Home / KORONA GÜNLÜKLERİ / KORONA 7 GÜNLÜK 12-18 NİSAN 2021

KORONA 7 GÜNLÜK 12-18 NİSAN 2021

Dünya genelinde 141 milyondan fazla vakanın, 3 milyondan fazla ölümün olduğu bu zaman diliminde virüsün yayılımını azaltmak için ne yapılabileceği sorusu gündemden düşmüyor. Devletlerin ve uluslararası organizasyonların çözüm sunamadığı bu kriz durumu gün geçtikçe daha da çetrefilli bir hal alıyor. Çözüm noktasında bir gelişme sağlamamasının en temel sebebi ise toplum sağlığının korunması için yapılması gerekenlerle sermaye ve devletlerin hedefleri arasındaki makasın genişliği.

Türkiye özelinde, daha önce de dillendirdiğimiz gibi, salgının başından bu yana önlemler yalnızca alınmış gibi yapıldı. Gerçekte sadece bireylere yüklenen belli sorumluluklar vardı: ellerin yıkanması, maske takılması, fiziksel mesafeye uyulması. Fakat bu önlemler dillendirilirken “ekonomik gerekçelerle” insanlar her gün kalabalık ortamlarda iç içe çalıştırıldı. İşyerlerine ulaşım için eski toplu taşıma yöntemleri aynen devam ettirildi. Belli sermaye gruplarının zararlarına kefil olma dışında emekçilere neredeyse hiçbir ekonomik destek sağlanmadı. Hastalanan çalışanların izolasyon günü bir süre sonra kısaltıldı. İş gücü kaybı olacak diyerek testi pozitif olan işçiye yakın temaslı çalışma arkadaşının ismini vermemesi dayatıldı. Hasta olan işçilerin izolasyon dönemindeki rapor parası ödenmedi (ki bu durum hastalığı gizlemeye neden oldu). Üretimi yetiştirmek için aralıksız günde en az 12 saat çalışma yapıldı. Bunun sonucunda emekçiler, hastalığı taşıyan ve yayan en önemli kaynak haline geldiler, üstelik ellerini yıkamalarına rağmen!!

Pandemi boyunca sürekli dillendirilen tam kapanma çağrısı son vaka artışlarıyla beraber daha da görünür bir hal kazandı. Günlüklerimizde daha önce de paylaştığımız gibi, vakaların pik yapması beklenen tarihten en az 15 gün önce başlayan, uzun süreli ekonomik ve sosyal destekle bütünleştirilmiş bir çarkları durdurma programının bazı ülkelerde işe yaradığı görülüyor. Ancak kapanma sonrası tekrardan vaka sayısının yükselmesi de kaçınılmaz gibi görülüyor. Üstelik aşağıda “Akademiden” kısmında da paylaştığımız gibi, kapanma belli gruplar arasında virüsün dolaşımını erteliyor olsa da ölüm oranlarını azaltıcı bir etkisi gösterilebilmiş değil. Yani asıl risk grupları mevzubahis hareket kısıtlamasından ne kadar fayda gördükleri hala netleşmemiş durumda. Bu duruma ek olarak daha önceki günlüklerimizde de (Korona 7 günlük 7-13 Aralık 2020) tam kapanma durumunda oluşabilecek sorunlara değinmiştik. Emekçileri, güvencesizleri, ötekileştirilenleri daha da eşitsiz kılması, görünmeyen ev içi emeğin katlanması, erkek şiddetinin artması, kadınların öldürülmesi gibi… Yine ek olarak zamanlaması yanlış olan kapanmaların (örneğin vaka piki görüldükten sonra kapanmaya gidilmesi) hane içi bulaşı çok arttırarak, salgının şiddetini azaltmak bir tarafa arttırabileceğini de vurgulamıştık.

Ülkenin geldiği aşama itibariyle, iktidarın beslemek zorunda olduğu sermaye gruplarının varlığı, ezilenlerin emekleriyle inşa edilmiş savaş ve talan ekonomisi, yolsuzluk, halkın bütçesinin salgın kontrolüne ayrılamayacak duruma gelmesini sağlamış durumda. İktidarın başından beri salgını değil ölümleri yönetmeye çalıştığını biliyoruz, fakat yine biliyoruz ki salgını yönetmeye kalksa bile zaten yönetemeyecekti. Tam bir yerin dibine batmışlık söz konusu.

Bu durum bizleri etkin önlemlerin alınması konusunda ısrarcı kılmalı. Etkin önlemler pandemi boyunca SES ve TTB tarafında ısrarla dile getirildi ve yine hatırlatmak istiyoruz:

Ayrımsız ve eşit korunma hakkı

  • Herkes aşı, en kısa sürede
  • Herkese nitelikli, ücretsiz maske
  • Herkese evrensel gelir –doğrudan gelir desteği
  • Borçların ertelenmesi
  • Bilgiye erişim hakkı

Erken tespit ve müdahale/tedavi

  • Testlerin yaygınlaştırılması, temaslı tespiti-izlemi ve filyasyon çalışmasının olması gerektiği gibi yapılması
  • Hasta kişilerin tedavisinin sağlık kurumlarında veya kamu tarafından sağlanan mekanlarda ücretsiz, ek ödeme yapılmadan gerçekleştirilmesi
  • Temaslıların kamu tarafından sağlanan mekanlarda karantina dönemini geçirmesinin sağlanması
  • Hasta yakınlarının yaşamını sürdürmesi için gelir başta olmak için gerekli her türlü desteğin sağlanması

Güvenli ve Güvenceli Çalışma Ortamları/Koşulları

        Zorunlu üretimde çalışanlar için riskten arındırılmış çalışma ortamı/koşulları;

  • Tam ücretli, kısa süreli çalışma
  • Dönüşümlü çalışma
  • İşçilerin denetiminde İSG önlemleri Covid-19’a özgün İSG önlemleri
  • Nitelikli, işe uygun maskenin sağlanması, KKD sağlanması
  • Riskten arındırılmış ulaşım koşulları
  • Zorunlu üretimin tüm yurttaşlarca paylaşılması ve zorunlu üretimdeki iş yükünün azaltılması

Güvenli ve Güvenceli Yaşam Ortamları/Koşulları

  • Fizik mesafenin sağlanmasını mümkün kılan barınma koşulları (konut hakkı)
  • Doğal gaz, elektrik, su, internet iletişimi vb. temel tüketim harcamalarının karşılanması
  • Çocukların psikososyal gelişimini dikkate alan eğitimin sürdürülmesi
  • Bu işlevi sürdürecek eğitim emekçilerinin aşılanması, KKD sağlanması
  • Eğitim emekçilerinin denetiminde riskten arındırılmış eğitim ortamı
  • Çocukların güvenli koşullarda riskten arındırılmış ulaşımın sağlanması,
  • Yaşlıların korunması ve desteklenmesi
  • Yeşil alanları kullanma hakkının sağlanması
  • Riskten arındırılmış yeşil alanların sağlanması
  • Fizik aktivite, spor yapma olanakları
  • Açık havadan yararlanma
  • Ev içi üretimin toplumsallaştırılması
[su_box title=”SİYASAL SAĞLIK-TOPLUMSAL MUHALEFET” box_color=”#24e336″][/su_box]

SES Sağlık Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na sağlık emekçileri adına çağrı yayımladı.

