Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 28 HAZİRAN-4 TEMMUZ 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 28 HAZİRAN-4 TEMMUZ 2021

[su_box title=”ATA SOYER SPO’DAN” style=”glass” box_color=”#9e1718″ radius=”1″] Bu hafta gündeme damgasını vuran tartışmanın RTE’nin tek başına aldığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı olduğunu söylesek yanlış olmaz. Aylardır çekilme kararına karşı kadınların mücadelesi sürerken beklendiği üzere 1 temmuz itibariyle sözleşmeden resmi olarak çıkılmış oldu. Kadınlar 1 temmuzda da sokaklara çıktı ve kolluk güçlerinin yoğun saldırılarına rağmen tıpkı tüm pandemi süresince olduğu gibi sokakları terk etmeyen, direnişi seçen neredeyse tek toplumsal kesim oldu. Yine Onur Ayı kapsamında sokaklara çıkan LGBTİQ+lar da hem kolluk güçlerinin hem de toplumun bazı kesimlerinin hedefi oldular. İstanbul Sözleşmesi’nin yürülükte iken de uygulanmadığını, kadınların “kaderlerine” bırakıldığını biliyoruz. Bu elbette ki sözleşmenin ve hukuksal her türlü düzenlemenin önemini azaltmaz, zira sözleşmenin Türkiye devletince kabulünün de kadınların mücadelesi ile olduğunu çok iyi biliyoruz. “Dış mihraklar” dedikleri aslında bizzat biz içerden kadınlarız ve öyle olmaya da devam edeceğiz.  Sözleşme cinsiyete dayalı şiddeti bir kavram olarak ele almış, her ne kadar Türkçe metinde aile içi şiddet olarak geçse de; aslında kadınların “içeride” maruz kaldıkları şiddeti ev içi şiddet olarak tanımlamıştır. Bu ufak tanımlama bile zihnimizdekileri dile dökmek ve dildeki cinsiyetçiliği aşmak adına çok önemli bir adım. Özellikle pandemi döneminde riskli mekanları, işyerlerini sıralarken fark ettik ki, listenin en başına büyük harflerle “EV”i koymalıydık çünkü muktedirler “hayat eve sığar” derken birçok evin içinde şiddet tırmanmaya ve kadınların zaten kısıtlı olan dayanışma ağları da ortadan kalkmaya başladı. Dayanışmayı neredeyse imkansız kılan kapitalist kent mimarisi bizi toplumsallığımızdan uzaklaştırıp “modern evler”imize hapsetti. Kadınlar için kentlerin mi yoksa kırsal yaşam alanlarının mı daha özgürleştirici olduğu sorusu uzun zamandır kadınların gündeminde olan bir soruydu. Kırsalda gelenek adı altında süren feodal öğeler kadını ezerken, kentlerde de sokağa çıkma hakkımız bile elimizden alınarak başka bir tecrit yaratıldı. Bugün hala kent mi/kır mı? sorusuna tek bir cevap vermek mümkün değil ama en azından bu kentlerin bizim ihtiyacımız olan kentler olmadığını yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor.  Elbette ki kazanımlarımızı eril iktidarın ellerine bırakmayacağız ve sözleşmeden vazgeçmeyeceğiz ve bununla birlikte kadınlar arası toplumsal ağları, dayanışma olanaklarımızı arttırmak, birlikte güçlenmek için de mücadelemize devam edeceğiz. Kadına yönelik her türlü şiddet toplumsal bir sağlık sorunudur, aynı zamanda kadınlara toplumun her alanında uygulanan tahakküm de bu sağlıksızlığı her gün yeniden üretiyor. Pandemi ile bir kez daha gün yüzüne çıkan ayrımcılığa Kürt illerindeki aşı oranlarının çıplak tablosundan şahit olduk. Ama tarihsel hafızamız bize bu ayrımcılığın köklerinin çok daha eski olduğunu hatırlatıyor; Avrupa ve Amerika’da feminist hareket gelişirken dünyanın güney yarım küresinde “dünyanın geri kalan kadınlarını özgürleştirecek” yeni tıbbi teknikler kadınların üzerinde vahşice denendi. Kürdistan da bu sömürgeci zihniyetin çarpıcı örneklerini gördü, kızamık aşılarına bağlı gelişen SSPE olgularının toplumda yarattığı travma hala sürüyor. Bu hafızanın tazeleğindendir ki kadınlar hala bedenleri üzerinde yapılacak uygulamalara tereddütle yaklaşıyor. Bu şartlar altında her türlü tahakküm ilişkisini birlikte yorumlamadan kadın özgürleşmesini tartışabilir miyiz? Bu haftalığımızın Jin bölümünde de bu konuyu tartışan 3 ayrı yazıya yer veriyoruz.[/su_box] [su_box title=”MEVCUT DURUM” style=”glass” box_color=”#9e7b17″ radius=”1″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

