Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 24-30 MAYIS 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 24-30 MAYIS 2021

Sistem normalleşmeyi, gidişat derinleşen krizi işaret ediyor. Kar maksimizasyonu ve endüstriyalizmin direktörlüğünde sınırsız sömürünün saldırganlığı ile; biyoçeşitlilik açısından mutlak koruma bölgesi olan 254 bölgeden biri olduğu halde İkizdere’deki  ısrara paralel olarak, Van’da açılmak istenen taşocagina bölge halkının yaptığı itiraza kurşun yağmuru ile cevap verildi.

Bu zihniyetle gittikçe otoriterleşerek kendini yenileyen sistemin en yeni normali; ulus devlet eliyle hiç kimsenin sınırsız sömürüye itiraz etmeyeceği ortamı tesis etmeye çalışmak, itiraz eden halkı şiddet ve zor kullanarak baskı altında tutmak düşman hukuku ile etkisiz hale getirmektir.

Hiçbir iddialarının çürütülemediği mafya mensuplarının elinde oyuncak haline gelen hükümetin iktidarı tehlike altına girince  gittikçe sertleşen ve tehditkarlaşan  üslubu yaşanan coklu krizin ve çürümüşlüğün yansımasıdır. Öyle ki 83 yaşında ayakta duramaz haldeyken elleri kelepçeli bir şekilde hastaneye götürülen ve 3 gün kelepçe ile yatağa bağlı tutulan siyasi tutsak Mehmet Emin Özkan’a bile defalarca başvuru yapılmasına rağmen hiçbir cevap vermeyecek kadar çözümsüzlükte ısrar eden ve halihazırda  sayısı yüzbinlerle ifade edilen siyasi tutsaklar ve sayısı milyonları aşan siyasi dava dosyalarına her gün yenilerini ekleyecek kadar saldırganlaşmıştır.

Son bir yıldır toplum tarafından Dünya gündeminde yer edinecek kadar etkin bir şekilde reddedilen İstanbul sözleşmesini ulus devlet pratiğinde eril ve otoriter yönetim inşasına engel gördüğü için uygulamamakta ısrarcı olan hükümetin bütün alanlarda kadınların aleyhine olan tutumunu terketmemiş, kapanma döneminde artan hane içi şiddeti ve kadın cinayetlerini de taciz ve tecavüzü meşrulaştırmak istediği gibi normalleştirmeye çalışmıştır. Şirketlerin pandemiyi gerekçe göstererek işçi çıkarmaya başlamasıyla ilk gözden çıkarılan genellikle yine kadın çalışanlar olmuş, hiçbir kota gözetilmemiştir. Kadından yana  politikalar üretmek bir tarafa kadın politikaları üretmekten sorumlu olan aile bakanı bile kadınları eve kapatan, söz hakkını kısıtlayan, yaşamını daraltan pozisyonunda ısrarcı olmaya devam etmektedir.

Normalleşme, yeni normal, gibi değişik kılıflara büründürülerek tekrar tekrar gündeme getirilen çaresizliklerini görünmez kılma; doğa, kültür, tarih, sanat, işçi, kadın.. katliamlarını  kanıksatmaya çalışmanın ve can çekişen siyasi otoritenin bu çelişkileri biraz daha ötelemeye çalışma çabalarının; en yeni normali ile karşı karşıyayız.

[su_box title=”MEVCUT DURUM ” style=”glass” box_color=”#185c8e” radius=”1″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

Sosyal cinayete dönüşen pandemi ölümlerine karşı öfke büyüyor. Yanlış sağlık politikaları ve salgın mücadelesine karşı yaşam hakkını savunmak için demokrasi güçleri harekete geçiyor.

***

Vietnam’da, korona virüsünün Hindistan ve İngiltere varyantlarının birleşiminden oluşan bir ‘hibrit varyant’ tespit edildi. Sağlık Bakanı, yeni türün ‘daha bulaşıcı’ olduğunu söyledi.

***

Düşüş eğiliminde olsa da Covid-19 pandemisi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 170 milyon 616 binin üzerinde… Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 3 milyon 550 bine yaklaştı. Aktif hasta sayısı 14 milyon 485 binin altına indi.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Asya kıtası zirvedeki yerini sürdürdü. Asya kıtasında toplam vaka sayısı 50 milyon 844 bine dayandı. Asya kıtasında ilk üçü Hindistan (27.9 milyon), Türkiye (5.2 milyon) ve İran (2.9 milyon) paylaşıyor. Asya kıtasını Avrupa (46.5 milyon), Kuzey Amerika (39.7 milyon, 34 milyonu tek başına ABD’ye ait), Güney Amerika (28.6 milyon) ve Afrika (4.9 milyon) izledi.

Pandemiye bağlı ölümlerde de Avrupa 1 milyon 70 bine dayanan can kaybı ile zirvede yer alıyor. Bu kıtayı Kuzey Amerika (893 bin), Güney Amerika (776 bin), Asya (678 bin) ve Afrika (130 bin) izliyor. Ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olduğu ülke sayısı sekiz: ABD (609 bin), Brezilya (461 bin), Hindistan (326 bin), Meksika (223 bin), İngiltere (128 bin), İtalya (126 bin), Rusya (121 bin) ve Fransa (109 bin).

Dünya genellinde yeni vaka ve can kaybı bildiriminde düşüş eğilimi devam ediyor. Son 24 saatte 490 bin 155 kişiye Covid-19 tanısı kondu, 10 bin 830 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Hindistan yeni vaka bildiriminde düşüş devam ediyor. Yeni vaka sayısında Türkiye artık ilk 10’da değil. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Hindistan (174 bin), Brezilya (79 bin), Arjantin (29.8 bin), Kolombiya (20.5 bin), ABD (12.7 bin), Fransa (10.7 bin), Rusya (9.3 bin), Malezya (9 bin), Şili (8.4 bin) ve Türkiye (7.7 bin)

Not: Dünya ve Türkiye Covid-19 istatistiklerini Worldmeter sitesine göre vermeye devam ediyoruz. Her gün paylaştığımız veri bir gün önceye ait olup ülkelerin bildirimlerine göre şekilleniyor. Veriyi her gün sabit saatte (sabah 06.00) alıyoruz.

***

Türkiye’de henüz salgın kontrol altına alınabilmiş değil. 17 Mayıs tarihi için öngörülen günlük 5 bin yeni vakanın altına inme hala sağlanabilmiş değil. Son 24 saatte yeni vaka sayısı 7 bin 656 kişiye Covid-19 tanısı kondu, 137 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Ölümlerdeki düşüş eğilimi devam etti. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı 605 kişiye indi. Toplam vaka sayısı 5 milyon 236 bine dayanırken toplam can kaybı 47 bin 271 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 223 bin civarında. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Türkiye’de dün aktif hasta 100 binin altına indi, 94 bin 428 kişiye geriledi. Bulaştırma potansiyeli yüksekliği dikkate alındığında aktif hasta sayısının hala oldukça yüksek olduğunu hatırlatmak isteriz. Ağır hasta sayısında azalma eğilimi devam ediyor, dün 1,391 kişiye geriledi. Aktif vaka sayısının gerilemesi (?) ile ağır hasta oranımız %1.4’e yükseldi, bu oran dünya ortalamasının iki buçuk katı! Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu, ölümlerin yüksek hızda devam edeceği uyarısı ısrarla vurguluyoruz.