  • Kronik hastalığı olan ve 60 yaş üstü tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine idari izin verilsin.
  • 2020 Ekim ayından itibaren Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı istifa yasağı kaldırılsın.
  • Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı resen atama sürgün demektir, sürgün suçtur, bu durum kabul edilemez.
  • 10 yaş altı çocuğu olan ebeveynlerin birine ve tek ebeveyn olanlara idari izin verilsin.
  • Kamuda altı saate indirilen çalışma saatinden sağlık emekçileri de faydalansın ya da 6 saat üzerinde ki çalışma fazla mesai olarak kabul edilsin.
  • Kadın sağlık ve sosyal hizmet emekçileri hamile olduğu tespiti yapıldıktan itibaren idari izinli sayılsın.
  • Emziren annelere idari izin verilsin.
  • Atama bekleyen binlerce sağlık ve sosyal emekçisi derhal kadrolu ve güvenceli olarak atansın.
  • Haksız, hukuksuz şekilde işlerinden edilmiş KHK’li sağlık ve sosyal hizmet emekçileri işlerine döndürülsün
  • Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yasası kaldırılsın ve bu sebeple işe başlatılmayan sağlık ve sosyal hizmet emekçileri derhal işe başlatılsın.
  • Pandemi yönetiminde sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri karar alma süreçlerine dahil edilsin.
  • Covid-19 iş kazası ve meslek hastalığı kapsamına alınsın.
  • Sağlıkta şiddet önlensin.
  • Bütün sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin temel ücretleri yoksulluk sınırının üzerinde olacak şekilde düzenlensin.
  • İdari izin kapsamına alınanlar idarecilerin insafına bırakılamasın.

***

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri raporlaştıran ÖHD ve TUAY-DER, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezanın önlenmesi sözleşmesi seçmeli protokolüne uygun şekilde “bağımsız” ulusal denetim mekanizmalarının oluşturulması için hükümeti derhal gerekli çalışmaları başlatmaya davet etti.

***

Halkevleri, Covid-19’a karşı geliştirilen aşıların patentlenerek, ilaç şirketlerinin yüksek gelir elde etmesine ve aşı ticaretine karşı Pfizer’ın İstanbul Ortaköy’de bulunan fabrikasının önünde açıklama yaptı. Açıklamada Türkçe ve İngilizce olarak “Aşıda patent öldürüyor. Patent kaldırılsın” pankartı açıldı. Eylemde “Fikri mülkiyet hakkı, yaşama hakkının, özgür toplumsallaşma hakkının karşısına konulamaz” denilerek, başta Pfizer ve Astra Zeneca olmak üzere aşı ticareti yapan ilaç şirketlerine boykot çağrısı yapıldı.

***

Şırnak’ın Cizre ilçesinde 2004 yılında klasik Kürt edebiyatının öncülerinden Ehmedê Xanî’nin ölümsüz eseri Mem û Zîn’den esinlenerek açılan Mem û Zîn Kültür ve Sanat Merkezi’nin (MZKSM), 5 yıldır açılmasına izin verilmeyen binası mülk sahibi tarafından yerine apartman dikilmek üzere yıkıldı. Binlerce öğrenciye erbane, bağlama, gitar, halay ve dengbêj eğitiminin verildiği, onlarca sanatçı ve sanat topluluğunun yetiştiği önemli bir kültür merkezidi.

***

Seferihisar Orhanlı köyünde 21 Nisan 2021 tarihinde bir JES firması tarafından yapılacağı duyurulan ÇED halkın katılımı toplantısı pandemi kısıtlamalarından muaf tutulmak isteniyor. 14 Nisan 2021 günü İçişleri Bakanlığı tarafından 81 il valiliğine gönderilen “Kısmi Kapanma Genelgesi” jeotermal enerji santrali (JES) şirketi ÇED toplantısı yapabilsin diye görmezden gelinecek. Köylülerin avukatının İçişleri Bakanlığının genelgesi uyarınca toplantının iptal edilmesi talebi de bir işe yaramadı.

***

Küresel anlamda tehlikeyi görmek istemeyen kapitalist sermayedarlar ise ekolojik anlamda bir sorun olmadığını savunmaya devam ediyor. Çok sayıda ülkeden bilim insanını bir araya getiren bir araştırmaya göre, tüm dünyanın sadece yüzde 3’lük bir kısmı ekolojik olarak bozulmamış halde kaldı. Ekolojik olarak bozulmamışlık, sağlıklı bir nüfusa sahip tüm orijinal hayvan türlerinin bulunması ve herhangi bir zarar görmemiş yaşam alanlarının olması diye tarif ediliyor.

***

Küresel ısınma ve çevresel kirlilik sorunları her geçen gün daha fazla insanlığın geleceğini tehlikeye atarken, önlemlerin yetersizliği nedeniyle tehlikelerin de önü alınamıyor. Bunlardan biri de uluslararası deniz taşımacılığının neden olduğu kirlilik. Her yıl birçok kazada denizlere ve okyanuslara akan petrollerin yanı sıra nakliyat şirketlerinin taşıdığı ve içlerinde kimi zararlı ürünlerin de olduğu dev konteynerlerin okyanuslara düşmesi önemli bir sorun olarak görülüyor. Dünya Doğayı Koruma Örgütü (WWF) tarafından yapılan son açıklamaya göre, günümüz itibariyle on binlerce dev konteyner okyanusların derinliklerinde bulunuyor. WWF yöneticilerinden Denis Ody’ye göre, su altında doğaya karışmaları yüzyıllar alabilecek bu ürünlerin çoğu parçalandıktan sonra balıklar, balinalar veya birçok irili ufaklı su canlısı tarafından yutuluyor. İnsanlar tarafından plajlara veya nehirlere atılan plastik çöplere ek olarak okyanuslara düşen on binlerce konteynerin içindeki yüz binlerce ton ürünün oluşturduğu tehlike hafife alınmayacak düzeyde. Ody, 40 yıl önce okyanusa dökülmüş ve hayvanlar için toksik nitelikteki bir ürünün bu yıl bir balinanın yağında ortaya çıkmasını örnek gösteriyor.

***

2020’de tüm kıtaları temsilen 40 ayrı ülkeden 18 uluslararası jeoloji veya doğa koruma kuruluşu, 7 bölgesel kuruluş ve 80’den fazla yerel kuruluş bir araya gelerek yaşamın temel taşlarından biri olan jeoçeşitliliğin gezegenimizde her geçen gün tüketilerek yok edilmesine karşı her yıl 16 Nisan’ın “Uluslararası Jeoçeşitlilik Günü” olarak kutlanması ve dünyamızda jeoçeşitliliğin korunarak gelecek nesillere aktarılması gerektiğini belirten bir deklarasyon yayımladı. Jeoçeşitlilik, jeolojik çevremizi oluşturan mineraller, kayalar, fosiller, topraklar, yer şekilleri gibi doğanın jeolojik ve fiziksel unsurları ile aktif jeolojik ve jeomorfolojik süreçleri, nehirler, göller, denizler gibi doğanın canlı olmayan tüm çeşitliliğini ifade ediyor.