Sosyal cinayete dönüşen pandemi ölümlerine karşı öfke büyüyor. Yanlış sağlık politikaları ve salgın mücadelesine karşı yaşam hakkını savunmak için demokrasi güçleri harekete geçiyor.  

***

Dünya Sağlık Örgütü , yaklaşık 100 ülke ve bölgede, yeni tip Koronavirüs’ün (Covid-19) ilk kez Hindistan’da görülen Delta varyantına rastlandığını açıkladı.

***

Türk Tabipleri Birliği uyarılarda bulundu: “Pandemi devam ediyor, rehavet zamanı değil. Salgın daha fazla sosyal cinayete/sosyal kırıma dönmeden toplumsal dayanışmayı büyütmemiz gereklidir.” TTB, toplum bağışıklığı için nüfusun yüzde 70’ine iki doz aşı yapılması gerektiğini ancak, “Türkiye’nin bu hedefin oldukça gerisinde olduğunu” vurguladı. TTB’nin açıklamasında, “Gerçek şu: Nüfusun yüzde 18,5’ine iki doz aşı yapılmış durumda. Bölgeler arası ciddi eşitsizliklerle birlikte yüzde 6’ya bile erişemeyen iller bulunmaktadır” ifadelerine yer verildi. Pandeminin devam ettiğini sözlerine ekleyen TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı, şunları söyledi: “Sağlık Bakanlığı’na  gerçekle yüzleşmeden; salgın kontrolünde sağlık emekçileri ve örgütleri ile birlikte hareket etmeden, başaramayacağını bir kez daha hatırlatıyoruz. Önlemleri almaya devam etmenin, toplumsal önlemlerin yaşama geçirilmesi için baskı oluşturmanın ve bu konuda sesimizi yükseltmenin önemli olduğunu biliyoruz. Aşı toplumsal dayanışmadır, bir kişiyi dahi aşısız bırakmamak için tüm toplumu, emek ve demokrasi güçlerini harekete geçmeye davet ediyoruz. Salgının en az kayıp ile kontrol edildikten sonra pandemiye zemin hazırlayan koşulları ve salgın kontrolünü zora sokan neoliberal sağlık reformlarını ortadan kaldırma çabalarımıza hız vereceğimize söz veriyoruz. Söz veriyoruz, toplumsal sağlık mücadelemizi örgütleyeceğiz.”  (https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=00778aca-dbe7-11eb-9450-8a9f7b8c4cda)

***

Covid-19 vakalarında küresel düzeyde düşüş eğilimi durdu, vaka sayısı plato çizmeye başladı. Farklı coğrafyalarda pandemi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst ediyor. Toplam vaka sayısı 184 milyon 220 bine dayanırken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 3 milyon 987 bini aştı. Aktif hasta sayısı ise küresel olarak 11.6 milyon civarında.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Asya kıtası zirvedeki yerini sürdürdü. Asya kıtasında toplam vaka sayısı 56 milyon 281 binin üzerine çıktı. Asya kıtasında ilk üçü Hindistan (30.5 milyon), Türkiye (5.4 milyon) ve İran (3.2 milyon) paylaşıyor. Asya kıtasını Avrupa (47.2 milyon), Kuzey Amerika (40.7 milyon, 34.5 milyonu tek başına ABD’ye ait), Güney Amerika (33.3 milyon) ve Afrika (5.7 milyon) izledi. Toplam vaka sayısında Türkiye ilk altıda yer alıyor: ABD (35.6 milyon), Hindistan (30.5 milyon), Brezilya (18.7 milyon), Fransa (5.8 milyon), Rusya (5.6 milyon) ve Türkiye (5.4 milyon).