***

Hani açık alanlar tehlikeli idi, ‘evde kal’ kıymetli idi. Maske-mesafe-temizlik söylemi ibadete dönmüştü. Tek adam rejimine yakın, yandaş basının gözbebeği Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Mustafa Necmi İlhan, 1 Haziran’dan sonra kafe ve restoranların açılabileceğini, açık alanda maske zorunluluğunun kalkabileceğini söyledi. Ne oldu birden insanları eve zorla tıkan salgın yönetimi anlayışına… Açık alanda bulaşmaz yönlü bilim insanlarının ve TTB’nin uyarılarına kulak tıkayan yetkililere… Henüz iki doz aşı olanların oranı %15 iken bu açıklama nasıl anlamlandırılır bilemiyoruz. Daha bir gün önce diğer bir Bilim Kurulu üyesi Prof.Dr. Serap Şimşek Yavuz ‘Toplum bağışıklığı %70 olursa maske çıkartılması gündeme gelir’ demişken, bu yaklaşım farklılığı nedendir? Olsa olsa turizmin önünü açma, turisti cezbetme niyetidir diyoruz!

İlhan konuşmasında hafta sonu yasaklarının da kalkacağını ima etti: ‘’ Belki son sokağa çıkma kısıtlamasını yaşadığımız bir hafta sonu olacak. Daha dikkatli olursak normalleşmenin hızlanabileceğini düşünüyorum.”

Ne diyelim ki, önce Bilim Kurulu üyeleri basına konuşuyor, açık ya da kulis haberi şeklinde. Ardından tek adam rejiminin icraatını görüyoruz, genelgeler vs.

***

TTB’den Doç. Dr. Elbek: Türkiye’nin yarısının bulunduğu 21 ilde, Covid-19’a bağlı gerçek vefat sayısı resmi rakamın yüzde 50 üzerinde!

***

Ipsos Pazar Araştırma Şirketi’nin “Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması” nın mayıs ayı sonuçlarını paylaştı. Mayıs araştırmasında özellikle gençlerin ruh hali, bıkkınlıkları, kafa karışıklıkları ve yalnız hissetme gibi durumları incelendi. Gençlerin önemli bir bölümü yüzde 56’sı toplumun genelinde olduğu gibi kendini yorgun hissediyor. Gençlerin endişe oranı ise yüzde 35 seviyelerinde. Araştırmadan elde edilen verilere göre; bıkkınlık, kafa karışıklığı ve yalnızlık gençler arasında daha yaygın görülen duygular. Bireysel tedbir alma ve eve kapanma gençlerde bıkkınlık duygusunu körüklüyor. Gençlerin üçte birinin (yüzde 33) kendini yalnız hissediyor.

***

“Uzaktan eğitim sürecindeki kayıpların telafisine yönelik eylemlerin acil olarak hayata geçirilmesi” gerektiği ifade edilen TEDMEM’in raporunda, Türkiye, salgının başladığından bu yana okulların en uzun süre kapalı kaldığı OECD ülkelerinden biri olduğu belirtildi.

***

İzmir Müzisyenler Derneği,  iktidarın yapacağı hibe ve desteklerle ilgili müzik ve sahne emekçilerinin taleplerini içeren yazılı açıklama yayımladı. Açıklamada, hibe destek programında müzik ve sahne emekçilerinin ihtiyaçlarının karşılamadığı belirtilerek, konservatuarın her yıl yüzlerce müzisyen mezun verdiğini ancak sadece devlet kurumuna girebilme şansını yakalayan küçük bir azınlığın, güvence içinde çalışabildiğine yer verildi. Türkiye’de müzik ve sahne emekçilerinin yüzde 90’ından fazlası kayıt dışı, sosyal ve ekonomik güvenceden yoksun, kısmi süreli ve yevmiye usulü çalıştığına vurgu yapılarak, “Mevcut haliyle büyük çoğunluğu vergi mükellefi olmayan müzik ve sahne emekçileri özellikle bu dönemde oldukça mağdur durumdadır. Salgınla birlikte işsizlik, eğlence sektörünün nefes alamaz hale gelmesi, yasaklar ve kısıtlamalar nedeniyle hayat bizler için artık baş edilemez,  katlanılamaz bir haldedir” diye belirtildi.

[su_note note_color=”#ebebe8″]

AŞI TARTIŞMALARI

Haydi hayırlısı! Müjdeli salgın bitecek haberleri basını doldurmaya başladı.

Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Coronavirus’ün Türkiye’deki seyrine ilişkin yaptığı değerlendirmede, Sağlık Bakanlığı’nın Eylül’e kadar geleceğini söylediği yaklaşık 120 milyon doz BioNTech aşısına işaret ederek “Geleceği açıklanan aşılar tamamen gelirse, Türkiye bu yaz salgını tamamen bitirebilir” dedi.

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Ümit Savaşçı, hesaplamalara göre, dünyada bağışıklık kazanma süresinin 2022 yılının Mart ayı gibi görüldüğünü belirterek, “Haziran ayında aşılanma oranları artarsa günde 200 bin aşı yapılıyor; eğer 1 milyonun üzerine çıkarsak o zaman biz bağışıklığa dünya üzerinde erken ulaşan ülkeler arasına gireceğiz. Şu andaki veriler ile bizim ülkemizde toplumsal bağışıklığa ağustos ayının sonuna kadar ulaşacağız gibi görünüyor” dedi.

***

Gündemde bir tartışma da iki aşı dozunun arasının açılması…

Hotamışlıgil: İlk doz yapıldıktan sonra çok yüksek bir koruma oranı oluyor. Aşı tedariğinde bir sorun varsa, 10 milyon kişiye 2 doz aşı yapmaktansa 20 milyon kişiye bir doz aşı yapmak daha mantıklı.

Savaşçı: ‘”Uzun süre kalıcı bağışıklık yanıtı oluşturabileceği yönünde ciddi veriler elde edilmeye başlandı. Bu anlamda hatırlatıcı doz (üçüncü doz) olarak Sinovac inaktif aşıyı daha erken olabiliriz 6’ncı ayın sonunda; ama BioNTech aşısının 9-12 aya çekilebileceği yönünde yeni çalışmalar çıkmaya başladı. İkinci doz aşılar ne kadar geç yapılırsa aslında antikor oluşturma oranı ve süresi uzayabilir ama bu konuda ciddi çalışma yapılması gerekir.’’

Bizler aşı ile ilgili vaatlerin yerine gelmemesine alıştık! Hiçbiri gerçekleşmedi. İkinci doz aşının arasının uzatılması, tek doz ile daha büyük nüfusu aşılama tartışması bilimsel saiklerle değil daha çok aşının gelmeme olasığının yüksek olduğunu düşündürüyor.

***

Türk Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) tarafından yapılan açıklamada, ““Tünelin ucundaki çıkış ancak aşı ile mümkün. Yaz aylarında 20 yaş üstü vatandaşlarımızı hızla aşılamalıyız. COVID-19’a karşı toplumun yüzde 60’ında aşılama ile hızla bağışıklık yanıtı oluşturulmalı” denildi.

