

Ataerkil kapitalist modernitenin dayandığı modern paradigma, Batılı üst sınıf beyaz erkeğin bir vasfı olarak tanımladığı aklı yeni düzenin kurucu dinamiği olarak belirleyip, ona aynı zamanda bu akılla erkek tanrılardan feyz alarak sonsuz bir “yapma gücü” de bahşeder. Yaşamın ancak bir döngü halinde ve bütünlük içinde var olabileceği hakikatini yok sayan bu anlayışın erkek akıl ile dişil doğa arasında kurduğu ikili karşıtlık, bir bölünmeden öte birinin diğeri üzerinde tahakküm kurmasını da meşrulaştıran bir yapısallığı mümkün kılar. Kökleri kadın eksenli doğal toplumdan kopuşla birlikte ortaya çıkan devletli uygarlığa kadar giden bu düşünce sistematiği hiçbir dönem kapitalist modernitede olduğu kadar meşruluk ve güç kazanmamıştır. Bununla birlikte kadın eksenli doğal toplumun dayandığı bütüncül perspektifle; yaşayan, soluyan bir ekosistemin parçası olduğumuzu kabul ederek, buna göre yaşayarak ve düşünce sistematiğimize işleyen ikiliklerden kurtularak, ataerkil düzene alternatif bir düzen kurma iddiamızı gerçekleştirebiliriz.

  • “Yakalanacağımı hiç düşünmemiştim”

Muğla’da üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’i öldürenlerin yargılanmasına 9 kasım günü başlandı. Adliye önünde çok sayıda kadın örgütü tepkisini dile getirdi. Mahkemede gelişen diyaloglar kadınların “gerçek adalet” çığlıklarını doğrular nitelikteydi:

#PınarGültekin’in katili planlayarak işlediği korkunç cinayeti mağdur pozuna girerek,  hazırladığı kurguyu ağlayarak anlatıyor:

“Bana bıçak çekti, boğazını sıkmışım” diyor,  o esnada hakimden yardım geliyor “ hiç panik atak tedavisi gördünüz mü”

Katil : “ evet, gördüm”

  • Denizle de eşi tarafından çocuğunun gözü önünde boğazı kesilerek öldürülen Hafize Kurban cinayetinde katile müebbet hapis cezası verildi. Ancak katil özel hayatın gizliliğini ihmal etme suçundan beraat etti.
  • Kadın cinayetleri dur durak bilmiyor! Geçtiğimiz hafta içinde Aksaray, Muğla, Denizli İzmir’ de yeni kadın cinayetleri yaşandı.
  • Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi, 2020 yılı Ocak ve Ekim aylarını kapsayan 10 aylık Kadın Cinayetleri Raporu’nu açıkladı:

Rapor, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Bianet, JinNews, Mezopotamya Ajansı başta olmak üzere pek çok site ve yayın içerisinde elde edilen veriler sonucunda hazırlandı. Rapora göre 10 aylık zaman diliminde, en az 256 kadın öldürüldü, en az 197 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Şüpheli olarak kayda geçen ölümlerle beraber toplam 453 kadının öldürüldüğü kaydedildi.

Öldürülen kadınların yüzde 37,9’unun evli olduğu erkek ya da eskiden evli olduğu erkekler tarafından, yüzde 18,4’ünün tanıdık/akraba tarafından, yüzde 16’sının ise birlikte olduğu erkek tarafından öldürüldüğü ifade edildi.

https://gazetekarinca.com/2020/11/10-ayda-en-az-256-kadin-olduruldu-197-kadinin-olumu-supheli/

 

  • Kapı kapı dolaşarak Roman kadınlara İstanbul Sözleşmesi’ni anlatıyor: Edirne’de yaşayan Roman aktivist Nilay Karadeniz, “Roman Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni Öğreniyor” isimli projesi ile Romanların yoğun olarak yaşadığı mahallelere giderek kadınlara sözleşmenin önemini açıklıyor.