Pandemiye bağlı ölümlerde de Avrupa 1 milyon 99 bine yaklaşan can kaybı ile zirvede yer alırken ikinci sıraya 992 bin 875 ölüm ile Güney Amerika oldu. Bu kıtaları Kuzey Amerika (916 bin), Asya (783 bin) ve Afrika (141 bin) izliyor. Ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olduğu ülke sayısı 10’a yükseldi: ABD (619 bin), Brezilya (513 bin), Hindistan (396 bin), Meksika (232 bin), Peru (192 bin), Rusya (133 bin), İngiltere (128 bin), İtalya (127 bin), Fransa (111 bin) ve Kolombiya (104 bin).

Küresel düzeyde son 24 saatte 379 bin 777 kişiye Covid-19 tanısı konurken 7 bin 166 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Pandemi Afrika kıtasında artışa geçerken Güney Asya ve Latin Amerika ülkelerinde yüksek hızda devam ediyor. Delta varyant Avrupa’da etkilemeye devam ediyor. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Brezilya (54.6 bin), Hindistan (43.3 bin), Endonezya (27.9 bin), Kolombiya (26.9 bin), Güney Afrika (26.5 bin), İngiltere (24.9 bin), Rusya (24.4 bin), Arjantin (14 bin), İran (8.3 bin) veABD (8 bin).

Not: Dünya ve Türkiye Covid-19 istatistiklerini Worldmeter sitesine göre vermeye devam ediyoruz. Her gün paylaştığımız veri bir gün önceye ait olup ülkelerin bildirimlerine göre şekilleniyor. Veriyi her gün sabit saatte (sabah 06.00) alıyoruz.

***

Türkiye’de salgın hala kontrol altına alınabilmiş değil. Üstelik Delta varyantı da yaygınlaşmaya başladı. Son 24 saatte yeni vaka bildiriminde 4 bin 537 kişiye Covid-19 tanısı kondu. Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 45 kişi. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 478 kişiye geriledi. Toplam vaka sayısı 5 milyon 440 binin üzerine çıkarken toplam can kaybı ise 49 bin 874 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 219 bin civarında.  Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Türkiye’de aktif hasta sayısı yeniden düşmeye başladı, 79 bin 725 aktif hastaya sahibiz. Bulaştırma potansiyeli yüksekliği dikkate alındığında aktif hasta sayısının hala oldukça yüksek olduğunu hatırlatmak isteriz. Temaslıların gerçek anlamda saptanmasıyla bu sayının ciddi düzeyde artacağını biliyoruz. Ağır hasta sayımız 700 bin civarında. Ağır hasta oranımız %0.9 düzeyine indi. Bu oran hala dünya ortalamasının bir buçuk katı! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu, ölümlerin yüksek hızda devam edeceği uyarısını ısrarla vurguluyoruz. 

***

19-25 Haziran haftasında, 100 bin kişiye oranla Covid-19 vaka sayısının 27.40’a düştüğü İzmir’de, günlük vaka sayısı da uzun zaman sonra 104’e kadar düştü.  Kentte 24 Ağustos 2020’den beri ilk defa iki gün üst üste koronavirüs nedeniyle ölüm olmuyor.

***

Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, Kurban Bayramı tatilinde Koronavirüs tedbirleri kapsamında farklı kısıtlama düşünülmediğini söyledi.

***

Enfeksiyon uzmanı doktor William Schaffner, Covid-19 aşısı yaptırmayan insanları ‘potansiyel varyant fabrikası’ diye tanımladı. Enfeksiyon uzmanı, “Mutasyon devam ettikçe daha ciddi sonuçlara yol açabilecek varyant mutasyonlar ortaya çıkabilir” diye konuştu.

Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu’ndan immünolog Andrew Pekosz, varyantların salgının gidişatına etkisi konusunda şunları söyledi: “Virüs mutasyona uğradığında yayılması daha kolay hale geliyor. Her değişiklikle virüsün yayılması için yeni bir ortam beliriyor. Artık daha etkili bir şekilde yayılan virüslerimiz var.”

***

Yönetmelik değişikliği sonrası basın veya sosyal medya aracılığıyla demeç vermeleri halinde ihtar cezasıyla karşı karşıya kalan aile hekimleri, Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası aracılığıyla düzenlemeyi yargıya taşımaya hazırlanıyor. 30 Haziran’da yayınlanan cumhurbaşkanı kararına göre ‘izinsiz olarak’ basın veya sosyal medya aracılığıyla demeç veren aile hekimlerine 50 puan ihtar cezası veriliyor. Eylem tekrarlandığında ceza katlanarak artıyor. 150 puana ulaşıldığında ise aile hekiminin sözleşmesi yenilenmiyor.