***

Toplum bağışıklığı ile ilgili bunca açıklama varken Türkiye’de aşılama durumuna yakından bakalım isterseniz. En az bir doz yapılan kişi sayısı 28 milyon 768 binin üzerinde olup nüfusun %19.7’sine denk geliyor. Toplumsal bağışıklık için kritik olan iki doz aşısı yapılanlar ise 12 milyon 291 bin civarında olup nüfusun %14.7’sine denk geliyor. İki doz aşılama üzerinden Türkiye haritasına baktığımızda ayrımcılık ayan beyan görülüyor. Kürt illerinin neredeyse tümü %10’un altında… En düşük aşılama yapılan il %3.4 ile Şırnak. Bu düzeyde aşılama oranı ile yaz sonunda olsa olsa salgın pik yapar! Bu ihtimali boşa düşüren tek mesele geçtiğimiz yıl Temmuz-Kasım ayları arasında Kürdistan’da salgının boyutunun ve yıkıcılığının çok fazla olmasına bağlı elde edilen direnç olabilir. Öle öle bağışık hale geldik demişti, Bölge Tabip Odaları. Aralık 2020 yılında yapılan seroprevalans çalışması sonuçları da bir türlü açıklanmıyor, gerçek durum toplumla paylaşılsın istenmiyor olsa gerek. Hakikat gizlenmeye devam ediliyor. Geçtiğimiz hafta hem DSÖ hem de Economist dergisi resmi verilerdeki ölümlerin gerçeği yansıtmadığı en az 2-3 kat daha fazla olduğunu açıkladılar. Verilen bilgi daha da sertti. Gerçek ölümler merkezi kapitalist ülkelerde resmi verilerin 1.17 katı iken sömürge coğrafyalarda 14 katına kadar çıkmaktaydı. Kürdistan’da salgının boyutunda hakikat nedir, bunu ortaya koymak bizlerin sorumluluğu olsun.

[/su_note] [su_box title=”SİYASAL VE EKOLOJİK SAĞLIK ” style=”glass” box_color=”#073D01″ radius=”1″][/su_box]

Selahattin Demirtaş’ın savunmasının tam metni: Beni değil bütün muhalefet liderlerini içeriye atsanız yine seçimi kaybedeceksiniz

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı dava Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülen duruşmaya Demirtaş, başka davalardan tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Kapalı Cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi’yle (SEGBİS) katıldı.

Demirtaş ve avukatlar duruşmada savunma yaptı. Mahkeme heyeti, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava ile arasında sevk maddeleri ve suç tarihi dikkate alındığında hukuki ve fiili bağlantı olduğu anlaşıldığından 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davayla birleştirilmesine karar verdi. Mahkeme, dosyanın Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdi.

Savunmanın tam metni için: https://t24.com.tr/haber/selahattin-demirtas-in-savunmasinin-tam-metni-beni-degil-butun-muhalefet-liderlerini-iceriye-atsaniz-yine-secimi-kaybedeceksiniz,954600

***

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 11 milletvekili hakkında hazırlanan fezlekeler, Meclis Başkanlığı’na sunuldu. 27’nci dönemde Meclis’teki dokunulmazlık dosyaları bin 400’ü aşarken  sadece HDP milletvekilleri hakkındaki fezlekeler 1000’e ulaştı.

***

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar,Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde esnafı ziyaret etti.

Sancar, sözlerine “Buraya gelişimizin özel bir nedeni var. Güvenlik güçleri, bundan 10 gün önce sivillere ateş açtı. Yani adalet aramak için buradayız. Cezasızlığa karşı sesimizi hep birlikte yükseltmek için buradayız” diyerek başladı.

Sancar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 24 Mayıs’ta katıldığı Habertürk’te yayınlanan Açık ve Net programında söylediklerini eleştirdi:

“İçişleri Bakanı televizyonda kendisinin görev süresi boyunca hiç faili meçhul cinayet olmadığını, yargısız infaz gerçekleşmediğini söyledi. Sadece Hakkari bölgesi için söylüyorum, son beş yılda ikisi çocuk 15 sivil, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. 17 sivil de yaralandı.

“Bunlarla ilgili valilik açıklamaları hep aynı içerikte. Ya yanlışlık oldu, ya mermi sekti, ya kaçakçıydı ya da başka gerekçe uyduruyorlar. Oysa bu insanları herkes tanıyor, hepiniz hemşehrilerinizi tanıyorsunuz.” dedi.

https://bianet.org/bianet/siyaset/244760-sancar-sadece-semdinli-de-bes-yilda-15-sivil-oldu

***

AK Parti tepkilere neden olan cezaevleriyle ilgili yeni yasa teklifinde bazı değişikliklere gitti. Tüm mahpusların telefon görüşmelerinin kayıt altına alınması, verilen e posta hakkının 1 yıl süreyle saklanması gibi maddeler değiştirildi. Bu değişikliğin yerine mahpuslar arasında ayrımcılığa gidildi. Teklif yasallaşırsa sadece siyasi mahpusların ses kayıtları dinlenebilecek. Hukukçular bu düzenlemeden acilen vazgeçme çağrısında bulundu.

***

83 yaşındaki hasta tutuklu Mehmet Emin Özkan, sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye elleri önden kelepçeli bir şekilde götürüldü. Görüntülerde Özkan’ın ayakta durmakta zorlandığı görülüyor. 25 yıldan beridir cezaevinde tutulan ve beş kez kalp krizi geçiren Özkan, bugüne kadar 4 kez anjiyo olurken, kalp, tansiyon, zehirli guatr, kemik erimesi, böbrek ve bağırsak bozuklukları, aşırı derecede kilo kaybı, duyma-görme eksikliği, hafıza kaybı gibi birçok sağlık sorunu bulunmakta. Sağlık durumu ağırlaşan Özkan, 17, 18 19, 20 ve 25 Mayıs tarihlerinde toplamda 6 kez olmak üzere Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

***

13 Baro’dan ortak açıklama: Yargıyı göreve davet ediyoruz

Adıyaman Barosu, Ağrı Barosu, Batman Barosu, Bingöl Barosu, Dersim Barosu, Diyarbakır Barosu, Hakkari Barosu, Mardin Barosu, Muş Barosu, Siirt Barosu, Şanlıurfa Barosu, Şırnak Barosu ve Van Barosu ortak açıklama yaparak yargıyı göreve çağırdı.

Yapılan açıklamada, “Kamuoyunun son haftalarda yoğun bir biçimde tartıştığı Sedat Peker isimli şahsın kendi Youtube kanalından yaptığı açıklamalar karşısında Cumhuriyet savcılarının harekete geçmesi hukuk devletinin bir gereğidir. Nitekim demokratik hukuk devleti olmanın ön koşulu, yasama, yürütme ve yargı erklerinin  birbirinden tamamen ayrı olması ve yargının bağımsız hareket edebilmesidir” denildi.

https://artigercek.com/haberler/13-baro-dan-ortak-aciklama-yargiyi-goreve-davet-ediyoruz

***

İsmail Beşikçi Vakfı’nın 2020 “Akademik Hak İhlalleri Medya Tarama Raporu’nu paylaştı.

Raporda, akademik hak ihlalleri, gerçekleştikleri alanlar temel alınarak konularına göre farklı başlıklar altında sınıflandırıldı.

“2020 yılında norm kadro ve disiplin yönetmeliğinde yapılan iki değişikliğin akademik hak ihlallerinin zeminini oluşturduğu” vurgulanan raporda, “Söz konusu düzenlemeler çerçevesinde topluma ve akademik camiaya değil sadece kendini atayana karşı sorumluluk hisseden idareci ve akademisyenlerin keyfi uygulamalarından kaynaklı yozlaşma ve akademik nitelik kaybı neredeyse yeni dönemin akademik rutini haline geldi.”

Akademisyenlerin araştırma konularını seçerken ve araştırma bulgularını paylaşırken her türlü akademik ve sivil haktan yoksun bırakılma korkusuyla karşı karşıya kaldığı belirtilen raporda, “Akademisyenler kendilerini Türkiye’de güvende hissetmediklerini hem ders ortamında hem de yayın ve konferans gibi akademik etkinliklerinde oto sansür uyguladıklarını ve ‘Kürt Sorunu’, Ermeni Soykırımı’, LGBTQ+hakları gibi ‘hassas konular’dan uzak durduklarını belirtiyor.

https://bianet.org/bianet/insan-haklari/244818-2020-de-en-cok-usulsuzlugu-munzur-universitesi-yapti

***

Çocuk çalışmaları kapsamında hazırlanan ‘Taş, Kâğıt, Makas: Çatışma Dönemlerinde Çocuklara Yönelik Psikososyal Destekte Sanatın Rolü’ başlıklı araştırma raporu yayımlandı. Temmuz 2020-Nisan 2021 tarihleri arasında Fisa Çocuk Hakları Merkezi’nden Ebru Ergin ve Ezgi Koman tarafından yürütülen araştırma Türkçe ve Kürtçe olarak yayımlandı.