Romanların çoğunun bir odalı evlerde kalabalık şekilde yaşadığını söyleyen Karadeniz, “Pandemide yoksulluk derinleşti; kimsede iş, güç, para yok. Geçim derdi yeterince sıkıntı veriyor. Tek göz odada çocukların oynayacağı alan yok, gençler nerde nasıl vakit geçirsin? Bunlar bir yana ‘Kocam beni aldattı’ diyenler çoğaldı. Bu da kavgaları arttırdı, Ev içi şiddet pandemide had safhaya çıktı”

https://www.gazeteduvar.com.tr/kapi-kapi-dolasarak-roman-kadinlara-istanbul-sozlesmesini-anlatiyor-haber-1504148

 

  • Meksika’da kadın katliamlarına karşı halk sokağa çıktı:

Meksika’da artan kadın katliamları ve buna karşı cezasızlığa karşı halkın eylemleri devam ediyor. En son geçtiğimiz haftasonu iki kadının katledilmesinin ardından kentteki eylemler büyüyerek devam etti. Cancun kentinde sokağa çıkan yüzlerce kişiye polis, ateş ederek 4 kişinin yaralanmasına neden oldu.

 

  • Sicilya’daki seks işçisi ticaretine kafa tutan Nijeryalı kadınlar

Sicilya dağlarında yaşayan Nijeryalı bir kadın, kendisi gibi ömür boyu seks işçiliğine zorlanan kadınları kurtarma mücadelesinin başını çekiyor. Osas Egbon Ocak ayında kadın ticareti kurbanları için adada bir sığınak açtı. Bu Nijeryalı kadınlar tarafından, Nijeryalı kadınlar için açılan ilk sığınaktı.

 

Şu anda sığınakta 20’li yaşlarında dört kadın ve bir bebek yaşıyor ve yıl sonuna kadar onlara iki kişinin daha katılması bekleniyor.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya

 

  • HDP Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit: AKP’nin kurduğu temsilde kadının adı yok

“Bakanlıkların kendisi erkek, tüm yönetim erkeklerden oluşuyor. AKP’nin kurduğu temsilde kadının adı yok. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı dışında bir kadın bakan, bakan yardımcısı ya da üst düzey bir bürokrat yok. Böyle bir aklın yansıması da bütçe de kadına bir pay ayrılmaması oluyor. Savaşı önceleyip ona bütçe ayrılabiliyor ama pandemi koşullarında işsiz kalan kadınlar için özel bir bütçe ayrılmıyor. Yine engeli olan, çocuğu olan, kadınlara da özgün bir bütçe ayrılmıyor. TÜİK’in rakamlarını her ne kadar manipüle etselerde genel olarak işsizlik çok arttı. Ama kadın işsizliği bununda üzerinde. Çünkü ilk işten atılan kadın oluyor. Ciddi bir kadın işsizliği artışı var. Biz hiçbir bakanlıkta kadın işsizliğini önceleyecek, engelleyecek bir kaleme henüz rast gelmedik. Kadın bir bütün olarak sistemden pay alamıyor. Biz HDP kadın meclisi olarak bütçe sürecini takip ediyoruz. Hem kadın temsilin yetersizliği, cinsiyete duyarlı bütçe olmamasını verilerle eleştiriyoruz. Ama AKP aklının bir bütün olarak erkek olduğunu ve bunu kavrayacak aklın olmadığını da söylemek gerekiyor”

https://justpaste.it/8zyfv

 

  • Bir yılda bir milyon kadın daha işsiz kaldı

İşsizlik her geçen gün artarken resmi veriler ve DİSK-AR’ın raporuna göre en yoğun artışlardan biri kadın işsizliğinde gerçekleşti.  Son bir yılda toplam işgücü yüzde 4,3, erkek işgücü yüzde 3 ve kadın işgücü yüzde 7 daraldı.

https://nupel.info/bir-yilda-bir-milyon-kadin-daha-issiz-kaldi-122478h.html

 

YENİ YAŞAM

  • Güvenli gıdaya erişim için bir adım

Kocaeli’de güvenli gıda ihtiyacının karşılanması için bir araya gelen gönüllüler, Yeryüzü Tüketim ve Dayanışma Kooperatifi’ni kurdu.