[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” style=”glass” box_color=”#17799e” radius=”1″][/su_box]

Erdoğan’ın ‘Aşıyı ücretle yapıyorlar’ dediği Avrupa ülkesi hala bulunamadı.

***

Covid-19’a karşı aşılamada bir uygulama değişikliğine gidildi. Buna göre virüse yakalanıp hastalığı atlatanlara tek doz aşı yapılacak. Türkiye’de 03 Haziran saat 07.00 itibarıyla bir doz aşı yapılanların sayısı 35 milyon 789 bin 564 kişi, iki doz aşı yapılanlar ise 15 milyon 584 bin 22 kişiye yükseldi. Toplum bağışıklığı ise nüfusun  %18.64’ü olup halen istenen %70 hedefinden oldukça uzak. 

***

Dünya genelinde yeni tip Koronavirüse karşı uygulanan aşılar, 3 milyar 160 milyon dozu aştı. Covid-19 aşı verilerinin derlendiği “Ourworldindata.org” sitesine göre Çin, 1 milyar 280 milyon dozla en fazla aşı yapılan ülke olurken; bu ülkeyi 344 milyon 610 bin ile Hindistan, 328 milyon 810 bin ile ABD, 102 milyon 780 bin ile Brezilya, 78 milyon 250 bin ile İngiltere, 75 milyon 780 bin ile Almanya, 54 milyon 480 bin ile Fransa, 52 milyon 680 bin ile İtalya, 52 milyon 136 bin, 46 milyon 450 bin ile Meksika, 46 milyon 250 bin ile Japonya, 44 milyon 660 bin ile Endonezya, 42 milyon 790 bin ile İspanya, 41 milyon 820 bin ile Rusya, 38 milyon 420 bin ile Kanada, 29 milyon 790 bin ile Polonya ve 22 milyon 940 bin ile Şili izledi.

***

Brezilya’da Başsavcılık, Yüksek Mahkeme’den aşıda yolsuzluk iddialarıyla ilgili Devlet Başkanı Bolsonaro hakkında soruşturma istedi. 1.37 dolarlık aşıya 15 dolar fiyat biçilen anlaşma askıya alındı.