Rapora göre, çatışmaların yoğun yaşandığı dönemlerde Diyarbakır’da 61, Mardin’de 18, Şırnak’ta 13, Hakkari’de 11 ve Batman’da 2 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Van’da bu süreçte sokağa çıkma yasağı ilan edilmese bile ilçe ve köylerinde yüksek ve düşük yoğunluklu çatışmalar devam etti. Çatışmalı dönemde tüm kentlerde en az 123 çocuk öldü, binlercesi yerinden edildi ve yine binlercesi eğitim hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerine erişemedi. Kentler arasındaki farklılıklara karşın toplamda 2 milyona yakın kişinin 2015’te başlayan ve farklı yoğunluklarda devam eden çatışmalardan doğrudan etkilendi.

https://www.gazeteduvar.com.tr/kurt-illerinde-5-yilda-cikan-catismalarda-123-cocuk-oldu-haber-1523625

***

CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün AKP iktidarında intihar verilerine ilişkin olarak gerçekleştirdiği çalışmasında dikkati çeken tespitler yer aldı. Türkiye’de 2002-2019 yılları arasında 53 bin 425 kişi intihar ederek yaşamına son verdi. Bunlardan 4 bin 801’inin gerekçesi resmi raporlara ‘İntihar nedeni: Geçim zorluğu’ başlığı altında yansıdı. Rapora göre 2021 yılının ocak ayında en az 94, şubat ayında en az 99, mart ayında en az 112, nisan ayında da en az 129 kişi yaşamına son verdi.

***

Dünyanın önde gelen ekonomistlerinden, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MİT) öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu; Türkiye ekonomisinde krizin derinleşmesi ihtimalini değerlendirirken, “Çok büyük korkum var” dedi. “Türkiye’de başkanlık seçimine gidip de tüm güç sarayda toplanınca bunun ekonomi politikası üzerinde de büyük bir etkisi oldu” diyen Acemoğlu, Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan istifa eden, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın ekonomi yönetimi için, “Berat Albayrak altında kurulan kadrolar, yapılması gereken şeylere doğru yaklaşımı getiremedi” değerlendirmesini yaptı. Acemoğlu, Türkiye’de bankaların durumunun ‘göründüğünden de daha kötü olduğunu’ söyledi.

***

Türk-İş’in son yayınladığı rapora göre açlık sınırı mayıs ayında 2 bin 830 lira 17 kuruşa, yükselerek asgari ücreti geçti. Yoksulluk sınırı ise 9 bin 218 lira 79 kuruşa yükseldi.

***

Suriye’de iç savaş 10 yıldır sürerken, yeni bir anayasa hazırlanmadan cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Kuzey ve Doğu Suriye’nin ve diğer muhalif grupların olduğu kentlerde boykot edildi.

Halkların eşitlik içeren demokratik anayasa, adil temsiliyet, özyönetim taleplerine aldırmayan Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad bir kez daha kendi kurallarıyla cumhurbaşkanlığı seçimi yaptırdı. Şam hükümetinin kontrolü altındaki bölgeler Suriye’nin yarısından az bir orana denk gelirken meşruiyet sorgulanıyor. “‘Aldatıcı bir tiyatro” yorumları yapılıyor.

***

Kolombiya’da 1 ayını dolduran hükümet karşıtı protestolarda olaylar çıktı: 4 kişi hayatını kaybetti. 28 Nisan’da genel grev ile başlayan vergi reformu karşıtı gösterilerde ölenlerin sayısı 46 olarak belirtildi.

https://artigercek.com/haberler/kolombiya-da-1-ayini-dolduran-hukumet-karsiti-protestolarda-olaylar-cikti-4-kisi-hayatini-kaybetti

***

Kanada’nın British Columbia bölgesinde, daha önce yapılan araştırmalarda yerli çocukları asimile etmek üzere eğitim verdiği ortaya çıkarılan ve 1978 yılında kapatılan bir yatılı okulda 215 çocuğun ceset kalıntıları bulundu. Kamloops Yatılı Okulu’ndaki toplu mezarda, üç yaşından küçük çocukların kalıntılarına da ulaşıldı.

https://www.gazeteduvar.com.tr/kanadada-yatili-okuldaki-toplu-mezarda-215-cocugun-ceset-kalintilari-bulundu-haber-1523733

***

ANHA’nın haberine göre Türkiye 4 aydır Fırat Nehri üzerinden Kuzey ve Doğu Suriye’ye akan suyu azaltıyor. Suyun azalması bölgede insani krize neden olurken Minbicliler uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiğine dikkat çekti.

Suyun azalmasından olumsuz etkilendiklerini dile getiren Reşîd El-Ehmed şu ifadeleri kullandı: “Türk devleti Suriye krizinin ilk gününden beri bizlere saldırıyor. Ancak tüm saldırılarına rağmen Özerk Yönetim halklarla birlikte varlığını sürdürüyor. En son temel kaynağımız olan suyu kesti. Bu konuda uluslararası toplum Türk devletinin suçlarını durdurmalıdır. Fırat suyunun akışını engellememelidir.”

Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’yi susuz bırakmak istediğine dikkat çeken Cemal El-Hecî ise, “Türk devleti suyu keserek bölge halkını birçok şeyden mahrum bırakıyor. Tarım, ekonomi ve toplumsal yaşamı hedefliyor. BM ve uluslararası toplum buna müdahale etmelidir” dedi.

http://yeniyasamgazetesi2.com/minbicliler-bm-mudahale-etmeli/

***

Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Yurtbaşı (Şexan) Mahallesi’ne yapılan taş ocağı, mahalle sakinlerinin tepkisi üzerine çalışmalarını durdurdu. Asker ve korucular taş ocağı yapımına tepki gösteren yurttaşların üzerine ateş açtı.

***

Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde hayvancılıkla uğraşan köylülerin hayvanlarını otlattıkları meralar, ocak ayında Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TİGEM) verildi. Meralara giren hayvanlara TİGEM tarafından el konulmasına köylüler, defalarca tepki gösterdi. Ceylanpınar Karataş Köy Muhtarı Mehmet Karataş da günlerdir gerginlik olduğunu, hayvanların otlatılmasına izin verilmediğini söyledi. Başka geçim kaynağı olmayan insanların artık canından bezdiğini belirten Karataş, “Böyle olacağı belliydi. İsrail Filistin’e ne yapıyorsa, biz de aynısını yaşıyoruz. Hayvanlar gözaltına alınıyor, ölüyor, insanlar perişan. Bir kişi sesimizi duymadı, bir kişi burada ne oluyor diye ilgilenmedi. Hadi buradan gidelim, nereye gidelim? Gidecek yer de yok” diye konuştu.