“Sağlıklı gıda herkesin hakkı” sloganıyla kurulan kooperatif, kendisini “bir araya gelmiş tüketiciler topluluğu değil, birlikte karar alan, çalışan, paylaşan kolektif bir örgütlenme” olarak tanımlıyor.

Kooperatif gönüllüsü Özge Kamiloğlu; Yaşadıkları şehirde hava kirliliğinin yoğunluğundan dolayı güvenli gıdaya erişimin zorlaştığını ifade eden Kamiloğlu, güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşmak için iki yıldır tartışma yürüttüklerini belirterek, “Kanser oranına baktığımızda, Kocaeli ilk sıralarda yer alıyor. Bu iki senenin sonunda da kooperatifi kurduk. Doğal ürünlere, sağlıklı gıdalara erişimi sağlamak için gönüllü olarak çalışıyoruz” dedi.

“Kooperatif, gönüllüleriyle çalışmaları eşit bir biçimde sürdürmek için eğitimler düzenleyecek ve kendisini sürekli olarak yenilemeyi hedefliyor. Kooperatif emeği ve doğayı savunuyor. Hedefimizden bir diğeri ise sağlıklı ve nitelikli ürünlere herkesin erişebilmesidir.”

https://gazetekarinca.com/2020/11/guvenli-gidaya-erisim-icin-bir-adim/

 

  • İngiltere’de 2030’dan itibaren benzinli ve dizel otomobil satışının yasaklanacağı duyuruldu.

İngiltere hükümeti, düşük karbonlu enerji kullanımını artırma planlarını hızlandırarak, 10 yıl içinde benzinli ve dizel otomobillerin satışını yasaklayacağını açıkladı. Financial Times gazetesinin haberine göre, 2030 yılından itibaren İngiltere’de yeni üretim dizel ve benzin ile çalışan otomobillerin yasaklanacağı belirtilirken, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın önümüzdeki hafta içinde düşük karbonlu ekonomiye geçme vizyonu hakkında konuşma yapacağı ifade edildi.

 

AKADEMİDEN

  • Fransa’da yapılan bir araştırma (Bajos et al., 2020) Covid-19 önlemleri adına uygulanan total kapatılmaların toplumun ayrıcalıklı kesimlerinde salgının yayılmasını ciddi oranda azaltırken, yoksullar ve emekçi sınıflar arasında bu yayılımın son derece düşük oranda sınırlandığını ortaya koyuyor. Yayında bu konu temizlik, önlemlere uymada eğitim düzeyinin önemi gibi konular vurgulanırken en önemli faktörlerden biri olarak yoksulların kalabalık, havalandırılamayan evlerde yaşamakta olduğu işleniyor. Salgının başından beri sağlık otoritelerince pek az vurgulanan “ev”in de riskli ortamlardan biri olduğu gerçeği tekrar gözler önüne çıkmış oluyor. Üstüne üstlük çalışma yalnızca kişilerin covid-19 semptomu gösterip göstermemesini değerlendirmiş durumda. Yoksulların eve kapanmasının yarattığı kadına yönelik ev içi şiddetin artışı gibi diğer sosyal problemler de göz önüne alındığında, “kapanma” talebinin kendi başına zayıf ve sonucu belirsiz bir önlem olduğu anlaşılıyor. Yeni bir sokak, yeni bir toplumsal yaşam için yaratıcı çözümlere daha çok odaklanmamız gerekiyor.

When lockdown policies amplify social inequalities in COVID-19 infections.