[su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK” style=”glass” box_color=”#529e17″ radius=”1″] Ekolojik yıkım haberleri ve yol açtığı sonuçlar duyarlı kamuoyu ve basın çevrelerince yıllardır gündemde tutulmakta, mücadele büyütülmeye çalışılmaktadır. Son günlerde yaşananları özetlersek; günlerce söndürülmeyen Bingöl’ün Genç ilçesindeki orman yangını ve daha onlarca yangın haberi, Peri suyuna zorla yapılmak istenen maden arama projeleri, Türk ordusunun ‘Sınır ötesinden’ Zap,Avaşîn,Metîna” da başlattığı ağaç kıyımını Şırnak Besta’da devam ettirmesi, Marmara Denizi’ndeki musilaj sorununu görmezden gelen devlet  yetkililerinin sorunun dile getirilmesini siyasi şov olarak görmesi, insanların emeğiyle üretip geçimini sağladığı tütün üretimine getirilen vergiler, yine dünyada ciddi bir sorun olmaya devam eden sıcaklıkların Kanada’da aldığı onlarca can… öne çıkan haberler oldu. Peki mevcut durum bu haldeyken ne yapmak, nasıl yaklaşmak gerekir? Türkiye’de devlet ve sermaye tekeli gözü dönmüşçesine doğaya saldırmakta. Topluma düşmanlık, yozlaştırma ve her türlü saldırı yetmezmiş gibi, doğaya yönelimde de sınır tanınmamakta. Kim ki yaşadığı toprağı, suyu, ağacı, kuşu savunursa en büyük vatan haini olmakta. Yurt sevgisiyle hareket eden insanların hakikati ancak bu kadar ters yüz edilebilirdi. Öbür taraftan her bir yanı barajlarla, madenlerle yıkanlar kendilerini çevre dostu olarak göstermekten de çekinmemekteler. Kürdistan’da yaşanan doğa kırımı ise  gündem dahi olamamakta. Bir kesim doğa katliamları karşısında hassas davranabiliyorken söz konusu Kurdistan olunca refleksiz kalmakta. Bunun bir nedeni Kurdistan doğasına insanına yapılanlara karşı çıkmanın en büyük ‘ihanet suçu’ olması gerçeğinin yaydığı korku iken, bir kesim için ise  etkisi altında kalınan şovenizmdir. Tam da bu anlayışlara karşı bütünlüklü bir ekoloji mücadelesinin özgürleştirici rüzgarını şimdiden hissetmenin zamanı gelmiş bulunmakta.  Direnişe geçmek için doğaya karşı bir yönelimi beklemek de şart değildir. Tehdit her an vardır. Direniş de her an olmalıdır.  “Vatan söz konusuysa gerisi teferruattır” sözünü incelersek günümüz siyasi atmosferine ne kadar yakıştığını görebiliriz. Bu söz öz olarak da sıkıntılı bi sözdür. Bencil ve parçalı aklın ürünüdür. Her türlü kötülüğü vatan bahanesiyle yapabiliriz demektedir. O yüzdendir ki tüm hırsızlar, katiller, uyuşturucu satıcıları ve tecavüzcüler en vatansever kesimler oluvermekte. Canilikte sınır tanımayanlar Kürt, Alevi, Ermeni düşmanlığı yapıp bu haydut kesimini de kolayca çevrelerinde toplayabilmekteler. AKP-MHP öncülüğünde kurulan faşist blok artık hiçbir yalanın kurtaramadığı bir hal içerisine girmiştir. Vatanı söz konusu edip her türlü kötülüğü reva görenler, karşılarındaki direniş damarına çarpıp daha fazla ilerleyememekte. Kürt halkı ve demokrasi güçleri yıllarca süren bu faşist dalga karşısında yıkılmadığı gibi direnişle karşılık vermekte. Gelinen son aşamada canice katledilen Deniz Poyraz için yüzbinlerce insan yüzlerce merkezde alanlarda isyan edip demokrasi şehidine sahip çıkabilmekte. Böyle gözü dönmüş katliamlarla  korku atmosferini tekrardan yaratıp düşüşlerini durdurabileceklerini sananların hevesleri sokaklarda günlerdir direnenler tarafından yarım bırakılmakta.   Toplumun neredeyse yüzde 70′ i artık bu soyguncu, katil ve Kürt soykırımcısı güçleri kabul etmiyor. Madem kabul görülmüyor o zaman açığa çıkan direniş ruhuyla durmamak, demokrasiyi hakim kılmak için daha ne bekliyoruz?[/su_box] [su_box title=”YENİ YAŞAM” style=”glass” box_color=”#179e4e” radius=”1″]Şêx Said serhildanı, Madımak ve Çorum katliamlarının yıldönümleri yaşanıyor. Tarihi katliam ve soykırımlarla hayli kabarık olan bir devlette her hafta bir katliamın seneyi devriyesi yaşanmakta. Peki bunca insan neden sistematik bir şekilde katlediliyor? Şêx Saidlerin idamı Madımak ve Çorum katliamlarının ortak bi yanı var mı? Elbette var. Karanlık zihinlerindeki karanlık yaşamı farz kılmaya çalışan anlayış sahipleri, Yeni bir yaşam tutkusu en fazla olan  Kürt ve Alevi’lerin soykırımını tamamlamak istemekte. Katledilen canlar özgür ve adil bir yaşamdan öte arzuları olmayanlar, devletin kuruluş felsefesi olan tekçi mantığın dışında kaldıkları için ölümle cezalandırıldılar. Tek bir kişi dahi hesap vermedi aksine ödüllendirildikleri sır değil.Oysa istenilen yeni yaşam farklılıkların birlikte yaşayabildiği doğal mecrasında bir yaşamdı. Karşılığı nasıl ölüm olabilirdi. Peki karanlığın temsilcileri başarılı oldular mı? Kuşkusuz olmadılar. Özlenilen yeni yaşamı getirecek direniş kültürüne ve bilince sahibiz. Kaybedilen insanlarımızın hayallerini gerçekleştirecek inançtayız. Ki katliamlarla bu inanç bitirilmediği gibi aksine yeni yaşamın meyveleri her geçen gün daha da serpilmekte.  [/su_box] [su_box title=”JIN” style=”glass” box_color=”#6e179e” radius=”1″][/su_box]