***

İzmir depreminin ardından asbest ve tehlikeli maddeler açısından yapılan uyarılara rağmen kontrolsüz yıkımlar sürüyor. Asbest Söküm Uzmanları Derneği: “İzmirliler asbest, zehir ve silika soluyor.”

https://www.gazeteduvar.com.tr/yikimlar-kontrolsuz-suruyor-izmirliler-asbest-zehir-ve-silika-soluyor-haber-1523648

***

Türkiye’nin kömür santralleri havayı kirletmede ilk üçte

Düşünce kuruluşu Ember’in raporuna göre Türkiye kömürden elektrik üretimi kaynaklı hava kirliliği en yüksek üç ülkeden biri. Ember Elektrik ve iklim veri analisti Ufuk Alparslan’ın değerlendirmesi şöyle:“Ukrayna, Türkiye ve Batı Balkan ülkeleri, Avrupa’da kömürden elektrik üretimi kaynaklı hava kirliliğinde öne çıkmaktadırlar. Kömür santrallerinin havaya yaydığı kirlilik binlerce kilometreye ulaşabiliyor. Temiz enerji alternatiflerinde çok yüksek potansiyele sahip bu ülkelerin kaynaklarını, emisyon standartlarına uyum sağlamak için yüksek maliyetli rehabilitasyon yatırımları ve kömür teşvikleri yerine enerji dönüşümünü daha da hızlandıracak yatırımlara yönlendirmesi gerekiyor.”

***

Müsilaj, Marmara Denizi’nde deniz yüzeyini kaplayarak yeşil, salyalı yapısıyla bir süredir kamuoyunun ve bilim dünyasının dikkatini çekiyor. Marmara Denizi’ni etkisi altına alarak deniz yaşamını tehdit eder hale gelen ve ‘deniz salyası’ olarak da bilinen müsilajı her yönüyle anlatan Prof. Mustafa Sarı, “Müsilajın üç nedeni ‘denizlerin ısınması, deniz durağanlığı ve arıtılmayan atıkların yol açtığı besin zenginliği’; 25 milyon insanın atığı arıtılmadan Marmara’ya bırakılıyor” diye konuştu.

***

Sinop Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu” kararına karşı açılan davaların bilirkişi heyeti belli oldu.

15 kişilik heyette yer alacak kişilerden bazıları, daha önce Akkuyu Nükleer Santrali ve Kanal İstanbul Projesine de bilirkişilik yapmış isimlerden oluşuyor.

Bunun yanında, heyette yer alan bir isim de Barış Akademisyenleri hakkındaki yargılamalar için hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM) kararına karşı çıkan 1071 akademisyenin içerisinde yer alırken, listede öğrencileri tehdit ettiği iddia edilen bir akademisyen de bulunuyor.

Bilirkişi heyetinde yer alan isimleri açıklayan Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Ekoloji Birliği bileşenleri ve diğer davacılar, bu kişilerin bilirkişiliğine itiraz edeceklerini kaydetti.

***

FAO verilerine göre dünyadaki biyoçeşitliliğin yüzde 75’i yok oldu.Türkiye’de doğal yaşam; maden, enerji ve turizm girişimleriyle yok edilirken, Bakan Pakdemirli’nin biyoçeşitliliğin arttığını iddia etmesi dikkat çekti

http://www.yeniyasamgazetesi2.com/biyocesitlilik-yok-ediliyor/

***

Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) yaptığı bir araştırmaya göre her hafta vücudumuza giren mikroplastik miktarı 5 gram. Yani haftada bir, bir kredi kartı yiyoruz!

https://www.diken.com.tr/yok-edemeyince-yemeye-basladik/

***

Avustralya’da fare istilası: Onay verilmeyen zehir kullanılacak

Ülkenin doğu kesimindeki New South Wales ve Queensland eyaletlerinde geniş tarım alanları ve birçok yerleşim birimi, yağışlarla yiyecek kaynaklarının artmasına paralel olarak nüfus patlaması yaşayan milyonlarca farenin istilası altında kaldı. Avustralya’da fare nüfusundaki artış yerleşim birimlerini ve tarım alanlarını tehdit ediyor. Yetkililer, zararlı çevresel etkileri yüzünden onay verilmeyen güçlü bir zehri kullanmaya hazırlanıyor.

[su_box title=”JIN ” style=”glass” box_color=”#5100ba” radius=”1″]

Daha önceki değerlendirmelerimizde Covid pandemisiyle birlikte bir çok krizli noktanın daha çok gün yüzüne çıktığının değerlendirmelerini yapmıştık. Bu süreçte en fazla gün yüzüne çıkan konulardan biri de  ‘devlet’ – ‘kadın mücadelesi’ ikilemi oldu. Yapılan açıklamalar, tolere edilebilir kadın şiddet artımı, çocuk istismarının meşru görülmesi ve rahatlıkla kıyas olarak kullanılması devlet erkinin kadın mücadelesini nasıl ele aldığını bir kere daha göstermiş oldu. İstanbul sözleşmesinin feshi ile sistemin aile kurumu taçlandırılırken her gün kadına yönelik şiddetin merkezi olmuştur. Hal buyken devlet erki içerisinden ayrılmış aile  bakanı kadına yönelik şiddetin tolere edilebilir bir düzeyde arttığını söylüyor. Tolere edilebilirlik devlet açısından bakılırsa gayet anlaşılırdır, çünkü çarklar tam da isteği gibi dönmektedir. Ancak bu konunun  kati muhatapları üstten bir aile bakanı ve onun yarattığı algı olmayıp ısrarla alanlara çıkıp kadına dönük şiddetin hiçbir biçiminin ve miktarının tolere edilemeyeceğini her alanda haykıran kadındır. Kadın mücadelesi en basit tarifiyle özne olma mücadelesidir, devlet erki özne kadın, çocuk, genç, toplum  olmanın önünde engel olup yıllarca mücadele ettiğimiz kocandır vurur da sever de yaklaşımının aktarıcısı konumunda kalıp, bunu topluma benimsetme çabasına girmiştir.
Yine aynı şekilde hiçbir mücadele edilmeyip, bunun piyasada işlerliğini sağlayan, bir programda kendini aklamaya çalışan farklı bir iktidar erki çocuk istismarını açık bir şekilde söyleyerek meşru bir zemine taşımıştır.
Devlet erki ve onun mekanizmaları üstten bir şekilde toplumu inşa edemeyeceğini ve bunu kadının, toplumun özne olma arzusu ve mücadelesi ile aşacağımıza inanarak kadın mücadelemizi büyütme inancıyla.. [/su_box]

‘3-Y ile mücadele’ idi, 3-D oldu!- Müge Yamanyılmaz

Birkaç gün önce Twitter’a İstanbul Başakşehir Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü’nde görevli bir çalışanın, gıdaya ihtiyaç duyan yurttaşlarla dalga geçtiği ifadelerin ve tavırların yer aldığı bir video düştü. Hemen ardından personelin işine son verildiği duyuruldu. Keşke bu durumun tekil olduğunu, sadece bu videodaki kişinin zihniyetiyle (ya da iddia edildiği gibi “psikoloji”siyle) ilgili olduğunu söyleyebilseydik. Ancak, AKP’nin bilinçli bir şekilde uyguladığı, yoksulluğu neoliberal süreçlere eklemleme politikasının başarıya ulaşmış haliydi bu.

Oysa AKP’yi iktidara getiren, 3-Y ile yani Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklarla mücadele iddiası idi. İlk Y’ye bakarak hemen şunu söyleyelim: AKP 2004’te, Başbakanlık’a bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müdürlüğünü kurdu. Yoksullukla mücadelede önemli bir adım diyebilirdik, ancak bu kurum yoksulluğu azaltmak bir yana, tersine zamanla yoksulluğu yeniden üreten sürecin başat aktörlerinden biri oldu. 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlanan müdürlük, sosyal yardımlar aracılığıyla kadınların yaşamlarını neoliberal muhafazakarlık temelinde şekillendirmeyi hedefledi. Şimdi ise il ve ilçelerde vakıflar şeklinde örgütlü. Eğitim, barınma, sağlık gibi hizmetler hızlıca özelleştirilirken kadınlar sosyal yardımlara ve hane içindeki erkek(ler)e bağlı ve bağımlı yaşamaya mecbur bırakılıyor, kadın yoksulluğu ömürlük(!) bir niteliğe bürünüyordu. Kadın istihdamı görece artarken, kadın yoksulluğu da bir o kadar derinleşiyordu.