Evidence from a cross-sectional population-based survey in France Nathalie Bajos, Florence Jusot,  Ariane  Pailhé,  Alexis  Spire,  Claude Martin, Laurence Meyer, Nathalie Lydié, Jeanna Eve Franck, Marie Zins, Fabrice Carrat, for the SAPRIS study group medRxiv 2020.10.07.20208595; doi: https://doi.org/10.1101/2020.10.07.20208595

 

  • Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya genelinde sağlık sistemlerinin Covid-19 pandemisi ile meşgul olması diğer hastalık yüklerinin artış riskini yükseltti. 12 Kasım’da yayımlanan basın açıklamasında zaten 2016 yılından beri ciddi oranda düşmekte olan kızamık aşılama oranlarından dolayı artan kızamık kaynaklı ölümler, bu sene daha dramatik boyutlara ulaşabilir. 2019 yılında dünya genelinde 800 binden fazla kızamık vakası rapor edilmişken bunların 200 binden fazlası yani 4’te biri hayatını kaybetti. Sağlık problemlerinin boyutunu doğru tanımlamak, medya ve hükümetlerin hezeyan eksenli yaklaşımlarına mesafeli durup sorunlara orantılı yaklaşan toplum sağlığı önlemleri geliştirmek en önemli görevlerden biri olarak önümüzde duruyor.

https://www.who.int/news/item/12-11-2020-worldwide-measles-deaths-climb-50-from-2016-to-2019-claiming-over-207-500-lives-in-2019

 

EKLER

  • HDK KADIN MECLİSLERİ

ERKEK VE DEVLET ŞİDDETİNİ TEŞHİR EDİYOR, KADIN DAYANIŞMASI İLE YAŞIYORUZ

Tarihsel anlamıyla bakıldığında 25 Kasım; baskı, sömürge ve dikta şartlarına direnen üç kız kardeşin; Mirabel kardeşlerin tecavüze uğrayarak katledildiği tarih. Gerçekleşen bu saldırı erkek egemen iktidarlar açısından kadınların tarihsel, toplumsal sosyal ve siyasal bağlamından koparılmasını, şiddet, baskı ve sömürünün  meşrulaşmasını hedeflemiştir. Yıllardır aynı hedeflerle yürütülen saldırılar karşısında , Mirabel kardeşlerin haklı mücadelesi artık tüm kadınların  ortak mücadelesi ve ortak direnişidir. Yani Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü.

Bizler, HDK Kadın Meclisleri olarak Mirabel Kardeşlerin şahsında geçmişten günümüze tüm dünyada, Türkiye’de, Kürdistan’da, Ortadoğu’da… faşizme, patriarkal kapitalizme, cinsiyetçiliğe milliyetçiliğe, militarizme, nefrete ve ayrımcılığa karşı direnen ve bu uğurda yitirdiğimiz katledilen tüm kadınları büyük bir minnet ve sevgi ile anıyor, onların yoldaşlığında açtığı bu onurlu mücadelenin bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz.

Kapitalizm tüm dünyada ataerkil, muhafazakar-populist iktidarlar aracılığıyla kadınların yüzyılları aşan eşitlik ve özgürlük mücadelesi sonucu elde ettiği kazanımlara saldırmaktayken, Türkiye’de de AKP-MHP iktidar bloğu kadın bedeni, kimliği ve emek sömürüsü üzerinden kendini var etmektedir. Kadınlara yönelen baskı, şiddet, sömürü politikaları hem toplumu yeniden dizayn etmenin, hem de erkekliği yeniden inşa etmenin aracı haline getirilmiştir. Son dönemlerde neredeyse her gün yaşanan kadın cinayetleri, LGBTİ+lara karşı işlenen nefret cinayetleri, emek sömürüsü ile derinleşen kadın yoksulluğu, cezasızlık politikaları ile desteklenen erkek şiddeti, kayyumlarla gasp edilen eş başkanlık ve kadın kurumları, Gülistan Doku’nun ulaşılamayan bedeni ve bulunamayan katili, Kürdistan’da İpek Er’in intiharının açığa çıkardığı, özel savaş politikası ile yeniden teşhir olan erkek devlet şiddeti….