Uluslararası Jeoçeşitlilik Günü, Dünya’nın dört bir yanındaki toplumları, kuruluşları ve ülkeleri bir araya getirerek birtakım konularda eşgüdüm içinde hareket etmelerini hedefliyor.TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO), Uluslararası Jeoçeşitlilik Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada bu konuları şöyle sıralıyor:

  • Gezegenimizdeki tüm canlılar ile jeoçeşitlilik arasındaki kritik bağlantı hakkında farkındalık yaratmak.
  • Toplumun, üzerinde yaşadığı gezegendeki jeoçeşitlilikten nasıl faydalandığı, gezegenin jeolojik kaynaklarının sürdürülebilir kullanımının ve jeolojik mirası korumasının önemini anlamasını teşvik etmek.
  • İnsanlığa inanılmaz yaşamsal materyal zenginliği sunan jeoçeşitliliğin rolünü tanımlamak.
  • Jeoparkları, dünya mirası varlıklarını, koruma alanları ve jeositleri oluşturmayı ve yönetmeyi amaçlayan tüm programların ve projelerin geliştirilmesini desteklemek ve bunların kültürel, arkeolojik ve tarihi öneme sahip alanlarla yakın bağlantıları olduğunu vurgulamak
  • Yerbilimi eğitiminin insanoğlunun doğal kaynak ihtiyacını karşılama, doğa kaynaklı jeolojik riskleri önleme ya da etkilerini azaltma, iklim değişikliğinin ve biyolojik çeşitlilik kaybının etkilerinin öngörülmesi ve etkilerinin azaltılması için sürdürülebilir çözümler sağladığına dair kanıtlar sağlamak
  • Eğitimli toplum, araştırma kurumları, akademiler, endüstri, hükümet ve sivil toplum kuruluşları arasındaki faaliyetleri koordine ederek yerbilimleri, araştırma-geliştirme ve eğitim alanlarında uluslararası işbirliğini geliştirmek.
  • Öğrencileri, özellikle de gelişmekte olan ülkelerdeki kız öğrencileri lisans ve lisansüstü eğitime çekmenin bir yolu olarak yerbilimlerindeki profesyonel kariyer çeşitliliğini teşvik etmek.

 

[su_box title=”AKADEMİDEN” box_color=”#2437e3″]

Bireysel olarak fiziksel temasın kısıtlanması bireyin korunması için faydalı bir önlemdir, buna şüphe yok. Fakat buradan yola çıkarak uygulanacak toplumsal bir tam kapanma yönteminin salgın için yaratacağı etkiler bambaşka olacaktır. Bireysel izolasyon ve toplumsal tam kapanma arasındaki bağlam farkı ve ikincinin çok daha karmaşık olan doğası detaylı matematiksel modellemeler ve epidemiyolojik yöntemleri göreve çağırıyor. Fakat Nature’da 8 Nisan’da yayımlanmış olan bir makale (Savaris et al., 2021) konuya ilişkin bugüne kadar yapılmış olan çalışmaları, soru, hipotez ve kullanılan yöntem açısından eleştiriyor. Yazarlar ayrı bir matematiksel modelleme yöntemini kullanarak tam kapanma örneklerinin azalmış mortaliteyle ilişkilendirilemediğini savunuyorlar.

Karşılaştırmalı ele alınan bölgelerde Google LLC’nin erişime sunduğu, toplumsal hareketliliğe dair veriler çalışmada önemli bir yer tutuyor. Google, hesapları anonim hale getirerek, insanların ev, iş, metro, sokak veya kapalı alanlar gibi bölgelerde ne kadar bulunduklarına dair verileri erişime sunmuştu. Yazarlar bu verileri aksi sonuçlara ulaşan çalışmalardan farklı ve daha gerçekçi olduğunu iddia ettikleri istatistiksel yöntemler kullanarak ele aldıklarını ve buna göre tam kapanmanın azalmış mortalite ile ilişkilendirilemeyeceğini savunuyorlar. Aynı zamanda sonuçların uyumlu çıktığı başka çalışmaların (Chaudry et al., 2020; Chin et al., 2020; Klein et al., 2020) da mevcut oluşu yazarların elini güçlendiriyor.

Yazarlar pubmed veri tabanında yaptıkları aramalarda 35’i konuyla direk ilişkili, toplam 246 yayının hiçbirinde toplumsal hareketliliğin kısıtlanması ile mortalite oranlarının kıyaslanmadığını vurguluyorlar. Aynı zamanda Cochrane’ın konuya ilişkin sistematik derlemesinde (Cochrane, sistematik derlemeleri en güvenilir olan kuruluşlardan sayılmaktadır) de tam kapanma öneren çalışmaların kullandığı yöntem ve veriler konusunda şüphelerin olduğu yayında vurgulanıyor. (Nussbaumer-Streit et al., 2020)

 

Gözle görülebilecek örnekler olarak, İrlanda’da publar, restoran ve berberler açık ve hatta maske takma zorunluluğu yokken 2 ay boyunca ölümlerin aşağı yönlü seyrini sürdürdüğü, benzer zamanlarda Peru’da en sert kapanma tedbirleri uygulanmasına rağmen, ülkenin bir milyon kişi başına düşen ölümlerde dünyanın zirvesinde yer aldığına dikkat çekiliyor. İsveç’te salgının başında yüksek seyreden ölüm oranlarını kapanma uygulanmamasına bağlayanların aksine, bu durumu farklı faktörlerle açıklayabilen Klein ve arkadaşları örnek veriliyor.

Çalışma kendi sınırlılıklarıyla birlikte, çözümü mevcutmuş gibi görünen salgın yönetimi sorununu daha da karmaşık hale getiriyor. Fakat günlüğün giriş yazısında da vurgulamış olduğumuz gibi, tüm bu tartışmalar ancak salgını kontrol etmeyi ve toplum sağlığını korumayı hedefleyen, demokratik yönetimler ile bir anlam kazanabilir.

 

Chaudhry, R., Dranitsaris, G., Mubashir, T., Bartoszko, J., & Riazi, S. (2020). A country level analysis measuring the impact of government actions, country preparedness and socioeconomic factors on COVID-19 mortality and related health outcomes. EClinicalMedicine, 25, 100464. https://doi.org/10.1016/j.eclinm.2020.100464

Chin, V., Ioannidis, J. P. A., Tanner, M. A., & Cripps, S. (2020). Effects of non-pharmaceutical interventions on COVID-19: A Tale of Three Models. Cold Spring Harbor Laboratory. https://doi.org/10.1101/2020.07.22.20160341

Klein, D. B., Book, J., & Bjørnskov, C. (2020). 16 Possible Factors for Sweden’s High COVID Death Rate among the Nordics. SSRN Electronic Journal. https://doi.org/10.2139/ssrn.3674138

Nussbaumer-Streit, B., Mayr, V., Dobrescu, A. I., Chapman, A., Persad, E., Klerings, I., Wagner, G., Siebert, U., Ledinger, D., Zachariah, C., & Gartlehner, G. (2020). Quarantine alone or in combination with other public health measures to control COVID-19: a rapid review. Cochrane Database of Systematic Reviews. https://doi.org/10.1002/14651858.cd013574.pub2

Savaris, R. F., Pumi, G., Dalzochio, J., & Kunst, R. (2021). Stay-at-home policy is a case of exception fallacy: an internet-based ecological study. Scientific Reports, 11(1).

https://doi.org/10.1038/s41598-021-84092-1 [/su_box]

 

[su_box title=”JİN” box_color=”#e324dc”]

Türkiye’de koronavirüs vakalarının artmasından dolayı ülke çapında sokağa çıkma kısıtlamaları yeniden uygulamaya konuldu. Bu kararla sağlık sorunları, önleme stratejileri ve tedavi süreçlerini bireysel seviyeye indirgeyen, biyomedikal görüşler üzerine yoğunlaşan devlet, yükü görünürde bireylerin, arka planda kadınların omuzlarına tekrar yükledi. Oysa ki sağlık sadece bireylerle ilgili değildir; karmaşık, toplumsal olarak belirlenmiş bir süreçtir ve bütün dezavantajlı gruplar için eve kapanmanın çare olmayacağı, mevcut sorunları arttıracağı deneyimlenmişti.