Yazının tamamı için: http://yeniyasamgazetesi2.com/3-y-ile-mucadele-idi-3-d-oldu/

***

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, kadın yoksulluğunun sonlandırılması için Meclis’te komisyon kurulmasını talep etti. Kerestecioğlu, komisyon kurulması talebinin gerekçesini şöyle ifade etti:

Cinsiyet temelli eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların önemli sonuçlarından biri kadın yoksulluğudur. Yoksulluk hızla büyüyen bir sorun olarak Türkiye’de nüfusun önemli bir kısmını etkilemekteyse de, kadınlar erkeklere göre yoksullaşma riskine daha açıktır ve kadınların yoksulluğu deneyimleme biçimleri erkeklerinkinden farklılaşmaktadır.

“Kadın yoksulluğunun ve yoksunluğunun ortadan kaldırılmasına yönelik politikalar, aynı zamanda kadınların toplum yaşamına eşit koşullarda katılmasının güvence altına alınmasını da temin edecektir.

“Bu bakımdan, kadınların sosyal ve ekonomik haklardan faydalanmasının önündeki ayrımcılıkların ortadan kaldırılması, Anayasanın ve CEDAW başta olmak üzere Türkiye’nin imzacı olduğu uluslararası anlaşmaların getirdiği yükümlülükleri yerine getirmesi için gerekli politikaların tespit edilmesi amacıyla Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulması aciliyet taşımaktadır.”

***

Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) İstanbul Kadın Platformu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini Kadıköy İskelesi’nde yaptığı açıklama ile protesto etti. “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” pankartı açan kadınlar sık sık, “Kadın cinayetleri politiktir”, “Yaşasın kadın dayanışması” sloganları attı.

***

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın pandemi döneminde artan erkek şiddetini “tolere edilebilir” düzeyde bulmasına tepki gösterdi. Canan Güllü, imzasıyla yayınlanan açıklamada, “Biz istismar yapanların tutuksuz yargılandığı, kadın cinayetlerinin göz göre göre geldiği ve kadına şiddet mağdurlarının kolluktan geri dönmesini tolere edemeyiz” dedi.

***

Dışişleri Bakanlığı ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminde Türkiye’ye gerçekleştirilen ilk üst düzey ziyarete ilişkin açıklamalarda bulundu. Twitter paylaşımında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını da değerlendiren ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, “Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden aniden çekilmesi derin bir hayal kırıklığı yarattı. Küresel olarak artan cinsiyet temelli şiddetle birlikte, dünya çapında kadın haklarını desteklememiz her zamankinden daha önemli” dedi.

***

İlki 1998 yılında düzenlenen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 24.’sü bu yıl 27 Mayıs’ta çevrimiçi gösterimlerine başladı. 3 Haziran’a kadar çevrimiçi gösterimleri devam edecek olan festival  geçen yılın festival programının aksine 4-11 Haziran tarihleri arasında fiziksel gösterim de yapacak.

***

Bakan Soylu, Sedat Peker’in videolarının çok fazla izlenmesiyle ilgili bir soruya, “Milyonlarca insan çocuk pornosu da izliyor arkadaşlar ya” şeklinde yanıt verdi. “Milyonlarca insan çocuk pornosu izliyor” ifadesiyle bu korkunçluğu normalleştirmekle eleştirilen Soylu’nun ifadeleri büyük tepki çekti. Soylu’nun bu ifadeleri üzerine Çocuk İstismarı ve İhmali ile Mücadele Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Dernek Sözcüsü Volkan Çolakoğlu Cumhuriyet’e konuşarak, önemli bilgiler verdi. Çolakoğlu,“Çocuk” ve “porno” kelimelerinin aynı cümlede kullanılıyor olması bile çok yaralayıcı bir durumken, milyonlarca insan tarafından izlenen bir televizyon programında “çocuk pornosu” söyleminin yer alması bizler gibi hayatlarını çocukların güvenli geleceğini inşa etmeye adamış insanları ziyadesiyle üzmüştür” dedi.

Aralık 2019 tarihinde Prodafttarafından çok kapsamlı bir rapor hazırlanarak, 50’nin üzerinde IP’ye ait bilgileri dönemin Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı’na sunulduğunu söyleyen Çolakoğlu,“Bu kişilerle ilgili hiçbir işlem yapılmadı. Neden işlem yapılmadığını öğrenmek istiyoruz” ifadelerini kullandı.

***

Van’daki Kurubaş Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) İran’lı Z.N. adlı kadına tecavüz eden tutuklu yargılanan güvenlik görevlileri İ.H.K. ve Y.V. ile halen teşhis edilemeyen bir kişi hakkında “Nitelikli cinsel saldırı” suçlamasıyla açılan davada 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası istenilen sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkeme duruşmayı 8 Temmuz tarihine erteledi. Öte yandan olay günü GGM’de görevli ve aralarında müdür vekilinin de bulunduğu 5 memur hakkında ise  “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” ve “Görevi kötüye kullanmak” suçlamasıyla açılan soruşturmada Van Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

[su_box title=”AKADEMİDEN ” style=”glass” box_color=”#8792B0″ radius=”1″][/su_box]

26 Mayıs’ta BMJ’de yayımlanmış bir habere göre (Dyer, 2021) vaka sayılarının artış hızı küresel düzeyde düşüş gösteriyor gibi görünse de dikkat çekici başka bir durum mevcut. Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde salgının yayılımı bir süredir hafiflemekteydi. Buna Hindistan’daki durumun da sakinlemeye başlaması eklenince küresel düzeyde yaşanan ölümlerde bir gerileme oldu. Fakat salgının ağırlığı bu sefer daha önce etkisini hiç gösteremediği ülkelere doğru kaydı. Yayında Kamboçya, Malezya, Singapur, Tayvan, Tayland ve Vietnam bu ülkelere örnek olarak veriliyor. Söz konusu ülkeler salgın yönetimi konusunda parmakla gösteriliyorlardı. Alınan önlemlerin koruyucu etkilerinin yüksek olduğu gösterilmişti. Fakat aşılama oranları (belki de tam da az önceki gerekçeyle) düşük düzeylerde kaldı. Sonuç olarak vaka sayılarında pik yaşamaya başladılar.

Salgının ilk aşamalarını da ağır geçiren ve an itibariyle vakaların yükselişte olduğu yerlere ise Güney Amerika ve Japonya örnek verilebilir. Az önce saydığımız ülkelerle bunların ortak özelliği de yine aşılama oranlarının buralarda da düşük olması. Japonya merkezi kapitalist ülkeler sınıfında olmakla birlikte (büyük ihtimalle geleneksel kapalı toplumsal yapısı nedeniyle) aşı konusunda tereddütün yaygın olduğu yerlerden biri aynı zamanda. Bu da aşılamayı sekteye uğratmış gibi görünmekte.

Dyer, O. (2021). Covid-19: Variants are spreading in countries with low vaccination rates. BMJ, n1359. https://doi.org/10.1136/bmj.n1359

International Journal of Infectious Diseases dergisinde 27 Mayıs tarihinde preprint olarak yayımlanan bir yayın (Yousefinaghani et al., 2021) twitter uygulamasında Covid-19 aşılarıyla ilgili yazılan 4 milyonun üzerindeki paylaşımı inceliyor. Değerlendirmede, aşılara yönelik olarak olumlu yorumların sayısının daha fazla olduğu ve olumsuz yorumların azımsanmayacak bir kısmının bot hesaplar tarafından yapıldığı tespiti dikkat çekiyor. Yine olumsuz yorumları paylaşanlar arasında politik aktivistlerin sayısının fazlalığına dikkat çekiliyor.