Devletin diyanet dahil neredeyse bütün kurumsallıklarının kadın üzerine söz kurup politika belirlediği bu süreç ve yaşanan tüm saldırılar faşizmin kurumsallaşmasını, kadınların kimliksizleştirilmesi üzerine kurduğunu açığa çıkarmaktadır. Özellikle Kürt kentlerinde yürütülen özel savaş politikalarıyla kadın ve çocuklara yönelen taciz ve tecavüzler, intihar süsü verilen şüpheli kadın ölümleri, kaçırmalar ile şiddet üniformaya bürünürken, yargının cezasızlık politikalarıyla failler korunmaya, olayların üstü örtülmeye çalışılmaktadır.

Şiddetle mücadelede en önemli kazanım olan İstanbul Sözleşmesinden çekilmeyi ve  6284’ü uygulamamayı aile odaklı kadın söylemi ile meşrulaştırmaya çalışan  AKP-MHP iktidar bloğu kendi devamlılığını da bu politikalarında görmektedir. “Kutsal aile”, “ makul kadın”, söylemini şiar edinen eril zihniyet, nafaka hakkını gasp ederek, çocuk istismarını evlilik yoluyla yasallaştırarak, nefret söylemlerini ve şiddeti arttırarak cinsiyetçi zihniyet  kodlarını topluma hakim kılmaya çalışmaktadır.

Kapanan Kadın Kurumları, artan şiddet, cinayetler, kazanımlara dönük saldırılarla hedeflenen aslında tüm toplumun rehin alınmasıdır. Ancak, kadınların her alandaki mücadelesi; 8 Martlarda, 25 Kasımlarda, Feminist Gece Yürüyüşlerinde tüm engellemelere rağmen açığa çıkan kadın iradesi ve mücadelesi hem AKP-MHP şahsında erkek devlet şiddetini teşhir ediyor, hem de ortak mücadele ve dayanışmanın gerekliliğine ve kadın mücadelesinin gücüne işaret ediyor.

Tüm bu tespitler ışığında, HDK Kadın meclisleri olarak bizler kadın dayanışmasının gücüne olan inancımızla; direnen kadınların olduğu her yerde bir araya gelmek, saldırılar ile karşı karşıya olduğumuz her yerde sözümüzü-eylemimizi örgütlemek ve ortak kadın mücadelesini her alanda büyütmek kararlığındayız. Umudu nerden mi alıyoruz? Elbette ki mücadelemizden, birlikteliğimizden, ısrarımızdan ve Kadın özgürlük çizgimizin haklılığından…

Patriarkaya-faşizme karşı biat etmeyen, haklarından da hayatlarından da vazgeçmeyen Kadınlar olarak Kadın dayanışmasını ve mücadelesini büyüten bir perspektifle ve Kadın özgürlük mücadelesinden aldığımız tarihsel mirasla, bu 25 Kasım’da da tüm renklerimiz, tüm dillerimiz ve tüm farklılıklarımızla sokaklarda olacağız.

Çok iyi biliyor ve bildiriyoruz ki İtaat Etmeyeceğiz,

Kadınız, varız, her yerde var olacağız.

“Erkek-devlet şiddetini teşhir ediyor, Kadın dayanışmasıyla yaşıyoruz”

Jin, Jiyan, Azadi…

 

  • Koronavirüs Zamanında Biyopolitika

Joshua Clover yakın zaman önceki blog yazısında, tüm kapsamıyla yeni “karantina türleri”nin hızla ortaya çıkışına gayet haklı olarak dikkat çekiyor. Bu karantina türlerinden birinin deneyimlediğimiz mevcut durumu tarif etmeye uygun olup olmadığını sorgulayarak Michel Foucault’nun biyopolitika kavramına odaklanması sürpriz olmamalı. Mevcut koronavirüs salgınına değinmek üzere biyopolitika kavramından yararlanan neredeyse tüm yazılarda aynı muğlak fikirlerden tekrar tekrar bahsedilmesi de keza sürpriz değil. Şüphesiz daha ilginç olan ise biyopolitika dışındaki diğer Fukocu görüşlerin bunlarda göz ardı edilmesi. Aşağıda, bu görüşlerin ikisini tartışıp mevcut “krize” “yanıt verme”nin ne anlama gelebileceği konusunda bazı metodolojik vurgular yapıp bundan bir sonuç çıkaracağım.