Ücretli çalışma hayatında kadınların aynı işlerde daha az kazandığı, daha çok çalıştığı ve güvencesiz çalışmanın daha büyük kısmını oluşturdukları bildiğimiz bir gerçekti. Salgının yarattığı ekonomik krizle birlikte kadınların maaşı hane için ilk vazgeçilebilen oldu, böylece kadınlar ilk işlerinden edilenler oldular. Eve kapanma ise sadece ‘ev işi’ olarak adlandırılan temizlik, yemek yapma, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi sağlıklılığı korumak için daha fazla emek isteyen işlere gömülmekti. Sürekli çalışma, zaman yoksunluğu yaşama, olası şiddet faillerden uzaklaşamama ve yaşayacak alan bulamama demekti. Bu yaşananlar sadece ekonomik kriz sebepli değildir aynı zamanda siyasal bir krizin içindeyiz. Dünya genelinde artan otoriterleşme ve toplumsal cinsiyet karşıtlığı söylemlerin salgınla beraber bahaneleri ve kabul görmesi arttı. Türkiye ise İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilerek (20 Mart Cumhurbaşkanı Kararnamesi) tarafını gösterdi. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesi yargının erkek şiddetine karşı hiçbir yasayı uygulamamasının önünü açtı. Sözleşmeden çekilme kararı sonrası karakollar şiddet başvurularını almamaya, mahkemeler yasaları uygulamamaya başladı.

Bu değişimler yaşanırken eylemsizlik hüküm süren topraklarımızda, çemberinin dışına çıkanlar, kadınlar olmaya devam ediyor. Talep net: toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması. Salgını yarattığı bunca yükü, kolektif akıl ve demokratik davranışı örgütleyerek üzerinden atmak isteyen kadınlar çoklar. İşleri de çok. Şiddeti ve eşitsizliği yeniden üreten güç ilişkilerini bozacak yapısal dönüşümler için çokça çalışmak gerek.[/su_box]

Çanakkale’de kadınlar kadın cinayeti ile öldürülen kadınlar için bir araya geldi. “Kadın cinayetlerinin durmamasının sebebi İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanmamasıdır.” dediler ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanmamasına ve kadın cinayetlerinin önlenmemesine tepki gösteren kadınlar, meydana bıraktıkları ayakkabıların ardından oturma eylemi gerçekleştirdi.

Adana Kadın Platformu’nun İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı fesih kararına karşı eylemleri devam ediyor. Eylemde “Türkiye toplumunun yüzde 64’ünün iptaline alenen karşı çıktığı araştırmalara da yansıyan sözleşmeden çekilmek, milyonlarca kadının hayatının ve milyonların ortak iradesinin tek adamın bekasına kurban edilebileceğinin ilanıdır.” denildi, kadınların İstanbul Sözleşmesi için mücadele etmeye devam edecekleri söylenildi.

Bursa Panayır Mahallesi’nde yaşayan kadınlar da Sözleşme’den çekilme kararına tepki göstererek yaptıkları basın açıklamasıyla Sözleşme’ye sahip çıkacaklarını söyledi. Açıklamada siyasal iktidarın cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren söylem ve politikalar geliştirerek, kadın erkek eşitsizliğini açıkça fıtrata bağladığını, kadını yalnızca aileyle, evle, kocayla, annelikle tanımladığını vurgulandı ve iktidarın kadınlara şiddet uygulayan, kadınları katleden erkekler için cezasızlığı özel bir politika olarak uyguladığını söylendi.

İstanbul’un dört bir yanına; Galata Kulesi, Haliç Metro Köprüsü’yle birlikte Avcılar, Ünalan, Bağcılar, Esenyurt, Okmeydanı ve Beşiktaş’ta aynı anda “İstanbul Sözleşmesi bizim, vazgeçmiyoruz” yazılı pankartlar asıldı. #İstanbulSözleşmesindenVazgeçmiyoruz

***

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR), İşsizlik ve İstihdam Görünümü Raporunu açıkladı. TÜİK’in Şubat 2021 işgücü verilerini değerlendiren DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının 10 milyonu geçtiğine dikkat çekti. Cinsiyete göre işsizlik oranlarına bakıldığında kadın işsizliğinin tüm türlerde erkeklerden yüksek olduğu görüldüğü belirtildi ve şöyle denildi: “Mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı erkeklerde yüzde 12.3 iken kadınlarda yüzde 15.6’dır. Dar işsizlikte kadınlar erkeklerden 3.3 puan yüksek iken, geniş tanımlı işsizlikte kadınlar erkeklerden 11.2 puan daha yüksektir. Tüm işsizlik türlerinde kadın işsizliğinin çok daha yüksek olduğu dikkat çekmektedir.”

***

Van’daki Geri Gönderme Merkezinde güvenlik görevlilerinin İranlı bir kadına tecavüzü ile ilgili davada, 12’şer yıldan 18’er yıla kadar hapis cezası istendi. Dava süreci devam ederken mülteci kadınların hayatının her alanında şiddet olduğu tekrar görülüyor.

***

“Sevgi dedikleri şey ücretsiz emek”

Toplumun büyük çoğunluğu için eşitsizliklerin ve güvencesizliğin birer gerçeklik olduğunu bu salgın bize daha önce hiç olmadığı kadar açık bir şekilde gösterdi. Bireysel izolasyon yerine “toplu izolasyonu” tercih eden işçi sınıfı mahalleler, kolektif bir şekilde stratejiler geliştirerek ve ağlar kurarak somut eşitsizliklerin üstesinden gelmeye ve haklarını garanti altına almaya çalıştılar. Mesela ön saflarda yer alan kadınlar ve LGBTQ+’lar aş ocakları işletiyor. Ancak bu bile salgın nedeniyle hızla artan ihtiyaçları karşılamaya yeterli olmuyor. Bu bağlamda üzerinde durulan esas sorunlardan biri açlık.

… “Mahallede toplum sağlığı savunucusuyum. Hem sokakları temizliyorum hem de paketlenen yemeklerin dağıtılmasında yoldaşlara yardım ederek, protokollere nasıl uymamız gerektiğini anlatarak ve onları bilgilendirerek aş ocaklarına destek oluyorum.”

https://www.5harfliler.com/krize-isik-tutuyoruz-koronavirus-zamaninda-bakim-emegi/

***

Mekân rızasız, zaman sahipsiz, kadın çaresiz değildir (Çilem Küçükkeleş / Yeni Yaşam)

… İktidarlar ve çizdikleri sınırlar bugün başta kadınlar olmak üzere tüm insanlığın kabusu haline geldiler. Başta kadınlar diye belirttim çünkü bu iktidarların ve sınırların en büyük mağduru kadınlar, en büyük ittifak gücü ise erkeklerdir. Bu zor çarkı, bu kadar toplumu tüketerek dönebiliyorsa büyük erkek ittifakındandır. Bu nedenle reislik kavramı en küçük birim olan aileden başlatılıp iktidarın en tepesine kadar taşınır. En alttaki erkeğe bile bir iktidar alanı tanımlandığı için erkek tüm hakikatsizliğe rağmen kendini iktidar sahibi görür ve itiraz etmez. Kadının itirazı tam da bunadır. İnsanlığın ilk toplumsal birimi kadının etrafında gelişmişken, ilk birlikte yaşama kavramını kadın oluşturmuşken, bugün birlikte yaşam erkek-devlet eliyle suç mahalline çevrildi. Bu hükmetme aklı yerkürenin de, kadının da yaşam hakkına bile kasteder hale geldi. Hal böyle iken, aldığımız nefes bile atmosferde buluşuyorken kimse bu zulümden muaf değildir. Dünya üzerinde kurtarılmış hiçbir alan, zulümden muaf hiçbir kadın yoktur.