Yousefinaghani, S., Dara, R., Mubareka, S., Papadopoulos, A., & Sharif, S. (2021). An Analysis of COVID-19 Vaccine Sentiments and Opinions on Twitter. International Journal of Infectious Diseases. https://doi.org/10.1016/j.ijid.2021.05.059

[su_box title=”YENİ YAŞAM ” style=”glass” box_color=”#F23900″ radius=”1″][/su_box]

Paris Komünü, Lenin’in dansı ve Rojava komünleri- Ali Çiçek (Özgür Politika)
Stefan Zweig, tarihin akışını değiştiren ve böylece kendi başlarına tarih yazan anları, “insanlığın yıldızının parladığı anlar” diye tarif ediyordu. Paris Komünü’nün 1871’in ilkbaharındaki deneyimleri de demokratik ve eşitlikçi bir topluma giden yolun köşe taşlarından birine dönüştü. Marx’ın “gökyüzünü fethe çıkanlar” diyerek onurlandırdığı Paris komünarlarının deneyimleri, Ekim Devrimi pratiğinde de ortaya çıkacaktı. Onlar, 20. yüzyılın demokratik hareketlerinin hem ilham kaynağı hem de kalkış noktası oldular.
Komün fikri, kapitalist modernite ve neoliberalizmin krizine tanık olduğumuz bugünlerde, 21. yüzyılın sol ve direnişçi hareketleri için güncelliğinden hiçbir şey kaybetmedi…
…Paris Komünü, 72 günün ardından kanlı bir biçimde yenilgiye uğratıldı. Lenin’in Ekim Devrimi’nin üzerinden 73 gün geçmesi ardından kar üzerinde dans ederek kutladığı anlatılır. Rus devrimi, Paris’te ortaya çıkan örnekten daha uzun süremeyi başarmıştı ve Lenin, “Biz yalnızca bir devin omuzlarında oturan cüceleriz” diyecekti.
Kürdistan’da devrim ve komünal özyönetimin inşası, 2005’teki “Demokratik Konfederalizm İlanı”ndan bu yana devam ediyor. Bu 15 yılda bütün dünya solu için önemli deneyimler biriktirildi. Acımasız askeri saldırılara ve süregiden uluslararası ambargoya rağmen 19 Ağustos 2012’de Kobanê’de fitili ateşlenen Rojava Devrimi, yaşamını sürdürüyor. Gökyüzünü Kürdistan’dan fethe çıkanlar, günden güne ve bütün saldırılara rağmen komünlerini ısrarla inşa etmeye devam ediyor. Bu, bir dans etme gerekçesi değil mi?
Yazının tamamı (vpn gereklidir): https://www.ozgurpolitika.com/haberi-paris-komunu-lenin-in-dansi-ve-rojava-komunleri-11607

***

Gezi 8 yaşında!

Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilerek yerine Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi yapılmasına karşı başlayan, daha sonra da tüm Türkiye’ye yayılarak büyük kitlelere ulaşan Gezi Direnişi’nin üzerinden tam 8. yıl geçti.

Direniş kısa bir sürede milyonlarca kişinin adalet, demokrasi, özgürlük talebiyle büyüyen bir harekete dönüştü. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 79 ildeki eylemlere 2.5 milyon kişi katıldı.

Direniş sırasında 11 yaşındaki Berkin Elvan, 21 yaşındaki Hasan Ferit Gedik, 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş İstanbul’da, 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de, 26 yaşındaki Ethem Sarısülük Ankara’da, 22 yaşlarındaki Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan Antakya’da, 18 yaşındaki Medeni Yıldırım ise Diyarbakır’da kolluk kuvvetleri ve dolaylı yaşanan olaylarda yaşamını yitirdi.

Mehmet İstif ve Elif Çermik de maruz kaldıkları gaz nedeniyle yaşamını yitirdi. On bine yakın kişi ise polis saldırısıyla yaralandı. Erdoğan “Polise talimatı ben verdim” dedi.

https://bianet.org/bianet/insan-haklari/244843-gezi-8-yasinda

[su_box title=”EKLER ” style=”glass” box_color=”#383B3D” radius=”1″] [/su_box]

Fanon’un Marksist Formulasyonu Yenilemesi- MR Online

Frantz Fanon bugün politik hareketler tarafından sık sık anılmakta, ancak çoğu zaman Manichaeanvari bir düşünür olarak yanlış anlaşılmaktadır.Bu yanılgıların ötesine geçmek, Fanon’a, hayatına ve ortaya koyduğu eserlere geri dönmek, onun bir düşünür olarak ne kadar özgün olduğunu takdir etmektir. Fanon’un teorileştirmesi deneyimleri sonucu ortaya çıkmıştır. Siyasetinin her zaman bir açık ucu olmuştur. Fanon için, kendi kaderini tayin hakkı, önceden var olan bir senaryoya uymak yerine dünyayı icat etmekti. Eğer kapı ırkçı, sömürgeci, Avrupalı evrenselliği tekelleştirme iddiaları tarafından  kapatılmış olsaydı, sömürge karşıtı mücadelenin somut evrenseliyle yeniden açılırdı.

Yeryüzünün Lanetlileri’nde (1961), Fanon’un Karl Marx ile eleştirel ilişkisi, Cezayir’in devrimci sömürge karşıtı hareketinin içinden gelişmiştir. Ancak Marx’tan yaptığı en önemli alıntı Siyah Deri, Beyaz Maskeler (1952)’dir. “Sonuç yerine” başlıklı son bölümdeki alıntı, Marx’ın Louis Napoleon’un Onsekizinci Brumaire‘inden alınmıştır:

Toplumsal devrim şiirselliğini geçmişten değil, yalnızca gelecekten alır. Geçmişle ilgili tüm boş inançlarından sıyrılmadan kendisini başlatamaz. Daha önceki devrimler, kendi içeriklerine karşı kendilerini uyuşturmak için dünya tarihinin hatıralarına dayanıyordu. On dokuzuncu yüzyıl devrimleri, kendi içeriğini bulabilmek için ölülerin ölüleri gömmesine izin vermek zorundadır. Daha önce ifade içeriği aşıyordu; şimdi içerik ifadeyi aşıyor.”

1852’de yazılan, Fanon’un dikkatini çeken, Marx’ın Louis Napoléon Bonaparte tarafından 1851 darbesinin şiirsel ve dramatik tarihsel anlatımıdır. Bu varoluşçu ve materyalist görüş Fanon için esas teşkil etti.

Fanon’un Onsekizinci Brumaire‘den aldığı alıntıda, Marx yalnızca 18. ve 19. yüzyıl devrimleri arasındaki fark hakkında değil, aynı zamanda burjuva ve proleter devrimler arasındaki fark hakkında da yazıyor. İki paragraf sonra, Marx şunu ileri sürer:

Burjuva devrimleri … başarıdan başarıya daha hızlı savrulur … ama kısa ömürlüdür … Öte yandan, proleter devrimler … kendini sürekli eleştirir, sürekli kendi rotasında kesintiye uğrar, yeniden başlamak için görünüşte başarılmışa geri döner … ta ki geri dönüşü imkansız kılan bir durum yaratılıncaya kadar.”