Aksu Bora: Feminizm Herkes İçindir de, “Herkes” Kimdir?- Birikim Dergisi

“Bu türden ilkesel sorular ve cevaplar, işleri kolaylaştırır elbette. Feminizmin öznesi kimdir, kimleri çağırır, feminist örgütlenmenin ilkeleri nelerdir, bir feminist neleri yapıp neleri yapmamalıdır… Bir yandan da bildiğiniz gibi, doğrular ve yanlışlarla ilgili ilkesel cevaplar, politikadan çok ahlakın alanına girer. Politikada bağlam önemlidir. Yalnızca pragmatizmden değil, politik faaliyetin doğasından da söz ediyorum. “İki cins insan vardır, kadınlar ve erkekler” diye başlayan hikâyeyi değiştirmek için mücadele ederken bu başlangıcı değiştirmek gerekmez mi örneğin? Bu sadece bir kapsama problemi midir? “Hayır, iki cins insan yoktur, fazlası vardır” diyerek halledebileceğimiz bir problem midir? Yoksa cinsiyetin patriyarkanın vazettiği türden bir şey olmadığını görerek, “Yakub’u da çağırarak” mı ilerlemek gerekir?”

“Feminizmin “herkes”inin kimler olacağı, biraz önce bahsettiğim harekete, farklılıklardan ortaklığa doğru harekete bağlıdır. Cinsiyet ilişkilerinin tahakküm ilişkileri olarak örgütlenmesine son vermeye niyetlenenlerin hareketine. Bunun nasıl olacağını önceden tasarlamanın bir sınırı var, ancak yaparken, yaptıkça görebilirsiniz. Her bir adımda yeniden karar vermeniz, yeniden tartışmanız, yeniden anlamanız gerekir. Bunu birlikte yaparsınız. O birlikteliğin “biz”i, soyut bir “biz” değildir. Birlikte hareket etmeye karar vermiş, o adımları birlikte atanların kurdukları somut bir “biz”dir. Kolektif eylemin katılımcıları olmanın, yani “birlikte olma” halinin taşıyıcısı bir “biz”dir.”  https://birikimdergisi.com/haftalik/10592/feminizm-herkes-icindir-de-herkes-kimdir

Dr. Mechtild Exo: Sömürgecilik Ve Irkçılıktan Kadın Devrimine Mi?- Demokratik Modernite Dergisi

“Feminist hareketin “altın çağı” olarak görülen 1970’ler, 1980’ler, hatta 1990’lı yıllara kadar siyah kadınlar, “Üçüncü Dünya Ülkelerinin Kadınları” olarak dominant beyaz feministlerle eşit görülme mücadelesi veriyordu. “Siyah kadın”ların (Women of color-WoC) yaşam koşulları ve özgürleştirme konseptleri batıdaki feminizm tarafından kabul görülmüyordu. Irkçılık tecrübesinde ve sürdürülen ırkçılık karşıtı mücadelede “Siyah kadın”ların (Women of color) hayat bulma şansı yoktu. “Siyah kadın”ların çıkış koşulları, imkanları ve fırsatlar beyaz feministlerle aynı değildi. Onlar sadece kadın oldukları için ayrımcılığa uğramadı. Beyaz Alman ve feminist kadınlar; kendi kendini motive edecek, ayakları üzerinde durabilecek şekilde, ırkçılık ve Avrupa’yı merkez görme fikriyle yüzleşmede henüz işin başında. Irkçı semboller, yapılar, yasalar, pratikler, eşitsizlikler ve haksızlıklar üreten Almanya ve Avrupa’nın sömürge geçmişi üzerinde çalışma eksik. Her ne kadar yaklaşımımız başka olsa da feminist buluşmalarımız ve gruplarımız sıklıkla daha çok beyaz kaldığını düşünme, bizi şaşırtmamalı.”