AB temsilcisi Ursula’yı ayakta bırakan erkek iktidarlara karşı mücadele verirken amacımız onları kaldırıp yerlerine oturmak değil elbette. Koltuksuz yani iktidarsız siyaseti geliştirmezsek yalnız Ursula değil hepimiz ayakta kalmaya devam ederiz. HDK tam da bu koltuksuz ve birleşik siyaset üretme konusunda Türkiye’nin en önemli deneyimlerinden biridir. Merkezi, eli sopalı, sürekli topluma akıl veren, içinde sınıflar oluşturan erkek-devlet siyasetine alternatif toplumsal siyaseti ürettiğimiz yerdir. Bu özellikleriyle HDK kadınlar için de önemli bir örgütlenme alanıdır. HDK’nin 11. Genel Konferansı’na giderken kadınları HDK Kadın Meclisleri’nde örgütlenmeye çağırıyoruz.

https://yeniyasamgazetesi2.com/mekan-rizasiz-zaman-sahipsiz-kadin-caresiz-degildir/

***

30 yılda ikinci göç: Gördüklerimizi kimse görmedi (Hicran Urun / Yeni Yaşam)

Mirjana Morokvasic, 1984 yılında yazdığı “Göçmen kuşlar aynı zamanda kadındır” başlıklı makalesinde göç alanında toplumsal cinsiyet çalışmalarının eksikliğine ve bu alanda yapılan çalışmalarda ana faktörün hep erkekler olduğuna vurgu yapar. Kadınların göçle bağlantılı somut deneyimlerine ilişkin araştırmalar o yıldan sonra baş göstermeye başlar ancak yine de kısıtlıdır.

Bu anlamda Göç İzleme Derneği’nin (GÖÇİZDER) 2015-2016 yılları arasında Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Hakkari il ve ilçelerinde sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşanan göçe dair kadınlarla yaptığı çalışma, bir yandan kadınların göç deneyimine ışık tutarken diğer yandan da Kürtlerin göç ve savaş süreçleri ile ilgili hafızasını arşivleyen önemli bir çalışma.

Derneğin, “Sokağa çıkma yasakları ve zorunlu göç sürecinde kadınların yaşadıkları hak ihlalleri ve deneyimleri” başlığı ile yayınladığı rapor kapsamında, toplamda 480 kadın ile görüşme yapılmış. Ayrıca raporun dışında yine Sur, Cizre, Şırnak, Yüksekova, Nusaybin ve Van’da yapılan görüşmelerden 18’i ‘Kadınların Göç Hikâyeleri’ adıyla kitaplaştırılmış.

http://yeniyasamgazetesi2.com/kadineki/detay/30-yilda-ikinci-goc-gorduklerimizi-kimse-gormedi/

 

[su_box title=”MEVCUT DURUM” box_color=”#e32447″][/su_box]

Salgın yönetilemiyor! Emekçiler, ötekileştirilenler ölmeye devam ediyor! Sağlık emekçileri tükeniyor, hayatını kaybediyor!

Sosyal cinayete dönem pandemi ölümlerine karşı öfke büyüyor. Yanlış sağlık politikaları ve salgın mücadelesine karşı yaşam hakkını savunmak için demokrasi güçleri harekete geçiyor.

***

Güney Amerika ülkesi Brezilya’da çıkan ve dünyaya yayılan Koronavirus (Covid-19) mutasyonu, mutasyona uğradı. Bilim insanları yeni mutasyonun normal virüse göre 2 buçuk kat daha bulaşıcı olduğunu açıkladı. Yeni mutasyonun Güney Afrika mutasyonunu andırdığını söyledi. Böylece mutasyon, var olan aşılara karşı daha da direnç kazanmış oldu.

***

Covid-19 pandemisi sık görülmeye, sık öldürmeye ve yaşamı altüst etmeye devam ediyor. Toplam vaka sayısı 141 milyon 297 bine dayanırken Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 3 milyon 23 binin üzerine çıktı.

Covid-19 vakalarının kıtalara göre dağılımında Avrupa (42.7 milyon) zirvedeki yerini koruyor. Bunu Kuzey Amerika (33.4 milyon, 32.4 milyonu tek başına ABD’ye ait), Asya (33.4 milyon), Güney Amerika (23.3 milyon) ve Afrika (4.5 milyon) izledi.

Covid-19’a bağlı ölümlerde kıtaların sıralamasında ilk iki değişmiyor: Avrupa (973 bin), Kuzey Amerika (846 bin). Üçüncülüğe Güney Amerika (621 bin) yerleşiyor ve ardından Asya (464 bin) ve Afrika (118 bin) geliyor. Ölümlerin yüz bin kişinin üzerinde olan ülke sayısı sekize yükseldi: ABD (581 bin), Brezilya (372 bin), Meksika (212 bin), Hindistan (177 bin), İngiltere (127 bin), İtalya (117 bin), Rusya (105 bin) ve Fransa (101 bin).

Dünya genelinde hafta sonuna rağmen yeni vaka sayısı tırmanış devam ediyor. Son 24 saatte 783 bin 667 kişiye Covid-19 tanısı kondu, Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 11 bin 574 kişi oldu. Günlük vaka bildiriminde Hindistan rekor üstüne rekor kırıyor. Hindistan ile birlikte Brezilya, ABD ve Türkiye ilk dördü paylaşmaya devam ediyor. Ülkelere göre yeni vaka sayısı şöyle: Hindistan (260.8 bin), Brezilya (65.8 bin), ABD (63.4 bin), Türkiye (62.6 bin), Fransa (35.9 bin), İran (21.3 bin), Almanya (21 bin), Arjantin (19.1 bin), Kolombiya (16.7 bin), Polonya (15.8 bin), İtalya (15.4 bin), Ukrayna (15 bin) ve Filipinler (11.1 bin).

***

Türkiye’de salgın tırmanışını sürdürüyor. Yeni vaka, ağır hasta, aktif hasta ve can kaybı oldukça yüksek hızda seyrediyor. Son 24 saate 62 bin 602 kişide Covid-19 vakası saptandı, 288 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Turkuaz tabloda eleştirilere rağmen ısrarla yer verilen yeni hasta sayısı tırmanışa geçerek 2,973 kişiye yükseldi. Toplam vaka sayısı 4 milyon 212 binin üzerine çıkarken, toplam can kaybı 35 bin 608 kişiye yükseldi. Günlük test sayısı 319 binin üzerinde. Turkuaz tabloda aktif hasta sayısı yer almıyor. Günlük aktif hasta sayısını Worldmeters’dan paylaşmaya devam ediyoruz.

Worldmeters’a göre Türkiye’de 500 bini geçen aktif hasta sayısı rekor kırmaya devam ediyor. Dün aktif hasta sayısı 533 bin 303 kişiye yükseldi. Aktif hasta sayısındaki dizginlenemeyen bu yükseliş, bulaş tehdidinin daha da artacağını gösteriyor. Ağır hasta sayımız ise 3 bin 240 kişiye yükseldi. Aktif vakanın yükselmesi ile %0.6’ya kadar düşen ağır hasta oranı oldukça yüksek düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek ölüm hızının yüksek ağır hasta oranı ile ilişkili olduğunu, ölümlerin daha da artacağı uyarısı ısrarla vurguluyoruz.