Yazının tamamı için: https://politikosbiosethos.blogspot.com/2021/05/fanonun-marksist-formulasyonu.html?spref=tw&m=1

***

‘Girdaba İniş’- Kemal Can

Epey erken yaşlarda okuduğum Edgar Allen Poe’nun “Girdaba İniş” hikayesi, -tıpkı Jerzy Kosiński’nin “Boyalı Kuş”undaki fare dolu kuyu gibi- zihnimdeki en canlı ve en ürkütücü imaja dönüşen okuma parçasıdır. Öyküde Norveçli bir balıkçı, “Moskoe-ström” (Maelström) ismini verdikleri girdaptaki kişisel deneyimini aktarır. Adam, kardeşleriyle balık tutarken fırtınaya kapılıp girdabın içine doğru sürüklenmelerini ve bu kaçınılmaz gibi görünen inişten nasıl kurtulduğunu anlatır. “İlk başta herhangi bir şeyi gözlemleyemeyecek kadar şaşkındım. Görebildiğim tek şey o korkunç ihtişamın görüntüsüydü. Ama kendimi biraz toparlayınca içgüdüsel olarak bakışlarımı aşağı yönelttim” der balıkçı. Dönüp duran su kuyusunda, hiç çıkamayacağı gökyüzü tarafına değil de dehşetli sonu gösteren dibe bakmaya karar vermek, her şeyin değiştiği andır.

Yazının tamamı için: https://www.gazeteduvar.com.tr/girdaba-inis-makale-1523293

***

“Kutsal devlet” efsanesini yıkmanın zamanıdır- Oya Baydar

“Devlet nedir biliyor musunuz, devlet ruhtur”, diyor son günlerde en fazla izlenen dizinin starı çete reisi. “Devlet için kurşun yiyen de kurşun atan da şereflidir” diyordu Çiller. Adı bile Devlet olan Bahçeli ve peşindekiler için devlet “ebed müddet”tir. Uzatmayalım: iktidarıyla muhalefetiyle, “devlet” denince akan sular durur, devleti korumak kurtarmak için hepsi birleşir, domuz topu olur. Buna da milliyetçilik/ulusalcılık denir ve ardına sığınılarak her türlü pislik yapılır, cinayetler işlenir, halklar perişan edilir, savaşlara girişilip vatan evlatları ölüme gönderilir.

Devlet, toplumsal düzeni sağlamak, toplum içindeki bireylerin birbirleriyle ilişkilerini belli kurallar çerçevesinde, bireyin hak ve güvenliğini gözeterek düzenlemekle yükümlü bir aygıttır. İlahî bir iradeyle kurulmamıştır, gökten inmemiştir, insan yapısıdır. Ve insanın, özellikle de egemen sınıf ve eril iktidarın amaçları, hedefleri, çıkarları doğrultusunda çalışır. Devlet aygıtını işletenler de, devlet adına konuşanlar da, devlet ideolojisini hayata uygulayanlar da etten kemikten insanlardır. Kutsallıkla, yücelikle ilgi ve ilişkileri yoktur. Güçlerini de hiçbir kutsal varlıktan almazlar.

Muktedirler, devlete kutsallık atfedip dokunulmaz kılarak iktidarlarını güvence altına alırlar. Kendi bekaları ve çıkarları için attıkları her adım, -devlet cinayetleri dahil- devletin bekası için, devleti korumak ve yüceltmek için atılmış gösterilir.

Hep bilinen, son gelişmelerle açıkça görülen şu ki: toz kondurulmayan, kondurmaya kalkışana haddini bildiren, sağ bırakılırsa en azından hain ilan eden bu devlet; Peker’lerin, Çatlı’ların, Çakıcılar’ın, irili ufaklı benzerlerinin yasal iktidar ve devlet kurumlarıyla iç içe geçerek oluşturdukları yapıdır.

Bu ortamda, bu toz duman arasında muhalefetin, özellikle Millet İttifakı partilerinin duruşu umut verici değil. Gördüğüm kadarıyla: başta Soylu olmak üzere hükümete, AKP’ye, tek adam Erdoğan’a yüklenmekle yetiniyorlar. (CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, dün Erdoğan’a hitaben “Devleti  mafyaya sen teslim ettin” demesi…)  Oysa Kılıçdaroğlu da bilir ki derin devlet “devlet-i ebed müddet”tir, ortak olduğu mafyalar, kullandığı tetikçiler değişir ama o hep vardır. AKP ve bizzat Erdoğan bu ilişkileri ve yapıyı devralmış, kendi bekasını bu yapı üzerine kurmuştur, o kadar. Üstelik Cumhur İttifakı’nın sayıca küçük güçte büyük ortağının bu devletin ve ideolojinin başlıca taşıyıcısı olduğunu unutmayalım. İttifaktaki gücünün kaynağı da budur zaten.

Muhalefet; her yanından pis kokular gelen, lağım çukuruna dönüştürülmüş ülkede bu pisliği kitlelerle, halkla birlikte temizlemek için bugün her zamankinden daha elverişli bir ortam bulunduğunu fark ederse… Meseleyi sadece seçim kazanmakla sınırlı tutmadan, derin devletten bağımsızlaşmış, şoven milliyetçilikten arınmış, hak ve adalet temelli bir demokratik ittifakta buluşmayı başarabilirse… Ancak o zaman devletin çeteleşmesiyle etkin mücadele mümkün olur. Yoksa, bugün bu mafya yarın öteki mafya, bu pislik sürer gider.

Yazının tamamı için: https://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/kutsal-devlet-efsanesini-yikmanin-zamanidir,31151

***

İktidar ilk kez kendi faşizmiyle karşı karşıya!..- Ahmet Nesin

Faşizmi anlatmak kolay mı, zor mu bilemeyeceğim ama sanırım faşizmin tam olarak ne olduğunu bu halka iktidardaki faşistler anlattı. Bugüne değin faşizm hep devrimcilere, demokratlara, komünistlere ve Kürtlere vurdu. En azından Türkiye’de bu şekilde oldu, Mustafa Suphi’lerin boğulmasından başlayıp, Sabahattin Âli’ye, Ruhi Su’ya Nazım Hikmet’e, Orhan Kemal’e, Aziz Nesin’e, Kemal Tahir’e, Deniz Gezmiş’e, Mahir Çayan’a, İbrahim Kaypakkaya’ya, Erdal Eren’e, Doğan Öz’e, Kemal Türkler’e, Medet Serhat’a, Musa Anter ve onlarcasına yapılanlara baktığımızda fazla bişeyi tartışmaya gerek yoktur esasında.

Bugüne baktığımızda, daha 1 yıl önce miting alanlarında beraber poz verenler, neredeyse birbirlerinden nefretle bahsediyorlar. Mehmet Ağar’a Süleyman Soylu’yu harcar diye güvenen kişi, bugün kendi pisliklerini ortaya döker diye Soylu’yu savunuyor ve Ağar Marina müdürlüğünden istifa ediyor. Hepsi, her an birer Sedat Peker olup, birbirlerini ihbar edebilirler.

Neden biliyor musunuz, hepsi o kadar suç işlediler ki, artık saklayacak bişeyleri yada yedirecekleri bokları kalmadı, zira hepsi ıkınıp, sıkınıyor.

Bugün ilginç bir döneme geldik, beraber derin devlete çalışanlar, birbirlerinden ayrı derin devletler çıkarmaya çalışıyorlar. Ergenekon davalarıyla başlayan bu derin devlet bölünmesi ilk kez Türkiye faşizmini başka bir noktaya getirdi. Yeni bir sayfa açılıyor, ya demokrasinin yanında kalacaksınız yada…………

Yazının tamamı için:  https://artigercek.com/yazarlar/ahmetnesin/iktidar-ilk-kez-kendi-fasizmiyle-karsi-karsiya



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...