“Bu tespit kesinlikle başkasını suçlama anlamını taşımıyor, böyle bir yaklaşım ırkçılığı aşmamıza yardımcı olmayacaktır. Önemli olan politik bir özne olarak ırkçılık için etik-siyasal toplumsallığında sorumluluk üstlenmektir. Irkçılık hepimizi içine çekiyor, hiç kimse tam olarak ırkçı düşünce kalıplarından ve yaklaşımından arınmış değil. Şüphesiz bu durum kasıtlı değildir, bile bile sergilenmiş bir pratik değildir, çünkü içimize çöreklenmiş/dallanmış-budaklanmış dominant (baskın) yaklaşımları öyle bir çırpıda tanıyamayız. Kökleri yüzyıllardır sömürgeciliğe dayanan ırkçılığı iyi anlamamız gerekir.” https://demokratikmodernite.org/somurgecilik-ve-irkciliktan-kadin-devrimine-mi/

Aysun Genç: Adalet Ve Vicdanın Cinsiyeti Olur Mu?- Demokratik Modernite Dergisi

“Kölelik, salt fiziksel değil esasta ideolojik bir olgudur. “beş bin yıllık genlere işlemiş kölelik ve egemenlik durumu” varoluşsal değildir, ancak bu bizi avutmaya yetmez. Çünkü varoluşsal olandan uzaklaşılmıştır. İnsanlığın bu kölelik durumundan kurtulması kadının bilinçlenmesi, özgürlük adımları atması, ahlak, vicdan, etik, hak, hakkaniyet konularında adımlar atarak toplumsal devrimin öncülüğünü yapmasıyla mümkündür. Zira kadınların özgürleşmediği bir devrim tanımı yoktur. Egemenlik ve kölelik anlayışını doğru yorumladığımızda, egemen ve köle özelliklere karşı savaş açtığımızda özgürlük doğrultusuna girmişiz demektir. Özgürlük yoksa vicdan ve adaletten söz edilemez. Kölenin vicdanı ve adaletinden söz edilemez. Kölenin köleliğinden ya da özgürlük mücadelesinden söz edilebilir. Kendini yok ederek kölelikten kurtaran kadından değil, düşmanı yok ederek kendini ve toplumunu özgürleştiren kadından söz ediyoruz artık.” https://demokratikmodernite.org/adalet-ve-vicdanin-cinsiyeti-olur-mu/

***

Rize Fındıklı’da kadınlar, hem atölye hem de satış ofisi olan Emek Evi’nde “Eve kapanmak istemiyoruz” diyerek ürettikleri ürünleri satışa sunuyor. 8 Mart’ta “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganıyla açılışı yapılan Emek Evi’ndenadınların kendilerine başvurup üretim sürecine katılmasını isteyen Karamahmutoğlu: “Güzel bir Fındıklı yaratmak ve kadın olarak her yerde var olduğumuzu göstermek istiyoruz. Evlere kapanmak istemiyoruz. Kadının vurulmadığı, özgür olduğu, kendisini rahat ifade edebileceği bir ortam yaratmak istiyoruz. Emek Evi de buna katkı sağlayacaktır”

[su_box title=”AKADEMİDEN” style=”glass” box_color=”#9e1718″ radius=”1″] Son vakitlerde medRxiv’de ve SSRN’de preprint olarak yayımlanan çalışmalar iki doz aşının farklı tür aşılarla yapılmasının daha iyi bir bağışıklık yanıtı oluşturabileceğini vurguluyor. Özellikle bir doz Oxford ve bir doz Biontech olan kişilerde hem T hücre yanıtının hem de antikor oranlarının yeterli düzeye geldiği, böylece iki yönlü bir bağışıklığın sağlanıyor olduğu değerlendiriliyor.  Adenovirus bazlı teknoloji ile mRNA bazlı aşı teknolojisinin iki ayrı dozda bir araya gelmesinin faydaları çeşitli çalışmalarla gösterilmiş olmakla birlikte, bunun yaygın uygulamada kullanılması sonucunda nasıl pozitif etkiler ortaya çıkacağı ve yan etki profilinin ne olacağı konusu belirsizliğini korumakta. Bu aşılama stratejisine mix-and-match (karıştır ve eşleştir) adı veriliyor ve yalnızca Oxford ve Biontech karması üzerine değil, farklı ülkelerde uygulanan hemen hemen üretilmiş her aşıyla deneniyor fakat henüz tatmin edici değerlendirme sonuçları alınabilmiş değil. Önümüzdeki dönemde böyle çalışmalar arttıkça günlüklerimizde yer vermeye devam edeceğiz. Lewis, D. (2021). Mix-and-match COVID vaccines: the case is growing, but questions remain. Nature. https://doi.org/10.1038/d41586-021-01805-2[/su_box]


İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...