 

Biyopolitika “Şantajı”

Belirtmek istediğim ilk nokta Foucault’nun 1976’da geliştirdiği haliyle biyopolitika kavramınıni bize iktidarın “modern” biçiminin ne kadar şeytani olduğunu gösterme amacı taşımadığı. Tabi ki, onu övmek amacı da yoktu. Bana öyle geliyor ki, Foucault biyopolitika kavramını oluştururken her şeyden önce tarihsel bir eşikten geçiyor oluşun ve daha spesifik olarak da onun bir toplumun “biyolojik modernite eşiği” (“seuil de modernité biologique”) dediği şeyin farkında olmamızı istiyor.ii Bir tür olarak insanların yaşamını karakterize eden biyolojik süreçlerin politik karar alırken kritik bir konu, hükümetlerin ele alması gereken yeni bir “sorun” hale gelmesiyle ve bunun sadece salgın gibi “istisnai” koşullarda değil, “normal” koşullarda da geçerli olmasıyla toplumumuz bu eşiği geçti.iii Foucault’nun “biyolojik olanın ulusallaştırılması” (“étatisation du biologique”) olarak da adlandırdığı şeyi ifade eden kalıcı bir endişe.iv Foucault’nun ‘iktidar kendi içinde iyi ya da kötü değildir ama her zaman tehlikelidir’ (yani hiç sorgulamadan körü körüne kabul edilirse) fikrine sadık kalarak hem olumlu hem de korkunç sonuçlarıyla nasıl yönetildiğimizle ilgili bu “paradigma kayması”nın şüphesiz iktidar mekanizmalarının müdahale alanının tehlikeli bir şekilde genişletilmesine karşılık geldiği söylenebilir. Artık sadece ve hatta öncelikle hukuki politik özneler olarak değil; aynı zamanda kolektif bir şekilde küresel bir kitleyi, doğum oranı, ölüm oranı, hastalıklılık oranı, ortalama yaşam beklentisi vb. olan bir “nüfusu” oluşturan canlılar olarak da yönetiliyoruz.

 

Farklı Kırlganlıklıkların (Biyo)Politikası

Tartışmak istediğim ikinci nokta, kritik bir nokta, ancak mevcut koronavirüs salgınını ele almaya yönelik biyopolitika kavramını sefereber eden yazılarda nadiren değinildiğini gördüğüm bir nokta, Foucault’nun biyoiktidar ve ırkçılık arasında kurduğu ayrılmaz bağlantı. Yakın bir zamandaki yazısında, Judith Butler haklı bir şekilde şunu belirtiyor: “Radikal eşitsizliğin, milliyetçiliğin ve kapitalist sömürünün hızı, salgın bölgelerinde kendilerini yeniden üretme ve güçlendirme yollarını buluyor.” Bu, Jean-Luc Nancy gibi düşünürlerin, koronavirüsün “bizi eşitlik temeline oturtarak ortak bir duruş sergileme ihtiyacında buluşturuyor” tarzı iddialarının olduğu bir dönemde çok ihtiyaç duyulan bir hatırlatma. Elbette, Nancy’nin bahsettiği eşitlik sadece zenginlerin ve ayrıcalıklıların eşitliğidir, karantina sürecini içeride geçirmek için bir ev veya daireye sahip olacak kadar şanslı olan ve çalışmak zorunda olmayan veya evden çalışabilenlerin eşitliği, tam da Bruno Latour’un gözlemlediği gibi. Maaşlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için veya evden çalışamadıkları için hâlâ her gün işe gitmeye zorlananlar ne olacak? Ya başları üstünde bir çatısı olmayanlar ne olacak?

https://www.polenekoloji.org/koronavirus-zamaninda-biyopolitika/

 



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...