***

Risk haritasında ilk sırada olan Kırklareli’de Tabip Odası Başkanı Taner Pehlivan, 2. pikten daha ağır bir tabloyla karşı karşıya olduklarını belirterek “Vakaların kaynağı işyerleri ve fabrikalar. Esas bulaş ortamı da işyerleri. Evlerdeki vakalar da işyerleri merkezli. İşyerlerindeki bulaşı engellerseniz evdeki bulaş da ortadan kalkar. Ama ekonomik kaygılarla bu önlemler alınmıyor” dedi.

***

Covid-19 pandemisinde yaptığı veri analizleriyle tanınan endüstri mühendisi ve yazılımcı Zeki Berk, salgının keskinleşen görünümüne dair çarpıcı veriler paylaştı: “1 Mart tarihinde 2 milyon 711 bin olan toplam vaka sayımız, bugün geldiğimiz noktada 4 milyon 150 bin. Yani, bu süreç içerisinde 1 milyon 500 bin yeni vaka daha eklendi. Aktif vaka sayımız ise 100 bin seviyesindeyken 500 bin seviyesine çıktı. 5 kata yakın bir artış söz konusu.”

***

Eksik önlemlerin yeni mutasyonlarla birlikte salgının seyrini ağırlaştıracağına dikkat çeken Türk Toraks Derneği, ‘’ Sağlık, gıda, savunma, güvenlik, ilaç gibi yaşamsal önemdeki sektörler hariç olmak üzere; tüm üretim durdurulmalıdır. Acilen ekonomik sosyal destekle birlikte 28 gün tam kapanma uygulanmalıdır’’ dedi.

***

CHP İstanbul İl Başkanlığı Sağlık Komisyonu da iktidar tarafından alınan tedbirlerin yetersizliğin altını çizerek, bir kez daha 4 haftalık tam kapanma çağrısı yaptı: “İstanbul ilinde Şubat’ın ikinci haftasında başlayan olgu sayılarında korkutucu artış devam etmektedir. Şubat ortasında 100 bin kişiye düşen olgu sayısı 60 iken, geçen iki ayda hızla katlanarak 3-9 Nisan tarihleri arasında 805’e çıkmıştır. Bu sayılarla Şubat’ın ikinci haftasında iller sıralamasında 29’uncu sırada olan ilimiz, altı hafta içinde 2’nci sıraya fırlamıştır. Sağlık Bakanı tüm olguların yüzde 40’ının İstanbul’da olduğunu açıklamıştır. İBB Mezarlıklar Müdürlüğü’nün verilerinde ilimizde toplam vefat sayısını değerlendirdiğimizde 2 Mart’taki normalleşmenin bedelinin diğer yılların aynı tarihler arasındaki ortalamasına kıyasla, bin 774 fazla ölüm olduğunu saptamış bulunmaktayız. Bu yıl 1 Mart’tan sonra İstanbul’da önceki 5 yıl ile karşılaştırıldığında bin 774 fazla ölüm meydana gelmiştir” ifadeleri kullanıldı.

***

Enfeksiyon Hastalıkları ve Viroloji Uzmanı Dr. Müge Çevik, uluslararası araştırmalara göre bulaşın yüzde 10’nun dış ortamda yüzde 90’nın ise iç ortamda gerçekleştiğini ifade etti: “Uluslararası araştırmalara baktığımızda, dışarıda bulaşın neredeyse 20 kat daha az olduğunu görüyoruz. İç ortamda olan yüzde 90 bulaşlarda, yakın temasla yani 2 metreden az mesafede ve uzun süreli kontaklarda gerçekleşiyor. “İngiltere’de yeni bir kampanya yaptık ve insanların dışarıda vakit geçirmesini teşvik ediyoruz. Çünkü uzun süredir devam eden kısıtlamalar insanları mental olarak çok yordu. Asıl engellememiz gereken bulaş iç ortamlarda oluyor. Dışarıdaki sosyalliği engellediğimizde insanları aslında iç ortama itmiş oluyoruz. Türkiye’de dış ortamda maske takılıyor. Ama iç ortamda insanlar maskesiz oturabiliyorlar. Asıl riskli ortamlar orası. Dolayısıyla bizim içerideki ventilasyonu nasıl düzeltebileceğimiz üzerine daha fazla araştırma yapmamız gerekiyor. Hala kapı cam açılması dışında bu konuda bir ilerleme göremiyorum.” Dr. Çevik, kapalı ortamda iyi bir havalandırmanın olmadığı durumlarda virüsü nefes yoluyla aldığımıza dikkat çekerek “Sadece el yıkamaya, maske takmaya değil ventilasyona da önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum” diyor.

Halk sağlığı uzmanı Dr. Nuriye Ortaylı, salgın kontrolünde çok önemli bir araç olan filyasyonu “Dedektiflik, virüsü arıyorsunuz ve hapsediyorsunuz” diye tanımlayarak şu ifadeleri kullandı: “Bazı ülkeler var ki iyi filyasyon ve yaygın test yaparak salgını kontrol ettiler. En çok duyduğumuz örnek belki de Güney Kore’dir. Bakanlığın rehberine bakıldığında temaslıları tespit edin ve temaslıların yanına gidip belirti olanlardan test alın diyor. Ne demek belirti olanlardan test alın? Biliyoruz ki bir sürü insan belirtisiz geçiriyor. Dolayısıyla oraya gidince herkesi test etmeniz lazım.” Filyasyonun aynı zamanda bir iletişim işi olduğunu belirten Ortaylı, ilaç bırakıp dönmekten öteye virüsün kimden nasıl yayıldığına dair izleme çalışmasının yapılması gerektiğini belirtiyor: “Kendilerini nasıl koruyacaklar bilgi vermeniz lazım. Ev içi bulaşı nasıl önleyeceksiniz bunları anlatmanız lazım. Bu çok ciddi vakit isteyen bir şey ve Türkiye’nin bunların hepsini yapabilecek kapasitesi var.”

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, Bakanlığın savunduğunun aksine salgının etkisini azaltma stratejisi uygulanmadığını söyledi: “Eğer salgının etkisini azaltma stratejisi uygulanmış olsaydı aşı bulunmadan çok önce -bizim farmakolojik olmayan önlemler dediğimiz- toplum hareketliliğini kısıtlayacak önlemlerin ciddi bir şekilde hayata geçirilmesi gerekirdi. Gerçekten bu soruna uygun bir filyasyon yapılması, doğrulanmış olguların sağlık kuruluşlarında izole edilmesi ve onlarla temaslıların karantina altına alınması gerekirdi. Toplumun hareketlerini sınırlayacak, özel sektörü de kapsayacak sosyal ve ekonomik koşulları oluşturulmuş bir kapanmanın gerçekleşmiş olmasını beklerdik. Bunları göremedik.”

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, geçtiğimiz yıl hazirandan ekim sonuna kadar yayımlanan haftalık durum raporlarında vakaların ve ölümlerin demografik dağılımının açıklandığı ancak sonra uygulamadan vazgeçildiğini anlattı: “Şu anda demografik değerlere dair hiçbir şey bilmiyoruz. Açıklanan hiçbir demografik veri yok. Bir salgının kontrol edebilmeniz için bu verileri bilmeniz, değerlendirmeniz gerekir.” Yavuz, önlenemeyen vaka artışına ve vefat sayılarına dikkat çekerek bu süreci “yönetimsizlik pikleri” olarak adlandırıyor: “Kısmi önlemler kısmi etkiler doğurdu. Ocak ayına kadar bir istikrarlı bir düşüş içerisindeydik ama sonra her şey tersine döndü. Deyim yerindeyse salgın kontrolü alabora oldu.”

***

Brezilya Sağlık Bakanlığı yetkilisi, korona virüsünün daha bulaşıcı P1 varyantının ‘hamileleri daha fazla etkilediğini’ gerekçe göstererek “Mümkünse hamileliği erteleyin” açıklaması yaptı

***

Sağlık Bakanlığı “Bilimsel çalışmalar, sigara kullanan ve tütün dumanına maruz kalan kişilerin, kullanmayan ve sigara dumanına maruz kalmayanlara göre Covid-19’a yakalanma riskinin çok daha yüksek olduğunu gösteriyor” açıklaması yaptı

***

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) personeli 21 haftalık hamile Özgün Öztürk 30 yaşında Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti. Öztürk 2 Mart 2020’den beri Sultangazi Çocuk Etkinlik Merkezi’nde birim asistanı olarak görev yapıyordu.

***

50 gün önce Covid-19 vakasının kalmadığı Suşehri ilçesinde salgının artması üzerine, kent dışından gelenlerin 5 gün karantinada kalmasına karar verildi.

***

65+ Yaşlı Hakları Derneği Başkanı Dr. Gülüstün Salur, “Birincisi biz, aşılamaya geç başladık. İkincisi de mutantların hepsine karşı etkili olmayabilecek bir aşıyı kullanıyoruz. ‘Yaşlılar aşılandı o zaman onları neden kapatıyorsunuz?’ tartışması, tıbben yüzde 100 arkasında durabileceğimiz bir tartışma değil. …Yaşlılar kendi kararlarını veremeyecek, kendilerini koruyamayacak insanlarmış gibi davranmanın yanlış olduğunu görüyoruz. Biz dernek olarak evet tedbirden yanayız ama sadece yaş ayrımcılığıyla bu konuya yaklaşılmasının yanlış olduğunu, yaşlıların artık çok hırpalandıklarını, onların eve kapanmamaları gerektiğini savunuyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde yaşa özgü kısıtlamalar yapılmadı. Yapmaya çalışanlar oldu; iki Avrupa ülkesinde yapılmak istendi ama bunlar kendi anayasa mahkemelerinden döndü çünkü insan haklarına aykırı bulundu” dedi.

***

Kanada’nın en büyük eyaleti Ontario’da Covid-19 vaka oranı en yüksek seviyesine ulaştı. Uzmanlar, önlem alınmaması halinde bölgede vaka oranının Haziran ayına kadar yüzde 600 artacağını belirtti.

İsrail’de bugünden itibaren açık havada maske kullanma zorunluluğu kalkıyor. Nüfusa oranla dünyadaki en hızlı aşılama kampanyasının yürütüldüğü ülkede, halkın yarısından fazlası Covid-19 aşısının iki dozunu da yaptırdı, günlük vaka sayıları son günlerde 200’lerin altına indi. Kapalı alanlarda maske takma zorunluluğu ise uygulanmaya devam edecek.

 

[su_box title=”AŞI TARTIŞMALARI” box_color=”#6ee324″][/su_box]

Prof.Dr.Derya Unutmaz, ‘’Hamileler ve emziren anneler de Biontech aşısı olabilirler. ABD’de 90 bin hamile aşı oldu, yan etki görülmedi. Bir avantajı da bebeği de antikorların belli derecede koruma olasılığı. İngiltere’de artık olmaları tavsiye edildi.’’

***

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Başkanı Hans Kluge, Danimarka’nın yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınına karşı ülkede kullanılan AstraZeneca aşılarını yapmayı durdurması sonrası, bu aşıları ‘ekonomik açıdan gelişmemiş ülkelerle’ paylaşmayı düşündüğünü açıkladı.

***

Sağlık Bakanı “Aşı için ikna ekibi kuracağız” dedi. Sağlıkçılar ise sorunun “ikna” olmadığını, randevu sisteminin zor olduğunu ve aşı temininin yetersiz olduğunu söylüyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu Üyesi Dr. Emrah Kırımlı, “Salgınla ilgili her şeyde Sağlık Bakanı sorumluluğu vatandaşın sırtına attı. Bu meselede de öyle. İnsanlar aşı olmak istiyorlar, randevu alamıyorlar. Aşı yok ki ortada.  Neye ikna edecekler bilmiyorum” dedi. Kırımlı, “Şu an bir insanın aşı olabilmesi için internet kullanabiliyor olması lazım, akıllı telefonu olması lazım, 182’yi arayarak neredeyse 1,5 saat beklemesi lazım, randevuyu alınca formu doldurması lazım, ikinci randevu için aynı şeyleri bir daha yapması lazım… Patates dağıtılıyor şimdi, patates almak için randevu mu alınıyor? Vatandaşlık belgesi mi isteniyor? Gidiyorsunuz alıyorsunuz. Hasta gelip aşı olmak istiyorum dediğinde olabilmeli” sözleriyle sürecin zorluğuna dikkat çekti.

***

Türkiye’de ilk doz aşı uygulanan kişi sayısı 12.1 milyon, ikinci doz verilen kişi sayısı ise 7.8 milyon oldu.

 

[su_box title=”YENİ YAŞAM” box_color=”#24bbe3″][/su_box]

Merhaba! Spektrum, kendisi de bir Otistik birey olan Didenur Boyacı’nın kodlama ve web tasarımı çalışmak için oluşturduğu bir proje olarak başlamış. Çalışma, sosyal medyada tanıştığı otistik arkadaşlarının da dahil olmasıyla birlikte otizm hakkında ‘aktivist’ içerikler üreten bir blog halini almış. Otizm ile ilgili konularda otistiklerin özne olduğunu savunuyor, otistiklerin kendilerini maskelemeden ifade edebilmesi için çalışıp, bilgilendirici yazılar kaleme alıyorlar. Otistiklere, “otizmli” ve benzeri şekilde hitap edilmesine karşı çıkıyor ve otizmin bir hastalık değil, bir varoluş biçimi olduğunu savunarak kimliklerini ‘otistik’ olarak kabul ediyorlar….

“Benim için bu, şu an yaptığımda bir karar oluyor ama her zaman böyle değildi. Ben küçükken, otizmimin ne ben, ne de başkası farkındayken bu bir karar değildi. Yargılanıp dışlanmamak için, arkadaş edinebilmek ya da öğretmenlerim ve ebeveynlerim tarafından azarlanmamak için zorunlu ve bilinçli olarak yapmam gereken bir şeydi. Son zamanlarda bilinçli olarak kendimi maskelememeye çalışıyorum çünkü maskelemek insanın kendisine yabancılaşmasını sağlıyor. Depresyon, anksiyete gibi birçok ruh sağlığı problemine yol açıyor. İnsan, davranışlarını maskelediğinde kendi ihtiyaçlarının farkında olamıyor. Eskiden yeni tanıştığım birisiyle sohbet ederken göz teması kurmaya, el ve ayaklarımın kontrolünü sağlamaya büyük gayret gösterirdim. Ama bu süreçte çok rahatsız olurdum. Kendimi iyi ifade edemezdim. Fakat artık insanların ne düşündüklerini kafama takmayıp maskelediğim davranışlarımı serbest bırakıyorum ve çok daha rahat olup iletişimden keyif alabiliyorum. Yani maskelemek toplum içerisinde dikkat çekmemek için bir araç, zararlı bir kamuflaj.”

https://www.gazeteduvar.com.tr/otistik-bir-oz-orgutlenme-deneyimi-merhaba-spektrum-haber-1519520

***

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da korona virüsü salgını nedeniyle online gerçekleştirilecek olan 12. Londra Kürt Film Festivali (LKFF) “Benim Kürdistan’ım” temasıyla dün başladı. İlk “Global Kürt Film Festivali” olma niteliği taşıyan festival 27 Nisan’a kadar devam edecek. Bu yıl, 10 Kürt film festivalinin bir araya gelmesiyle oluşan Londra Kürt Film Festivali (LKFF), aynı zamanda yönetmenlerle yapılacak olan online söyleşiler, soru-cevaplar ve workshoplarla beraber eğitici ve öğretici bir atmosfer oluşturacak.

https://www.globalkurdishfilmfestival.com/

 

[su_box title=”EKLER” box_color=”#dce324″][/su_box]

Özgürlük ve kudret / Franco ‘Bifo’ Berardi

“Salgın, arz ve talebin, üretimin ve dağıtımın ekonomik otomatizmalarını kırarak, kapitalist ekonominin çöküşüne ve küresel makinenin en azından kısmen bozulmasına neden oldu. Aynı zamanda, ekonomik makineye işlenmiş olanlardan daha az istilacı olmayan yeni otomatizmalar yaratıyor: Sağlık otomatizmaları, tekno-aracılı mesafelenme ve psikolojik takıntılar.”

“Virüsün çoğalması bir kaos tellalı işlevi görüyor. Bunun sebebi, görünen düzeyin altında bir biyolojik madde yoğunlaşmasının ürettiği kaostur; böylece bilinç, gücünü kaybediyor; böylece siyaset, sağlık kurallarının uygulanmasına indirgeniyor. Bununla birlikte bu kurallar, belirlenimci kesinliğe de dayanmıyor, çünkü virüs adını verdiğimiz görünür düzey altı madde yoğunlaşmasının sirkülasyonu sürekli olarak değişmekte ve mutasyona uğramaktadır. Bu arada bilim insanları, salgının evrimini öngörmek ve korunma araçları ve bir tedavi önermek umuduyla, bulaşmada belirli düzenlilikler aradılar.”

https://dunyadanceviri.wordpress.com/2021/04/13/ozgurluk-ve-kudret-franco-bifo-berardi/

***

Tarım ve Kürt sorunu ilişkisi / Ahmet Koçyiğit

“1800’lü yıllardan itibaren Kürt halkı varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma adına mevcut iktidarcı devletçi yapılara karşı mücadelelerini başlattığı andan itibaren toplum kırımına uğratılarak, binlerce yıldır kök saldığı topraklardan, doğal yaşam alanlarından ve ana geçim kaynağı olan tarımdan zorla el çektirilmiştir. Her türlü öldürme, köy yakmaları, sürgün ve göçertme politikaları en çok tarımı etkilemiştir.”

“24 Ocak 1980 kararlarıyla başlatılan “istikrar ve uyum programları” ile birlikte ekonomik, sosyal ve politik boyutlarıyla Türkiye’nin gündemine giren özelleştirme, ülkenin somut gerçeklerinden hareketle geliştirilen bir araç değil, Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmiyle bütünleşmesini artırmak ve sermayenin sömürü olanaklarına yeni katkılar yapmak için getirilen bir çaredir ve 12 Eylül askeri rejimi eşliğinde gerçekleştirilebilmiştir. Benimsenen liberal ekonomi, serbest piyasa koşullarını getirmiş, devlet, özel sektörün girişimlerine, yatırımları teşvik edici politikalarla destek vermiştir. Bu dönemde tarım sektörünü yönlendiren Yem Fabrikaları, Et Balık Kurumu (EBK), Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Zirai Donatım Kurumu (ZDK) ve Gübre Fabrikaları gibi kurumlar özelleştirilmiş üretimin düşmesine neden olmuş ve tarımda büyüme hızı ortalama %2’yi geçememiştir. Geride kalan KİT’ler ise AKP iktidarınca uluslararası sermayenin istekleri doğrultusunda özelleştirilmiş (TEKEL), özelleştirilmesi henüz tamamlanmamış şeker fabrikalarının özelleştirilmeleri sonucu üretim oranı düşmüş ve insanlar tarımsal üretimden koparılmıştır.”

https://yeniyasamgazetesi2.com/tarim-ve-kurt-sorunu-iliskisi/

***

Ekolojik bir Reelpolitik için – Pierre Charbonnier

“Sanayi toplumlarının ortaya çıkışından bu yana, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, kaynakları, özellikle de enerji kaynaklarını harekete geçirme kapasitesi, küresel siyaset üzerindeki etkiyle neredeyse mükemmel bir şekilde örtüşmüştür. Kömür ve petrol, yalnızca yüksek düzeyde tüketim oluşturan ve sınıf çatışmasının göreceli olarak yatıştırılmasına neden olan bir üretim kapasitesinin temel motorları olmakla kalmaz; aynı zamanda, düşük maliyetli, istikrarlı kaynakları güvence altına almak için tasarlanmış sınır ötesi güç projeksiyonlarının da parçasıdır. 2. Dünya Savaşı’ndan çıkan siyasi düzen, faşizm döneminden sonra (samimi bir barışın yokluğunda) istikrar arayışına takıntılıydı. Üretici güçlerin gelişimini, hem endüstriyel toplumlardaki iç gerilimleri hafifletmeye hem de bu [gelişmiş] uluslar ile sömürgesizleşmeden doğan yeni oyuncular arasındaki statükoyu korumaya hizmet eden benzersiz bir güce sahip bir araç olarak kullandı.”

“Gerçekten de, içinde kaldığımız çatışmanın, sömüren, yabancılaştıran ve kaynakları tüketen kapitalizm ile, insanlar arasındaki ve insanlarla insan olmayanlar arasındaki uzlaşmanın politik bir ekolojisi arasında olduğunu düşünmek fazla basitleştirmedir. Bu, çevreciliğin karşı-kültürel sözlüğünü, kızıl-yeşil evrendeki toplumsal eleştiri sözlüğü ile birleştirmenin sonucu olacaktır: ya ekoloji ya da barbarlık. Ama şimdi kendimizi, maddi ve toplumsal çelişkilerine saplanmış, yaşlanan bir fosil kapitalizminin, hem hızlandırılmış dekarbonizasyona girişen bir devlet kapitalizmiyle hem de ilerlemenin anlamını ve üretimin toplumsal değerini yeniden keşfetmenin daha zorlu ve radikal yoluyla bir arada var olduğu bir durumda buluyoruz. Durumun bu tarifini, tüm iptidailiğiyle kabul edersek, Avrupa’nın kızıl-yeşil solu farklı bir önem kazanıyor. O vakit, (şaşmaz şekilde fosil olduğu sanılan) kapitalizmle, onun ilerleme cephesini sanki evrensel bir misyon üstlenmiş gibi temsil ettiği ikili bir çatışmaya mahkum değiliz artık. Geliştirilmekte olan Çin modeli, hem 2016 Paris Anlaşması’nda tanımlanan küresel iklim hedefleriyle uyumlu hem de muhtemelen sosyal-ekolojik hareketin savunduğu yeşil demokrasi idealiyle gerilim içinde olan üçüncü bir kalkınma modeli sunmaktadır.”

https://dunyadanceviri.wordpress.com/2021/04/17/ekolojik-bir-reelpolitik-icin-pierre-charbonnier/



İLİŞKİLİ İÇERİK

KORONA GÜNLÜK 22-28 KASIM 2021

Sağlığın piyasalaştırıldığı, emeğin değersizleştirildiği ve yabancılaştırıldığı, kışkırtılmış sağlık hizmetinin olduğu, kapitalist erkek egemen sağlık sisteminin ...